Makale

OSMANLI İDARESİNDE ŞEYHÜLİSLAMLIK MÜESSESESİ VE ÖNEMİ

OSMANLI İDARESİNDE ŞEYHÜLİSLAMLIK MÜESSESESİ VE ÖNEMİ

Hamdi MERT
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

KONUNUN ÖNEMİ

Şeyhülislâmlık (Meşihat), Osmanlı idari sisteminin en önem­li müesseselerinden biridir. Bu makama getirilen kimseler hemen daima “İlmiye” sınıfından; belirli ilim ve görev kademelerinden geç­miş kimseler arasından seçilmiş (1); padişah nezdinde bazen birinci, çok zaman da ‘’Sadrazam”dan sonra birinci itibarlı kişi sıfatıyla, tabir caizse bir “otokontrol” vazifesi görmüş; siyasî makamı sert tasarruflarında frenlemiş; aşırı siyasî asabiyetler karşısında so­ğukkanlı, makul tekliflerle icraatı yumuşatmış (2); Sağlam hassalara dayalı sıhhatli fetvalarla devletin kuruluş, işleyiş ve teşkilatlanmasında önemli roller oynamış; Osmanlı cihan devletinin, de­ğişik ırk ve kültürden tebaalarca kabul görmesinde, devletin uzun ömürlü olmasında müspet bir fonksiyon icra etmiştir.

Nitekim Şeyhülislâmlar içerisinde büyük devlet ve siyaset adamları, büyük bilginler, sanatkârlar yetişmiştir (3). Sultan II. Osman devrinde Şeyhülislâm Es’ad Efendi Osmanlı şehzadelerinin katlini meşru kılmayı reddetmişi (4); matbaanın kurulması Şeyhü­lislâm Abdullah Efendi’nin bir fetvasıyla gerçekleştirilmiş (5); Isla­hat tedbirlerinin önemlilerinden olan “Nizam-ı Cedid”in kurulması, Es’ad Efendi’nin fetvası ile sağlanmış (6); Ebussuud Efendi, Hıris­tiyan ahalinin zorla Müslümanlaştırılmasına karşı çıkmıştır (7). Hatta Şeyhülislâmlar, yürürlüğe konulan muhtelif kanunnamelerin meriyet ve meşruiyeti için fetva vermek suretiyle “Kanun vâzı’lığı” müessesesi üzerinde de müessir olmuşlardır. Kanunî Sultan Süley­man’ın yürürlüğe koyduğu bütün kanunlar, Ebussuud Efendi’nin meşruiyetine dâir verdiği fetvalarla meriyete konulmuştur (8).

Şeyhülislâmlık müessesesinin incelenmesi, bir bakıma onları ye­tiştiren ilmî, fikrî, kültürel ve sosyal muhitin incelenmesi demek­tir (9).

Bugünkü gelişmenin temeli dünde saklıdır. Dünün bilinmesi, es­ki doğrulardan faydalanmayı, eski yanlışlara düşmemeyi de sağlar.

Türk tarihinin şüphesiz en parlak bölümünü oluşturan Osmanlı döneminin bu önemli müessesesinin araştırılması bu bakımdan da önemlidir.

TARİHÇE

ŞEYHULİSLÂMLIK MÜESSESESİNİN GELİŞMESİ

“Şeyhülislâm" tabiri başlangıçta resmî bir tabir olarak değil, İlmî bir paye olarak kullanılmıştır. ’

Arapça terim olarak, “Şeyhülislâm” İslam’ın şeyhi, büyüğü, kıdemlisi, yaşlısı demektir. IV. yüzyılın 2’nci yarısından itibaren özellikle fıkıhta, bazen da tasavvufta üstat olanlara şeyhülislâm denildiği görülmüştür (10).

Bu suretle ilk dönemlerde “Şeyhülislâm” unvanının, bir görev­de bulunan kimseye değil, İslâm ilimleriyle ilgili konularda büyük yetkisiyle tanınanlara verildiği anlaşılıyor (11). Nitekim bu tabirin Osmanlı Devleti’nin kurulmasından çok önce Hanbeli Şeyhleri için kullanıldığı; Memlûklüler devrinde, değişik konularda verdikleri fetvalarla şöhret kazanmış fıkıh bilginlerine ve bu arada Şafiî şeyh­lerine bir sıfat ve saygı ifadesi olarak verildiği de biliniyor.

