Makale

MEDYA ve ÇOCUK TERÖRÜ

MUSTAFA ATEŞ / Din İşleri Yüksek Kurulu Emekli Üyesi

MEDYA ve ÇOCUK TERÖRÜ

Dünyada, uyuşturucuya, alkole, fuhuş ve kumara bağlı olarak şiddet ve terör yaygınlaşıyor. Ve bunların giderek kırsal kesimlere doğru yayılmasında, yoksul varoş çocuklarının her türlü ahlâksızlığa maruz kalmasında ve bir takım hayvanı zevklerin tatmini için bu körpe vücutların malzeme olarak kullanılmasının önlenmesinde ilk sorumlu devlet ise İkincisi de medyadır. Oysa, yurdumuzda medya, pek çok olumsuz gelişmeleri teşvik ettiği halde-resmisiyle özeliyle-bir türlü eğiticilik sorumluluğu üstlenmiyor. Son yıllarda medya, artan etkinliğini, insanların, özellikle de gençlerin ve çocukların ruh sağlığını bozacak şekilde yoğunlaştırıyor. Bu yayınları temaşa eden gençlerin kişilikleri bozuluyor, ailesiyle, çevresiyle, okuluyla ve öğretmeniyle sağlıklı bir diyalog kuramıyor.
Bir milletin geleceğinin teminatı demek olan çocukların yarınlarını karartmak, onların istikbalini söndürmek ve bu körpe dimağları daha 1516 yaşlarında şiddete bulaştırmak, uyuşturucuya alıştırmak, kişiliksiz hale getirmek suretiyle suça itmek, onları bu yaşlarda şehvet panayırlarına sürmek, bu kuruluşlara belki birkaç kuruş dünyalık sağlar ama ülkeye ve insanımıza çok şey kaybettirir. Bunu göze almak için insanın sade iffetsiz olması yetmez aynı zamanda insanlık onurundan da sıyrılmış olması lazım... Çünkü insanlığın asırlardan beri üzerine titrediği ortak değerler, bazıları saygı duymasa da hepimize ait olup toplumun şuuruna emanet edilmiştir.
Tarih boyunca bütün dinler ve felsefî cereyanlar, bu ortak değerlerin korunması için köklü bir maşerî vicdan oluşturmuşlardır. Bunları tahrip etmeye kimsenin hakkı yoktur.
Tuhaftır ki günümüz insanı, çocuklarının dengeli beslenmeleri ve Fizikî güçlerinin zinde ve sağlıklı olması için elinden geleni fazlasıyla yapmak istediği halde; eğitimini, ruh sağlığını, geleceğine tesir edecek manevî donanımını, bilhassa günümüzde, hep ihmal eder olmuştur. Neticede bu çocuklar, analarının-babalarının kucaklarından koparılırcasına, uyuşturucunun, fuhşun, kumarın ve bunlarla beraber gelen terörün acımasızca kucağına atılıyor... Bu durum, sadece, çocuklarına karşı sorumluluktan kaçan ebeveynlerin halipürmelâli değil, aynı zamanda bütün ailelerin, bütün bir toplumun ve hatta dünyanın da baş meselesidir. Her evin bacasını ateş sarmıştır. Ne var ki, gelecek endişesi taşımayan bazı sorumlular, işin farkında değillerdir.
Görülüyor ki bütün ahlâkî değerler ibtizale uğramış, herşey kasıtlı olarak yozlaştırılmıştır... Yeterli dinî ve millî eğitim alamadığı için çocuk bunalıma itilmiş, fizikî bünyesinden daha nahif ve daha zayıf olan çocuk ruhu, bu acımasız dünyada çırılçıplak bırakılmıştır. O, bu yıkıcı telkin ve tesirler altında, başta Amerika olmak üzere, artık fiilen suç âleti haline gelmekte, oyuncak silahlarla yaptığı atış talimlerini şimdi arkadaş ve öğretmen katili olarak geliştirmektedir. Yarın ana-baba ve kardeş katili de olursa şaşmamak lazım... Çünkü görünen dağ kılavuz istemez. Vaktiyle vitrinlerde teşhir edilen oyuncak silahları gören bir batılı fikir adamı: “Bugün bu silahlarla oynayan çocuklarımız, yarın birbirlerini yerler" demişti ve bu bir kehânet değildi.
