Makale

GÖÇ – KÜLTÜR İLİŞKİSİ ve BİR ANADOLU KASABASI ÖRNEĞİ

GÖÇ – KÜLTÜR İLİŞKİSİ ve
BİR ANADOLU
KASABASI ÖRNEĞİ

Musa TAKTAŞ

Toplumların kültür taşıyıcılığını göçler vasıtasıyla yaptıklarını hepimiz biliyoruz. Bir başka toplumun kendi âdet ve geleneklerini göç etmiş olduğu topluma aktarması veya içine girmiş olduğu toplumun törelerine uyması gibi iki yönlü kültür değişmesinin olması mümkündür.
İnsanlık tarihi kadar eski olan "göç kavramı", genel olarak, insan ve insan topluluklarının bulundukları bölgelerden, geçici veya sürekli olmak üzere başka bölgelere gitmeleri ve yerleşmeleri suretiyle meydana gelen "yer değiştirme hareketi"dir. Göç; coğrafi bakımdan bir iskan ünitesinden ayrılan kişilerin, başka bir yerde hayatlarını devam ettirmeye karar vermeleriyle ve bu kararı uygulamalarıyla ortaya çıkan hadisedir. Bu yer değiştiriş, coğrafi mahiyette bir seyyal i- yet olup sosyal ilim alanında çalışanların çeşitli kriterler kullanarak tespit ettikleri köy ve şehir gibi iskan üniteleri arasında ortaya çıkan nüfus alış-verişidir. Göç olayının gerçekleşmesi için hareket mesafesi olarak iki insan ünitesi arasında eylem tamamlanmalıdır.
Göç etme potansiyeli her insanın iç dünyasında statik olarak bulunan bir eylem tarzıdır. Bu, değişen şartlara göre kimi zaman insanın kendi iç dinamiklerince kimi zamanda dışardan gelen muhtelif baskılarla harekete geçer.
Göç, demokratik ve sosyal yapıları değiştirmekte, siyasi kurumlan etkilemekte ve kültürlerin yeniden biçimlendirilmesine katkıda bulunmaktadır, daha genel bir ifadeyle, göç günümüz literatüründe yaygın olarak yer alan ve tartışılan kültürel-politik ve ekonomik küreselleşme sürecinde de önemli bir rol üstlenmiş bulunmaktadır.
İnsanoğlu hem yaşadığı çevreyi değiştiren hem de yaşadığı çevreye uyum sağlayan bir yapıya sahiptir. İlk toplumlardan günümüz toplumlarına olan süreçte insan geliştirdiği teknoloji sayesinde yaşadığı çevreye daha fazla hakim olmaya başlamıştır. Diğer bir ifadeyle, insan bir yandan dünyayı kendi istekleri doğrultusunda yeniden şekillendirirken diğer yandan da kendi isteklerine hitap ettiğine inandığı yörelere göç ederek daha mutlu bir yaşam arama peşindedir. Ancak, bunu yaparken hep terk ettiği sılayı özlemiş ve zaman zaman kendisiyle hesaplaşmıştır.
İnsanlar yaratılışlarından bu tarafa farklı nedenlerle göç etmektedirler. Göçün tabii nedenleri arasında kıtlıklar, iklimdeki değişmeler, seller veya diğer bir ifadeyle tabii afetler yer almaktadır. Sosyal nedenler ise tabii nedenlerden daha fazla etkili olmaktadır. Gıda yetersizlikleri, toprak kayıpları, maddi güç, dini ve politik otonomi, kazanma arzusu gibi sosyo-ekonomik faktörler göçün önemli nedenleri arasında yer almaktadır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki büyük ölçekli bir çok göçün gerisinde yatan en önemli şey ekonomik faktördür. Elbette, göçün ekonomik nedenlerinin gerisinde sosyal, kültürel ve siyasi değişim süreçleridir. Bu süreçler kimi zaman zorunlu göçü (baskıya dayalı göç) kimi zamanda gönüllü göçü gündeme getirmiştir.
