Makale

ASHAB I KİRAM’IN Tebliğ Metodu

ASHAB I KİRAM’IN
Tebliğ Metodu

Yazan: Isam El-Abdullah

Tercüme: Necmeddin Nursaçan
Kayseri Merkez Vâizi

Yüce dinimiz İslâm, Ashab-ı kiramın elinde yayılmıştı, insanlığı İslâm’a davet etmişler ve bunda da muvaffak olmuşlardı. Aynı gayeye gönül verenlerin, Ashabın tebliğ konusunda riayet ettikleri prensipleri yaşamaları ve aynı özellikleri taşımaları gerekmektedir.

Birinci Özellikleri: Cahiliyye düşünce ve prensipleriyle her türlü ilişki­lerini kesip İslâm’a bağlanmışlardı.

İslâm ile şereflenen Ashab, geçmiş ile cahiliyye (adetleriyle) her türlü alâkasını kesiyor, yepyeni bir hayat ve düşünce sistemine bağlanıyordu. Bu yeni hayat, huzurlarını temin ediyor, ruhen ve fikren tatmin ediyordu. İs­lâm’dan önceki hayatlarından ürperiyor ve tiksiniyorlardı. Kazara her hangi bir davranışları, bu yeni hayat nizamının prensiplerine değil de, cahiliyye devri adetlerine uysa derhal, hata veya günah işlediklerini düşünerek, ondan temizlenmek gerektiğine inanırlardı.

«Uhud» da Ebu Ubeyde b. Cerrah (R.A.), babası Cerrah ile çarpışmış ve onu öldürmüştü. (1) Bu olay üzerine Cenab-ı Hak, şu âyet-i kerîmeyi inzal buyurdu. Meâlen:

«Allah’a ve Ahiret gününe imanda sebat eden hiçbir kavmin Allah’a ve Resulüne muhalefet eden kimselerle — velev ki onlar, bunların babaları, ya oğulları, ya biraderleri, yahut soy sopları olsunlar — dostlaşacaklarını göre­mezsin. Onlar, o kimselerdir ki Allah imanı kalblerine yazmış, bunları ken­dinden bir ruh ile desteklemiştir.» (2)

Onlara göre, din mefhumu her şeyin... baba, anne, kardeş, evlât mefhum­larının üstündeydi. Yakınlık, din yakınlığı idi. Allah’ın rızasını kazanma duy­gusu, herşeyin üstünde bir ülküydü. Sevdiklerini Allah için sever, yerdik­lerini Allah için yererlerdi. İşte misâl: Sa’d b. Ebi Vakkas (R.A.) ilk müslü­man olanlardandır. Müslüman olmasına gücenen annesi, oğlunun bu yeni ha­yatı bırakıp, eski adetlere dönmesini istemişti. Sa’d b. Ebi Vakkas, eski dine ve adetlere dönmeyeceğini söyleyince annesi, oğlunu, annelik hakkına riayet etmemekle suçlamış, dönmemekte ısrar ederse «Yemem, içmem, açlıktan ölürüm, sen de «Annesinin katili!» diye kınanırsın şeklinde tehdit etmişti. Sa’d b. Ebi Vakkas da şu cevabı vermişti: «Anneciğim! yüz canım olsa, her biri parça parça çıksa ben yine dinimi terkedemem. İster ye, ister yeme!» Oğlunun dönmeyeceğini anlayan annesi, yeyip içmeye başlamıştı. (3)

Evet.. Ashab-ı kiram, Allah’ın rızasını; anne, evlât rızasının, her şeyin üs­tünde tutmuştu. Her türlü cahiliyye adetlerinden sıyrılmışlar, etraflarını kuşatan adî ve bayağı adet ve taklitlerden uzaklaşarak, tertemiz İslâm inanç, ahlâk ve yaşayışına yönelmişlerdi.

İkinci özellikleri: Peygamber (S.A.S.) i sevmeleri. Ashab-ı kiram, Allah el­çisini derin bir muhabbetle seviyordu. Hiçbir sevgi, bu sevgiye denk ola­mazdı. Resulullah ise, bu sevgiye elbette layıktı. Zira O, onları Cehennem­den Cennete ulaştırmış, karanlıktan aydınlığa kavuşturmuş, cahiliyye batak­lığından çıkarıp İslâm hidayetiyle şereflendirmiş, ruhî huzur ve saadete eriştirmişti.

