Makale

İSLAM TARİHİNİN EIV ÖNEMLİ OLAYI HİCRET

İSLAM TARİHİNİN EIV ÖNEMLİ OLAYI HİCRET

Lütfi ŞENTÜRK

Değerli mii’minler.
Bugünkü va’zımızda İslâm Tarihinin en önemli olayı olan Hicertten bahsedeceğiz.
Hicret olayını şu üç başlık altında özetlemek istiyorum:
- Hicret ve Hicreti doğuran sebepler,
- Hicretin safları,
- Hicretin sonuç ve etkileri
A) Hicret ve Hicreti Doğuran Sebepler
Hicret, Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye göç etmesidir.
Peygamberimiz Mekke’de doğmuş ve İslâmiyeti tebliğ etmek üzere burada görevlendirilmişti. Doğup büyüdüğü Mekke halkı genelde müşrikti, putlara tapıyorlardı. Halbuki ibâdet yalnız Allah’a yapılır. Çünkü yaratan O, yaşatan O, öldürecek ve sonra tekrar diriltecek olan O. Böyle olunca O’ndan başkası ibâdete müstehak değildir. Bunun için ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem’den itibaren bütün peygamberler ilk önce bir olan Allah’a inanmaya ve yalnız O’na ibadet etmeye çağırmışlardır. Peygamberimizde öyle yapmış, önce en yakın arkadaşlarına İslâmiyeti tebliğ etmiş, sonra da bunu herkese ulaşacak şeklide yaymıştı.
Peygamberimizin çağrısını duyanlar ona inanıyor ve etrafında toplanıyorlardı. Çünkü Peygamberimiz o toplumda “el-Emin- Güvenliri’” diye tanınmış, güzel ahlâkıyla herkes tarafından sevilmişti. Yalan konuşmadığı ve kimseyi aldatmadığı herkesin ortak inancı idi. Onun için de söylediği dinleniyor ve herkese güven veriyordu.
Müslümanların sayısı günden güne artıyor ve Allah’ın dini gönüllerde yer ediyordu. Ancak Mekke’de söz sahibi olan Kureyş kabilesi ileri gelenleri bundan endişe duyuyor, toplum üzerindeki etkinliklerini yitireceklerinden ve çıkarlarının sona ereceğinden korkuyorlar, bunun için bu duruma engel olmak isityorlardı. Hem Peygamberimize ve hem de ona inanlara amansız düşman kesilmişlerdi. Güçlü oldukları için müslümanlara her kötülüğü yapıyor, akıl almaz işkincelerde bulunuyor, bu dinden vaz geçmelerini işitiyorlardı.
Mekke müşriklerinin yaptıkları dayanılmaz hale gelince Peygamberimiz İslâm güneşine başka ufuklar aramayı düşündü. Hac münasebetiyle Mekke’ye gelmiş olan Yesrip (Medine)lilerden bazılarıyla Akabe denilen yerde 621 ve 622 yıllarında defa toplantı yaptı. Onlara Müslümanlığı anlattı ve Müslüman olmalarını istedi. Onlarda Müslümanlığı kabul ederek Medine’ye döndüler. Böylece İslâmiyet Medine’ye girmiş oldu. Orada da Müslümanlar çoğalmaya başladı. Peygamberimiz de Mekke’den Medine’ye göç etmek isteyenlere izin verdi ve şöyle buyurdu:
“Sizin hicret edeceğiniz yerin iki kara taşalık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi.”
Peygamberimizin bu izin ve teşviki üzerine Medine’ye hicret başladı. Kısa zamanda pek çok kimse, Hz. Ömer de dahil olmak üzere Medine’ye göç etti.
Mekke’de Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ve Mekke’de müslüman oldukları için aileleri tarafından hapsedilmiş olanlarla köme ve cariyelerden başka kimse kalmamıştı.
Hz. Ebû Bekir de hicret etmek istemiş, Peygamberimiz kendisine:
- Acele etme, bana hicret için izin verileceğini umuyorum, diyerek ona izin vermemişti.
Hz. Ebû Bekir:
- Anam babam sana fedâ olsun, gerçekten bunu umuyor musun? diye sordu.