"Şeyhülislâmlık” resmî bir görev unvanı olarak ilk defa ne zaman kullanılmaya başlandı? Fatih Kanunnamelerinde “Şeyhülis­lâm” tabirine rastlanıyor ise de, Şeyhülislâmlığın resmi bir makam vasfı kazanması Yavuz Sultan Selim ve Kanunî devirlerinde olmuş­tur.

“Şeyhülislâmlık” önceki devlet zamanında hiç bir zaman Osmanlılar dönemindeki kadar haiz-i ehemmiyet olmamıştır. Osmanlı döneminde ise, birdenbire ortaya çıkmamış, içerisinde, ihtiyaçla­rın şevkiyle büyümüş, teşkilatlanmıştır.

Osmanlı idaresinde Şeyhülislamlığın önemi, “Fetva”ya ve ilme verilen ehemmiyetten gelmektedir. Nitekim henüz kuruluş safha­sında Osman Bey’in hocası ve bilâhare kayınpederi meşhur Şeyh Edebali, Osmanlı ülkelerinin ilk müftüsü kabul edilir (12). Denilebi­lir ki Osmanlı resmî şeyhülislâmlığının temeli adı Şeyhülislâm ol­masa da işte buradan, Şeyh Edebali’den başlar. Bilâhare, Sultan II. Murad zamanında, yetki bakımından mevcut müftülerin hepsi­nin üzerinde ve büyük salahiyetlerle bir “Müftî el-enâm” tayin olunmuştur (13). Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinden sonra, İstanbul Müftüsü Hızır Bey Çelebi’yi yeni yetkilerle teçhiz ettiği; kendisine “Şeyhülislâm” unvanı takarak Anadolu ve Rumeli Kazaskerlerinin üzerinde bir makam verdiği "d’Ohsson” ve "Von Ham­mer” tarafından kaydedilmekte ise de, yukarıda arz ettiğimiz gibi müessesenin resmî olarak daha sonra kurulduğunu; ilk resmî Şey­hülislâmın Molla Şemseddin Fenarî olduğunu kabul etmek, tarihî kayıtlara daha uygundur. Şeyhülislâmlık böylece, ilk defa taht müf­tülüğünden doğmuştur (14).

İlk Şeyhülislâm Molla Fenarî ile son Şeyhülislâm Medenî Mehmed Nuri Efendi arasında 131 Şeyhülislâm görev yapmıştır. Dr. Abdülkadir ALTUNSU bu sayının 129 olduğunu, diğer ikisi (Mol­la Yegân ve Yekçeşm Hüseyin Efendi’ nin isimlerine resmî salna­melerde rastlanmadığını belirtmekte ise de (15), bu zatların da res­men Şeyhülislâmlık makamlarını işgal ettiklerini kabul etmek ta­rihî gerçeklere uygundur.

131 Şeyhülislâm -mükerrerlerle- 175 defa şeyhülislâm olmuş­tur. Bunlardan 38’i, 4 yıldan fazla bu makamda kalmıştır. En çok görevde kalan Şeyhülislâm, 28 yıl 10 ay ile Ebussuud Efendi’dir.

Şeyhülislâmlardan ancak 9’u Türk asıllı değildir. Türk asıllı olanların hemen hepsi Anadolu menşelidir. Bunun sebebinin Rumeli asıllı olanların daha ziyade askerlik mesleğini tercih etmeleri oldu­ğu kaydedilmiştir (16).

Şeyhülislâmlardan Zembilli Ali Cemali Efendi (ö. 1525), Kemalpaşazade Şemseddin Ahmet Efendi (ö. 1534), Ebussuud Efendi (ö. 1574), Hoca Sadeddin Efendi (ö. 1599), Yahya Efendi (ö. 1644), sadece en büyük şeyhülislâmlar değil, aynı zamanda Osmanlı tarihi­nin en büyük şahsiyetleri arasındadır.

Ebussuud Efendi’nin Şeyhülislâmlığı zamanında müftülük maaş­ça kazaskerliğin önüne geçmiş; Şeyhülislâmlık için belli prensipler getirilmiş; yevmiyesi 40 akçeden yukarı olan müderrislerin tayin­leri müftülere bırakılmıştır.

Molla Güranî’nin (ö. 1488) sağlam bir ilim haysiyetine sahip olduğu; ilim ve fetva konusunda padişah da dâhil olmak üzere, bütün devlet ricaline karşı adeta mütehakkim bir tavırla hareket ettiği; padişahı yüzüne karşı tenkit etmekten çekinmediği; vefatın­dan biraz önce II. Beyazıd’a haber göndererek, bazı idari konu­larda tembihlerde bulunduğu tarihi kaynaklarında belirtilmiştir (11).

