KİTAP
Mustafa ATEŞ
Aydın Müftüsü
Mustafa ATEŞ, 1932 yılında Lâdik Konya’da doğdu. İlkokuldan önce hıfzını bitirdi. 1945’de ilkokulu bitirdi. Özel hocalardan ders alan Ateş, Konya İmam-Hatip okulunun ve İslâm Enstitüsünün ilk mezunlarındandır. 1967’de Manisa Müftülüğüne tayin edilen Mustafa Ateş, 1971’de İzmir Müftülüğüne, 1981’de Konya Müftülüğüne, 1985’de Aydın Müftülüğüne tayin edildi. Halen bu görevi yürütmektedir. Evli ve altı çocuk babasıdır. Yayınlanmış tercüme iki eseri, birçok makaleleri vardır.
Kitap fikrin, akıp giden zamandan mekâna istihalesidir. İnsan kelimelerle düşünür. Lisan, mantığın ifadesi söz kitabın malzemesidir. Söz, seyyaldir, uçucudur. Yazı, bu seyyaliyeti mekâna bağlayan unsurdur. İşte kitap, bu bilgi birikiminin mekânıdır. Hiçbir sesli ve görüntülü iletişim aracı, kitabın yerini tutamaz.
Toplumun irfan kaynağı kitaptır. Kitapsız toplum irfansız, kaba ve ham bir kalabalıktır. Kitap, kitabî kültürün temelidir. Kitapsız hiçbir ilme ulaşmak mümkün değildir. Bir beyin aktivitesi olan düşünce bile kitaba ve yazıya geçmeyince yok demektir. Kitap, mevkutelere boğulmadan, aktüalitenin kıskacında ruhu fazla sıkmadan gerçek kültüre ulaşmanın yoludur. Kâğıt kültürün ham maddesi ise; kitap, kültürün kendisidir.
İnsanoğlu bütün bilgi birikimini ve irfanını kitaba ve yazıya borçludur. Yazının keşfi, kitabın inkişafını sağlamıştır. İnsan hayatında kitap, ateşin keşfi, tekerleğin icadı kadar önemlidir. Filozof BACON: "Okumak insanı doldurur, konuşmak hazırlar, yazmak olgunlaştırır.” diyor. Kanaatime göre bu söylenen şeyler, kitabın ara malzemeleridir. Bütün bu melekelerin esas kaynağı kitaptır.
Fakat şunu da üzülerek belirtmek lâzımdır ki Türkiye’de kitap, çok aranan bir meta değildir. Yayıncılıkla, kitap okumakta dünyada sonuncu sıralardayız. Toplumumuz, sigara kadar kitaba önem vermiyor, kitap almıyor, kitap okumuyor. Ülkemizde bir yılda yayınlanan kitap çeşidi, on bini geçmiyor.
Evet, kabul etmek lâzım ki kitap pahalıdır. Ama kitabı sevimsiz kılan yalnız pahalılık değil, bir kültür buhranının varlığıdır. Hâlbuki kitap okumak; insanın dünyaya bakış acısını genişletir, dış dünyaya açılmanın hatta iç dünyamıza doğru bir sefer yapmanın yolunu gösterir.
Bizim toplumumuz çok az okuduğu halde çok konuşur. Çok konuşma, kitabî kültüre dayanmadığı için yazıya ve kitaba geçecek kadar önem arz etmiyor. Böylece şark insanı, birikimini ve beyin hamulesini yazıya dökemiyor.
Kitap geçmişi anlatarak geleceği kuşatır. Dünün kritiğini yaparak yarınlara hazırlar. Kitap okumak güzel bir itiyattır. Okuyanlar ve zevk alanlar için ekmek kadar, su kadar aziz bir varlıktır.
Kitap, bir haberdir, bir mesajdır. Başka dünyadaki insanları ve olayları bize bıkmadan usanmadan tekrar eder. Sadık bir dosttur. Açarsan konuşur, kaparsan susar; tam bir sırdaştır.
Kitap, beşeriyetin hafızasıdır. Özellikle Türk milletinin imanı, ahlâkı, hatta ananesi bile kitaba müstenittir. Kitap, bu manevî ve deruni kıymet hükümlerinin de kaynağıdır. İslâm medeniyetinin esas temeli kitaptır.