Peygamberimiz:
- Evet umuyorum, diye cevap verdi ve Hz. Ebû Bekir buna çok sevindi.
Dârü’n-Nedve’nin Korkunç Kararı
Mekke’de müslümanlardan kimsenin kalmadığını, hepsinin Medine’ye göç ettiğini gören Mekke ileri gelenleri telâşlanmaya başladılar. Hz. Muhammed de Medine’ye hicret eder müslümanların başına geçerse kendileri için iyi olmayacağını, Şam ticaret yolu-Medine’den geçti için kapatabileceğini düşündüler. Mekke’de hemen hemen yalnız kalan Peygamberimiz için bir şeyler düşünmeli dediler. Bu amaçla Kureyş ileri gelenleri “Dârü’n- Ned- ve” denilen önemli kararların alındığı yerde toplandılar. Toplantıya başta Ebû Cehil olmak üzere, Ebû Sufyan, Ebû’l- Bahterî, Utbe b. Rabi’a, Cübeyr b. Mut’im, Nard b.Hâris, Umeyye b. Lalef, Hâkim b. Hizam... gibi Mekke ileri gelenleri katıldıla. Toplantı son derece gizlilik içire- sinde yapıldı. Toplantıda çeşitli görüşler ileri sürüldü, tartışıldı. Bir kısmı, Muhammed (s.a.s.)’i bağlayıp her tarafı kapalı bir yerde ölünceye kadar hapsedelim, dedi. Bazıları, onu bir deveye bindirip uzak yerlere sürelim, dedi. Bu görüşlerden hiçbiri kabul görmedi. Nihâyet Ebû Cehil; ” Kureyş kabilesinin bütün kollarından birer temsilci seçelim. Bunlar aynı anda Muhamed (s.a.s.)’ e husûm edip öldürsünler. Kimin vurduğu belli olmasın. Böylece kanı bütün Kureyş kabilesine dağılmış olur. Haşimîler bütün Ku- reyş kollarına karşı çıkamayacaklarından kan davasına kalkışmazlar, çaresiz diyete razı olurlar. Bu iş de böylece kapanmış olur, dedi. Ebû Celih’in bu teklifi kabul edildi. Bu işi yapacak kırk kişi seçilerek toplantıya son verildi. Bir an evvel bu kırk kişinin görevlerini yerine getirmeleri istendi.
O caniler ve beyinsizler, kendilerine doğru yolu göstermekten, dünya ve ahirette mutlu olmaları için -huzurunu kaçırırcasına - çaba harcamaktan başyka bir şey yapmayan alemlerle rahmet sevgili pegamberimizi öldürme kararını bunu kendierinden başka kimsenin bilmediğini sanıyorlardı. Halbuki yanılıyorlardı. Çünkü yerde ve göklerde olan her şeyi, hatta gözlerin hâin bakışını ve sinelerin gizlediğini bilen Allah vardı. Nitekim “Dârü’n-Nedve” de alınan kararla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:
“Hani bir vakitler kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya (Mekke’den) sürüp çıkarmak için tuzak kuruyorlardı da onlar tuzak kurarken Allah da tuzaklarını bozuyordu. Öyle ya Allah tuzakların en iyisini kurar.” (3)
Allah onların kararını Cebrâil aleyhi’s-Selâm aracılığı ile Peygamberimize bildiriyor ve Mekke’yi terkedip Medine’ye hicret etmesini emrediyordu.
Peygamberimiz bu emri alır almaz Hz. Ebû Bekir’in evine geldi. Hz. Ebû Bekir Peygamberimizin geldiğini görünce. Vallahi önemli bir olay almadıkça bu saatete, öğle vaktinde günün en sıcak saatinde evimize gelmek Peygamberimizin âdeti değildi, dedi ve heyecanla Peygamberimizi karşıladı.
Peygamberimiz:
- Yanında kim varsa dışarı çıkar, önemli bir şey görüşeceğim, buyurdu. Evde Hz. Aişe, kızkardeşi Esma öe annesi Ümmi Rumân vardı.