İbn Kemal’in, Osmanlı’nın yükselme devrini oluşturan dâhiler zincirinin önemli bir halkası olduğu; devletin hukukî ve idarî teşkilatlanmasında mühim hizmetlerde bulunduğu; dürüst karakteri, üstün ahlâkı, derin bilgisi ile Osmanlı’nın yükselme şartlarım ha­zırladığı; 300’ den fazla eser bıraktığı bilinmektedir (18).

Bunlar, Şeyhülislâm makamında bulunmuş çok sayıda yıldız şahsiyete birkaç örnektir.

TEŞKİLATLANMA

Şeyhülislâmlık sıfatının, müftülük makamında bulunan ve diğer­lerine göre yeni yetkilerle teçhiz edilenlere verilen bir sıfat olmak­tan çıkıp, müesseseleşmeye başlaması, daha Fatih devrinde başla­mıştır. Ancak Meşihat dairesinin bütün ilmiye sınıfının temsilcisi olarak, tarihindeki en fonksiyonel haline gelmesi zaman almıştır. Şeyhülislâmların “Kazasker” lerin “Kadı” ların ve bütün mevalinin üstünde bir makam haline getirilmesi, 16’ ncı yüzyılın ortalarına, hatta 3’ ün çeyreğine kadar uzandığı anlaşılmaktadır (19).

Şeyhülislâmlık (Meşihat) ın müesseseleşmesinde Zembilli Ali (Cemali) Efendi, Çivizade Mehmet Efendi, Ebussuud Efendi, Kemal Paşazade (İbn Kemal) gibi önemli şahsiyetlerin büyük emekleri geçmiştir.

1574 yılında, 40 maaşı akçeden yukarı “Hariç” ve “Dahil” mü­derrislikleri ile ordu kadılarının, vilâyet ve sancak müftülerinin imam-hatip ve müezzinlerin, mevali denilen büyük kadıların, kazas­kerlerin ve meşayih denilen tarikat şeyhlerinin tayinleri Şeyhülis­lâmlara verildi. Böylece en fonksiyonel durumu ile Şeyhülislâmlık (Meşihat) idarî bir “Müessese” olarak kurulmuş oldu.

18. yüzyılın sonlarında, ıslahat hareketlerine paralel olarak, Şeyhülislâmlığa da yeni statüler tanındı. Şeyhülislâma yardımcı ol­mak üzere “Kethüda” ve “Kâhya", devlet ve idare nezdinde ken­disini temsil etmek üzere “Telhisçi”, halk tarafından yöneltilen fet­vaları tertip ve tanzim etmek üzere “Mektupçu” veya “Fetva Emi­ni” gibi resmî görevliler tayin edildi. Bütün (bunlara ayrı daire­ler tahsis edildi. Böylece, idare içerisinde şeyhülislâma bağlı bir “İdari Kısım” meydana geldi. 1838 yılında şeyhülislâm nezdinde bir de “Müsteşarlık” kuruldu.

Bu teşkilat, “Tanzimat” devrinde daha da kuvvetlendirildi. Meşihat’ a bağlı bütün daireler, aynı binada toplandı. Müessese, il­ga olununcaya kadar, “Şeyhülislâmlık Kapısı” veya “Bab-ı Fetva” denilen bu binada faaliyet gösterdi.

Şeyhülislâmlar, 19. yüzyılda ihtiyaçlara göre, yavaş yavaş ku­rulan nezaretlerin başındaki “Nazır”larla eşit hale getirildi. 1876 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 27’nci maddesi ile Sadrazam ve Şeyhülislam’ın Padişah, nazırların ise Sadrazam tarafından tayin olu­nacağı hükmü getirildi. Böylece Şeyhülislâm, idarede Nazırlardan da üstün bir hukukî statü kazandı. Gerçekte, daha 18. yüzyılda Şeyhülislâm da, Sadrazam gibi sultan tarafından tayin olunurdu.

Osmanlı Devlet müesseselerinin dünyevileştirilmesi vakıası kar­şısında Şeyhülislâmlığın devlet ve idare içerisindeki nafiz fonksiyon­ları giderek azaltıldı. 1839 yılında “Şurây-ı Devlet” kurularak, idarî yargı yetkileri alındı. 1879 yılında “Adliye Nezareti” kuruldu. Bu­na paralel olarak yeni mahkemeler teşkil olundu. Adlî işlerin de büyük bir kısmı, bu suretle Şeyhülislâmlık teşkilâtından, bu neza­rete aktarıldı. Müteakip yıllarda şeyhülislâmlığa bağlı “Şeriye” ve “Nizamiye” mahkemelerinin yetkileri büyük ölçüde tehdit edildi. 1916 yılında kurulan yeni hükümet daha ileri takyitler getirdi. Bü­tün “Mehakim-i şer’iye” idaresini Adliye Nezareti’ne, medrese ve tedris işlerini ise Maarif Nezareti’ne bağladı.

