Makale

ŞEKİLCİLİKTEN ÖZE DÖNÜŞ

Doç. Dr. Mehmet DEMİRCİ

Yunus’un Diliyle;

ŞEKİLCİLİKTEN ÖZE DÖNÜŞ

İnsanoğlunun çok karmaşık bir yapısı vardır. O, hem iyiliğe hem de kötülüğe elverişli bir vasfa sahiptir. Din, insanı iyiye ve güzele çağıran ilâhî nizamdır. İslâm Dini içerisinde, hicretin ikinci asrından itibâren ortaya çıkan "Tasavvuf" hareketi, insanın yaradılışında mevcud olan bu iyi-kötü mücâdelesinden muzaffer çıkabilmek için bir takım usuller geliştirmiştir. Tasavvufun amacı, aynen dinde olduğu gibi "tevhid”dir. Bir başka söyleyişle insanın "kul", Yüce Allah’ın "Rab" olduğunu gönüllere perçinlemek, O’nun hâkimiyet ve kudretinin her yerde câri bulun-duğunu idrâk ettirerek insan yaşayışını bu anlayışa göre tanzim etmektir.

Fakat bu kolay bir iş değildir. İnsanın benliği, kibri, gururu, kısacası "nefs"i vardır. Nefis eğitilmediği takdirde, gerçek tevhide aykırı olarak, bir takım gizli İlâhlar edinmesi işten bile değildir. Mevki ve makam hırsı, zenginlik ihtirası, övülmek ve beğenilmek duygusu bu "ilâh"lardan bazıları sayılır. Bunların peşine şuursuzca takılarak esiri olan insan, zamanla gerçek ma’bûd olan Allah’la kendi arasına bir takım aşılması zor perdeler koymuş demektir. Kur’an-ı Kerim bu hususa şöyle dikkati çeken "Hevâ ve hevesini tanrı edineni gördün mü?" (Furkan 25 / 43)

İşte tasavvuf hareketi, özü itibariyle, bilhassa böyle gizli iç tehlikelere dikkati çekerek, onlara kapılmamânın yollarını öğretip uygulatmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, tasavvuf mensupları içinde, her sahada olduğu gibi, özü ve esas amacı unutarak şekilciliğe saplanıp kalanlar eksik değildir. Konu tasavvuf olunca durum daha da vahim demektir; özü bir yana bırakıp şekille yetinmek, hem büyük bir çelişkiye düşmek hem de kendini aldatmak olur.

Yunus Emre’de bu iç çelişkiye dikkati çeken bi çok ifâdeye rastlarız. Bilindiği gibi Yunus Emre, tasa vurun zuhurundan beş asır sonra hicrî VII / milâdi XIII. yüzyılda yaşamış büyük bir sûfi şairimizdir. Aradan yediyüz yıl geçmiş olmasına rağmen, söyledikleri tazelik ve güzelliğini korumaktadır. Şekil dervişlerine Yunus şöyle seslenir:

Ey bana iyi diyen adımı sûfi koyan
Aceb sûfi mi olur hırka ile tâc giyen
Başıma tâc urundum halka sûfi göründüm
Dışıma hırka giydim içim bir kuru kovan(1)
Tarihimizde olgun ve iyi bir dindar olmak amacıyla tasavvuf yoluna girene "sûfi" veya "derviş" denirdi. Her zümrede olduğu gibi, tasavvuf mensupları da kılık kıyafetleri ile ayrılırdı. Tasavvufun kesin sara olmamakla beraber, özel "hırka" ve başa giyilen, "tâc" denen başlıkla bu zümre mensupları, halk arasında tefrik edilirdi. Hatta bu türlü kılık kıyafet, halkın saygı ve sevgisine yol açardı. Ama bunlar nihayet bir şekil ve vâsıtadan ibarettir, esas olan iç olgunluğudur.
İçi bir "kuru kovan" gibi verimsiz ve boş olduktan sonra, dış görünüşün faydası olmaz. Yunus’un dediği gibi


Dervişlik dedikleri hırka ile tâc değil
Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil
Hırkanın ne suçu var sen yoluna varmazsan
Vargıl yoluna yürü er yolu kalmaç değil.

