Makale

DUA ve İBADET

DUA ve İBADET

II

Osman CİLACI
Konya Yüksek İslâm Enstitüsü
Öğretim Üyesi

VIII) Duanın Âdabı Ve Mâhiyeti

Dua ve ezkâr (74) kitaplarında yalnız bu konuyu işleyenler olduğu gibi, dua ile ilgili diğer mevzular içinde bu konuya daha geniş yer verenleri de vardır. «Duada kalp huzurunu teşvik» (75) mühim rol oynar.

«Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin. Şu bir hakikattir ki, Allah haddini aşanları sevmez» (76) âyetinde duanın genel âdâbı üzerinde durul­muştur. Âyette geçen haddi aşma tâbirini «Bir kavim olacak, duada tecâvüz edecekler» (77) hadis-i şerifi açıklamaktadır.

Gerçekten şartlarına uygun bir şekilde yapılan, «Allah ile kul arasındaki müşterek haslet duadır» (78) mealindeki Kutsi Hadis de duanın Allah ile kul arasında bir bağ olduğuna işaret etmektedir.

Şüphesiz her şeyde bir usul olduğu gibi duada da bir usul bulunacaktır. Duada olur olmaz şeyler istenmeyeceği gibi, din ve ahlâka zıt bir arzuda da bulunulmaz. «Duada lâyık olmayan bir şey istemek, meselâ hârika talep et­mek, nübüvvet mertebesi istemek veyahut mâsiyet olan şeyler istemek dahi duada tecâvüz cümlesindendir» (79)

Duanın sırları muğlaktır, içe kapanıktır. Fakat bu sırlar henüz bugün dahi anlaşılmamakla beraber, eski çağlardan beri kâide ve düzen olarak giz­lidirler. Dua, dua edenin dinine göre şekil alır. Dua, bir imânın kaidelerine göre olur. Daha doğrusu fethedilmiş bir kalpten akar. (80)

İslâm Dini’nde duanın âdâbını açıklayan bir çok âyet ve hadis-i şerif vardır. Bir âyette şöyle buyurulur: «Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak (fakat) yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an. Gâfillerden olma» (81) Bu âyette, dua esnasında yüksek sesle yalvarıp yakarmanın iyi görülmediği açıklanmakla beraber, duanın vakti de belirtilmiş oluyor. Bağırarak dua et­meyi nehyeden âyeti açıklaması yönünden şu hadisi de zikredelim:

Ebû Mûse’l Eş’arî (r.a.) den şöyle dediği rivayet edilmiştir. Biz Rasûlullah (s.a.) ile beraber (seferde) bulunurduk da vâdî üzerinde yükseldikçe se­simiz mûtaddan ziyâde yükselerek tehlil ve tekbir ederdik. Bunun üzerine Nebi (s.a.): «Ey nâs, canınıza acıyın, sesinizi yükseltmeyin, şüphesiz, ne sa­ğırı çağırıyor, ne de gaibe bağırıyorsunuz. Dua ettiğiniz O (Allah) muhakkak ki sizinle beraberdir. Hem O, sesinizi çok iyi işitir. O, size (uzak değil) çok yakındır» (82) buyurdu.

Dua zoraki bir durum değildir. Tamamen bir gönül işidir. Hangi dinde olursa olsun Allah’ın rızasını kazanmak için yapılır. Duada zorlama olmadığı için onun yerini sevgi almıştır. «Dua etmek için sadece ceht ile Allah’a yö­nelip kalbini O’na bağlamak lâzımdır. Bu ceht, akıl ve fikir yoluyla değil, sevgi hissiyle olmalıdır» (83)

Umumiyetle Duada Uyulması Gereken Hususlar:

1) Tazarru halinde bulunmak.

2) Saygılı hareket etmek.

3) Sessiz ve gizli olarak duada bulunmak.

4) Bağırıp çağırarak dua yapmak sûretiyle riyaya sapmamak. (84)

Yukarıda sıralanan şartlara uygun olarak yapılan bir duada şu özellikler müşahede edilir:

1) Hürmet.

2) İtaat.

3) Sevgi.

Müslümanlar için, Hz. Peygamber (s.a.)in dua esnasında takındığı tavır­lar, bilhassa duanın âdâbını tesbit etmek bakımından mühimdir. Bunların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:

1) Acele Etmemek:

«Ebû Hüreyre (r.a. den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle bu­yurmuştur: «Sizden her hangi birinizin duası isticâl edilmedikçe kabul olu­nur. İnsan (acele eder de) «Dua ettim de kabul olunmadı» der. (85)

2) Elleri Kaldırmak:

Yahya b. Said ve Şerik’ten rivayet edildiğine göre Enes’ten (r.a.) şunu işittiklerini söylemişlerdir: «Peygamber (s.a.) dua ederken ellerini o derece kaldırdı ki koltuk altındaki beyazlığı gördüm» (86)

3) Kıbleye Yönelmek:

Hz. Peygamber (s.a.) Efendimiz dua ederken Kıble’ye yönelirdi. (87)

4) Elleri Yüze Sürmek:

Yine Hz. Peygamber (s.a.) Efendimizin duadan sonra ellerini yüzüne sürdüğü (88) de tesbit edilmiş durumdadır.

