Makale

HACI BEKTAŞ-I VELİ DÜŞÜNCESİNİN FELSEFİ VE TASAVVUFİ BOYUTLARI

HACI BEKTAŞ-I VELİ DÜŞÜNCESİNİN FELSEFİ VE TASAVVUFİ BOYUTLARI


Prof. Dr. Hayrani ALTINTAŞ
A.Ü. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi

Tasavvufi hayata intisap eden bir kimsenin bir gayesi vardır: Allah’la beraber olmak. Yani bütün düşüncelerin Allah’a dayanması, her niyet ve davranışının Onun emirlerine istinat etmesidir. Her an Yüce Allah’la beraber olma fikri, tasavvufî hayatın esasını teşkil etmiştir. Bu fikri, beynin ve şuurun her zerresine nakşetmek, böylece benliği bütünüyle Allah’a vermek belli bir takım biyolojik ve psikolojik uygulamaların ortaya çıkmasına sebep teşkil etmiştir.
Her an yüce Allah fikriyle beraber olmak, şüphesiz Onu (Allah’ı) tanımak ve kâinatla olan münasebetlerini bilmekle mümkün olacaktır. İşte tasavvuftaki "marifetullah" (Allah’ı tanıma ve bilme) kavramı bu düşünceden kaynaklanmaktadır. Önceleri, sadece, her varlık ve her olayda Allahu Teâla’nın kudret elini görmeyi ihtiva eden bu bilgi, daha sonraları, özellikle Muhyiddin İbn Arabi’den sonra felsefî, tam ifadesiyle metafizik bir nitelik kazanmıştır. Mamafih, ondan önce, bizzat İslâm felsefesinin önde gelen simalarının fikirleri içinde (Kindî, Farabî, İbn Sina gibi), bu husus mevcuttur. Esasen, onların felsefelerinin esasını metafizik teşkil eder. Diğer ilimler metafizik yapmak için gereklidir. Metafizik, bilindiği gibi, Aristo’nun fizikten sonra yazdığı kitaba verdiği addır. Felsefe tarihinde pek çok feylesof bu ilmin esasının metafizik olduğunu ifade etmişlerdir.
İşte, felsefe ve metafizik içinde kâinatın yaratılışı ile ilgili olarak bir düşünce vardır. Hint, Çin ve Mısır düşüncelerinden Yunan düşüncesine intikal eden bu görüşe nazaran, âlemin yaratılışında dört nesne esas kaynağı teşkil eder. Bütün varlıklar, birbirine dönüşebilen bu dört ana varlıktan meydana gelmişlerdir. Kâinatın esasını meydana getirdikleri ifade edilen bu dört varlık, toprak, su hava ve ateştir.
Bu fikir, daha sonra İslâm düşüncesine de intikal etmiştir.
Makalât adlı eserinin daha ilk bölümünde âlemin yaratılışı ile ilgili olarak verdiği bilgiler arasında felsefî açıklamalar bulunması, Hz. Adem’in yaratılışından bahsederken Allah-u Teâla’nın O’nu dört türlü nesneden yarattığını söylemesi felsefî bir kültüre sahip olduğunu, en azından felsefî tasavvuf kitaplarını okuduğu intibaını vermektedir. Esasen Makalât’taki bilgiler bu hususu kuvvetlendirmektedir.
Makalât’ın ilk bölümü şöyle başlamaktadır: "Hak sübhanehu ve tealâ Adem’i dört dürlü nesneden yaratdı...Pes imdi dört dürlü nesneden kim yaraddı. Evvel dobrakdan, ikinci sudan, üçüncü oddan (ateş), dördüncü yilden (hava) yaratdı.
Ve dahi dört güruh kim kıldı..." Bu dört kısım, tasavvuftaki şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kavramlarına tekabül ederler.
Dört nesneden yaratılan ve dört güruha ayrılan insanoğlunun, bu kısımları itibariyle kimler olduğu ve ne gibi özelliklere sahip bulunduğunun açıklanması, Hacı Bek-taş-ı Velî düşüncesinin tasavvufî boyutlarını tahlil açısından ehemmiyet arzetmektedir. Buna göre,
Dört güruhtan ilki "abidlerdir." Bunlar "şeriat" kavmidir; asılları yelden yani havadandır. Bu kimseler Kurana uyarlar ve yüce Allah’a ibadet ederler. Hacı Bektaş diliyle Makalât’tan dinleyelim: "Amma abidlerin taatlan, namaz kılmakdur ve oruç dutmakdur ve zekât vermek-dür ve hacca varmakdur ve nefir-i amm olıcak gaza eylemekdür..."
Bunlar insanların avamıdır (cahil halk kitleleridir). Birbirlerini incitir, kibir, haset ve düşmanlık hisleri içinde bulunurlar.