Hz. Ebû Bekir:
- Yabancı yok, ey Allah’ın Rasûlü, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
-Medîne’ye hcret için bana izin verildi, buyurdu. Hz. Ebû Bekir heyecanla sordu:
- Siz arkadaşlık etme şefine erecek miyim? dedi. Peygamberimiz daha önce va’dettiği gibi:
-Evet, beraber olacağız, buyurdu.
Hz. Ebû Bekir bu habere çok sevindi. Dört aydan beri bugün için beşlediği iki devesi vardı. Birisini hemen Peygamberimize teklif ette, “Şu iki deveden birini beğen al” dedi.
Pegamberimiz Hz. Ebû Bekir’i şaşırtan bir şey söyledi. Bu en samimi dostunun bile minnet yükü altında kalmak istemedii için:
- Ancak bedelini ödeyerek alabilirim, buyurdu.
Hz. Ebû Bekir:
- Aman babam size fedâ olsun, dedi ise de, Peygambi- rimiz sözünde ısrar etti. Hz. Ebû Bekir başka çaresi olmadığı için devenin belirini kabule mecbur oldu.
Değerli mü’minler, burada bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Yücü Peygamberimiz, en sevdiği dostu Hz. Ebû Bekir’in kendisi için hazırladığğı deveye ücretini ödemeden binmeyeceğini söylemesi bizim için önemli bir uyarıdır. Din uğruna dindarlık uğruna geçimini başkalarına yükleyen kimseler bunu kuyaklanna küpe etmelidirler. Dindarlıklarını başkalarına para ile satmamalıdırlar. İşte Peygamberimiz, işte Hz. Ebû Bekir.
B) Hicretin Safhaları
Hz. Aişe’ninablası Esmâ (R.A.) seyahat için gerekli hazırlığı yaşamaya başladı.
Peygamberimiz Hz. Ali’yi çağırdı ve:
- Ben Medine’ye gidiyorum, sen bu gece benim yatağımda yat, örtümü üzerine al. Sabahleyin bu emânetlemi sahiplerine ver ve sonra da hemen gel. buyurdu.
Mekke müşriklerini anlamak çok zor. Hem Peygamberimizi kendilerine düşman biliyor, hem de onu en güvenilir kişi bilerek kıymetli eşyalarını ve mücevherlerini ona emânete ediyorlardı. Kendi adamlarına güvenmiyorlardı. O yüce Peygamberde emanete verdiği önemi burada gösteriyor. Böyle hem kindisi ve hem de Müslünamlar için ölüm kalım savaşı verirken yanındaki emanetleri sahiplerine vermek için Hz. Ali’yi Mekke’de bırakıyor, yatağına yatırıyordu.
Hz. Ali, durumun vehâametini yani Peygamberimizin yatağının bir ölüm yatağı olabileceğini bildiği halde hiç tereddüt etmeden aldığı emri yerine getiriyordu.
Akşam oldu. Katiller ve Câniler evin etrafını sardılar. Peygamberimizin dışarı çıkmasını bekliyorlar, çünkü bir adamı evinin içinde öldürmek, Arapların cinayetin en çirkini sayılırdı. Bunun için katiller bu geleneğe uyarak Peygamberimizi evinde değil, dışarı çıktıktan sonra öldürmek istiyorlardı.
Peygamberimiz yerden bir avuç toprak aldı. “Yâsîn” Sûresini baş taraftan “Önlerinden bir sert ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık görmezle.” âyetine kadar okuyarak kendisini öldürmek için bekleyen silâhlı kişilerin üzerine saçtı ve gözlerinin önünde aralanndan çıkıp gitti, onu göremediler.
Evden çıkan Peygamberimiz Kâbeyi ziyaret etti ve orada şu duygu dolu sözleri söyledi:
“Ey Mekke, vallahi sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı yerisin. Bana da en sevimli yeresin. Vallahi eğer buradan çıkmaya mecbur bırakılmasayadım, çıkmazdım.”
Sevr Mağarası
Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir mekke’nin güneyinde bir buçuksaat sezafedeki Sevr Dağına vardılar. Dağa tırmanarak zirvesindeki mağaraya gizlendiler.
