Yazan: Isam El-Abdullah
Yüce dinimiz İslâm, Ashab-ı kiramın elinde yayılmıştı, insanlığı İslâm’a davet etmişler ve bunda da muvaffak olmuşlardı. Aynı gayeye gönül verenlerin, Ashabın tebliğ konusunda riayet ettikleri prensipleri yaşamaları ve aynı özellikleri taşımaları gerekmektedir.
Birinci Özellikleri: Cahiliyye düşünce ve prensipleriyle her türlü ilişkilerini kesip İslâm’a bağlanmışlardı.
İslâm ile şereflenen Ashab, geçmiş ile cahiliyye (adetleriyle) her türlü alâkasını kesiyor, yepyeni bir hayat ve düşünce sistemine bağlanıyordu. Bu yeni hayat, huzurlarını temin ediyor, ruhen ve fikren tatmin ediyordu. İslâm’dan önceki hayatlarından ürperiyor ve tiksiniyorlardı. Kazara her hangi bir davranışları, bu yeni hayat nizamının prensiplerine değil de, cahiliyye devri adetlerine uysa derhal, hata veya günah işlediklerini düşünerek, ondan temizlenmek gerektiğine inanırlardı.
«Uhud» da Ebu Ubeyde b. Cerrah (R.A.), babası Cerrah ile çarpışmış ve onu öldürmüştü. (1) Bu olay üzerine Cenab-ı Hak, şu âyet-i kerîmeyi inzal buyurdu. Meâlen:
«Allah’a ve Ahiret gününe imanda sebat eden hiçbir kavmin Allah’a ve Resulüne muhalefet eden kimselerle — velev ki onlar, bunların babaları, ya oğulları, ya biraderleri, yahut soy sopları olsunlar — dostlaşacaklarını göremezsin. Onlar, o kimselerdir ki Allah imanı kalblerine yazmış, bunları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.» (2)
Onlara göre, din mefhumu her şeyin... baba, anne, kardeş, evlât mefhumlarının üstündeydi. Yakınlık, din yakınlığı idi. Allah’ın rızasını kazanma duygusu, herşeyin üstünde bir ülküydü. Sevdiklerini Allah için sever, yerdiklerini Allah için yererlerdi. İşte misâl: Sa’d b. Ebi Vakkas (R.A.) ilk müslüman olanlardandır. Müslüman olmasına gücenen annesi, oğlunun bu yeni hayatı bırakıp, eski adetlere dönmesini istemişti. Sa’d b. Ebi Vakkas, eski dine ve adetlere dönmeyeceğini söyleyince annesi, oğlunu, annelik hakkına riayet etmemekle suçlamış, dönmemekte ısrar ederse «Yemem, içmem, açlıktan ölürüm, sen de «Annesinin katili!» diye kınanırsın şeklinde tehdit etmişti. Sa’d b. Ebi Vakkas da şu cevabı vermişti: «Anneciğim! yüz canım olsa, her biri parça parça çıksa ben yine dinimi terkedemem. İster ye, ister yeme!» Oğlunun dönmeyeceğini anlayan annesi, yeyip içmeye başlamıştı. (3)
Evet.. Ashab-ı kiram, Allah’ın rızasını; anne, evlât rızasının, her şeyin üstünde tutmuştu. Her türlü cahiliyye adetlerinden sıyrılmışlar, etraflarını kuşatan adî ve bayağı adet ve taklitlerden uzaklaşarak, tertemiz İslâm inanç, ahlâk ve yaşayışına yönelmişlerdi.
İkinci özellikleri: Peygamber (S.A.S.) i sevmeleri. Ashab-ı kiram, Allah elçisini derin bir muhabbetle seviyordu. Hiçbir sevgi, bu sevgiye denk olamazdı. Resulullah ise, bu sevgiye elbette layıktı. Zira O, onları Cehennemden Cennete ulaştırmış, karanlıktan aydınlığa kavuşturmuş, cahiliyye bataklığından çıkarıp İslâm hidayetiyle şereflendirmiş, ruhî huzur ve saadete eriştirmişti.
