RAMAZAN ve ORUÇ
Oruç kadîm bir ibadet olup bizden evvelki insanlara da Cenab-ı Hak tarafından farz kılınmıştır. Nitekim bizim de bedenle yapılan ibadetlerimizden biri oruç ibadetidir. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmıştır. «Ey iman edenler! Sizden evvelkilere farz kılındığı gibi, sizinde üzerinize oruç farz kılındı, tâki korunasınız.» (1)
Orucun sünnetteki yeri de «İslâm beş temel üzerine bina edilmiştir, (onlar da) Allah’dan başka bir İlâh olmadığına ve Hz. Muhammed (S.A.S.) in Allah’ın Resûlü olduğuna inanmak, namaz kılmak, zekât vermek, hac etmek ve Ramazan orucunu tutmaktır» Hadîs-i Şerifidir. Böylece, oruç farziyyeti Kitap ve Sünnetle sabit bir ibadet olup, ayrıca icma’la da sübut bulmuştur.
Her ibadetin olduğu gibi, orucun da bir vakti vardır. Ramazan orucu, bu ayın bütün günlerinde, tan yeri ağarınca başlar, güneş tamamen batıp ışınları kayboluncaya kadar devam eder. Diğer nafile oruçlar için de vakit hep aynı olup her hangi bir değişiklik yoktur. İşte oruç, bu vakitler içerisinde yemekten, içmekten ve her müslümanın bildiği gibi (cinsi münasebetlerle beraber) diğer yasaklardan sakınmaktır. Bu sakınmaya, tutmak anlamına gelen imsak denir. Bunun karşılığı ise, orucu açmak manasına gelen, iftardır.
Orucun bir müslümana farz olabilmesi için, o kimsenin erginlik (büluğ) çağına gelmiş olması ve akıllı bulunması gereklidir. Kadın olsun, erkek olsun erkek olsun bu şartlara sahip olan her müslüman, Ramazan orucunu tutmakla yükümlüdür. Ancak bütün bu şartları haiz olan bir müslüman, yolculukta veya oruç tutamıyacak derecede de hastalanırsa, orucunu Ramazandan sonraya bırakabilir. Fakat yolculukta bulunan kimsenin, eğer gücü yetiyorsa orucunu tutması daha hayırlı olur. Hanımlar da loğusa ve âdet hallerinde, sonradan kaza etmek üzere oruçlan tutmazlar. Hâmile veya emzikli olan hanımlara, orucun zarar vereceği mütehassıs doktor tarafından bildirilirse, bu gibiler de, oruçlarını Ramazan sonuna bırakabilirler. Oruç tutamıyacak kadar yaşlı, yatalak, şifasız bir hastalığa tutulmuş bulunanlar ise, imkânları varsa, her gün için, fakire birer fidye verirler. Fidye bedeli, bir fakiri günde iki öğün doyuracak miktardır.
Oruçlu olduğu halde belirli yasaklara uymayan kimsenin, bozulan orucunu kaza etmesi icab eder. Ancak bazı hallerde kaza etmek kâfi gelmeyip, keffaret de gerekir. Kaza, bozulan orucun gününe gün tutmak, keffaret ise, aralıksız olarak altmış gün veya arka arkaya iki kamerî ay oruç tutmaktır. Bunlardan sonra yine bozulmuş olan orucun yerinede bir gün kaza orucu tutulur ki, böylece toplam ya altmış bir gün yahut iki kamerî ay ve bir gün eder. Bazanda yasaklanmış fiiller işlenmekle beraber, ne kaza, ne de keffaret gerekmez. Şuhalde bu mevzuda üç durum hasıl olmaktadır.
1— Orucu bozmayan şeyler.
2— Orucu bozup yalnız kazayı gerektirenler.
3— Orucu bozup hem kaza, hem de keffareti icab ettirenler.
Şimdi bunları tafsilatiyle görelim.
A — Orucu bozmayan şeyler:
1— Oruçlu bulunulduğu unutularak yemek, içmek, cinsî münasebette bulunmak.