Değerli mü’minler, bakınız burada da Peyberimiz bize tedbir almadan Allah’a tevetkül etmenin, Allah’ın emrettiği tevekkül olmayacağını öğretiyor. Medine’ye gidecekler. Medine ise Mekke’nin Kuzeyinde bulunuyor. Ama bir tedbir olmak üzere Medine’ye ters istikamette bulunan Sevr Dağı’na geliyor ve bir tedbir olmak üzere burada saklanıyorlar. Peygamberimizin buradaki davranışları, onun Allah’a nasıl candan bağlı olduğunu gösteriyor. Öyle ise tedbir almadan tevekkül etmek dinin emrettiği tevekkül değildir.
Eli silâhlı caniler evi sarmış Peygamberimizin dışarı çıkmasını bekliyorlardı. Onlar bekleye dursunlar, Peygamberimiz evden çıkıp gitmişti.
Sabaha kadar beklediler. Dışarı çıkan olmayınca eve girdiler. Yatakta Hz. Ali’yi görünce şaşırdılar ve boşuna beklediklerini anladılar. Hz. Ali’yi alıp götürdüler ve bir süre sonra serbest bıraktılar.
Mekke müşrikleri gruplar halinde her tarafa Peygamberimizi aramaya koyuldular, bulamadılar. Bulana yüz deve vereceklerini ilân ettiler. Her tarafı arıyorlardı. Hatta bunlardan bir kısmı mağaranın ağzına kadar gelmiş, o kadar yaklaşmışlardı ki, adımlarının sesi içerden duyuluyordu. Hz. Ebû Bekir endişelenmeye başladı. Peygamberimize, kulağına eğilerek, “Düşmanlar çok yaklaştı, o kadar ki. ayaklarının dibine bir baksalar bizi görecekler.” dedi. Peygamberimiz ona cevap verdi:
“Gam yeme, Allah bizimle beraberdir.” Hatta o sırada mağaranın karşısına kadar gelenlerden biri mağaranın içine girip aramak istemiş. Umeyye b. Halef ona:
- Orada ne işin var? Aklını mı yitirdin? Baksana Muhammed doğmadan önce orada örümcekler ağ germiş, kuşlar yuva yapmış, dedi ve içeriye girmesine engel oldu.
Mağaranın ağzına örümcekler ağ germiş, bir çift güvercin yuva yapmıştı. İşte Tarih kitaplarının sözünü ettikleri mağara mûcizeleri bunlardır.
Allah bir kulunu korumak istedikten sonra onun sebeplerini de yaratır. Konu ile ilgili Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyuruluyor.
“Eğer siz ona (Allah’ın Resulüne) yardım etmezseniz (bu önemli değil); Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler onu iki kişiden biri olarak (Hz. Ebû Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı, O, arkadaşına, üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir., diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükünet sağlayan) emniyetini indirdi. Onu Sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir."
Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir Sevr Mağarasında üç gün üç gece kaldılar. Hz. Ebû Bekir’in küçük oğlu Abdullah geceleri gelir, Mekke’de olup bitenleri onlara bildirir, şafak sökerken şehre dönerdi.
Dördüncü gün olunca Kureyşin kendilerini takip etme işinin gevşediğine inanarak mağaradan çıktılar. Bir gayr-ı müslim olan ve fakat güvenilir biri olan Abdullah b. Urey- kıt’ı kendilerine yol göstermek üzere ücretli tuttular ve Medine’ye gitmek üzere çöllere daldılar.