Âdâbına uymak suretiyle yapılan bir duada şu hususlar bulunur:

1) Allah’ın tâzim ve azametine sığınma.

2) Günahların affı için yaşlı gözlerle O’na yalvarma.

3) Rahmetiyle her şeyi ihata eden Allah’a dünya ve âhiret için dilekle­rimizi sunma.

4) Allah’ın lutuf ve nimetlerine şükür ile dileklerimizi tamamlama.

Dua derûnî bir haldir. Zâhirde görülen bir takım hareket ve şekiller onun derûnîliğini zedelemez. Hadd-i zâtında dua, ruh ve bedenle, yani in­sanın bütün varlığı ile olur. (89) Dua sayesinde kazanılan ilâhî muhabbet hâli, ruhun gerçek mânâda yükselmesi neticesinde elde edilir. Dua Allah’a yönelme iradesi, ilâhî bir ilham ve samimiyet tavrıdır. Samimi bir dua, her hali dua olanların halini kazanmakla elde edilir.

Bir bakıma dua halini kazanabilmek ilâhî bir lutuf sayesinde mümkün olur. Onun içindir ki «İnsan istemekle dua meydana gelmez» denmiştir. Bu kanaatte olanlara göre, dua halinin meydana gelmesi, yani bizzat duanın kendisini Allah’ın istemiş olması lâzımdır. Dua, rûhî bir çalışma, dahili bir egzersiz sonunda elde edilen bir haldir, kazanılan tavırdır.

Gerçek mânâsı ile dua, (90) içten nasıl geliyorsa, sun’iliklere, jestlere, feryat ve figanlara, bir takım formüllere uymak mecburiyetinden nefsi sıyı­rarak, ruhun olanca samimiyeti ile bir derûnî zevk havası içinde yapılabi­lir. En beliğ, en mânâlı bir dua, «Yâ Rab, huzurundayım, halim sana mâlum» (91) sözleri ile yapılan duadır.

Şuurlu olarak yapılan bir duada şu haller tezâhür eder:

1) Her şeyin yaratanı ve bileni huzurunda bulunduğumuzu ve hiçliği­mizi itiraf etmek.

2) Mutlak mânâda hiç bir şeye mâlik bulunmadığımızı ve daima kendi­sine muhtaç olduğumuzu dile getirmek.

3) Her şeyi O’ndan istemeye, O’nun hidayetini dilemeye ihtiyacımız ol­duğunu söylemek.

4) Böyle olmasına rağmen, O’ndan neyi nasıl istediğimizi bilmemek.

5) Allah’ın bunca sayısız nimet ve lutfuna karşı lâyık kul olmadığımızı da itiraf etmek.

Yukarıda teferruatı ile zikrettiğimiz dua halleri başlıca şu iki mühim hu­susun gerçekleşmesini temin gayesini güder:

1) Ruhun Allah’a doğru yükselmesi, yani Allah ile irtibat.

2) Allah’tan, arzu ve dilekleri hal diliyle istemek.

Bütün bunlardan sonra şöyle bir sual hatıra gelebilir: Dua esnasında na­sıl bir tavır takınılacaktır? Dua halleri mutlak olarak takyit edilmiş mi­dir? (92)

Bu ve buna benzer suallere İslâm açısından cevap verirsek, hayır diyece­ğiz. Çünkü İslâm inancına göre kâinattaki bütün varlıklar Allah’a dua, yani ibadet etmektedirler. Kur’an-ı Kerim’de bu hususa temas eden müteaddid âyetler vardır.

Bir Müslümanın en mühim ibadeti Namazdır. Namazda da başlıca üç rükün göze çarpmaktadır:

1) Kıyam (ayakta durmak).

2) Rüku (eğilmek).

3) Secde (yere kapanmak).

Kâinatta mevcut olan cansız varlıklar, bitkiler ve hayvanlarda bir Müslümanın namazındaki bu üç hali mevcuttur. Cemâdât dediğimiz dağlar kıyam halini, hayvanlar rükû’ halini bitkiler ve ağaçlar da secde halini devamlı olarak icra etmektedirler. Sayısız âyet ve hadis-i şerif de, her varlığın kendi diliyle Allah’ı andığını açıklamaktadır. (93)

Bütün mahlûkatın hal dili ile Yaratan’ına şükrettiği bir kâinatta, yaratık­ların en efdali olan insan Yaratan’ına dua ve şükretmekten nefsini nasıl hariç tutabilir?

İslâmın böyle olmasına karşılık Mûsevîlik ve Hıristiyanlıkta dua esnasın­da muayyen tavırlar takınmak, geleneksel bazı şartlara riayet etmek v.b. gibi mecburiyetler vardır.

Müslümanlar için duadaki serbestliği ifade etmesi bakımından şu âyeti de zikredelim: «Onlar (o sâlim akıl sahipleri öyle insanlardır ki) ayakta iken, otururken, yanları üstünde (yatar) iken (94) (hep) Allah’ı hatırlayıp anarlar ve göklerin yerin yaratılışını inceden inceye düşünürler. (imâl-i fikr ederler) Ey Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (bundan) pâk ve münez­zehsin. Bizi ateşin azabından koru» (95)

Bu âyetten açıkça anlaşılacağı üzere bir Müslüman bütün halleriyle Al­lah’a dua, yani ibadet etmek durumundadır. Demek oluyor ki İslâm’da dua:

1) Her zaman ve her yerde (96) yapılabilir.