2— Karşı cinse sadece bakarak veya düşünerek inzal olmak. (Meni
gelmesi)
3— Oruç müddeti içinde uyurken, boy abdestini gerektiren halin vaki olması (ihtilam olmak, düş azmak). Bu halde boğaza su kaçırılmadan yıkanıp oruca devam edilir.
4— Cünüp halde sabahlamak. Bu durumda da sabahleyin yıkanılarak oruca devam edilir. (İsterse imsaktan önce münasebetle cünüplük meydana gelmiş olsun)
5— İnzal vaki olmamak şartı ile öpmek.
6— Burundan boğaza inen veya ağza gelen balgamı yutmak.
7— Oruçlunun kendi kusuru olmıyarak boğazına, duman, toz yahut sinek kaçmış olmak.
8— Dişler arasında kalmış nohut tanesinden küçük bir şeyi yutmak.
9— İnsanın elinde olmıyarak mide bulantısı veya herhangi bir sebeple kusmak yahut bu esnada ağıza gelen kayı yutmak.
10— Erkeklerin bıyıklarını yağlayıp boyamaları ve kadınların sürme çekmeleri.
11— Kan aldırmak.
12— Gıybet etmek, yalan söylemek. (Fakat bunlar orucun sevabını azaltır.)
13— Gusül veya abdestden sonra ağızda kalan yaşlığı tükrükle yutmak.
B — Orucu bozup yalnız kazayı gerektirenler:
1— Yenmesi itiyad edinilmemiş olan şeyleri yemek. Meselâ: Sâde un, Bir defada çok miktarda tuz, zeytin çekirdeği veya olgunlaşmadan yenmeyen meyvenin tuzlanmıyarak çiğ ve ham olarak yenmesi (ham ayva gibi)
2— Pamuk, kâğıt, olmamış ceviz veya katı kabuklu badem, fındık emsâli şeyleri çiğnemeden yutmak.
3— Taş, maden parçası ve toprak yutmak.
4— Ağıza alınan boyalı bir ip veya benzeri bir şeyin ağıza çıkıp ve rengini değiştirdiği tükrüğü yutmak.
5— Kendi kusuru olmadan ağıza kaçan yağmur veya kar tanesini yutmak.
6— Gusleder veya abdest alırken hata ile boğaza yahut genize kaçan suyu yutmuş olmak.
7— Uyuyan oruçlunun ağzına başka biri tarafından dökülen suyu yutmuş olması.
8— Oruçlu olduğu halde uyuyan bir hanıma, eşinin uyandırmadan münasebette bulunmuş olması.
9— Dişler arasında kalmış nohut tanesinden büyük veya nohut tanesi büyüklüğündeki bir şeyi yemek.
10— İstiyerek ağız dolusu kusmak.
11— İstiyerek duman yutmak.
12— Tanyeri ağardığından şüpheli bulunarak sahur yemeği yemek.
13— Herhangi bir sebeple henüz güneş batmadan, güneşin battığını zan ederek iftar etmek. (Havanın bulutlu bulunması gibi)
14— Ön ve arka mahallin gayrisi bir yere sürtmekle (Karın veya uyluk gibi) yahut istimna (el ile oynayarak) inzal olmak. (Hayvan ve ölü ile temasta bu hükme tabidir.
15— Oruçlu olduğunu unutarak yiyip içtikten veya cinsî temasta bulunduktan sonra aynı fiili bilerek tekrarlamak.
16— Niyet edilmemiş Ramazan orucunu bozmak.
17— Vaktinde niyet edilmiş bir orucu bozduktan sonra hastalık, âdet veya loğusalık gibi bir özre sahip olmak yahut sefere çıkmak.
18— Ramazan haricinde tutulmuş herhangi bir orucu bozmak. (Bu oruç ister Ramazan’ın kazası olsun, ister nâfile bir oruç olsun farketmez)
19— Tek başına Ramazan’a ait ayı gökte görüp, alâkalılarca bu görüşü nazara alınmayan ve Ramazan ilân edilmeyen halde, ayı gören kimsenin oruç tutmaması kendisine Ramazan’dan sonra bir gün kaza etmeyi gerektirir.
