Makale

KUŞAK ÇATIŞMASI 'Gençlerle barış içinde yaşamak'

KUŞAK ÇATIŞMASI

’Gençlerle barış içinde yaşamak’

İrem Koç
Maximilians University-Münih

Gençlik çok dinamik, çok değişken ve çok tartışmalı bir kavramdır. Onu hangi kritere göre tanımlamalıyız? sorusu şimdiye kadar birçok araştırmanın konusu olmuştur. Yaşa göre mi, yaşam deneyimine göre mi, kişinin kendini nasıl hissettiğine göre mi? Hepimizin malumudur ki, bazıları yaşça çok genç olmalarına rağmen hissiyatça çok yaşlı, bazıları ise bunun tam aksi hislere sahiptir.
Peki nedir, nasıl bir his veya düşüncedir bu gençlik? Bunu anladığımızda zannediyorum ki onun sorunlarını, beklentilerini ve içinden geçenleri açıklamak daha kolay olacaktır.
Herkes hayatının belli bir kesiminde gençliği yaşar, o dönemde neler hissedilir az çok bilir. Fakat çok açıktır ki bu kişisel deneyimlerden umumi anlamda bir gençlik kavramı oluşturmak hayli güçtür. Bireyci yaklaşımlar bunun böyle olduğunu söylerler her zaman. Yine de bu demek değildir ki gençliği anlamak mümkün değildir. Pek tabii ki onu da bilmenin, öğrenmenin ve anlamanın belli yolları vardır. Bunlardan bir tanesi de, belki en önemlisi o kişiyi çevresiyle bir bütün olarak ele almaktır. Bunların en başında da birincil çevre olan aile geliyor, anne, baba, kardeşler ve varsa büyükanne ve babalar. Bu yazımızda da ülkemiz gençliğini büyük ölçüde bu konular çerçevesinde ele alacağız.
Dilerseniz öncelikle, ülkemizi daha global bir perspektiften görmeye çalışalım. Dünyanın neresinde duruyoruz?
Türkiye ne tam olarak bireyci ne de tam olarak toplumcu bir ülkedir. Çiğdem Kağıtçıbaşı gibi birtakım sosyal psikologlarımız Türkiye’nin bu durumunu ’bireyci-top- lumcu’ gibi bir kavramla nitelendirmiş ve bunu da her ikisinden de öğeler içeriyor anlamında kullanmışlardır. Gerçekten de yakından incelediğimizde bunu doğrular çok örnekle karşılaşmak mümkün. Başlık parası, kan davası, beşik kertmesi, geniş aileyle beraber yaşama gibi adetlerin hala devam etmesinin yanında belli bir yaşa gelince yalnız yaşamayı tercih eden gençlerimiz, yanımızdaki dairede yaşayanları bile tanımadığımız komşuluk ilişkilerimiz ve yaşlı anne-babayı bir tarafa iten bir rahatımıza düşkünlüğümüz var ve tabii niceleri... Hal böyle olunca insan ister istemez ’nerden başlasak, nasıl anlatsak?’ diye soruyor kendisine. Doğu- batı arasındaki farkları mı, kır-kent yaşamı arasındaki farkları mı ele alsak genel çerçeve olarak?
Bilindiği gibi insanın davranışları yaşadığı ortamla etkileşim halinde ortaya çıkar, çünkü gösterdiğimiz davranışlar aynı zamanda adaptasyon sürecimizin göstergeleridir. Benzer durumlarla karşılaşınca bizler de diğerlerinden gözlediğimiz davranışları modelleriz. Küçük yaşlardayken modellerimiz aile bireyleriyken, bu zamanla mahalle arkadaşları, okul arkadaşları, iş arkadaşları şeklinde değişikliğe uğrar. Bu değişim ve etkileşimin hızı toplumdan topluma değişiklik arz eder. Bizim toplumumuzda bu değişimler çok yoğun olarak yaşanmaktadır. Özellikle kentsel bölgelerde değişim daha hızlı, bireyler dıştan gelen etkilere daha açıktır. Çünkü buralardaki bireylerin kendilerini dış etkilerden muhafaza edecek güçlü ailevi, sosyal bağlantıları yoktur. Birey de bunu bir eksiklik olarak görmeyip, bilakis sürekli değişime açık olmayı bir yaşam tarzı haline getirmiştir. Bu da beraberinde birçok sorunu ortaya çıkarmaktadır. En önemlilerinden biri olan ’kuşak çatışması’ bu tip sorunlar arasında zikredilebilir.