Osmanlı Devleti’nin bu çöküş döneminde artık şeyhülislâmla­rın eski idari ve siyasî fonksiyonları yoktu.

1920 tarihinde Ankara’da kurulan “Millî Hükümet’te bir “Şeri­ye ve Evkaf Vekâleti” de kurulmuş ise de, Cumhuriyet’in ilânın­dan sonra 1924 yılında bu vekâlet de kaldırılarak “Diyanet işleri Reisliği” kurulmuştur.

1961 Anayasasında Diyanet İşleri Başkanlığına “Genel İdare” içerisinde yer verilmiş; 1965 yılında meriyete konulan 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ye Görevleri Hakkında Kanunla Kuruluşa “İslâm dininin itikat, ibadet ve ahlâk esasları ile İlgili işleri yürütmek, toplumu din konusunda aydınlatmak ve ibadethaneleri yönetmek” görevi verilmiştir.

SONUÇ:

Şeyhülislâmlık müessesesi, Osmanlı döneminin en önemli müesseselerinden biridir.

Bu makamda bulunanlar, Osmanlı Devleti’nin uzun ömürlü ve “Devlet ebed-müddet” olmasında pay sahibi olmuşlardır.

Devletin güçlü olduğu devirlerde, Şeyhülislâmlık makamına güçlü şahsiyetler getirilmiş; Şeyhülislâmlar, Padişahın en yakınında, onun şer’i müşaviri olarak, yapılan savaşlara, akdedilen sulhla­ra, devletin gelişen dinî ve hukukî düzenine imzalanın atmışlar, imparatorluğun güçlenmesinde müspet fonksiyonlar icra etmişlerdir. Devletin zayıf olduğu zamanlarda ise, her müessesede olduğu gibi, Şeyhülislâmlık makamı da gerileme sürecine girmiş, son dönemler­de ise yetkileri sınırlandırılmıştır.

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü, beşi,

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Yedi iklim-i cihanın duruyor karşında,

Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

Sade bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

Hani tâûna da züldür bu rezil istilâ!

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-ı asil,

Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkiyle sefil!

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü kamındaki esrârı hayâsızcasına.

Öteden saikalar parçalıyor afakı

Beriden, zelzeleler kaldırıyor â’mâkı.

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer.

Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Top, tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat imân?

Bu göğüslerse Hudânın ebedî serhaddi;

“O benim sun-u bediim, onu çiğnetme ” dedi.

Mehmed Akif ERSOY

DİPNOTLAR

(1) Meydan Larousse, Şeyhülislâm maddesi.

(2) İslâm Ansiklopedisi, Şeyhülislâm maddesi.

(3) Hayat Ansiklopedisi, Şeyhülislâm maddesi.

(4) İslam Ansiklopedisi, aynı madde.

(5) Babinger Stanbuler Bachwesen, Leipzig, 1919, s. 9.

(6) Dr. Abdulkadir ALTUNSU, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ayyıldız Mat., An­kara, 1972, s. XLIV. İslam Ansiklopedisi, aynı madde.

(7) İslâm Ansiklopedisi, aynı madde.

(8) Millî Tetebbular Mecmuası, 1331, 1, nr. 1 ve 2.

(9) Doç. Dr. A. Yaşar OCAK, I. İbn Kemal Sempozyumu Tebliğ metni.

(10) İslâm Ansiklopedisi, aynı madde.

(11) Meydan Larousse, aynı madde.

(12) İlmiye Salnamesi, s. 315.

(13) Sicili Osmanî I, 6.

(14) Yeni Türk Ansiklopedisi, Şeyhülislâm maddesi.

(15) Dr. A. ALTUNSU; aynı eser, s. XXXlX-XL.

(16) Yeni Türk Ansiklopedisi, aynı madde.

(17) Hamdi MERT, Ansiklopedik İslam İ. İst., 1986, Molla Gürani maddesi.

(18) Hamdi MERT, aynı eser, İbn. Kemal maddesi.

(19) Türk Ansiklopedisi, Meşihat maddesi.