C — Orucu bozup hem kaza, hem de keffareti gerektirenler:
1— Bilerek yenmesi ve içmesi mutad olan gıda maddelerinden yahut vücuda fayda temin eden ilâçlardan birini yemek veya içmek, oruçlu olduğunu hatırlar halde cinsî münasebette bulunmak. (İnzal vuku bulmasa da yalnız duhul yine keffareti icab ettirir.)
2— Ağıza giren yağmur ve kar tanelerini bilerek ve isteyerek yutmak.
3— Sigara, nargile içmek veya tütsü olarak kullanılan maddelerin dumanını yutmak
4— Enfiye çekmek,
5— Kil veya yenmesi itiyad haline getirilmiş toprağı yemek.
6— Az tuz yemek.
7— Gıybet etmek veya şişe (hacamat) vurduktan sonra, orucum bozuldu zanniyle yemek, içmek.
8— İnzal vuku bulmadan öpmek veya okşamaktan sonra, orucum bozuldu zanniyle yemek, içmek. (2)
Şimdi de kadim bir ibadet olup, bizi müslümanlara da farz kılınmış bulunan oruç ibadetinin bazı hususiyetlerine bakalım.
Oruç, nefsi aklın emrine verebilmenin en emin yollarından biridir. Çünkü oruçta ilk gaye ve varılmak istenen sonuç, oruç ile Allah (C.C.) dan sakınmak, O’ndan haşyet duymak ve takva için kalplere hassasiyet kazandırma çabasıdır. İzahına çalıştığımız takva yahut kazanılması istenen özellik, orucun farziyyetini takdir ile kalplerin uyarılmasıdır ki, o da bu ibadetin sırf Allah (C.C.) a tahsis edilmiş ve nefislerde Allah (C.C.)ı razı edecek hususiyetlerin eser bırakmasıdır. İşte bu sakınış, sahiplerini günahlarla, oruçlarını bozmaktan korur. Böylece Kur’an-ı Kerim, muhataplarına Allah (C.C.) katında takva makamını gösteriyor, O’nun terazisindeki ölçüyü veriyor, ruhlarda bu İlâhî gayenin doğmasını sağlıyor ve bu sebeplerden birinin, belkide en önemlisinin oruç olduğuna işaret ediyor. İşte oruç âyetinin sonunda bulunan «umulur ki sakınasınız (veya) tâki korunasınız» lâfızlariyle bu husus belirtiliyor. İlâhî emirleri kabul ve yasaklardan sakınmalıdır ki, oruç sahibini Cehennem ateşinden korur. Anlaşılıyor ki, Cenab-ı Hak «günahlardan sakınasınız» buyurmakla orucu Mü’minlere bütün bu sıfatları kazandıracağını göstermiş oluyor. Bundan dolayıdır ki, insan oruç sayesinde nefsine ve şehvetine hâkim olma melekesini kazanarak günahlardan, kötülüğe götüren tehlikeli yollardan kendini sakındırıp takvaya erebilecektir. Çünkü oruç şehveti kırar, nefsanî ve behimî arzuları giderir. Malûmdur ki insan, dünyada en çok iki şeyin ardından koşar, bunlardan biri midesi, diğeri de şehvetidir. İşte oruç önce bunları teskin eder. Bunun içindir ki, Hz. Peygamber (S.A.S.) nefislerine hâkim olamıyanlara oruç tutmalarını tavsiye buyurmuşlardır. Oruçla insan, nefsine, hayvansal arzularına hâkim olarak, onları lüzumuna göre kullanma kabiliyyetini elde eder, sabretmesini öğrenir.