İnsan neslinin devamı için fıtratın bahşettiği bu tertemiz varlık, bugün insanlığın bu başdöndürücü yükselişine ve birikimine rağmen, toplumda hala, olması icab eden yerde bulunmamaktadır. Çünkü dünkü çocuklar- şimdiki büyükler-kendi çocukluklarını unutmuşlar ve çocuğun saffetini ve onun tertemiz iç dünyasını kirletecek ne kadar karanlık işler varsa-çocuğu da kendi kötü emellerine alet ederek- hepsini işlemekten ve kötü örnek olmaktan çekinmemişlerdir, çocuğu Hakkın bir vedîası (armağan) bilmek gerekirken büyükler onu ya ihmal etmişler, ya da sûistimal etmişlerdir. Her iki halde de zayi edilmiş demektir. Onun için çocuk bugün, ya bu ihmalin veya sûistimalin kurbanıdır. Ve günümüzde çocuk, ne aile içinde, ne okulda ve ne de toplum hayatında kendisini ifade etme özgürlüğüne sahip değildir. O, ya tam başı boştur ya da tam bir dayatmayla karşı karşıyadır. Her iki durum da çocuğu dengesiz kılmaktadır. Neticede bu olumsuz davranışlar karşısında ruh berraklığı kirlenmektedir.
Gerçi suçla ve suçlulukla çocuk gibi bir hilkat bedîası arasında hiçbir yakınlık yoktur. Çünkü fıtratın çocuğa verdiği masumiyyetle bunlar katiyyen bağdaşmaz. Ama günümüzün menfi cereyanları medya ve diğer kontrolsüz iletişim araçları, çocukla suçu, çocuk masumiyyetiyle suçluluğu bir çizgide buluşturma maharetini (!) başarıyla sergileyebiliyor. Dolayı- sıyle yenilen ve horlanan hep çocuk olmuştur. Kurdun kuzuyla hunharca yaptığı mücadelede kaybeden elbette kuzu olacaktır. Nitekim bugün kanlı terör eylemlerinde kurbanlık yine odur. Kimsesiz çocuklar dün kuytu mekanlarda izmarit topluyordu, bugünse bazan karanlık dehlizlerde bazan da gözler önünde uyuşturucu çekiştiriyor. Pekiyi suçlu kim!.. Bu zıkkımı elde edebilmek için de doğuştan getirdiği ne kadar değer yargıları varsa hepsini fedâ edecek ruh sefaletine sürüklenebiliyor. Çünkü artık çürümüştür. Sırf bağımlısı olduğu uyuşturucuyu bulmak, uyuşmak ve sızmak ister. Böylece kaybettiği şahsiyyetini kendi kurduğu dünyasında bir nebze olsun yaşamak ister.
Elbette çocuk bu bataklığa kendiliğinden yuvarlanmaz, onu oraya iten nedenler vardır. Ailedeki çözülmeler, yoksulluk, eğitimsizlik, din eğitim ve öğretimini okulların civarına sokmak istemiyenlerin dine, ahlâka ve bütün etik değerlere ve erdemliklere karşı takındıkları menfi tavır, dengesiz gelir dağılımı, çeşitli bahanelerle zekatını ve vergisini vermiyen varlıklılar, ne için kuruldukları ve neye hizmet ettikleri bilinmeyen sivil toplum örgütleri, hayrı dernek ve vakıflar, çar-çur edilen servetler... Ve bunları bir türlü yönlendiremiyen siyasî örgütler ve böylece toplumu ağır bedeller ödemeye mecbur ve mahkum kılanlar... Bu yozlaşmada pay sahibi değiller mi ki?
Şimdi çağımızın çocuklar için hazırladığı manzaraya bakınız: “Son on yılda yaşanan savaşlarda 40 milyonu çocuk olmak üzere 543 milyon insan, yurt içine ya da yurt dışına göç etmek zorunda kaldı. 2 milyon çocuk öldü. 5 milyon çocuk sakat kaldı. 12 milyon çocuk, evsiz-yurtsuz kaldı. 1 milyon çocuk ailesini yitirdi. 10 milyon çocuk, savaşla bağlantılı olarak psikolojik travma geçirdi. “Radikal Gazetesi 22- Şubat-1998” Adı geçen gazete, aynı sütunlarda silah üretimiyle ilgili başka karşılaştırmalar da yapıyor. Silah üretiminin kısıtlandığı takdirde İnsanî amaçlı ve bilhassa çocuklara yönelik hangi hizmetlerin gerçekleştirilebileceğine dair ilginç açıklamalar veriyor. Zengin ülkeler oturup bunların muhasebesini yapma ihtiyacını duymuyor. Çünkü ölenler, evsiz-yurtsuz kalanlar, psikolojik travmalara maruz kalanlar, daha çok fakir ülke çocuklarıdır, bunlar yaşamasalar da olur!.. Ama bir gerçek vardır ki, bu iptilalara şimdilerde zengin çocukları daha çok bulaşıyor. Çünkü onların uyuşturucuya daha çok ayıracakları zaman var, imkan ve para var!.. Ayrıca bir de cemiyete karşı ödenmemiş vazifelerin birikmiş âhı var. Onun için çocuklar konusunda bütün dünyanın bacasını ateş sarmıştır diyoruz.