Sanayileşme süreci, göçün de artmasına yol açtı. Bunun en çarpıcı örneğini insanların kırsal veya tarımsal alanlardan şehir merkezlerine doğru göç etmesi oluşturur. Bu göç unsuru gelişmiş ülkelerde 1800’lerde gündeme gelirken gelişmekte olan ülkelerde 20. Yüzyılda yaygınlık kazanmıştır. Gelişmiş ülkelerde nüfusun dörtte üçü şehir merkezlerinde yaşarken gelişmekte olan ülkelerde nüfusun üçte biri şehir merkezlerinde yaşamaktadır. Öte yandan 2025 yılından önce dünya nüfusunun üçte ikisinin şehirlerde yaşayacağı tahmin edilmektedir. Bu durumda, özellikle gelişmekte olan ülkelerde şehir merkezlerine olan göçün hızla devam edeceği aşikardır.
İç göçler, ülkelerin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısına göre değişik karakterler göstermektedir. Ticaret ve sanayi bakımından gelişmiş yerlere, yaşamın daha kolay olduğu bölgelere göçmen akını daha fazladır. Türkiye’de köylerden şehirlere; şehirlerden İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlere yönelen göç hareketleri, buna örnek olarak gösterilebilir.
Göç hareketlerine katılanları dikkate alarak,"münferit göçler","kitle göçleri" diye bir tasnifte yapılabilir. Birkaç kişilik küçük gurupların ayrı ayrı sebeplere dayanarak yaptıkları göçler münferit göçlerdir. Büyük bir topluluğun yaptığı göç ise kitle göçü olarak adlandırılır. Bu tür göçler sürekli değildir. Seyrek zamanlarda ve kendine özgü şartlar ortaya çıktığında meydana gelir. Sebepleri ve sonuçlarıyla birer tarihi olay olacak derecede önemlidirler. Bununla birlikte çok uzun bir zaman dilimi içerisinde, aynı sebeplere dayanan ve benzer sonuçlar doğuran münferit göçlerinde birer kitle göçü şekline dönüştüğünü unutmamak gerekir. Göçler,"kademeli" ve "kademesiz göçler" diye de guruplandırılabilir. Kademesiz göç, iki iskan ünitesi arasında cereyan eden göçtür. Yani A şehrinde başlayıp B şehrinde biter. Buna, karşılık kademeli göç ikiden fazla yerleşim bölgesinde yapılan göçtür. Yalnız kademeli göç yaygın olarak iç göçlerde görülmektedir. Bu da kişinin kendi ülkesinde daha kolayca ve rahatlıkla yer değiştirebilmesinden kaynaklanmaktadır ki, aynı kolaylık yabancı bir ülkede görülemez.
Kişinin veya toplumun çok önemli sebepler olmadıkça yer değiştirmeyeceğini dikkate aldığımızda, göçe karar verenin kimliğini göz önünde tutarak yeni bir tasnife daha gidebiliriz. Bu tasnifte temel soru göçe kimin karar verdiğidir. Eğer kişi veya gurup, tamamen kendi rızası ve iradesi ile, hiçbir zorlama olmaksızın daha iyi yaşama, daha iyi geçinme vasıtaları elde etme gibi sebeplerle göç etmeye karar vermişse, meydana gelen bu tür göçlere "serbest göçler denilmektedir. Burada göçmen gideceği yeri, zamanı ve şartları kendisi tayin etmektedir.
Ekonomik gelişmenin temel unsurunu nüfusun şehirlere olan hareketi oluşturmaktadır. Şehirler özellikle gelişmiş ülkelerde farklılıklaştırılmış mal ve hizmetlerin üretildiği birer endüstriyel merkez haline gelmişlerdir. Şehirlerin endüstriyel birer merkez haline gelmeleri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan işgücü talebi ve sundukları : hayat tarzları tarımsal alandan göçü başlatmıştır. Ancak, gelişmiş ülkelerde kırsal alanlardan kentlere olan göç sanayide istihdam edilirken gelişmekte olan ülkelerde bu yeterince gerçekleşmemiştir. Çünkü gelişmekte olan ülkelerde sanayileşme süreci tamamlanamadığından şehire göç eden tarımsal iş gücü bu gerekçelerle sanayiye aktarılamamış ve dolayısıyla işsizlerin sayısı artmıştır. Böylece, şehirler üretim merkezi olmaktan daha ziyade çarpık kentleşmenin ortaya çıktığı, sosyal ve ekonomik problemlerin yoğunlaştığı bir tüketim merkezi haline gelmiştir.