Süraka’nın Atı Sürçüyor
Kureyş daha önce Hz. Muhammed’i ölü veya diri yakalayana yüz deve vereceğini ilân etmişti. Bu büyük bahşişi almak için kendine güvenen pek çok kimse Peygamberimizin peşine düştü. Bunlardan biri de Süraka b. Cu’şum idi. Bu mükafata aldanarak Peygamberimizin izini takip etmiş. Peygamberimiz ve arkadaşları dinlenmek üzere konduğu yere varmış, hemen atını mahmuzlayarak ilerlemiş fakat onlara yetişmeden atının ayağı sürçmüş, kendisi de yere yuvarlanmıştı. Süraka okunu alarak Arap âdetine göre falına bakmış, fal fena çıkmıştı. Ancak yüz develik mükafat gözünün önüne gelince falı unutmuş, ilerlemeye karar vermiş, bu sefer da atının ayakları kuma iyice gömülmüştü. Süraka atından inerek tekrar falına bakmış fakat fal yine fena çıkmıştı. Bundan dolayı Süraka’nın morali bozulmuş, bu işte bir fevkelâdelik olduğunu anlamıştı. Bunun üzerine Süraka Peygamberimize doğru ilerlemiş, ona Kureyş’in ettiği mükafatı haber vermiş ve kendisini affetmesi için yalvarmaya başlamıştı. Bu bir tesadüf değil, Cenâb-ı Hakk’ın Pergamberimizi koruduğunun alâmetidir. İslâmiyetin parlak geleceğini de anlamış ve peygamberimizden bir ferman verilmesini istemişti. Bu ferman da kendisine verilmişti. Süraka daha sonra Müslüman olmuştur. Süraka fermanı alınca geri dönmüş, arkadan gelen takipçileri de geri çevirmiştir.
İşte görülüyor ki, Cenâb-ı Hakk bir şeyi murad ettiği zaman onun sebebini de yaratıyor. Daha bir kaç dakika önce Peygamberimizi yakalamak için koşan Süraka şimdi buna engel oluyordu. Az önce kendisi takipçi olduğu halde şimdi takipçileri geri çeviriyordu.
Bir rivâyete göre Ebû Cehil sonraları Süraka’nın bu hareketiyle alay ederek onu ayıplamış, o da: “Eğer atımın nasıl kuma batıp saplandığını görseydin, Muhammed’in Peygamberliğini sen de tasdik eder, ona inanırdın.” demiştir.
Süraka geri döndükten sonra bu küçük kafile kızgın çöllerde yoluna devam etti.
Bu yolculuğun ne kadar güç şartlar altında yapıldığını bugün anlamak mümkün değildir. Yiyecek yok, su yok, serinleyecekleri bir gölgelik yok. Her tarafı saran alev dalgaları çölü kasıp kavuruyor. Yedi gün yedi gece bu kızgın çöllerde, vâdilere dalarak, dağlara çıkarak yürüdüler.
Mekke’den Medine’ye giderken yolda şu âyet-i kerîme nâzil oldu:
“Kur’an’ı (okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı) sana farz kılan Allah, elbette seni (Mekke’ye ) iade edecektir.”
Mekke-ı Mükerreme’ye dönüşün müjdesi de böylece verilmiş oluyordu. Peygamberinizin Medine’ye gelmekte olduğunu haber alan Medîııeliler, onu heyecanla bekliyorlardı. Medine halkı her sabah şehir dışına çıkıyor, öğleye kadar Rahmet Peygamberinin gelişini gözlüyorlardı. Sonra da üzülerek şehre geri dönüyorlardı. Bir gün halk bekledikten sonra şehre dönerken bir kalenin tepesinde duran bir Yahudi kızı uzaktan bir kafile gördü. Hemen halka haber gönderdi, “Beklediğiniz misafir geliyor” dedi Bu haber üzerine şehir baştan başa sevinç ile çalkalandı. Medîneliler bayramlıklarını giyerek ve silâhlarını kuşanarak bu aziz misafiri karşılamaya çıktılar.
Medine’ye bir saat mesafede “Kubâ” adı verilen bir yer vardı. Medînelilerin bir çok aileleri burada yaşarlardı. Gülsüm b. Hedm’iıı başkanı olduğu Anır b. Avf ailesi buranın en tanınmış sakilerindendi. Peygamberimiz buraya ulaştığı zaman bu aileler onu tekbirlerle karşıladılar. Kâinatın efendisini misafir etme şerefi onlara nasip oldu.
Peygamberimizin Mekke’den hareketinden üç gün sonra Hz. Ali de Mekke’den ayrılmış ve Kubâ’da Peygamberimize yetişerek o da bu âile tarafından misafir edilmişti. Zaten Ashâb-ı Kirâııı’dan pek çoğu bu âileniıı yanında misafir olarak bulunuyordu.
Peygamberimiz Kubâ’ya Milâdi 622 yılı 20 Eylül pazartesi günü ulaştı.