İkinci kısım, "şâhidler"dir. Bunların aslı ateştir ve "tarikat" kavmidirler. Bunlar gün be gün Allah’ı zikrederler havf ve reca hali içinde bulunurlar. Bu tür bir ifade ile Hacı Bektaş-ı Velî, müminin, korku ve ümit arası bir halde bulunması gerektiği şeklindeki telkin ve hali dile getirmektedir.
Üçüncü güruh "ârifler"dir. Bunların aslı da sudandır ve "marifet" kavmidirler. Suyun an ve arıtıcı olması gibi, arifler de an ve duru ve dahi arıtıcı, telkin ve tavsiyeleriyle halkı Kuran yoluna götürücü olmalıdırlar. Kendini kötülüklerden temizlemeyen başkalarını düzeltemez. Kuranı bilmeyen başkalarına İslâm’ı öğretemez.
Ariflerin taatı tefekkürdür.
Dünya ve âhiret telaşından uzaktırlar.
Dördüncü güruh ise, "muhib-ler"dir. Bunlar "hakikat" kavmi olup asılları topraktandır. Muhibler dâima teslim ve rıza hali içindedirler. Onların taatı münacattır, seyirdir ve müşahadedir.
Bunlar içinde mana ehli olmaları itibariyle en üstünleri muhiblerdir.
Hacı Bektaş-ı Velîye göre, insanın Allah’a ulaşmasının kırk yolu vardır. Bu makamlardan onu şeriat, onu tarikat, onu marifet, onu da hakikat içindedir.
Şeriatın içinde olanlar;
-İman- ilim- namaz-zekât-oruç-hac- ve gaza etmek- helâl kazanç-ribanın haram olduğuna inanmak-nikahlı yaşamak- her konuda Kuranın emrine uymak- ehl-i sünnet ve cemaattan olmak- temiz yemek ve temiz giymek- emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l- münker. (iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak)
Tarikatın içinde olanlar;
- Günahlara tövbe etmek- şükr etmek- sabretmek- namaz kılmak-şahadet getirmek- mürid olmak- mücadele etmek- müminlere hizmet etmek- Allah’tan korkmak ve Ondan ümid etmek- aşk ve şevk sahibi olmak.
Marifetin içinde olanlar;
- Edeb-korku- pehrizkârlık- sabır- kanaat- haya (utanmak)- cömert olmak- ilim sahibi olmak (okumak)- kendini bilmek (kendini bilen Rabbini bilir)- tevekkül sahibi olmak- Allah’ı Dilmek.
Hakikat makamının içinde olanlar;
-Toprak olmak- yetmiş iki milleti ayıplamamak- elinden geleni insanlardan esirgememek- yaratılmış her varlığın elinden ve dilinden emin olması- varlıkların Yaratıcısının tek olduğunu bilmek- sohbette hakikati söylemek- seyr ve sülük- sırra sahip olmak- münacaat (dua)- ve vuslat’ı bulmak (Allah’a ulaşmak)...
Bütün bu açıklamalar gösteriyor ki, Hacı Bektaş-ı Velî, mümindir, mürşiddir, dini bütün, ehl-i sünnet ve cemaata bağlı, müminlerin Kur’an-ı Kerime sıkı sıkıya bağlanmalarını isteyen bir İslâm Alimidir. Ona göre, müslümanlık ancak Kitabın emirlerini yerine getirmek ve sünnete uymakla mümkün olur.
Esasen, Makalât’ında "Pes imdi aziz-i men bu kırk makamdan birisi eksek gerekmez. Zira kim bu kırk makamdan hiç nesne eksik yok-dur"(Makalât, sade, M.E. Coşan, Ankara trz. ss. 32 vdd.) diyerek bu hususları âyetlerle delillendirir ve Kitap ve Sünnete uyduğunu gösterir.
Memleketimizin her köşesinde yatan büyük adamlar, Mevlanalar, Yunuslar, Hacı Bayram Velîler, İbrahim Hakkılar, hep Hacı Bektaş-ı Velî gibi düşünmüşler ve onun gibi yaşamışlardır. Hiç birisinin arasında bir fark yoktur. Hepsi Allah’a gerçek manada kul olmak, insanlığa hizmet etmek, sevgili Peygamberimiz aleyhisselama ümmet olma yolunda gayret sarfetmişlerdir.
Hacı Bektaş-ı Velînin müracat kaynakları hep Kuran ve Şün-net’tir. Bu sebepledir ki, "İlim üçtür. Birincisi âyat-ı beyyi-nedir; ikincisi farizadır; üçüncüsü sünnettir" (Makâlat, s. 60) diyerek bağlılığını gösterir.
Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, Hacı Bayram’ı, İbrahim Hakkı’yı ve Hacı Bektaş-ı Velîyi sevmek, onlar gibi halkı ve Hakkı sevmekle olur. Bu sevginin tek nişanesi de Kur’an’a ve Sünnete uygun yaşamaktır.
***