Milletimiz kitapların en güzelini, yazıların en güzeliyle yazabilmek için yazıyı güzel sanatların başına geçirmiş, bu güzel sanatı, Kur’an’ın hendesesi haline getirmiştir. Büyük hattatların nihaî gayesi Kur’an-ı Kerîm’i yazabilir ama Kur’an-ı Kerîm’i yazan bir zirve... Türk insanı yazıdaki hassasiyetini cilt ve tezhipte de göstermiş, bu müstesna eserleri gelecek asırlara ve kuşaklara ulaştırabilmek için mabet kutsiyetiyle kütüphaneler inşa etmiştir. Müfekkiresinin mahsullerini kaleminden süzerek kitaba dökmüş ve medeniyetlerin nabzını elinde tutmağa çalışmıştır.
Kitabın ifade ettiği kutsiyet, süzüle süzüle halk diline girmiştir. "Kitap çarpsın” sözü halk arasında yaygın bir yemindir. "Kitaba el basmak”, Kur’an üzerine yemin etmektir. Çünkü Müslümanın nazarında kitap, ekmek kadar aziz bir varlıktır. Fikirlerini mantıkî bir silsile içinde ifade eden hatibe halkımız "Kitap gibi konuşuyor” der. "Kitabına uydurmak" kanunsuzluklar için kanunları zorlamaktır. Ve açıkgözlülük sayılmaktadır.
Kitapsızlık, en ağır suçlamadır ve imansızlıkla eş anlamlıdır. Cahiliyet devri, kitapsız geçen bir zaman parçasıdır. Kur’an’ın aydınlığında eriyen bu karanlık çağ, tarihin hafızasında karanlık bir devrin simgesidir,
Ehl-i kitap, müşrik ve putperest kutbun karşısında semavî kökenli dinlerin saliklerine Kur’an’ın tanıdığı bir imtiyazdır. Kur’an’a göre bu imtiyaz, ayrı ayrı birer din oluşturacak kadar birbirinden kopan bütün Hristiyan mezheplerine de şamildir. Asıllarından ne kadar kayarsa kaysın; bütün Hristiyanlık ve Yahudilik Ehl-i kitaptır.
Kâinat da bir kitaptır. Kudret kaleminin yazdığı bir kitap, insan da bir kitaptır. Kâinat kitabının "nüsha-i kübrâsı” insandır. Evrenin sırlarını bu kâinat kitabından okumak isteyen insan, "Büyük nüsha"dan habersiz gibidir. Fezaları arşınlarken, kendi içinde meknuz olan sırlan bilmezlikten geliyor. Bu büyük kitabı, büyük nüshayı açmak istemiyor.
"DNA" denen Rabbani formül, insanın kendisini aradığı bu sır kutusu, imkânı olsa da açılsa, formül bir çözülse biner sayfalık 600 ciltlik kitap oluşturur, deniliyor. Belki bu lisanın beyin hamulesini kuşatan bir yaklaşım olur. Ya Ruhu... Ve bu insanın ruhi temayülleri... Formüle edilse acaba kaç kitap sarayını doldurur... Bilen yok. Buna rağmen insan okumaktan geri kalmamalıdır. Çünkü bu girift, bu zengin bu muhtevalı bitaba yaklaşmak da okumakla, yazmakla ve kitapla mümkün olur. Onun için “kitap” diyoruz.
Kitap bir esans şişesi gibidir, karıştırdıkça güzel koku neşreder. Ama çirkinlik ve çirkeflik kokan kitaplar da vardır. Bütün mesele, bu çirkef ve çirkin kokular yayan kitapları, mevkuteleri zararsız hale getirmektir.
Türk çocuğu son yıllarda hep testlerle imtihan edildiği için kitap okumuyor. Dünya dilleri arasında bir senfoni olarak kabul edilen bu ahenkli dil, sırf kitapsızlık yüzünden insicamını kaybediyor. Öğrencilerine; "kelime haznenizi zenginleştirin” diyen eski öğretmenler şimdilerde bu haznenin artık dağarcık haline geldiğini esefle görüyorlar.
Kitap, ilim ve tefekküre açılan kapıdır. İnsan muhayyilesinin muharrik gücüdür. Kitap, tarihi, sadece yazanın değil, yapanın da serencamıdır. Kitap okuyan insan, kendini yeniden inşa eden insandır. Bu melekeye ömür boyu hatta meslekleri elverdiği halde sahip olamayanlar, kendi kişiliklerini inşa edemeyen ve başkalarını inşaya gayret eden zavallılardır.