Kuşak çatışması, nesillerin birbirlerini anlamakta yetersiz kalması, birbirlerinden bekledikleri davranışları görememeleri ve dolayısıyla ilişkilerde yaşanan kopukluklar olarak tarif edilebilir. Peki nedir bunun sebebi?
Ben en önemli sebebi toplumca yaşadığımız bu hızlı transformasyon olarak değerlendirmekteyim. Çünkü dikkat ederseniz görece olarak değişime daha kapalı aile ve toplumlar- da bu tarz sıkıntıların daha az olduğunu görmekteyiz. Buralarda büyükler, anne ve babalar kendilerinden beklendiği üzere kendi yetişme tarzlarından yola çıkarak, o döneme kadar öğrendiklerini kendi çocuklarına transfer etmek koşuluyla hayatlarına devam edip gitmekteler.
Diğer yandan, kentlerde ise gençler dışarıdan kendilerine empoze edilen değerleri kendi aileleri içinde uygulamaya çalıştıklarında hiç beklemedikleri tepkilerle yüz yüze kalmaktalar. Çünkü onlar hiçbir zaman (birçoğu da bilinçaltı süreçlerle açıklanabilecek) kazandıkları bu değerlerin ailenin köklü değerleriyle çatışabileceği ihtimalini hesaba katamamaktalar ve önceliği kendi mutluluk, eğlence ve isteklerine vermekteler. Bu durumlarda ailelerin yapması gerekenlere gelirsek:
Birinci olarak, aileler çocuklarını, ilgi ve ihtiyaçlarını çok iyi öğrenmeye çalışmalıdır. Örneğin, çocuğunuz asi ruhlu ise onu kendi otoriteniz altına almaya çalışmak yerine onun bu asi ruhunun sebebini anlamaya, yanlışlıklarını göstermeye çalışmalısınız. Ya da çok içine kapanıksa onu sürekli konuşması, neyi neden yaptığını açıklaması için zorlayamazsınız. Bu durumda yapmanız gereken davranışlarından onu anlamaya çalışmak olmalıdır.
Daha sonrası için yapılması gereken onlarla diyaloga girmeye çalışmak olmalıdır. Fakat bunu yaparken de aile hiçbir zaman yargılayıcı, dışlayıcı, eleştirici olmadığını, bilakis onu anladığını, yardım etmek istediğini, ne yaparsa yapsın onun çocukları olduğunu ve onu koşulsuz şartsız sevdiklerini çocuğa hissettirmelidirler. Böyle bir ortam sağlandığında bile sorunların yüzde ellisi çözülmüş demektir. Çünkü çocukların ailelerinden bekledikleri en önemli iki şey; kayıtsız şartsız sevgi ve ihtiyaçlarının doğru bir şekilde anlaşılmasıdır. Bunu başaran ailelerin çocuklarıyla sorunları saman alevi gibi kısa bir süre devam edip hemen çözüme kavuşturulacaktır.
Ve son olarak da yapılması gereken, çocuk ve ebeveynlerin ortak çözüm bulmalarıdır. Nihayetinde bu sorun her iki tarafı da ilgilendirdiğinden, her iki tarafın söz hakkı olmalı ve alınacak kararları da herkesin onaylaması gerekmektedir. Kesinlikle çocuğun üzüleceğini bile bile bir karar uygulamaya sokulmamalıdır. Yoksa sonuç bir hüsran olabilir.
Bu mesele burada kısaca özetlendiği gibi basit bir mesele değildir. Çok dikkatli ve titiz bir çalışmayı gerektirir nice değerli sanat eserlerinin ortaya çıkarılma süreci gibi. Burada da ortaya çıkacak eserin anne-babasına saygılı, toplumun değerlerine bağlı, örnek bir insan olacağını düşünürsek, verilecek bunca emeğin fazlasıyla değer olacağı kanaatini taşıyorum.
Sağlıklı bir toplum için herkes payına düşen görevi hakkıyla yerine getirmelidir. ’Kuşak çatışması yaşayan aileler: Şimdi sıra sizde!’