İstanbul’un Fethinin 515 inci Yılı Dolayısiyle İslâm Büyüklerinden
AKŞEMSEDDÎN (ŞEYH MEHMET)
(1390 — 1459)
Veli ERTAN
Akşemseddîn, XV, yüzyılın değerli mutasavvıflarından ve Fâtih devrinin büyük velîlerinden biridir. Zekâsiyle tanınmış, irfan sahibi olup ilmiyle âmil, fazlıyla kâmil mütefekkir bir zâttır.
Asıl adı Şemseddîn Mehmet’dir. Şekaayık-i Nu’mâniye Tercümesi’nin vermiş olduğu bilgiye göre Şam (Dımışk) da, diğer bir rivâyete göre de Osmancık’ta dünyâya gelmiştir. Şerefeddîn Hamza adında bir zâtın oğludur. Şeyh Şehabeddîn Sühreverdî’nin neslindendir. Nesep bakımından Birinci Halîfe Hz. Ebû Bekir’de müntehi olmaktadır. Annesi de Hüsâmeddîn Hüseyin Efendi’ nin yazdığı Amasya adlı târihî eserinde, Osmancıklıdır. Lâkabı da Akşeyh’dir,
Târihî kaynaklara göre, Akşemseddîn babasıyla birlikte Anadolu’ya gelmiş, ilk tahsilini Osmancık kasabasında ve Amasya’da yapmış ve gene Osmancık’ta müderris olarak kalmıştır. Zamanının tıb ilmini de öğrenmiş ve hattâ meşhur Halil Paşa’nın oğlu Kazasker Süleyman Çelebi’nin hastalığını teşhîs etmiş ve tedâvîsini yapmıştır.
Akşemseddîn bilhassa sârî hastalıklar üzerinde meşgul olmuş ve araştırmalarının sonunda Hayât-ı Hayrâniye adlı eserini yazmıştır.
Hastalıkların insandan insana bulaşmak sûretiyle geçtiğini, bu hastalıkları meydana getiren mikropların gözle görülmesi mümkün olmıyan küçük canlı tohumlar olduğunu, bu eserinde belirtmek sûretiyle tıp âleminde ilk defa mikrobu bulmuştur.
Akşemseddîn zamanının “Lokman”ı diye tanınırdı. Yürüdükleri yerlerde nebatların kendisine “Ben filân hastalığa devayım” diye haber verdiği nâs arasında söylenirdi.
Zâhirİ ilimlere vâkıf bulunan Akşemseddin bâtmî ilimlere karşı da temâyül göstermiştir. İşte bu sırada halk arasında iştihar etmiş iki şeyh vardı. Biri Hacı Bayram Velî, diğeri de Halep’de Şeyh Zeyneddîn Ebû Bekir el-Hafiy idi.
Akşemseddîn bu iki velîden ikincisini tercih etmiş ve ona intisâb etmek üzere Haleb’e gitmişti. Görmüş olduğu bir rüyasında boynunda bir zincirin bulunduğunu ve bu zincirin de ucunun Hacı Bayram Velî’nin elinde olduğunu müşâhede etmişti. Uyandığı zaman bu rüyâ üzerine Osmancık’a dönmüş, sonra da Ankara’ya gelmiş, Hacı Bayram Velî’yi ve müridlerini Ankara civârında imece ile burçak toplarken görmüştü. Fakat Şeyh kendisine iltifatta bulunmamıştı. O da müridlerin arasına katılarak çalışmaya başlamıştı. Yemek zamânı gelmişti. Bölük bölük yemekler herkese dağıtılmış, hattâ civar köyün köpeklerine bile yemek verilmişti.
Akşemseddîn’in karnı aç olmasına rağmen yemeğe davet olunmamıştı. Nihâyet teklifsiz olarak köpeklere dökülen yemeğin yanına gitmiş ve orada oturmuştu. Bunu gören Şeyh:
“Hey köse, beri gel, bizi artık anladın" demiş ve onu sofrasına götürmüştü.
Akşemseddîn, Şeyh’in irşad ve delâletiyle derûnunu tasfiye etmiş, âlî dereceleri kazanmış ve İlmî mertebesi o derece artmış ve Hacı Bayram Velî’nin müridi olmuştu. Aradan az bir zaman geçmesine rağmen Halifeliği de ihraz etmiştir. Bir müddet Beypazarı’nda ve İskilip’de oturduktan sonra Bolu’ya bağlı Göynük kasabasına gelmiş ve orada tedris ve irşâda başlamıştı.
İkinci Murad zamanında Edirne’de yanında misafir bulundurduğu Hacı Bayram Velî ile aralarında şöyle bir konuşma olmuştur.
Padişah İkinci Murad, Hacı Bayram Veli’ye hitaben:
— “Şeyhim İstanbul’u almak emelindeyim. Ceddim Beyazıd Hân ile amucam Mûsâ Çelebi ve ben de iki defa İstanbul’u feth etmek için muhasaraya giriştim. Fakat arzumuza ulaşamadık. Gönül buyurun da bu şehri alayım.” demiş. Bunun üzerine Hacı Bayram Velî de, Pâdişâh’a:
— “Hayır, bu şehri sen alamıyacaksın. Ancak beşikteki Şehzâdenizle bizim Köse Akşemseddîn alacaktır.” diye mukabelede bulunmuştur.
İşte 29 Mayıs 1453 tarihi bu sözlerin hakîkat olduğunu isbât etmiştir.
