Makale

SÜREKLİ BARIŞA DOĞRU

SÜREKLİ BARIŞA DOĞRU

Yazan:

Seyyid Nesaruddin HUSEYN

(Dakka-Doğu Pakistan)

Çevirenler:

Dr. M. Esad KILIÇER

Mustafa YAZGAN

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlarım.

Kader önceden ta’yîn edilmiştir... Tâlihimizde ne yazılı olduğunu bil­mediğimize göre, yapmamız gereken şey, Allâh’ın rızâsına uygun olarak iki cihanda selâmet ve saadeti kazanmak için bilinçle çaba göstermektir.

DİN HAKKINDA:

İnsanlık bugün, meselâ sulh problemi gibi büyük bir davâ ile karşı karşıyadır. Ahlâk ve mâneviyyât kayıtlarından sıyrılmış, maddî refah uğrunda delice ısrâr; durumu, iyileştirmek şöyle dursun, büsbütün kötü­leştiriyor. İnsanlık tarihinde ihtimal ki hiçbir zaman, gâile ve endişeler, korkular, telâşlar ve bu kadar şiddetli bir bozulma bugün olduğu ölçüde yaygınlaşmamıştı. Dinden ayrılma, paraya ve kuvvete düşkünlük hayatı­mızı kemirmektedir. Din, bizim bütün hastalıklarımızın yegâne devasıdır.

İnsanlık, ruh ve madde olmak üzere iki esastan ibârettir. Ruh ölmez, dâima yaşar ve ebedîdir. Fakat d İn, maddeye daha az kıymet vermiş de değildir. Dünyevî hayat konusunda, madde nasibini tam olarak almalı­dır. Çeşitli çağlarda, çeşitli kavimlere gönderilen Resûller ve Nebiler in­sanlığı daha iyi bir hayâta ulaştırmak için gelmişlerdir. Allâh’ın varlığı, âhiret ve ruhûn ebedî olduğu inancını, çeşitli milletlerde ve farklı devir­lerdeki Peygamberler, yalnızca değişik yollarda ele almışlardır. Modem ilim, kâinatta hiçbir şeyin yok edilemiyeceğini; sadece şekil değiştirebi­leceğini açıklamış bulunmaktadır.

Bütün dinler, güzel fiillere eşit değer vermişler ve zararlı işleri de yasaklamışlardır. Zevk, dinde memnû bir meyve değildir. Kur’ân-ı Ke­rîm’de: “Allah gökleri ve yeri, insanların onlardan faydalanabilecekleri en uygun bir şekilde yaratmıştır.” buyurulmaktadır. Bu şekilde belirti­len hayâtın, halde ve istikbâldeki bütün letâfeti insanlık için bahşedilmiş İlâhî nimetlerdir. Din Kitaplar ve Peygamberler yolu ile zaman zaman bu nimetlerden istifâdenin nezih ve doğru bir şekilde nasıl olacağını gös­termiştir.

Allâh’ın irâdesi, eğer İnsanı bir robot gibi hareket etmesi yolunda olsa idi, belki melekleri yaratmış olmakla yetinir ve insanları yaratmaz­dı. Belki, Allâh’ın insanı yaratmasındaki hikmeti, beşerin kendi emir­lerine içinden gelerek itaatini arzû etmiş olmasıdır. Dînin bir kısım öğ­retileri kompleks ve güç anlaşılır mâhiyettedir. Fakat gerçek bir mü’min bütün problemlerinin çözümünün, kendi nefsini temizlemekte olduğunu bilir. Bir kimse, ilâhî vasıfları kendi nefsinde ne kadar çok toplarsa, ken­di problemlerine o nisbette doğru cevaplar elde edecektir. Hadîste buyu­ruluyor ki: “Bu dünyâ âhiret için bir ekim yeridir” Bu dünyada ilâhî va­sıfları kendi nefsinde toplayacak olan kimse, âhirette mükâfâtını alacak­tır. Başka bir deyimle, nasıl dünya hayâtında çalışkan ve başarılı bir talebe yüksek bir mevkî elde ediyor ve bir başkası çalışmadığı için ha­yâtı boyunca sıkıntılara uğruyorsa, bu ilâhî sıfatları elde edemiyen kim­se ölümünden sonra cezâsını görecektir.

Nihâyet bu hayatta yüksek bir idealle Allah’ın irâdesine tam teslimiyyet, âhirete inanmak ve bütün iyi amelleri işlemek, dünyada refah, saâdet ve sulha ulaşmanın esas icaplarıdır.

İSLÂM HAKKINDA

Kur’ân-ı Kerîm’de Allah buyuruyor ki, “Bugün size Dininizi tamamladım”, Hz. Peygamber de bir hadîsinde; “Benden sonra peygamber gel­meyecektir.” buyurmuşlardır. Bu gösteriyor ki, Hz. Muhammed (S.A.S.)in zamanında İslâmiyet kemâline ulaşmış ve İnsanlığın mükemmel dîni olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîslerde, yapılması ve terkedilmesi ge­rekli olan şeylerin neler olduğu belirli şekilde açıklanmıştır. Günde (as­garî) kaç kerre Allah’a ibadet edileceği, yılda (asgarî) kaç gün oruç tutulacağı, sadakayı kimlerin vereceği, bir kimsenin büyüklerine, kü­çüklerine ve akrabâlarına karşı nasıl davranacağı, Ölen bir şahsın mallarının vârisleri arasında ne şekilde dağıtılacağı vs. bunlardan başlıcalarıdır. Özet olarak, bir kimsenin hayâtın her safhasında hareketlerini nasıl düzenleyeceği tafsilâtlı olarak bu kutsal kitaplarda belirtilmiştir. Tabii bu daha önceki Peygamberlerin ve onlara gelen vahiylerin kıyme­tinin düşürüldüğü anlamına gelmez. İslâmiyet; değişik zamanlarda çe­şitli milletleri mânen bir araya getirme şuûrunu, tekâmüle elverişli bir metodla devam ettirmek sûretiyle mükemmeliyete ulaştı. Kur’an-ı Kerîm’de bütün resûl ve nebilere ve onlara gönderilen vahiylere îmân edil­mesi emredilmiştir. İslâmlık meşrû zevkleri tervîc eder ve İslâm’ın kut­sal kitaptan bu zevklerin nasıl sağlanacağı konusunda yol gösterir. Sefâlet ve düşkünlük İslâmiyette hor görülmüştür. Tenbelliğin paravanası olan kadercilik de aynı şekilde mütâlâa edilmektedir...

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmuştur : “Bir toplum kendi duru­munu değiştirmediği sürece Allah da onların hallerini değiştirmez.” Hz. Peygamber de: “Allâh’a tevekkül et, ama yine de deveni bağla” bu­yurmuştur. Yine Hz. Peygamber “Sefalet bir kimseyi kötü yola götürür” buyurmuştur. Böylece sulh, ilerleme ve refâhı elde etmek amacı ile bir kimse Allâh’a güvenmeli, lâfız ve ruhta Kur’ân-ı Kerîm ve sünnetteki emirleri izleyerek elinden gelen gayreti göstermelidir.

(devam edecek)