Halbuki, gelişmiş tarım dışı üretimin çoğu metropolitan alanlarda gerçekleştirilir. Ekonomik faaliyetlerin şehirlerde toplanmasının ve şehirlerin ekonomik büyümenin motoru haline gelmesinin altında yatan en önemli neden lokalize olmuş bilgi ve bilgi birikimidir. Sonuç olarak, şehirleşme büyüme sürecini güçlü bir şekilde pozitif yönde etkilemektedir. Sırasıyla, büyüme üretimin mekansal gelişimine ve nüfus birikimine neden olarak şehirleşme sürecini etkiler. Öte yandan, şehirleşme etkinliğini etkilerken büyüme de şehirleşme sürecini ve yapısını etkiler. Bu süreçteki ortak kilit unsurlar dışsal ölçek ekonomileri ve bilgi birikimidir. Dışsal ölçek ekonomileri ve bilgi birikimi (beşeri sermaye) uzun-dönem içsel büyümeyi sağlar.
Daha fazla beşeri sermayeye sahip şehirler daha prodüktif olup, daha fazla nüfusa, yüksek ücretlere, rantlara ve fert başına daha yüksek sermayeye sahiptirler, ilaveten, finansal, işletme, eğitim, sağlık, yönetim, mühendislik gibi alanlarda uzmanlaşmanın olduğu şehirler geleneksel imalatçı şehirlerden daha büyük ve daha fazla gelişmişlerdir. Elektronik, sağlık hizmetleri, bilgisayar, gıda, metal, mobilya ve tekstil ile iştigal eden şehirlerden daha fazla fert başına beşeri sermayeye ve gelire sahiptirler. Bu faktörler şehirler ve hatta ülkeler arası göçün en önemli nedenlerini oluşturmaktadırlar.
Burada dikkati üzerine çeken önemli bir nokta, şehirlerin nüfus, gerekse ekonomik açıdan büyümelerinin gerisinde yatan en önemli unsurun beşeri sermaye olduğudur.
Göç veren illerin karşılaştıkları en önemli problem nüfusun ve buna bağlı olarak beşeri sermayenin giderek azalması ve bunun sonucu olarak hem talep hem de üretim yetersizliğinin ortaya çıkmasıdır. Dahası, göç veren iller geri kalmışlığın fasit çemberinden bir türlü kurtaramamaktadırlar. Bu çemberi kırmanın yolu, yöresel göçün nedenlerinin tespit edilerek bu nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik çalışmaların yapılmasıdır. Ülkeler, bölgeler ve şehirler arasındaki gelişmişlik farkı sahip olunan beşeri ve fiziki sermaye ile bunların verimliliğine atfedilebilir. Ancak, bir ülkenin uzun dönem ekonomik performansının temel determinantını o ülkenin sosyal alt yapısı oluşturur. Sosyal altyapı ile kastedilen, toplumun bireyleri ve ekonomideki firmalar için yol gösterici veya teşvik edici olan kurumlar- dır.
Göçün kültür taşıyıcılığı yaptığını ve kültürel değişimlere vesile olduğunu söylemiştik. Metropol şehirlerde yaşadığı halde öz kültürünü adet ve geleneklerini yetiştiği kasabanın ekseninden ayırmayan bir çok insanımız vardır. Hatta bu kültür birlikteliğini oluşturmak ve korumak için hemşehri mahalleleri bile oluşmuştur. Biz yazımızın bu kısımından sonraki bölümde ülkenin çeşitli şehirlerine göçerek başarılı bir hayat çizgisi gösteren ve gelenek ve göreneklerine bağlı kalan bir kültür şehri misali vereceğiz. Gözlemlerimiz ve araştırmalarımız neticesinde elde ettiğimiz bulgular açısından önemlilik ar- zettiği kanaatine vardığımız bir sonuç elde edilmiştir. Buna bir örnek olması bakımından Malatya’nın tarihi ve doğal güzelliklerle süslü bir ilçesi olan Darende’yi örnek vermek istiyorum.
Darende’de göç denilince ilk akla gelen; dışarıdaki nüfusu altı- yüz bini aşkın Darendeli hemşehri- lerimizdir. Özellikle ticarette başarılı olan Darendelilerin Cumhuriyet tarihi içerisinde gittiği her memlekette yapmış olduğu ticari faaliyetinde başarı göstermesi, sermaye ve mal olarak ürettiği ve ortaya koyduğu hizmetlerin etrafça hüsnü kabul görmesi, Darendelilerin sanayi ve gelişmiş şehir merkezlerinde her iş sahasında kendini gösteren bir yapıda olmasını ortaya koymuştur.