2) Dua uzun, kısa, sesli veya içten yapılabilir.

3) Formüle edilmiş bir şekilde dua etmek zarureti yoktur.

Mahiyetine göre dualar şu kısımlara ayrılabilir:

1) Allah’ın esmâ ve sıfatını matluba muvafık bir şekilde sıralayan du­alar.

2) Zillet ve zaruret ifade eden dualar.

3) Bütün ihtiyaçları birden arzeden dualar.

«Bu üç mertebeyi birden ihtivâ eden dua gayet makbuldür ki bu hal peygamberlerin dualarında görülür» (97)

Yukarıda da temas ettiğimiz gibi dua için tesbit edilmiş her hangi bir yeknesak hal mevcut değildir. Şu aşağıya sıralayacağımız maddeler bu hu­susu açıklamak için kâfidir:

1) Duanın en basit şekli el ve dudaklarla olanıdır.

2) Duada tasavvurlar da bulunur. Tasavvur duygulanma için kaynaktır. Bu tarz dua, birinci şeklin tamamlayıcısıdır.

3) Zihnî derin düşünme şeklinde olur.

4) Kalp ve irade ile olur.

5) Ruhun Allah’a teveccühünün bir neticesidir.

6) Duanın daha yüksek şekli, huzur içinde hareketsiz ve düşüncesiz olanıdır.

7) En yüksek dua şekli, dua edenin aradan çekilmesiyle yapılan duada tezâhür eder. Böyle bir durumda dua edenin bütün varlığını Allah kaplamıştır.

IX) Duanın Kabul Şartları Vakitleri Yerleri:

Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.) Efendimiz şöyle buyurur: «Mu­hakkak ki Allah ısrar ile dua eden kulunu sever» (98)

Bu hadisten ilk bakışta anlaşılan mânâ, kulun Allah’ına ısrar ile dileğini sunmasıdır. Tabii olarak ısrarla dileği sunmada gönlün Allah’tan gayrisi ile meşgul olmaması meselesi en fazla üzerinde durulması gereken bir husus olmalıdır. Duanın kabulü için gerekli şartlardan bir diğeri de:

1) Acele etmemek,

2) «Dua ettim kabul olunmadı» dememek (99) tir.

İmam-ı Gazâli de daha mufassal olarak duanın kabulü için şu şartları sıralamaktadır:

1) Şerefli gün ve vakit gözetmek.

2) Şerefli ve mübarek hal gözetmek.

3) Kıbleye müteveccih olarak dua etmek.

4) Dua ederken sesini hafifletmek.

5) Duada seci ve kâfiye yapmamak.

6) Duada tevâzû ve huşû halinde bulunmak.

7) Müstecâp olacağına inanarak dua etmek.

8) Duada talebini üç defa tekrar etmek (100)

9) Duaya Allah’ın adıyla başlamak.

10) Nedamet ve tevbe ederek duada bulunmak (101)

Denebilir ki, Gazali’nin tesbit ettiği bu şartlar efrâdını câmî, ağyârını mâni bir dua için lüzumludur. Ve bu şartlara riayet edilerek yapılan bir duanın da kabul olacağına inanılır. Kaldı ki Allah’a dua için kalkan ellerin boş döndürülmeyeceğini vâdeden âyet ve hadisler vardır. (102)

Kabulü kuvvetle umulan bir duada, yerine getirilmesi mutlak nazarı ile bakılan şartlar şöylece sıralanabilir:

1) Yalnız Allah’a teveccüh etmek. (103)

2) Duada rûhî bir haz duymak.

3) Teslimiyet ve vecd halinde olmak.

4) Dileğini boyun bükerek arzetmek.

Her ne kadar dua için «her yerde yapılabilir» demişsek de, duanın kâbulü için tercih edilecek yerler ve zamanları ayrıca incelememiz; yukarıdaki hükmü nakzedecek değildir. Nasıl iyinin daha iyisi varsa, güzelin daha güzeli, mükemmelin de daha mükemmeli vardır. İşte dua için tercih edilecek bâzı yerler ve vakitler bu mükemmeliyet havası içinde düşünülmelidir.

Kalabalık şehirlerin gürültü ve curcunalarında sükunetle dua edebilecek bir melce bulmak insana iç huzuru temin edeceği için ne kadar mühimdir. İşte bundan dolayıdır ki, böyle gürültülü şehirlerin sâkinleri kısa bir müd­det için de olsa, âsûde, her türlü huzursuzluktan uzak, sığınacak bir melceyi şiddetle ararlar.

