Makale

BİRLİK VE BERABERLİĞİMİZ

BAŞYAZI

BİRLİK VE BERABERLİĞİMİZ

Mehmet Nuri Yılmaz
Diyanet İşleri Başkanı

Ülkemiz jeo-politik yapısı itibariyle dünyanın en önemli yerleşim bölgelerinden birinde yer almaktadır.
Asya ve Avrupa kıtalarının birleştiği noktada yer alan Türkiye, iki önemli su geçidiyle Karadeniz’in Akdeniz vasıtasıyla okyanuslara çıkışını temin etmektedir. Bunun yanında sahip olduğu gerek yeraltı zenginlikleri ve gerekse tabii güzellikleriyle büyük önem kazanmakta; dört mevsimi birarada yaşama imkânı sağlayan iklimi ile de dünyanın emsalsiz köşelerinden birisi olma özelliğini muhafaza etmektedir.
Cenab-ı Hak tarafından bahşedilen bu özellikler sebebiyle bölge, Asya ve Avrupa’da etkili olmak ve nüfuz kazanmak isteyen dünya devletleri için tarih boyunca bir ilgi noktası olmuştur.
Asur, Hitit, Frig, Lidya, Urartu ve Pers devletleri ile İskender İmparatorluğu millattan önceki ikibin yıllık zaman diliminde bölgeye kısmen ya da tamamen hakim olan devletlerdir. Milattan sonraki asırlarda ise Roma, Bizans ve Sasaniler Anadolu’ya hakim olmak için sürekli mücadele vermişlerdir.
1071 yılına gelindiğinde Bizansı bozguna uğratan Alparslan Anadolu’yu milletimize ebedi vatan yapmıştır. Artık Anadolu Türk ve Müslümandır. Önce Selçuklu sonra Osmanlı, ardından da Türkiye Cumhuriyeti Türkleri bu kimliği muhafaza etmek yolunda tarih sayfalarına altın harflerle yazılacak kahramanlıklar sergileyerek, milletimizi vatan topraklarından söküp atmak isteyen dış güçlere yüzyıllar boyunca gerekli dersi vermişlerdir.
Ancak bugün belli bir devlet tarafından ülkemize ve milletimize aleni bir saldırının yokluğuna aldanarak tehlikenin geçmişte kaldığını düşünmek gaflet olacaktır.
Zira "su uyur düşman uyumaz" diyen ecdat, aslında bir realiteyi tesbit etmektedir. Gerçekten de düşman, eskisinden daha yoğun olarak ve dört bir cihetten saldırılarını devam ettirmektedir. Fakat farklı taktikle.
Savaş meydanında bizi mağlup edemeyen ve asla edemeyeceğini anlayan dış güçler, yerli işbirlikçilerini de kullanarak bizi birbirimize düşürmek suretiyle, birliğimizi bozmak ve vatanımızı parçalamak hedefine yönelmiş; "böl, parçala ve yut" taktiğini uygulamaya koymuşlardır.
Ülkemizin bir bölgesinde son on yıldır yoğunlaşan, fakat gittikçe hızını kaybeden terör olayları, bu taktiğin neticesinden başka bir şey değildir. Dış mihraklar önce bir kavram kargaşası meydana getirerek, vatandaşlarımız farklı ırk ve inancın mensubu imişler gibi bir imaj oluşturmakta ve bunu kullanarak, bin yıldır aynı topraklar üzerinde beraber yaşayan ve aynı kaderi paylaşan insanları birbirine düşürme gayreti içerisine girmektedirler.
Son yıllarda sağcı-solcu, Türk-Kürt, laik-antilaik gibi kavramlar kullanılarak meydana getirilmeye çalışılan suni ayrılıklar, düşmanın bu gayretlerinin bir sonucudur. Bu tür sun’î ayrılıkların birbiri ardınca hortlatılması ve bunun, Türkiye’nin kedisini toparlamaya başladığı, kuvvet kazandığı ve yirmibirinci yüzyıla dünyanın önde gelen ülkelerinden birisi olarak girmeye hazırlandığı bir sırada vuku bulması kesinlikle tesadüfi değildir.
Aynı şekilde son zamanlarda, Sünnîlik, Alevîlik ve Bektaşîlik kavramları da belli çevreler tarafından sıkça kullanılmakta ve sanki bir ayrılık sebebiymiş gibi takdim edilmeye çalışılarak bunların istismarı cihetine gidilmektedir.
Tarihi süreç içerisinde, daha ziyade siyasi sebeplerle ortaya çıkan bu kavramlar, değişik kültürlerin de tesiriyle zenginleşerek günümüze kadar gelmişlerdir. Bunlar, dinî ve kültürel zenginliklerimiz olup, temelde birbirinden farklı şeyler değildir. Ancak, inanca saygı, insan sevgisi ve müsamaha gözardı edilip, bu üç kavramın istismarına müsade edildiği takdirde, toplumumuzda büyük tahribatların meydana geleceği de aşikârdır.
Alevîlik, Sünnîlik ve Bektaşîliğin ne olduğunun sıhhatli bir şekilde bilinebilmesi için dergimizin bu sayısında ağırlıklı olarak bu üç kavram üzerinde durulacaktır. El ele, gönül gönüle daha huzurlu yarınlar diliyorum.