Oruçla alâkalı bir Hadîs-i Kudsî’de Allah Taâlâ buyuruyor ki: «Âdemoğlunun her ameli kat, kat verilir. Bir hasene on mislinden yediyüze kadar mükâfatlandırılır. Yalnız oruç, müstesna, onun mükâfatını ben veririm. Zira oruçlu yemesini, nefsanî arzularını, sırf benim için terkediyor. Oruçlu için iki sevinç anı vardır, biri iftar ettiği; diğeri de Allâh’a kavuştuğu vakittir. Ağzının kokusu da Allah nezdinde misk kokusundan daha hoştur. Bu Hadîs-i Kudsî’yi bölüm, bölüm inceliyelim:
«Yalnız oruç müstesna, onun mükâfatını ben veririm» cümlesinden anlaşılan mana şudur: İbadetlerin ve iyiliklerin karşılığı olan hasenelerin asıl faydaları, insan ölüpte, dünyadan elini çektiğinde görülür. Çünkü sevapları dolayısiyle o kimse artık şeytanî ve nefsanî hasletlerden tamamen kurtulmuş ve melekî hasletlere kavuşmuştur. İşte o zaman Cenab-ı Hakk’ın kendisi için yapılan ibadetlere verdiği mükâfatın nurları parıldamıya başlar. «Oruç benimdir, onu ben mükâfatlandıracağım» diyen Allah Taala, oruçluya böyle bir karşılık hazırlıyor ve oruçluyu bu derece bekliyor. Dünyada sırf Allah (C.C.) rızası için terkettiği yemenin, içmenin ve şehvetinin keffareti yani karşılığı böyle bir neticeye nailiyettir.
«Oruçlu için iki sevinç anı vardır» denirken de, bunun birincisi bedenî ve dünyevîdir. Bu, iftar zamanı açlığı giderme ile elde edilen sonuçtur. Diğeri ise İlâhî ve uhrevîdir. İnsanın based, kin ve dünya menfaatlerinin hepsinden kurtulup Rabbısına kavuştuğu andır ki, dünyadaki sevinçler bunun yanında kıymet ifade etmez.
«Oruçlunun ağız kokusu Allah nezdinde misk kokusundan daha hoştur» deniyor. Bununla şu husus anlatılmak isteniyor: İşlenilen ibadet o kadar güzel, o kadar sevimlidir ki, nasıl bir insan güzel bir koku kokladığı zaman bir inşirah duyar bir zevk alır, ondan hoşlanırsa, işte Cenab-ı Hak’da kullarının kendisi için yaptıkları ibadetlerden öylece hoşlanır.
Diğer bir Hadis-i Kudsi’de Oruç için şöyle buyurulur: «Oruç bir siperdir ki, kulum bununla ateşten korunur.» Yani; O sipere sığınmakla insan nefsin ve şeytanın şerlerinden kendini muhafaza eder. Onların tesirlerinden uzaklaşır. Bunlardan korunup uzaklaşan kimse de, kendisini Cehennem ateş ve azabından kurtarmış olur.
Resul-ü Ekrem (S.A.S) Efendimiz başka bir hadislerinde buyururlar ki: «Bir kimse Ramazan’ın faziletine inanarak ve mükâfatını umarak oruç tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.» Bu demektir ki, oruçluda melekî sıfatlar gelişir, behimi arzular gemlenir ve oruçlu bu suretle Allah (C.C.) ın rızasını kazanıp rahmetine erer.
Sevgili Peygamber (S.A.S) imiz yine derler ki; «Ramazan-ı Şerif geldiğinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır ve şeytan da kösteklenir.» Tabiatiyle bu husus sakınan müslümanlar içindir. Yoksa kâfir ve münkir olanlar için değildir. Çünkü Mü’min, namaziyle, oruciyle bir nur denizinin içine dalar, rahmete garkolur. Onun bütün arzusu kurtuluş içindir. Mü’min istidadı nisbetinde Ramazan’dan faydalanmaya gayret eder ve Allah (C.C.) ın lütf-ü kereminden hissesini almayı gaye bilir. Şeytan’ın bağlı bulunuşu ise yine sakınan mü’minler içindir. Zira Şeytan’ın özelliği insanı azıtmak ve Rabbısına isyan ettirmektir. Halbuki Ramazan’da kendini koruyan ve emredilmiş ibadeti hakkiyle edaya çalışan mü’min, Şeytan’dan uzaklaşmıştır. Bu halde Şeytan o kimseyi şaşırtacak fırsatı bulamaz. Yoksa kâfirlerin küfrünü daha da arttırır. Cennet kapılarının açılışı, Cehennem kapılarının kapanışı, Şeytan’ın bağlanışı hep sakınan mü’minler içindir.