«Dua, alışkanlık haline gelmek şartı ile karektere tesir eder. O halde, sık sık dua etmek lâzımdır. Epiktet, «Nefes aldığın gibi sık sık Allah’ı düşün» der. Sabahtan dua edip de, günün geri kalan kısmını barbarca geçirmek, mânâsız ve saçmadır. Bir anlık düşünce veya zihnî münâcaatlar, insanı Al­lah huzurunda tutabilir.» (104)

Dua yeri neresi olursa olsun, Allah yalnız iç huzuruna kavuşan, duadan mânevi haz duyan insanın duasına mukabele eder, onunla konuşur. İç huzu­ru uzvî ve zihnî durumumuzla sıkı sıkıya ilgilidir. İçinde bulunduğumuz mu­hitin de, uzvî durumumuza müsbet veya menfi şekildeki tesirleri inkâr edilemez.

Duanın kabul vakitleri:

1) Kadir Gecesi. 14) Harp esnasında.

2) Arefe günü. 15) Namazdan sonra.

3) Ramazan. 16) Kur’an-ı Kerim okunduktan sonra.

4) Cuma gecesi. (105) 17) İmamın vele’d-Dall’in sözünden sonra.

5) Cuma günü. 18) Zemzem suyu içildiğinde.

6) Cuma saati. 19) Horoz öttüğünde.

7) Gece yarısı. 20) Ölüm anında.

8) Gecenin ilk yarısı. 21) Müslümanlar zikir için toplandığında.

9) Gecenin ikinci yansı. 22) Yağmur yağmaya başladığında. (107)

10) Seher vakti.

11) Namaz için ezan okunduğunda.

12) Ezan ve ikâmet arasında. (106)

13) Cephede.

Bir başka kaynak (108) duaların kabul olduğu geceleri sayarken Recep ayının ilk gecesi, Şaban ayının yarısındaki gece, Ramazan bayramı gecesi ve Kurban bayramı gecelerini de Hz. Peygamber (s.a.) den naklen zikretmektedir.

Her gecede duanın kabul olduğu bir saatin bulunduğuna işaret eden hadiste «Câbir (r.a.) den, Peygamber (s.a.) her gecede duanın kabul olaca­ğı bir saat vardır ki, her hangi bir müslüman ona rastlar da dünya ve âhirete dair Allah’tan hayır dilerse muhakkak Allah dileğini yerine getirir. Bu hal her gecede vardır» buyurulmaktadır. (109)

Hz. Peygamber (s.a.) her gecede duanın kabul olunacağı bir saatin mev­cudiyetini haber vermiş olmasına rağmen, makbuliyette üstünlük derecesi konusunda da şu hadis nakledilmektedir: «Bir kimse Rasûlullah (s.a.) a «Da­ha çok gecenin hangi bölümünde dua kabul edilir?» diye sordu. Peygamberi­miz: «Gecenin son kısmı» diye cevap verdi. (110)

Bir gün Hz. Ali (r.a.), Peygamberimiz’e gelerek elde ettiği ilmin sâbit kalması için ne söylemesi gerektiğini sordu. Rasulûllah (s.a.) da: «Cuma ge­cesinin son üçte birinde duaların kabul olduğu bir saat vardır. O zaman dua et, duan kabul olur »buyurdular. (111) Diğer bir hadis, Müslüman için saydıklarımızın haricinde duanın kabul olacağı üç ayrı zamanı zikretmektedir: «Gökyüzü kapılarının açık olduğu üç hal vardır, bu zamanlarda dua ediniz; ezan okunur iken, yağmur yağar iken, harp edilir iken» (112)

Duanın kabul olduğu yerlere gelince, üç yer var ki oralarda kulun yaptığı dua reddolunmaz:

1) Bir kimse çölde kendisini Allah’tan başka bir gören olmadığı yerde bulunduğunda.

2) Bir kimse bir toplulukla düşman karşısında bulunup da yanındakiler kaçıp yanlızca direndiğinde.

3) Bir kimse gecenin sonunda uyanıp kalktığında. (113)

Dua için kabul yerleri:

1) Kâbe göründüğünde. 7) Cemrelere taş atılır iken.

2) Evin içinde. 8) Peygamberlerin kabirleri ba­şında.

3) Zemzem kuyusu yanında. 9) Salih kimselerin kabirleri ba­şında. (114)

4) Safa ve Merve tepelerinde.

5) Haçta sây esnasında.

6) Arafat, Müzdelife ve Mina’da.

Duası reddolunmayanlar:

1) Oruçlu:

Hz. Ömer (r.a.) in oğlu Abdullah’ın rivayetine göre Peygamber (s.a.) bu­yurdu ki: «Oruçlunun iftar anında reddolunmayan duası vardır» (115)

2) Zayıf:

Sa’d b. Ebi Vakkas(ın oğlu Musab)dan rivayet olunduğuna göre Musab demiştir ki, babam Sa’d diğer ashaba kıyasen kendisinde bir imtiyaz tasav­vur ederdi. Çünkü Sa’d şecaatli idi, zengin idi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) «Siz ancak zayıflarınızın sayesinde mansür ve merzûk olursunuz» bu­yurdu. (116) Bir başka hadis (117). (……………………….) sözleriyle dua edenin duasının kabul olacağını açıklamaktadır.

3) Hasta:

Ömer b. Hattap (r.a.)tan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştu: «Bir hastanın yanına girdiğin zaman duasını iste. Çünkü has­tanın duası meleklerin duası gibidir.» (118)

Ebû Hüreyre (r.a.)den rivayet edildiğine göre üç kimsenin duası muhak­kak kabul olur:

1) Mazlûmun.