Allah elçisine bir zat gelerek dediki: Yâ Resulullah! Şüphesiz ki sizi kendimden, çocuklarımdan daha fazla seviyorum, öldüğümüz zaman sizin makamınız Peygamberlerinkiyle beraber olacak, ben cennete girdiğimde sizi göremiyeceğimden endişe ediyorum. Zira benim makamım sizinkinden elbette aşağı olacaktır. Bunun üzüntüsünü şimdiden duyuyorum» dedi. Bunun üzerine şu âyet-i kerime nazil oldu: (4) Meâlen:
«Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıyklarla, şehidlerle, iyi adamlarla beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaşdır.» (5)
Peygamber sevgisi, imanın icablarındandır. Onsuz iman, tam olmaz. Nitekim Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur. Meâlen:
«Nefsim, yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki sizden biriniz ben kendisine çocuğundan ebeveyninden ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.» (6)
İşte böyle! Hak davasına hizmet edeceklerin, Ashab-ı kiramın bu davaya kendilerini verdikleri gibi bağlanmaları gerekmektedir. Ashabın gönlü, Peygamber sevgisiyle ve O’nun yüce davasını yaymanın aşk ve hamasetiyle doluydu.
Kocası, kardeşi ve babası, Uhud muharebesinde şehid olan mü’min kadına, bunların şehadeti haber verilince ilk sorusu «Resulullah’dan ne haber?» olmuştu. Allah Resûlünun sıhhatte olduğu söylenince de «O sıhhatte olduktan sonra her felâket değersizdir» (7) demişti. Yani Resulullah sağ olarak aramızda oldukça ailemize, malımıza, çocuğumuza felaket de gelse bunu kolay ve basit telakki ediyordu.
Üçüncü özellikleri: Kurân-ı Kerim ve onun prensiplerinde erimiş olmaları.
Ashab-ı kiram, Kuran-ı Kerimi, sadece kültür, mütalâa, kazanç temini veya zevk almak için okumuyorlardı. Hiç bir sahabinin maksadı Kur’an okurken ne bilgisini artırmak, ne de ilmî ve edebî melekesini geliştirmekti. Maksadı, «aile hayatımda, cemiyet hayatımda nasıl hareket etmeliyim, bu konuda Allah’ın emri nedir. Kur’anda ne buyurmuş?» işte bunu öğrenmek ve yaşayışını ona göre tanzim etmekti. Nitekim onlar, her hallerinde Kur’an’ı yaşıyorlardı. Yaşanan Kur’an haline gelmişlerdi, İslâmı, yaşayışlarıyla tebliğ etmişlerdi.
Dördüncü Özellikleri: Dünyanın lüks ve konforuna kapılmamış olmaları. Dünya malı, kendilerine yönelince, bu bizim için bir imtihandır diyorlar, esiri olmaktan çekiniyorlardı. Elinde olan, onu gönlüne koymuyordu. Ashabın hayatından işte Örnekler:
1 — Allah elçisinin mektebinden dünyasını ahiretiyle satarak mezun olan Hz. Ebu Bekir (R.A.) hakkında ashap der ki: Bir gün Hz. Ebu Bekirle beraber oturuyorduk. Bal şerbeti getirildi. Eline alınca ağlamaya başladı ve hatta kendinden geçti. Bir şey mi oldu diye merak ettiysek de hiç bir şey soramadık. Nihayet kendine gelince «Ey Allah elçisinin halifesi! Niçin ağladınız? dedik. Cevaben şöyle söyledi: «Biz bir ara Resulullah ile oturuyorduk. Bir de baktım, Allah elçisi kendinden bir şey uzaklaştırıyor. Halbuki herhangi bir şey de görmüyordum. Ya Resulullah! Biz bir şey görmüyoruz. Fakat siz kendinizden bir şey uzaklaştırıyorsunuz, bu nedir acaba?» dedim. O da şöyle buyurmuştu: «Dünya, uzayıp bana geldi, ben uzaklaşmasını söyledim. O’da bana «şüphesiz sen bana yetişemiyeceksin» dedi. Buyurmuştu» İşte bal şerbetini elime alınca bu hadiseyi hatırladım. Resulullah’ın emrine aykırı hareket etmiş olacağımdan ve dünyanın bana yetişmiş olmasından endişe ettim, Onun için ağladım, dedi. (8)