Peygamberimiz burada ilk iş olarak gülsüm b Hedm’in hurmalarını kuruttuğu yeıde bir mescid inşa etmiştir. Bu mescidin inşasında Peygamberimiz herkesle birlikte bir işçi gibi çalışmıştır İslâm’da ilk inşa edilen bu mescid hakkında Kur’an ı Keriııı’de şöyle buyurulmuştur:
“İlk günden takva üzerine kurulan mescid (Kubâ mescidi) içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah’da çok temizlendiler i sever. *’
Peygamberimiz buıada 14 güıı kaldıktan sonra bir cu ıııa günü Medine’ye haieket etti. Beııı Salim mahallesinden geçerken cuma vakti girdiği iyin burada cuma namazı Kıldı. İlk cuma namazı burada kılman namazdır. Namazdan sonra Medine’ye doğru yola çıktı. Kubâ’dan Medî- ııe’ye kadar halk yolların iki tarafına sıralanmışlardı. İçten gelen bir sevgi ile tezahürât yapıyorlardı. Medîne, böyle bir güne ilk def’a şahit olmuş oluyordu. Peygamberimiz geçerken, sağdan soldan, “Buyurun ey Allah’ın Resûlü, işte evlerimiz, işte mallarımız, işte canlarımız, emrinize amâde” diyerek davet ediyorlardı. Peygamberimiz bu samimi davetlere nezâketle karşılık veriyor, yoluna devam ediyordu.
Peygamberimiz tam şehre gireceği sırada kalabalık o deıeceyi bulmuştu ki, kadınlar damların üzerine çıkarak şarkılar söylüyorlardı. O gün hep birlikte şu şiiri söylüyorlardı:
“Dolunay Vedâ Dağının sırtlarından bize doğdu, Allah’a yalvaran bulundukça bize de şükretmek düşer. Ey bize gönderilen Peygamber sen, itaat olunan emirle geldin.”
Mini mini yavrular da şöyle diyorlardı:
“Biz Neccârzâdelerin kızlarıyız. Muhammed’in komşuluğu ne hoş komşuluktur.”
Herkes bu büyük misafiri kendi evinde ağırlamak istiyor. devesinin yularına sarılarak. "Buyurun , ey Allah’ın Resûlü” diyordu. Peygamberimiz ise gülümseyerek:
Deveyi kendi haline bırakınız, o, memurdur, diyor, onların gönüllerini hoş ediyordu.
Deve önce Beni Neccâr’dan iki yetime ait bir arsaya çöktü ve hemen kalktı. Peygamberimiz daha sonra bu arsayı satın alarak burada mescidini inşa etmiştir.
Deve ikinci def’a çöktü ve boynunu uzatarak tatlı bir şekilde bağırdı. Bunun üzerine Peygambeıimiz."İnşaallah konağımız burasıdır” diyerek devesinden indi. Burası Neccaroğullarından Halid b. Zeyd’in, yani Ebû Eyyûb el- Ensârî hazretlerinin evine en yakındı ve onun misafiri oldu.
C) Hicretin Sonuç Ve Etkileri
Hicret, İslâm tarihinin en ömenli olayıdır. İslâmiyet Mekke şehri hudutları dışına hicretle taşmış ve bu güneş dünyaya Medîne ufuklarından yayılmıştır. Kur’an-ı Kerim âyetlerinin bir kısmı Mekke’de, bazıları da Medîne ‘de nâzil olmuştur.
Bu büyük olaya ilk Müslümanlar fazlaca önem verdikleri ve diğer olaylardan daha çok anılmaya değer buldukları için Hz. Ömer’in halifeliği zamanında onu tarih başı kabul etmişlerdir.
Hicret olayının milletimiz ve ülkemiz için hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan diliyorum. Allah, milletimizi ve memleketimizi her türlü felâket ve musibetlerden muhafaza buyursun. Amîn.

1- tiuhâri, Menakıb, 45.
2- Buhâri, Menakıb, 45; İbn Hişâm, c.l,s. 480.
3- Enfâl Sûresi, 30.
4 İbn Mâce. Menâsik, 103.
5- Ievbe , 40.
6- Kasas, 85.
7 Ievbe, 108.
Temmuz ’ 9 9