2) Yolcunun.

3) Anne ve babanın. (119)

Bir başka hadiste duası kabul olanlar beşe çıkarılmakta ve şöyle sıra­lanmaktadır:

1) Mazlûmun, zulümden kurtuluncaya kadarki duası.

2) Hacının, haçtan dönünceye kadarki duası.

3) Harbe gidenin harp dönüşüne kadarki duası.

4) Hastanın, iyi oluncaya kadarki duası.

5) Erkek kardeşin, erkek kardeşi için duası. (120)

Bir diğer hadis, adâletli hükümdarın duasını da, reddolunmayan dualar­dan saymaktadır (121). Bunların dışında da duası kabul olanlar vardır:

1) Zor durumda bulunan.

2) Âdil imanı.

3) Misafir. (122)

Duanın kabul olunup olunmaması Allah ile kul arasında olduğu için (123) bu hususta filânca kimsenin duası mutlak kabul olur diye kesin bir hü­küm verilemez. Duaları kabul edecek yalnız Allah’tır. Bizce günahkâr gibi görünen bir insan, belki yaptığı bir iyilik veya hayırdan dolayı mağfurdur.

Peygamberlerin müstecap duaları:

1) Âdem (a.s.) in tevbe için olan duası.

2) Nûh (a.s.) un kavminin helaki için olan duası.

3) Mûsa (a.s.) nın Firavun’un helâki için olan duası.

4) İsa (a.s.) ın mâide (sofra) için olan duası.

5) Hz. Muhammed (s.a.) in âhirette ümmeti için olan şefaat duası. (124)

X) Duanın Tesirleri

Duanın tesirlerini iki bölümde inceleyebiliriz:

1) Maddî.

2) Mânevî.

1) Maddî tesirlerden kasteddiğimiz mânâ, organizmaya olan etkileridir. Uzvî bir hastalığın iyi olmasını arzulayan kimse, eğer dua etme alışkanlığına sahipse müsbet neticeler elde eder. Duanın sayılmayacak kadar çok olan te­sirleri arasında tıp, umûmiyetle psiko-fizyolojik mahiyette olanlarını tesbit ederek dünya efkâr-ı umûmiyesine sunmaktadır.

Uygun şartlar altında yapılan dua müsbet netice verir. Bununla beraber modern insan nazarında dua, hükmünü doldurmuş bâtıl bir itikat, lüzumsuz ve faydasız bir alışkanlık, bakiyyesi telâkki edilebilir. Tabii bu hüküm, bir kı­sım modern insan nazarında böyledir. Halbuki asrımızın en büyük keşfi olan Ay Yolculuğu’nda bile insan, oraya ayak basar basmaz dua etmekle işe baş­lamıştır. Demek ki dua eski bir alışkanlık olarak telâkki edilmiyecektir. Ha­kikat olan şudur ki, duanın tesirlerinden tamamiyle uzak yaşamaktayız. Buna da sebep duanın az yapılışı, yani nâdir oluşudur. Halbuki iyi düşü­nürsek «Dua âdeta infilâkı bir tesire sahiptir. Bu yolla kanser, böbrek ilti­hapları, ülser, deri, akciğer, kemik ve karın zarı veremi gibi hastalıkların süratle iyileştikleri görülmüştür. Hâdise hemen tamamiyle aynı şekilde vuku bulmaktadır. Evvelâ büyük bir ızdırap, sonra iyi olduğunu hissetmek... Bir kaç saniye, en fazla bir kaç saat içinde arızalar kaybolmakta ve anotomik yaralar kapanmaktdır.» (125)

Denebilir ki, hemen her devirde duanın tedavi üzerindeki tesirlerinden bahsedilmiştir. Zamanımızda da dua ile tedâvi yapılan yerlerde Allah’a ni­yaz ve tazarru neticesinde elde edilen şifalardan memnun olanlar az değil­dir. «Alelâde bir su olmasına rağmen, Efes’te Meryem Ana Evi denilen yer­deki su, Hıristiyanlarca -bilhassa Katolik- mukaddes telâkki edilmekte, içene şifa vereceğine inanılmaktadır» (126). Dua sayesinde bir çok hastalıkların iyi edildiğine asrımızdaki en iyi misallerinden biri Fransa’daki Lourdes de­nilen şifa yurdudur.

2) Mânevi tesirlerine gelince, buna rûhî tesirler de diyebiliriz. Gözle görülmeyen bu tesirler, müşahadeler neticesi tesbit edilmiştir.

Bir nevi zihnî ve uzvî istihale diyebileceğimiz dua sayesinde, sanki şuu­run derinliklerinden bir ışık parlamaktadır. İnsan kendini olduğu gibi görür. Böylece de nefsinde mevcut olan hırs, gurur ve egoizm duygularını yakînen tanımak suretiyle ahlâkî vazifeleri yapmaya nefsini hazırlar. Gerek fikir ve gerek zihin itibariyle tevâzû sahibi olur. Böylece de rûhî bir sükûna kavu­şur. Asabî hareketlerini frenler. Ölüm karşısında metin olur. Hastalık, ızdırap ve en sevdiği insanları kaybetmeyi tahammülle karşılar.