Sakınarak oruçlarını tutan mü’minleri, Resul-ü Ekrem şöyle müjdeliyor. «Cennet de Reyyan denilen bir kapı vardır ki, bu kapı sırf oruç tutanlar içindir ve oruç tutanlar Cennete oradan girerler.»
Orucun faziletine ermek için onun sevabını giderecek hal ve durumlardan da sakınmak icab eder. Bu konuda Hz. Peygamber (S.A.S.) mü’minleri şöyle uyarır. «Sizden biriniz oruçlu olduğu günde, çirkin, kabahatli sözler söylemesin. Sesini yükselterek hezeyanda bulunmasın. Şayet biri kendine söver ve kötü söz söylerse yahut çatarsa, ben oruçluyum desin.» Oruçlu mü’mine bu ikazdan sonra, yine Fahr-ı Kâinat Efendimiz şu güzel öğütte bulunur. «Oruçlu bir kimse yalan ve yalancılıkla iş yapmayı terketmezse, yemeği, içmeği bırakıp aç durmasın, Allah nezdinde hiç bir kıymeti yoktur.» Evet, pek çok zahmetlere katlanarak tuttuğumuz oruçların sevabına ermek, mükâfatını görmek ve öbür dünyada orucun karşılığı olan Allah (C.C.) va’dine kavuşmak istiyorsak, Sevgili Peygamberimiz’in nasihatlarını unutmıyarak emredilen şekilde hareket edelim.
Oruç tutalım, sıhhat bulalım, Cenab-ı Hakk’ın rızasını elde edelim. Bu ayda fakir ve fukaraya yardımı unutmıyalım. Her iyiliğin kat, kat sevapla karşılandığı bu mübarek mevsimi boş geçirmiyelim. Hele bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’ni ihya etmeyi hiç hatırdan çıkarmıyalım.
Cenab-ı Hak Hazretleri kıldığımız namazları, tuttuğumuz oruçları, okuduğumuz Kur’ân-ı Kerimi, lütuf, inayet ve merhametiyle dergâh-ı izzetinde kabul edilmiş ibadetlere ilhak buyursun. Amin.
(1) Bakara Suresi Ayet: 184
(2) Bu yazıda geçen fıkıh konuları için müracaat edilen eserler: Abdullah b. Mahmut b. Mevdud el Mısrî el Hanefî, El İhtiyar Şerh-ül Muhtar C: I Sa. 130-137 Mısır 1936 Mehmet Emin (İbn-i Abidin) Redd-ül Muhtar aled-Dürril Muhtar, C. 2 Sa. 132-158 İstanbul 307 Matbaa-i Amire
Muhammed Zihni, Nimet-ü İslâm Kitab-ı Savm Sa. 36-67 İstanbul 1322
İlgili Hadis i Şerifler için bak: Celaleddin es Süyutî, Feth-ül Kebir C. 2 Sa. 9 Mısır ve Riyazü’s Salihin tercümesi C. 2 Sa: 483-502 Ankara 1967.
Hadis-i Şeriflerin izahları için bak: Eş-Şeyh Ahmed b. Abdürrahim (Şah Veliyullah ed Dehlevi) Huccetullah-ül Baliga, ikinci cüz Sa. 522-530 Orucun fazileti bahsi.
Bağdad Müsenna Kütüphanesi ve Kahire Dar-ül Kütüb el Hadise.