Yunus’a göre dış görünüş ve halkın aşın rağbeti, insan için bir tuzak bile olabilin

Görenler elim öper tâc ü hırkama bakar
Şöyle sanırlar beni zerrece günah etmez
Görenler sûfı sanır selâm verir utanır
Anca iş koparaydım el eriben güç yetmez.

Tasavvufta olgunlaşma ve Hakk’ı her an hatırında tutma yollarından biri de Allah’ın isimlerini anmak (zikir) ve O’nun şanının yüceliğini ifâde eden kelimeleri tekrarlamak (tesbih) tir. Ne var ki, bu işin şuurlu bir biçimde yapılması, gönlün ve bütün iç duyguların buna katılması esastır. Aksi halde kişi kendini ve çevresini aldatmaktan öte bir iş yapmamış olur. Yunus öyle diyor:
Bu dilim zikir söyler gönlüm fesat fikreyler
Git böyle mi zikreyler Hakk’ı aşk ile seven
Sûfiyim halk içinde teşbih elimden gitmez
Dilim ma’rifet söyler gönlüm hiç kabul etmez.

İnsanın içiyle dışı arasındaki bu uyumsuzluğun dini terimle ifâdesine "münafıklık" denir. Yunus ise, böyle bir durumu din değiştirmekle eşdeğerde görür.-

Dışım derviş içim boş dilim tatlı sözüm hoş
İllâ ben ettiğimi dinin değşiren etmez.

Fakat zararın neresinden dönülse kârdır. Taklitçilik ve özentiyle böyle bir şekil dervişliği veya mühtevâ-sız dindarlık tavn içinde olan insanın sığınacağı yer, yine Allah’ın nihayetsiz af ve keremidir. Yeter ki meselenin şuuruna vararak yürek yanıgıyla ve aczini itiraf ederek O’na sığınmasını bilelim. Müjdeyi yine zengin gönüllü Yunus’tan dinleyelim:

Yunus eksikliğini Allah’ına arz eyle
O’nun keremi çoktur senettiğin O etmez.

Bütün bu benzeri hikmetli şiirlerdeki hitap sâdece sûfi ve dervişlere değildir. Bu seslenişin, bilerek veya bilmeyerek, din adına şekil ve merasimlere takılıp kalan, gösterişe aldanan, bu yüzden de dinin hayat dolu özüyle bir türlü temas kuramayan müslümanlara yönelik olduğu aşikârdır.Yunus’un bu şiirlerinin şu meşhur hadisi şerifin yorumu olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz: "Şüphesiz Allah sizin şekillerinize ve mallarınıza değil, fakat kalblerinize ve amellerinize bakar."2
“TASAVVUFUN AMACI; İNSANIN "KUL", YÜCE ALLAH’IN "RAB" OLDUĞUNU GÖNÜLLERE PERÇİNLEMEK.. "NEFS"! YENEREK, MEVKİ VE MAKAM HIRSINDAN, ZENGİNLİK İHTİRASINDAN ARINDIRMAKTIR...”

1- Yunus Emreye âit şiirler Abdübâki Gölpınarlı’nın Yunus Emre ve Tasavvuf (İstanbul 1961) isimli eserinin muhtelit faydalanılmıştır.
2- Müslim, Bin, 33,34; Ibn Uâce, Zühd, bab 9; Ahmed b. Hanbel, 11,285,539


BİR SORU BİR CEVAP

Evlatlık ve evlat edinmek(*)
Kimsesiz, öksüz ve yetim çocukları alıp yetiştirmek son derece sevaplıdır.

Rasûlüllah (s.a. s) Efendimiz, iki mübarek parmağı ile işaret ederek:

"Ben ve yetime bakan kimse,, cennette şöylece beraberiz.’ buyurmuştur.

Ancak evlâtlık olarak büyütülen çocuk, büyütenlerin dinen öz çocuğu hükmünde olmadığından, kendisini evlât edinenlerin mahremi ve mirasçısı olamaz. Fakat kendisine,, hibe ve vasiyyet yolu ile istenildiği kadar-gerekirse miras olarak

(*) Din İşleri Yüksek Kurulu kararlarından