«Duanın insanı eğitim, öğretim ve irsiyetle elde edilen dimâğî seviyenin üstüne çıkardığı da görülmektedir. Allah ile olan bu temas, onları sulh ve sükuna garkediyor, yüzlerinde huzur ve neşe okunuyor.» (127)

Dua, sinir sistemini kuvvetlendiren ve uzvî kuvvetler arasında muvaze­ne temin eden bir unsurdur. «Dua, kalitesine, şiddet ve kuvvetine tekerrürü­ne göre ruh ve beden üzerinde tesir yapar. Duanın frakansını ve belli ölçüler içinde şiddetini tanımak kolaydır.» (128)

Duanın mânevî tesirleri âdetâ gözle görülür. Elle tutulur derecede hisse­dilmektedir. «Ne kadar garip görünürse görünsün, bir hakikat olarak ka­bule mecburuz ki, her kim kapı çalsa, kapı ona açılır ve eğer isterse içeri alınır.» (129)

Bir bakıma dua, rûhî âlemdeki esrarlı sonsuzlukla bizim aramızda irti­batı sağlayan bir vasıtadır. Dua, insanı Allah’a yaklaştıran ve Allah’ın kalbe girmesine vesile olan bir haldir. O kadar ki dua etmek normal gelişmemiz için de zarûri görülmüştür.

Duanın mânevi tesirlerini şöyle özetleyebiliriz:

1) Ruhu tasfiye ve takviye eder.

2) Ruha emniyet ve huzur verir.

3) Mânen sarsılan ve ümidini kaybedenlere ümit bahşeder.

4) Ahlâkı yükseltir.

5) Şahsiyeti kuvvetlendirir.

6) Nefse güven sağlar.

«Dua, insana keder ve ızdıraplara dayanma kuvveti, ümit kapılarını ümit etmeye, mantıkî motifler olmadığı halde dahi tutturup, felâketler ara­sında dimdik ayakta tutar.» (130)

XI) Dua ve İbadet Münasebeti

Dua ve ibadetin lugât ve ıstılah mânâlarını açıkladık kanaatindeyiz. Şim­di sıra, dua ve ibadet arasındaki münasebetin incelenmesine gelmiş bulun­maktadır.

Şüphesiz bu iki mefhum, birbirine girift, daha doğrusu birbirinden ayrıl­ması imkânsız bir bütün gibidir.

Mücerret mânâda düşünülürse dua, isteklerimizi Allah’a duyurmanın en mükemmel vasıtasıdır. Kul, Yaratanından dileklerini, dilinin döndüğü, aklı­nın yettiği kadarı ile ister. Bu isteyişte samimi olduğu ve kalbini her türlü vesvese ve şâibeden uzak tuttuğu nisbette arzularına kavuşacağı inancını da taşır. Böyle düşünüldüğü takdirde dua, bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkar.

İbadet ise bir vazifedir. Allah’ın, kullarından istediği kulluk görevini, ta­yin edilmiş zamanlarda yerine getirmektir. Bu, isteğe bağlı değildir. Bunda bir nevi mecbûriyet vardır. Allah’a karşı olan kulluk görevi ancak ibadetler­le ödenebilir.

Her İlâhî dine göre tesbit edilmiş ibadetler vardır ve her dinin mensubu, bu ibadetleri yapmakla yükümlüdür.

Bir de bunun dışında, her dinde muayyen ibadetlerle yetinmeyen züht ve takva sahibi seçkin kişiler vardır. Dua, normal bütün insanlar için Al­lah’tan dilekte bulunmayan bir vasıta olduğu halde, bu seçkin kişilerin zi­kir ve evrat dediğimiz takva yolunun vasıtalarına sık sık müracaat ettik­leri görülür. Zikir ve evrat da başlı başına bir inceleme konusu olduğundan burada ona temas etmedik.

XII) Kaza Kader ve Dua

Kaza ve kader İslâm’da çok münakaşa edilmiş bir konudur. Anlaşılması güç olduğu için de, çeşitli görüş sahipleri çıkmıştır.

Kaza ve kader meselesi daha çok imana taallûk ettiği için üzerinde mü­nakaşa yapılmaksızın olduğu gibi kabulü gerekir. Çünkü münakaşalar şüphe doğurmakta ve inançların sarsılmasına yol açmaktadır. Onun içindir ki Pey­gamberimiz (s.a.) kaza ve kader mevzuunda münakaşayı yasaklamıştır.

Biz burada kaza ve kader mevzuunda yapılan münakaşaları nakledecek değiliz. Sadece kaza ve kader karşısında duanın nasıl telâkki edildiğine te­mas edeceğiz. Bunun için de her iki terimi târif etmekle söze başlayacağız.

Kader, lügâtte, «İnanılması İslâmî iman esaslarından olmak üzere her türlü işlere dâir Allah’ın ezelî hüküm ve takdiridir» Kaza ise, «Olacağı ezel­de Cenab-ı Hak tarafından takdir olunan şeylerin vukua gelmesidir.»