Bize göre çağın insanı çocuklarının geleceğini gözardı etmemelidir. Çünkü kaçış, kurtuluş değildir. Bazı meselelere zamanında müdahale edilmezse kronikleşir ve devletlik çapta tedbir ve müdahaleleri gerektirir. Dünyanın gündeminden bugün de yarın da hiç düşmiyecek mesele budur. Ama görülüyor ki bu konu, dünyanın gündemine beklenen ağırlıkta girmiş değildir. Şu kadar okul, bu kadar öğretmen, şu kadar bütçe, bu kadar masraf... Ama gelinen nokta da bu!.. Geliniz herkes, konunun bir ucundan tutsun, ama ilkönce devletçe ve milletçe ne yapacağımıza karar verelim. Sağduyu ile hareket edersek, bunu ve milletin başka türlü problemlerini halledebileceğimize eminim... Yeter ki buna inanalım.
Dünyada bugün, kendisi için doğup kendisi için yaşadığını zanneden gafiller var. Her toplumda böyle merkezden uzak eksantirik düşüncelere kendini kaptıranlar vardır. Bizde de var. Bunların olması önemli değil. Önemli olan sağlıklı düşünenlerin konuya yaklaşım tarzlarıdır.
Şunu herkes bilmelidir ki insan, “Kökü mazide olan âtidir." İnsanlık ne bizimle başlamıştır, ne de bizimle bitecektir. Hepimiz asıl ve hepimiz furu- uz. İnsan, geçmişe dayanmadan geleceğe uzanamaz. Geçmiş yoksa gelecek te güdüktür. Mevsimlik otların bile bir kökü ve pürçeği vardır, onlarla hayat bulur, mevsimlik yaşasa da onlarla yaşar. Bugünkü yaşayan nesil, hem geçmişin, hem geleceğin habercisidir, onlar bir kültür köprüsüdür. Geçmişin mirasını geleceğe ancak bu köprüler vasıtasıyla ulaştırabiliriz. Şimdilerde ilgilenmediğimiz, uyuşturucunun kollarına terkettiğimiz bu sahipsiz çocuklar, yarın nasibleri varsa dizlerinin dibine çöküp kendilerinden bilgi isteyen yavrularına neyi ve hangi değerleri aktaracaklar!.. Bizim büyüklerimiz bizimle ilgilenmediler, ahlâkı sefalete sürüklenmemize seyirci kaldılar, elimizden tutmadılar derse sorumlular yakasını nasıl kurtaracaklar?.. Bütün bunları düşünmeden, geçmiş ve gelecek muhasebesini yapmadan yaşamak, sadece bir içgüdüdür, bir insiyaktır. Eşref-i mahlukat olarak yartılan ve Allah tarafından hilâfet ve niyabete layık görülen insan, bu sükûta izin vermemelidir. Aksi halde sırrı hilafet zayi edilmiş olur. İnsanlık bu kayıbı göze almamalıdır, çünkü alternatifi yok!..
Yanlış anlaşılmasın, biz bu konuda şunu demek istemiyoruz: Bütün milletin çocukları tek tip eğitim görsün, tek tip yetişme tarzı içinde şekillensin, kibrit çöpü gibi, toplu iğne gibi aynı tezgahtan çıksın istemiyoruz... Ama hiç olmazsa bu milletin evladının benimseyeceği bir ortak özellik olsun... Eğitimde, kültür anlayışında, ahlâk ve insanlık konusunda, millî ruh ve vatanseverlikte, üzerine titrenmesi icabeden millî ve manevi değerlerde bir asgari müştereğimiz bulunsun. Sık sık değişen yöneticilere göre millî eğitimimiz oynak merkez haline gelmesin. Bu müşterek hassasiyyet noktasının bulunması için doğudan-batıdan değişik alternatifler ileri sürenler olabilir. Saygı duyulur, yeter ki dayatma olmasın... Ama bin yıllık bir İslâmî geçmişimiz ve karılıp-katıldığımız bir medeniyetimiz ve irfanımız var. Bu anlayıştan ve düşünce tarzından herhalde vazgeçemeyiz...
Şimdi eğitim ve öğretim konusun- da-elbette çok kabiliyyetli gençlerimiz var, onlar iftihar tablomuzdur-gelinen noktanın, hüsran değilse de içaçıcı olduğunu iddia edemeyiz. Gerçi bugün zengin ülkeler de genç kuşaklarından memnun değiller, hatta onların imkanları çocuklarını âdeta suç işlemeye itiyor. Bunun baş muharrik ve müşevviki de medya kabul ediliyor. Yeni modern çağın teknolojisi kendi çocuklarını yiyor. Yeni dünya insanı, sadece üçüncü dünya ülkelerine kötü örnek olmakla kalmıyor, aynı zamanda içten içe çürüme sinyalleri veriyor.
Artık Türkiye için şu gerçeği kabullenmek zorundayız: Türk Millî Eğitim sisteminin makyaja değil, millî ve manevî hedefler istikametinde sağlıklı ve istikrarlı bir yapıya kavuşturulması lazımdır. Yarın çok geç olabilir!