Emevî saltanatım kuran Muâviye zamânında İstanbul’un fethi için gönderilmiş olan orduda Resulü Ekrem’in Sahabelerinden Ebû Eyyûb Hâlid bin Rebîa el-Ensârî (Eîyüb Sultan) vardı. Yaşlı olması hasebiyle burada vefât etmiş ve oracıkta gömülmüştü. İslâm Ordusunun Şam’a dönmesinden sonra cesedinin bir tehlikeye mâruz kalmaması için defnedildiği yer dümdüz edilmişti. Aradan 784 sene geçmişti. Yıl 1453’tü.
Osmanlı Pâdişâhı İkinci Mehmet Hân İstanbul’u feth etmek için hazırlığa girişmişti. İşte bu sırada Padişah İstanbul’un alınması husûsunda askerlerini mânevî yönden takviye, onları teşçî, teşvik ve irşâd maksadiyle Akşemseddîn’i ve arkadaşı Akbıyık Abdullâh’ı nezdine dâvet etmiştir.
Sene 1453 Nisan ayı. Pâdişâh İkinci Mehmed’in ordusu ve topçusu İstanbul önlerine gelmiş, gerekli tedbir ve tertibat alınmıştı. Pâdişâh beraberinde getirdiği hocası Akşemseddîn’e Hâlid bin Rebîa el-Ehsârî’nin kabrini keşfetmesi husûsunda ricada bulunmuştu. Ertesi gün Akşemseddîn Hz. Eyyûb-i Ensârî’nin kabr-i şeriflerinin yerini tâyin etmiş, bu yer iki kulaç kadar hafredilmiş, üzerinde “Hazâ kabr-i Eyyûb” ibâresi yazılı taş zuhûr etmiştir. Bu suretle 784 sene sonra büyük Sahâbenin mezarını keşfetmekle İslâm âleminde şöhret sahibi olmuştur.
1453 Mayısının 20’unda İstanbul’un fethinden sonra bir hâtıra olmak üzere Fâtih, Eyyûb Ensârî’nin bulunduğu civarda Eyüb Sultan nâmıyla, bir cami inşâ ettirmiştir.
Artık İstanbul Tiirklerin eline geçmişti. Fâtih Sah günü Öğleye doğru muazzam bir alayla şehre girmişti. Derhal yanlarında asrının birer allâme-i fendi olan zatlarla Ayasofya mabedine gitmişlerdi. Bu zatlardan en mühimi İstanbul’un mânevi fatihi Akşemseddîn idi. Mâbed gezildikten sonra Ezân-ı Muhammedi okutulmuş, mâbed içinde bulunan haçların hepsi dışarı çıkarılmış, dînî tasvirler de yerinden kaldırılmıştı. Biraz sonra Şeyh Akşemseddîn Patriğe mahsus olan kürsüye çıkarak Cihâdın faziletleri ve Kostantaniyye’nin fethi hakkında Peygamberimiz’in Hadis-i Şerifini okumuş ve buna dâir gâyet beliğ bir nutuk îrâk etmiştir.
Akşemseddîn bir müddet İstanbul’da kaldıktan sonra arkadaşı Akbıyık Abdullâh’ın Bursa’ya gitmesini müteakip kendisi de Göynük kasabasına dönmüştü. Orada ancak bir sene hayatta kaldıktan sonra yâni (Kâşif-i Esrâr) ve (Mürşid-i Târih) terkiplerinin delâleti olan 863 Hicrî târihinde Rebîülevvel ayında ve Milâdî 1459 (Ocak) sonunda orada vefat etmiştir. Cenazesi şimdiki mâlûm olan yere defnedilmiştir. Bitişiğindeki câmi de Akşemseddîn Câmi’i adıyla mâruftur.
Akşemseddîn’in Sâdullah, Fazlullâh, Emrullâh ve Hamîdullâh adında dört oğlu vardı. En küçüğü olan Hamîdullâh Efendi ilim ve şiirleriyle edebiyat târihimizde temayüz etmiş bir şahsiyettir.
Bursalı Mehmet Tâhir Efendi’nin “Osmanlı Müellifleri” nâmındaki eserinde Akşemseddîn için yazılmış bir kıt’a şöyledir:
Karagün dostu imiş, Fâtih’in Akşemseddîn
Ki yüzünden lemeân etti anın feth-i mübîn.
Nusretı çeşm-i hakikatle görüp verdi haber
Böyle her kârı uzaktan görür erbâb-ı yakin.
Akşemseddîn’in eserleri şunlardır:
1 — Risâletü’n-Nûriye
2 — Hall-i Müşkilât (Tasavvufa dâir)
3 — Maddetü’l-Hayat (Tıbba âit bir eserdir).
Bir de Makâmât-ı Evliyâ isminde bir eser-i ârifâneleri olduğu Şekaik-i Nu’mâniye Tercümesinde yazılmıştır. Şiirleri de vardır.
Me’hazlar :
1 — Semerâtü’l-Fuad: Sarı Abdullah Efendi.
2 — Nefahatü’l-Üns: Molla Cami.
3 — Kamûsü’l-A’lâm: Şemseddin-i Sâmi.
4 — Osmanlı Müellifleri: Bursalı Mehmet Tâhir.
5 — Türk Ansiklopedisi: Maarif Vekâleti.
6 — Sahâif-i Muzafferiyât-i Osmâniye; Ahmet Refik, İstanbul 1325.
7 — Amasya Târihi: Hüseyin Hüsâmeddin.
8 — Millî Mecmua: Sayı 14-15, Mayıs 1340.
9 — Eş-Şafcaaika’n-Nu’mâniyye fî alemâl’d-Devleti’l-Osmânîyye, El-Mevlâ Muhammed bin Hamsa eş-Şehîr Akşemseddîn.
10 — El-Ahilü’l-Osmâni Eba’l-Feth es-Sultân Muhammedi’s-Sâııi, Fâtihul-Kostantiniyye ve hayâtuhi’l-adliyye, te’lif: Ali Himmet Berki el-Akseki.