Kader, Allah’ın ezelî hüküm ve takdiri, kaza da o takdir olunan şeyle­rin zamanı gelince vuku bulması olduğuna göre, dua bu takdir ve vukua gelmede ne derece müessir olabilir? «Derler ki kaderler sâbık, kazalar mütekaddimdir, dualar bunu ne tezyit eder, ne de tenkis. O halde duanın fay­dası ne?» (131). Bunlara karşı denir ki, insanın dua etmesi, daha açık bir ifade ile duaya inanması malûm ise, o dua her halde yapılacaktır. Bu hu­susta şüpheye düşerek bunu değiştirmeye çalışmak, cebir ve kaderden bah­setmek ise mânâsızdır. Duadan maksat bildirme değil, kulluğu gösterme­dir. Gaye bu olduğuna göre kaza ve kadere rıza göstererek Allah’a duada bu­lunmak, O’nun kudretini her şeyin üstünde tutarak tâzim etmek demektir. «Hak Süphânehu allemülguyûptur. Gözlerin hain bakışını, sinelerin gizli tut­tuğu niyetleri bilir. O halde duaya ne hacet?» (132).

Ezelde duaya bağlı olarak takdir edilen şeylerin dua suretiyle vukua gelmesi icabeder. «Makam-ı Sıddîkin en yükseği Allah’ın kazasına rıza değil mi? Dua ise nefsin muradını Allah’ın muradına tercih ve hisse-i beşeriyeti taleb-ü iltimas demek olduğuna nazaran buna münâfi olmaz mı? (133).

Kaza ve kader bahsinde çokça münakaşa yapmış ve bu sebepten bazı isimlerle tesmiye edilmiş grupların bu mevzudaki görüşlerini birer cümle ile de olsa nakletmek faydasız olmayacaktır:

a) Kaderiyecilere göre, kul fiilinin hâlikıdır. İnsanı yapan da yıkan da kendisidir. Duayâ hâcet yoktur. (134)

b) Cebriye (icâbiyeci)lere göre, bu âlemdeki hâdiseler, kadîm bir mü­essir kudretin eseridir. Bu kudretin ezelde varlığının gerektirdiği şey ola­caktır, gerektirmediği şey olmayacaktır. Her şey ezelde yazılmıştır, duanın tesiri yoktur. (135)

c) Muhakkiklere göre ise dua, her türlü isteklerin Allah’ın iradesine terkedilmesidir. (136)

d) Sofîlere göre dua, bir şey istemek mânâsına alınacak olursa ancak daha ziyade şer’i mükellefiyetlerle meşgul bulunan sâlikler için bahis mev­zuu olabilir. (137)

(74) Ezkâr, zikrin çoğuludur. Anmalar, hatırlamalar, teşbihle belli duaları tekrar etmeler mânasına gelir.

(75) El-Ezkâr, s. 356.

(76) El-Ârâf, 55.

(77) Hak Dini Kur’an Dili, III, 2195.

(78) İlâhi Hadisler, s. 21.

(79) Hak Dini Kur’an Dili, III, 2195.

(80) Grundzüge der Religions psychologic, s. 50.

(81) El-Arâf, 205.

(82) Tecrit ter., VIII, 421. Aynı mânâyı ifade eden hadisler için bkz. Buhârî, Sahihu’l- Buhâri, İst., 1315; Müslim, Sahihu’l-Müslim, Mısır, 1955, IV, 2076.

(83) Dua, s. 24.

(84) Hak Dini Kur’an Dili, II, 2194.

(85) Sahihu’l-Buhârî, VII, 153; Sahihu’l-Müslim, IV, 2095; Tecrit ter., XII, 373; İbnu Mâce, Sünen İbn. Mâce, II, 227. de gaflet ve lehviyyatla meşgul olan kalbin duası­nın kabul olunmıyacağı zikredilir.

(86) Sahihu’l-Buhârî, VII, 153; Tecrit ter., III, 402. de Peygamber (s.a.) Efendimizin Yağmur Duasında ellerini kaldırdığı rivayeti vardır. Hz. Peygamber (s.a.)in dua ederken ellerini kaldırdığına dair hadisleri Hafız el-Münzir müstakil bir cüz halin­de toplamıştır. Selâmet Yolları, IV, 451.

(87) Sahihu’l-Buhâri, VII, 154.

(88) El-Ezkâr, s. 355. «Rasulullah (s.a.) dua ederken ellerini uzattığı zaman onları yü­züne sürmedikçe geri çevirmezdi. Bunun hikmeti Allah’ın rahmeti ellere isabet edin­ce onu en şerefli ve ikrama en lâyık uzuv olan yüze de teşmil etmenin uygun olma­sıdır» Selâmet Yolları, IV, 451.

(89) «Bir dua gayet tabii olarak başka hiç bir şeye benzemez. Onun hususiyeti imâna müteveccihtir» Grundzüge der Religionspsychologie, s. 50.

(90) «En hakiki duada, dua edenin hayatını yeniden mihraka getirmek işi görülür. Tâ o kimse ilâhî sevgide ve ilâhî sevginin şahsiyeti onda dursun» Dua ve ibadet, s. 16.

(91) Hak Dini Kur’an Dili, I, 665.