Allah elçisine bir zat gelerek dediki: Yâ Resulullah! Şüphesiz ki sizi ken­dimden, çocuklarımdan daha fazla seviyorum, öldüğümüz zaman sizin ma­kamınız Peygamberlerinkiyle beraber olacak, ben cennete girdiğimde sizi göremiyeceğimden endişe ediyorum. Zira benim makamım sizinkinden elbette aşağı olacaktır. Bunun üzüntüsünü şimdiden duyuyorum» dedi. Bunun üzeri­ne şu âyet-i kerime nazil oldu: (4) Meâlen:

«Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıyklarla, şehidlerle, iyi adamlarla bera­berdirler. Onlar ne iyi arkadaşdır.» (5)

Peygamber sevgisi, imanın icablarındandır. Onsuz iman, tam olmaz. Ni­tekim Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur. Meâlen:

«Nefsim, yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki sizden biriniz ben kendisine çocuğundan ebeveyninden ve bütün insanlardan daha sevgili olma­dıkça iman etmiş olmaz.» (6)

İşte böyle! Hak davasına hizmet edeceklerin, Ashab-ı kiramın bu davaya kendilerini verdikleri gibi bağlanmaları gerekmektedir. Ashabın gönlü, Pey­gamber sevgisiyle ve O’nun yüce davasını yaymanın aşk ve hamasetiyle doluydu.

Kocası, kardeşi ve babası, Uhud muharebesinde şehid olan mü’min ka­dına, bunların şehadeti haber verilince ilk sorusu «Resulullah’dan ne haber?» olmuştu. Allah Resûlünun sıhhatte olduğu söylenince de «O sıhhatte olduk­tan sonra her felâket değersizdir» (7) demişti. Yani Resulullah sağ olarak aramızda oldukça ailemize, malımıza, çocuğumuza felaket de gelse bunu kolay ve basit telakki ediyordu.

Üçüncü özellikleri: Kurân-ı Kerim ve onun prensiplerinde erimiş ol­maları.

Ashab-ı kiram, Kuran-ı Kerimi, sadece kültür, mütalâa, kazanç temini veya zevk almak için okumuyorlardı. Hiç bir sahabinin maksadı Kur’an okurken ne bilgisini artırmak, ne de ilmî ve edebî melekesini geliştirmekti. Maksadı, «aile hayatımda, cemiyet hayatımda nasıl hareket etmeliyim, bu konuda Allah’ın emri nedir. Kur’anda ne buyurmuş?» işte bunu öğrenmek ve yaşayışını ona göre tanzim etmekti. Nitekim onlar, her hallerinde Kur’an’ı yaşıyorlardı. Yaşanan Kur’an haline gelmişlerdi, İslâmı, yaşayışlarıyla tebliğ etmişlerdi.

Dördüncü Özellikleri: Dünyanın lüks ve konforuna kapılmamış olmaları. Dünya malı, kendilerine yönelince, bu bizim için bir imtihandır diyorlar, esiri olmaktan çekiniyorlardı. Elinde olan, onu gönlüne koymuyordu. Asha­bın hayatından işte Örnekler:

1 — Allah elçisinin mektebinden dünyasını ahiretiyle satarak mezun olan Hz. Ebu Bekir (R.A.) hakkında ashap der ki: Bir gün Hz. Ebu Bekirle bera­ber oturuyorduk. Bal şerbeti getirildi. Eline alınca ağlamaya başladı ve hatta kendinden geçti. Bir şey mi oldu diye merak ettiysek de hiç bir şey sora­madık. Nihayet kendine gelince «Ey Allah elçisinin halifesi! Niçin ağladınız? dedik. Cevaben şöyle söyledi: «Biz bir ara Resulullah ile oturuyorduk. Bir de baktım, Allah elçisi kendinden bir şey uzaklaştırıyor. Halbuki herhangi bir şey de görmüyordum. Ya Resulullah! Biz bir şey görmüyoruz. Fakat siz kendinizden bir şey uzaklaştırıyorsunuz, bu nedir acaba?» dedim. O da şöy­le buyurmuştu: «Dünya, uzayıp bana geldi, ben uzaklaşmasını söyledim. O’da bana «şüphesiz sen bana yetişemiyeceksin» dedi. Buyurmuştu» İşte bal şer­betini elime alınca bu hadiseyi hatırladım. Resulullah’ın emrine aykırı hareket etmiş olacağımdan ve dünyanın bana yetişmiş olmasından endişe ettim, Onun için ağladım, dedi. (8)

2 — Hz. Ömer (R.A.) ın halifeliği zamanında, yanında Abdurrahman b. Avf hazretleri olduğu halde «Kadisiye» ganimetlerinin yanına gelirler. Hz. Ömer, ganimete bakar ve ağlar. Abdurrahman b. Avf. Ya Emirelmüminin! Bugün sevinç günüdür, neşe günüdür! Niçin ağlıyorsunuz?» der. Hz. Ömer ise: «Evet öyledir. Fakat bu kadar mal kimin eline geçtiyse aralarında kin ve düşmanlık yayılmıştır. Ben bize bu kadar mal verilişi, belki İlahî bir imti­handır diye endişe ediyorum» buyurur. (9)