Eleştirmenlerin tanıttığı her kitap, sevimli kitap değildir. Dostların tavsiye ettiği kitaplar da bazen bizi hiç sarmaz. İnsan kendi okuyacağı kitabı kendi seçmelidir. Doğu insanı kitabı daha çok dini veçhesiyle tanıdı. Dini hayatının bir parçası olarak gördü. Batı menşeli romanı, haram ilişkilerin tasviri şeklinde algılanmıştır. Onun için bunlara kitap gözüyle bakamamıştır.
Beşeriyetin ilk tanıdığı, ilk okuduğu kitap, semavî kitaptır. Kitapsız bir ümmet, kitapsız bir toplum gelmemiştir.
Bilindiği gibi Müslümanın kutsal kitabı Kur’an’dır. Kitap denince hep bu anlaşılır. Peygamberimizin hadislerine bile "kitap” denilmez, “sünnet” denir. Diğer kitapları, ihtiva ettikleri konulara göre sıralanır. Kitabımız Kur’an, evrenin bir fihristi ve yorumu olduğu için kayıtsız-şartsız kitaptır. Evren, insan ve Kur’an mucizelerle ilahi mesajlarla ve beyyinelerle dolu olan üç kitaptır.
Ortaçağda bilginler, yazdıkları kitaplar yüzünden giyotine gönderilirken, kitapları da ateşe veriliyordu. Bu kitapların bir insan ruhundaki gizli güçleri ateşleyeceğinden korkuyorlardı. Bağdat’ta kütüphaneler dolusu yazma eserler de Moğollar tarafından Dicle nehrine atılmış, haftalarca bu koca nehir simsiyah mürekkep akmıştı.
Müslüman İspanya düşerken, kitap da düştü. Kütüphaneler dolusu kitaplar yakıldı, geri kalanlar, kerpiç yerine kullanılarak atlara ahır yapıldı. Din düşmanlığının kitap ve irfan düşmanlığı şeklinde tezahürü… Din tanımaz Avrupa bugün kitabı tanıdı. Bu hareketler, dünyadaki uyanışı durduramadı. Belki biraz geciktirdi. Ama kitap yine aydınlık çağın yoldaki işaretleri oldu.
Ortaçağ Avrupası kitabı ve müellifini böylece mahkûm ederken, gerçek İslam bilginleri, insanlığın bu kültür mirasını tercüme ederek Rönesans’ın doğuşunu hazırlıyorlardı. Kiliselerin kütüphanelerinde kitaplar, kimse okumasın, okuyup da aydınlanmasın diye deliler gibi zincire vuruluyordu. Fakat İslâm dünyası bir iki hadise dışında kitaba hep sahip çıkmış ve insanlığın istifadesine sunmuştur.
Kitap ve okumak eylemi, ölüm ötesi âlemde de devam edecek, ahirette "Kendi ’kitabını kendin oku." denilecektir.
Bu okuma işi orada tekellüfsüz vaki olacak. Burada güçlükle öğrendiğimiz okuma-yazma keyfiyeti, orada cennete mahsus bir haslet olarak devam edecektir.
Çağımızı, bazıları bilgisayar çağı, feza çağı gibi özellikleriyle tanıtırlar. Feza araştırmaları, bilgisayar teknolojisi esasen kitabı tedavülden kaldırmayacak, onu irfan hayatımızdan silemeyecektir. Çünkü kitapta, bilgisayarın pratik soğukluğu yoktur. Kitap beyinin hummalı bir faaliyeti olduğu için o her zaman sıcak ve caziptir. Bunun için feza çağında da bilgisayar çağında da kitap günlük hayatımızın bir parçası olmaya devam edecektir.
İslâm dünyası, İspanya’da yazılan bir eseri istinsah yoluyla çok kısa zamanda Maveraünnehir’e ulaştırmış, Mısır’da yazılan bir kitap Bağdat’a, Semerkant’a ulaşmıştır. Bu faaliyetler, ilmin inkişafı için kat edilen mesafelerin bugünkü hız ölçüsüne yakın bir zamanda İllere ulaştığını gösterir.
Beşeriyetin ilk okuduğu kitap semavî kitaplardır. İlahi mesajlarla yüklü bu kitaplar, bütün ilim ve tekniğin de kaynağı sayılır. Bugün hatasız tek kitap, Kur’an’dır. Onun dışında her kitapta hatalar vardır. Artık bugün okunacak kitaplarda hatalar değil, doğrular aranır. Doğruların çoğaldığı ölçüde kitap kıymet kazanır.