(92) «Duâ tavırları sözünden vücûdun iç kısmıyla ilgili, yani dâhili duaları anlarız, işitilebilenin duası sözlerinden vücut hareketlerine refakat eden dua anlaşılır. Bazan dua ile ilgili olarak dış hareketler anlaşılır. Bunlar için sadece diz çökme, eğilme, kol­ları kaldırma v.b. gibi dua tavırları mevzuubahistir. Fakat biz buna daha geniş manâda önem veriyoruz. O halde denebilir ki dua esnasında vücûdun bütün hare­ketleri ve şekilleri dua tavrını ifade eder» Die Gebetsgaberden der Völker und das Christentum, s. 9.

(93) «Yedi gök yer ve bunların içinde bulunan (melek, cinler insan)lar O’nu teşbih (ve tenzih) eder(ler). Hiç bir şey hariç değil, hepsi O’na hamd ve teşbih eder. Fakat siz onların teşbihini iyi anlamazsınız. O, hakikaten halimdir, gerçekten yarlığayıcıdır» el-İsra, 44.

(94) «Yani bütün halleri ile» Celâleyn.

(95) Âl-i İmrân, 191.

(96) «Kalp ile zikir bütün hallerde devam edebilir» Kuşeyrî, Risâle-i Kuşeyriyye, tarih­siz, III, 168.

(97) İslâm Ansiklopedisi, III, 651.

(98) Tecrit ter., XII, 361.

(99) Tecrit ter., XII, 374.

(100) Duada azimle bir şey istemek gerektiğini, «Allah’ım dilersen ver» demenin doğru olmayacağını açıklayan hadis-i şerif için bkz. Sahihu’l-Buhârî, VII, 153.

(101) İhyâu Ulûmi’d-Din, Mısır, tarihsiz, I, 304.

(102) Bir İlâhi hadiste şöyle buyurulur: «Allah buyurdu ki kulum bana iki elini kaldırır dua ederse, ben o elleri mağfiretsiz reddetmekten hayâ ederim. Melâike; «Ey bizim ilâhımız o mağfirete ehil değildir» dediler. Allah buyurdu ki: «Ben takvâya da ehilim, mağfirete de. Sizi işhat ederim ki ben onu mağfiret ettim» Hak Dini Kur’an Dili, VII, 5469.

(103) «Dua ve ibadetin hâlis olması iki esasa dayanır: a) Allah’ın «Bana dua edin» em­rine imtisal olunması, b) İsteklerin yalnız Allah’tan istenmesi» Selâmet Yolları, IV, 449.

(104) Dua, s. 154.

(105) el-Ezkâr, s. 154.

(106) Muhyi’d-Din Nevevi, Riyâzü’s-Sâlihin, (ter. H. Hüsnü Erdem, K. Burslan), Ank., 1954, II, 419.

(107) Hısnü’l-Hasin, 10.

(108) Celâlu’d-Din es-Suyûtı, Sihamü’l-isâbe fi Kenzi’d-Deavâti’l-Müstecâbe, (ter. Meh­met Zihni İst., 1969. s. 14

(109) Riyâzü’s-Sâlihin, II, 344; el-Ezkâr, s. 93.

(110) Sihâhü’l-isâbe, s. 14.

(111) Sahihu’t-Tirmizi, XIII, 75.

(112) Sihâmü’l-İsâbe, s. 13.

(113) Sihâmü’l-İsâbe, s. 17.

(114) Hısnü’l-Hasîn, 11 a.

(115) Amellerin Fazileti, s. 74

(116) Tecrit ter., VIII, 379; Riyâzü’s-Sâlihin, I, 312.

(117) Hısnü’l-Hasîn, 12 a.

(118) Sihâmü’l-İsâbe, s. 8.

(119) Sihâmü’l-İsâbe, s. 8.

(120) Sihâmü’l-İsabe, s. 7.

(121) Sihâmü’l-İsâbe, s. 5.

(122) Hısnü’l-Hasîn, 11 b.

(123) <Kulum vasıtaya dua vaktinden başkasında muhtaç olabilirse de dua vaktinde be­nimle onun arasında vasıta yoktur. Ben ona öyle karibim.» El-Bakara, 186. âyeti de buna işaret eder. Hak Dini Kur’an Dili, I, 666.

(124) Tecrit ter., XII, 362.

(125) Dua, a. 31.

(126) «Bu suyun yapılan tahlili her hangi bir sudan farklı olmadığını, mikroplu hasta­lardan bulaşmış mikroplar da ihtiva ettiğini göstermesine rağmen, alâka propagan­da ile devam etmekte ve telkinle buralardan şifa aranmaktadır» Doç. Dr. Hikmet Tanyu, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ank., 1967, s. 258,

(127) Dua, s. 30.

(128) Dua, s. 29.

(129) Dua, s. 30.

(130) Vasiyetnâme, s. 32.

(131) Hak Dini Kur’an Dili, I, 662.

(132) Hak Dini Kur’an Dili, I, 663.

(133) Hak Dini Kur’an Dili, I, 663.

(134) M. Rahmi Balaban, İlim Ahlâk İman, Ank., 1950, s. 65.

(135)M. Rahmi Balaban, İlim Ahlâk İman, Ank., 1950, s. 65.

(136)İslâm Ansiklopedisi, III, 650 vd.

(137)İslâm Ansiklopedisi, III, 650 vd.