2 — Hz. Ömer (R.A.) ın halifeliği zamanında, yanında Abdurrahman b. Avf hazretleri olduğu halde «Kadisiye» ganimetlerinin yanına gelirler. Hz. Ömer, ganimete bakar ve ağlar. Abdurrahman b. Avf. Ya Emirelmüminin! Bugün sevinç günüdür, neşe günüdür! Niçin ağlıyorsunuz?» der. Hz. Ömer ise: «Evet öyledir. Fakat bu kadar mal kimin eline geçtiyse aralarında kin ve düşmanlık yayılmıştır. Ben bize bu kadar mal verilişi, belki İlahî bir imtihandır diye endişe ediyorum» buyurur. (9)
Hasan (R.A.) den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (R.A.)ın huzuruna Kisra ganimetleri getirildi. Topluluğun içinde Süraka b. Malik de vardı. «Ganimetler arasında Kisra b. Hürmüz’ün bileziklerinin bulunduğunu» söyledi. Hz. Ömer, Kisrâ’nın bileziklerini Süraka’nın ellerine taktı ve omuzlarına kadar vardı. Bundan sonra Hz. Ömer, «Allahım! sana hamd olsun. Kisrâ’nın bilezikleri Süraka’nın ellerinde!» dedi. Ve şöyle ilâve etti: «Allahım! şüphesiz biliyorum ki Resulün, senin yolunda ve kullarının ihtiyacı uğrunda harcamak için mala ulaşmayı isterdi. Ben de Onu örnek alarak öyle yaptım, bilezikleri yanımdan uzaklaştırdım. Allahım! Şüphesiz biliyorum ki Ebu Bekir (R.A.) senin yolunda ve kullarının ihtiyacı uğrunda harcamak için mala ulaşmayı isterdi. Ben de onu örnek alarak öyle yaptım. Allahım! Bunun Ömer’e senden bir imtihan olmasından sana sığınırım» (10) Bundan sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu: Meâlen:
«Onlara verdiğimiz mal ve evlât ile bizim kendilerinin hayırlarına acele ettiğimizi mi sanıyorlar? Hayır, onlar (işin) farkına varmıyorlar. (Bu onlar için bir istidracdır) (11)
3 — Abdurrahman b. Avf (R.A.) a yemek getirildi. Kendisi oruçluydu. «Mus’ab ibn-i Umeyr (R.A.) benden daha hayırlı bir insandı. Şehid edildiğinde bir aba ile kefenlendi ki, başını örtsek ayakları, ayaklarını örtsek başı açıkta kalıyordu.»
Hz. Hamza da keza benden hayırlı bir zattı. O da Allah yolunda şehid oldu. Sonra Cenab-ı Hak, bize bol bol nimetler ihsan etti. Korkarım ki Cenab-ı Hak, bizim mükâfaatımızı çabuklaştırdı» demiş, ağlamaya başlamış ve yemeği de bırakmıştı. (12)
4 — Sa’d b. Ebi Vakkas (R.A.) Selman-ı Farisî hazretlerini yatağında hasta yatarken ziyaret etmişti. Selman, (R.A.) ağlamaya başladı. Hz. Sa’d, «Niçin ağlıyorsun, arkadaşlarına kavuşacaksın. Allah elçisi ile Havz-ı kesverde buluşacaksın. Resulullah ise, senden memnun olarak vefat etmişti» dedi. Hazreti Selman ise. «Ben ölümün zorluğundan veya dünyaya olan ihtirasımdan dolayı ağlamıyorum. Allah sevgilisinin sünnetine O’ndan sonra tam yapışmadığımız için ağlıyorum. O, «kederlendiğin zaman, hüküm verirken ve mal taksim ederken Rabbını yadet» buyurmuştu. (13)
Evet, görülüyor ki Eshab-ı Kiram, dünya kendilerine yöneldiği halde nasıl dünyayı ahiretle satıyorlar, (ahireti dünyaya tercih ediyorlar) ve sıhatlinin vebadan kaçışı gibi dünyadan kaçıyorlardı.
Bizimse çoğumuz ahireti unuttuk. Dünyanın arkasından koşmaya başladık. Geçici şeylerin mahkûmu ve esiri olduk. Halbuki Allah elçisi şöyle buyurmuştu: «Her sabah dünya semasına iki melek iner. Birisi «Allahım! Senin yolunda harcayanın yerine ver der. Diğeri ise: «Allahım! Sımsıkı tutup cimrilik edene de telef ver, der. (14)
(1) Bıyhekî, Hakim ve Taberanî tahric etmiştir.
(2) Mücâdele: 22
(3) İbn-i Hişam’ın siyen.
(4) Müslim, Nesaî ve Tirmizi rivayet etmiştir.
(5) Nisa: 68
(6) Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
(7) El-Bidâye: C. 4, S. 47
(8) Hayat-ül Sahabe C. 2, S. 259
(9) Hayat-ül Sahabe: C. 2, S. 244
(10) Hayat-ül Sahabe: C. 2, S. 248
(11) Mü’minûn: 55-56
(12) Hayat-ül Sahabe C. 2, S. 247
(13) Hayat-ül Sahabe C. 2, S. 248
(14) Buhari ve Müslim rivayet etmiştir