Darende’de Osmanlı döneminde şehir merkezi, "Eskişehir” diye tabir olunan Zaviye mahallesindeki "Bedesten" civarındadır. Ancak ; bu ticaret ve iskan merkezi I. Dünya harbinin olduğu zamanlarda harap olmuş, yer değiştirmiştir. Bu konuda farklı rivayetler vardır. Şöyle ki; kimileri buranın bir "ibtila" tabii afet veya beddua sonucu yıkıldığını söylerken, kimileri, yağmalanan bedestenin ticari fonksiyonunu yitirdiğinden bahsetmektedir. Ayrıca, harp esnasında çoğu şehit olan ve geri dönmeyen ailelerin hanımları şehirde yaşamanın sıkıntılarından kurtulmak ve daha emin olacağı kanaatiyle yazları geçirdikleri bahçe damlarında kış hayatını da geçirmişler ve böylece Eskişehir civarı iskan hali olmaktan çıkmıştır. Yine bir başka görüş ise, yöre halkının bahçe evlerine gitme sebebini; çok sevdikleri bir paşanın şehir merkezi dışında (bahçe damlarında) zorunlu iskana tabi tutulması dolayısıyla şehir halkının bu cazibe merkezini terk edip, bahçelerinin bulunduğu kenar mahallelere yerleştikleri yönünde değerlendirmektedirler. Yukarıda saydığımız görüşlerin hangisi doğru olursa olsun, her halükârda bir göç yaşanmış ve iskan yerlerinde bir değişildik olmuştur.
Yine ülkemizin geçirdiği savaşlar ve sıkıntılı günlerden sonra gelir seviyesi düşen halk geçim temini için özellikle "çerçicilik” diye tabir ettiğimiz seyyar alış-veriş yapan esnaf olarak Çukurova Bölgesi’ne gitmişlerdir. Bunun en büyük sebebi, yazın kendi işinde çalışan Darendelilerin kış mevsiminde hava şartları daha sıcak olduğu için Çukurova Bölgesi’ni seçmişlerdir. Elinden sanat gelen, gezici berber, hallaç, yorgancı gibi sanat erbabı da Adana, Mersin, Kadirli, Kozan civarında alış-veriş ve icrayı sanat yapmışlardır. Ticari ahlak bakımından gayet doğru ve beğenilecek bir tarzda ticaretini yapan esnaflar yöre halkı tarafından benimsenmiş ve hemşehrilerimiz oralara yerleşerek, dükkan açmış, ticaret yapmışlardır.
Ekonomik açıdan gelişme gösterebilecek yerleşim yerlerine Darende’den göçlerin fazla olduğu görülmektedir. Mesela. 1938 yılında Sivas-Kangal-Divriği- Erzincan Demiryolu hattının inşaası sırasında, Kangal’a yakın olan ve çift taraflı makas merkezi durumunda bulunacak olan Çetinkaya’ya ilk yerleşen Darendelilerdir. Hem demiryolu yapımı esnasında çalışan işçilerin ve yöre halkının ihtiyaçlarına göre ticaret ve sanat hizmetleri sektöründe çalışan Darendeliler aynı zamanda Çetinkaya’da yerleşik hayatın tesisi için teşvikkar olmuşlar, buranın ticari otoritesini ellerinde tutmuşlardır. Özellikle Darende’nin Hacılar mahallesi ahalisinden göçerek oraya yerleşenler, bakkaliye, terzilik, berberlik, marangozluk gibi mesleklerle iştigal etmişlerdir. Bir kısım hemşehriler evlerini de götürerek orada iskan etmişlerdir. Bazıları ise sadece ticaret yapmak kasdıyla orada kalmış, ev halkını götürmemiştir. Bu yıllarda bakkaliye ve ayakkabı malzemesi satan Osman Hulûsi Ateş Efendi dürüstlüğü ve karakteri bakımından çok sevilmiş ve etrafça takdir edilmiştir. Bir yıl kadar orada ticaret ile meşgul olmuştur. Tekrar Darende’ye döndüğünde onun için "ticari olarak bir kazancı olmadı ama, büyük bir itibar ve saygı kazandı" denmiştir. Çetinkaya daha sonra büyük bir belde olmuştur. Halen belediye teşkilatı bulunan bir kasabadır. Burada ticarete başlayan Darendeli hemşehrilerin çoğu Sivas’a göçmüşlerdir. Halen Sivas’ta gıda sektöründe isim yapmış firmaların çoğu Darendelidir.