Hasan (R.A.) den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (R.A.)ın huzuruna Kisra ganimetleri getirildi. Topluluğun içinde Süraka b. Malik de vardı. «Ga­nimetler arasında Kisra b. Hürmüz’ün bileziklerinin bulunduğunu» söyledi. Hz. Ömer, Kisrâ’nın bileziklerini Süraka’nın ellerine taktı ve omuzlarına kadar vardı. Bundan sonra Hz. Ömer, «Allahım! sana hamd olsun. Kisrâ’nın bilezikleri Süraka’nın ellerinde!» dedi. Ve şöyle ilâve etti: «Allahım! şüp­hesiz biliyorum ki Resulün, senin yolunda ve kullarının ihtiyacı uğrunda harcamak için mala ulaşmayı isterdi. Ben de Onu örnek alarak öyle yaptım, bilezikleri yanımdan uzaklaştırdım. Allahım! Şüphesiz biliyorum ki Ebu Bekir (R.A.) senin yolunda ve kullarının ihtiyacı uğrunda harcamak için ma­la ulaşmayı isterdi. Ben de onu örnek alarak öyle yaptım. Allahım! Bunun Ömer’e senden bir imtihan olmasından sana sığınırım» (10) Bundan sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu: Meâlen:

«Onlara verdiğimiz mal ve evlât ile bizim kendilerinin hayırlarına acele et­tiğimizi mi sanıyorlar? Hayır, onlar (işin) farkına varmıyorlar. (Bu onlar için bir istidracdır) (11)

3 — Abdurrahman b. Avf (R.A.) a yemek getirildi. Kendisi oruçluydu. «Mus’ab ibn-i Umeyr (R.A.) benden daha hayırlı bir insandı. Şehid edildi­ğinde bir aba ile kefenlendi ki, başını örtsek ayakları, ayaklarını örtsek başı açıkta kalıyordu.»

Hz. Hamza da keza benden hayırlı bir zattı. O da Allah yolunda şehid oldu. Sonra Cenab-ı Hak, bize bol bol nimetler ihsan etti. Korkarım ki Cenab-ı Hak, bizim mükâfaatımızı çabuklaştırdı» demiş, ağlamaya başlamış ve yemeği de bırakmıştı. (12)

4 — Sa’d b. Ebi Vakkas (R.A.) Selman-ı Farisî hazretlerini yatağında hasta yatarken ziyaret etmişti. Selman, (R.A.) ağlamaya başladı. Hz. Sa’d, «Niçin ağlıyorsun, arkadaşlarına kavuşacaksın. Allah elçisi ile Havz-ı kesverde buluşacaksın. Resulullah ise, senden memnun olarak vefat etmişti» dedi. Hazreti Selman ise. «Ben ölümün zorluğundan veya dünyaya olan ihtira­sımdan dolayı ağlamıyorum. Allah sevgilisinin sünnetine O’ndan sonra tam yapışmadığımız için ağlıyorum. O, «kederlendiğin zaman, hüküm verirken ve mal taksim ederken Rabbını yadet» buyurmuştu. (13)

Evet, görülüyor ki Eshab-ı Kiram, dünya kendilerine yöneldiği halde na­sıl dünyayı ahiretle satıyorlar, (ahireti dünyaya tercih ediyorlar) ve sıhatlinin vebadan kaçışı gibi dünyadan kaçıyorlardı.

Bizimse çoğumuz ahireti unuttuk. Dünyanın arkasından koşmaya baş­ladık. Geçici şeylerin mahkûmu ve esiri olduk. Halbuki Allah elçisi şöyle bu­yurmuştu: «Her sabah dünya semasına iki melek iner. Birisi «Allahım! Se­nin yolunda harcayanın yerine ver der. Diğeri ise: «Allahım! Sımsıkı tutup cimrilik edene de telef ver, der. (14)

(1) Bıyhekî, Hakim ve Taberanî tahric etmiştir.

(2) Mücâdele: 22

(3) İbn-i Hişam’ın siyen.

(4) Müslim, Nesaî ve Tirmizi rivayet etmiştir.

(5) Nisa: 68

(6) Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

(7) El-Bidâye: C. 4, S. 47

(8) Hayat-ül Sahabe C. 2, S. 259

(9) Hayat-ül Sahabe: C. 2, S. 244

(10) Hayat-ül Sahabe: C. 2, S. 248

(11) Mü’minûn: 55-56

(12) Hayat-ül Sahabe C. 2, S. 247

(13) Hayat-ül Sahabe C. 2, S. 248

(14) Buhari ve Müslim rivayet etmiştir