Hayatımıza artık kitap girmeli, kitap hâkim olmalıdır. En büyük hediye, dostun dosta en büyük armağanı kitap olmalıdır.
Çiçek ve çelenk, bir gül tomurcuğu, bunlar göz zevkimizi okşayan, platonik sevgileri sembolize eden güzel şeylerdir, inceliği ve zarafeti temsil ederler. İnsanda birtakım duyguları depreştirirler. Ama hiçbir zaman kitabın ruha sinen çeşnisini vermezler. Çiçek solar, çelenk kurur, gül pörsür. Ama kitap, hele verdiği mesaj ruha ürperti verirse her dem taze kalır, daima taze ve canlıdır.
İnsanlara ulaştırılmak istenen mesaj adar, o mesajın doğruluğu, sıhhat derecesi ve gerçekleri yansıtması da önemlidir. O mesajın ulaştırılmasındaki metot ve vasıtalar da önemlidir. Kitap bu metot ve vasıtayı da derinliğine kucaklayan bir araçtır. Çünkü onda bütün bu olgularla birlikte fikrin çilesi vardır.
Hz. Âdem’in hamil olduğu fikri, aklî, ruhî ve bedenî bütün muhteva, ilerde soyunun bütün fertlerinde inkişaf edecek her türlü gelişmeyi istiab edecek durumdaydı. Çünkü bütün "esma" yı ona Rabbi öğretmişti. Bu ilahi eğitim ve öğretimle o, meleklerin mahcubiyetine sebep olacak bir imtihana tabi tutulmuş ve meleklerin saygı gösterdiği bir keyfiyete erişmişti. Demek ki kitabî bilginin temeli, bilgisayar çağında da olsa, Hz. Âdem’in taşıdığı bu hilafet ve niyabete ehliyetten kaynaklanıyor. Çünkü Hz. Âdem, yalnız "Esmâ’’nın hamili değil, aynı zamanda hakkın da halifesi olmuştur.
Bilindiği gibi, zihnî ve ruhî fonksiyonlar devamlı gelişme istidadı gösterir. Ve bu kabiliyetlerde şimdiye kadar bir duraklama, bir inhitat, bir tereddi söz konusu olmadığına göre, Hz. Âdem’e öğretilen "esmâ" nın sınırsız tecellileri devam edip gidecektir. Ve bu tecellileri, bu inkişafları insanoğlu kitapla ve kitabî bilgiyle ancak tespit edebilecektir. Belki bu bilgiler, bilgisayarların hafızalarını zenginleştirecek, fakat asla kitap tedavülden kalkmayacaktır.
Çünkü bugün dünyada “80 milyon ciltlik dev kütüphaneler vardır. Bu inkişaflar devam ettikçe, bu sayılar kabaracaktır.
Eskiden kitap nadide bir eşya sayılır, dededen toruna intikal ederdi. Genç kızların çeyizi plastik eşya değil, el emeği, göz nuru nadide eşyalardı.
Bunlar arasında en güzelleri Kur’an bohçası veya torbası idi. Evin mutena bir köşesine asılan bu torba hep ihtiram görürdü. Yeni doğan çocukların kulağına ezan okunurken ağzına da kitap tozları çırparlarmış. Bununla çocuğun kitaba bağlı kalmasını ve kitap okumasını tefeül ederlermiş.
Bugün bile yaşlıların, öteye beriye savrulan kâğıt parçalarını ayaklar altından kaldırıp kovuklara yerleştirmeleri, kâğıda hürmeti ifade ettiği gibi, o kâğıtların bir kitabın parçası olma ihtimallerinden de kaynaklanmaktadır.
Bu ve benzeri davranışlar bizim kitaba ve kâğıda saygılı olduğumuzu gösterirse de kitap okuduğumuzu göstermez.
TERKÎB-İ BENT’TEN
Dehrin ne safa var acaba sim ü zerinde
İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde
Seyretti hava üzre, denir, taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde
Hür olmak eğer ister isen olma cihanın
Zevkında safâsında, gamında kederinde
Canan gide, rindân dagıla, mey ola rîzan
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde
Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim
Gaflet ile görmez kuyuyu rehgüzerinde
Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde
Âyinesı iştir kişinin, lâfa bakılmaz
Şahsın, görünür rütbe-i aklı eserinde
İnsana sadakat yaraşır görse de ikrâh
Yardımcısıdır doğruların hazreti Allah.
Ziya Paşa