Darende’nin Osmanlı dönemindeki ekonomik durumuna göz atıldığında "bezzaz" diye tabir olunan manifatura işleri ve kumaş boyama işleriyle ilgilenenlerin çokluğu dikkat çeker. Bugün Türkiye ekonomisinin önde gelen tekstil firmalarının bir çoğu Darendelidir. İstanbul başta olmak üzere Adana ve havalisindeki sanayii şehirlerinde tekstil işiyle iştigal eden hemşehrilerimizin yoğunluğunu görmek mümkün. Tabii olarak birbirine yardımcı olan ve ticari açıdan yakınlarının gelişmesi için teşvik eden hemşehrilerimiz mal ve sermaye konusundaki yardımları münasebetiyle aynı hizmet sektörüne yönelmeler vardır. Mesela; A. Ulupınarlılar, tekstil, Hacılarlılar; Gıda, Günpınar-Başdirekliler Helvacılık gibi mesleklere teksif olmuştur. Ayrıca; yerleşim yerine göre aynı dalları benimseyenler de vardır. Denizli ve Uşak’a göçenler Kırtasiye, Halıcılık ve Battaniye işleri, Ankara’ya göçenler Tuhafiye, Zonguldak’taki hemşehriler hırdavatçılık gibi meslekleri benimsemişlerdir.
Sağlam temeller üzerinde yetişen toplum fertlerinin ahlaki yönden değişmedikleri bir gerçektir; buna en güzel örnek verdiğimiz kasabadır. Medreseleriyle bir zamanlar ilim merkezi olan Darende bir çok âlim ve devlet adamı yetiştirmiş, büyük velileri sinesinde saklamıştır.
Kültürel unsurlardan din, dil, edebiyat, sanat, örf-adet, gelenek- görenek gibi unsurları kendine has özellikleriyle yoğuran Darendeliler, ticaret ehli oldukları halde, yani çok çeşitli il ve ilçelerden gördükleri, duydukları olayların etkisinde kalmamış, bilakis kendi kültürünü oraya yansıtmış ve hakim kılmıştır. Kendi geleneklerine bağlı olarak yaşayan Darendelilerin kitapçılık, esansçılık gibi ticari faaliyetlerde bulunurken bir nevi bu kültürün elçiliğini de yaptıkları hakikati ortaya çıkıyor.
Sonuç itibariyle diyebiliriz ki, doğduğu, büyüdüğü topraklardan ayrı bir yerde geçimini temin eden, ticaret yapan veya hizmet sektörlerinde çalışan insanlarımız her ne kadar Darende’den göçmüş iseler de bu göç sadece ikamet planındadır. Bir çok Anadolu kasabasında olduğu gibi, kendi kültürüne, inancına bağlı, bayramında, cenazesinde bir araya gelen, kendini her toplumda kabul ettiren bir yapıya sahip "parlak gözlü, parlak zekalı insanların" arkasında Somuncu Baba ve Hulûsi Ateş Efendi gibi maneviyat ve kültür dinamiklerinin olduğu aşikardır.

1- Ahmet Akgündüz/ Said Öz- türk/Yaşar Baş, Darende Tarihi, Somuncu Baba Araştırma Kültür Merkezi yay, 1st, 2002.
2- Abdullah Saydam, Kırım ve Kajkas Göçleri (1856-1876), Türk Tarih Kurumu Yay. Ank, 1998.
3- Ertuğrul Deliktaş, Göç, Altıncı Şehir Sivas Dergisi, Yıl:l, Sayı.l, Temmuz 2001.
4- Hanifi Hoca, Darende Kazası Tarihçesi, (Osmanlıca) el yazması nüshası, Şeyhzadeoğlu Kütüphanesi, D. NO: 419.
5- Taylan Akkayatı, Göç ve Değişme, İstanbul, 1979, s . 21-22.