Makale

HAZRET-İ ALİ (RA.) NlN BİR HUTBESİ

Bir Hutbe Örneği:

HAZRET-İ ALİ (RA.) NlN BİR HUTBESİ

Süleyman ATEŞ

Aziz Kardeşlerim,

Bugün sizlere Hz. Peygamberin ilim kapısı diye vasıflandırdığı Hz. Ali’nin bir hutbesini sunacağım. Hz. Ali diyor ki:

“Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamdeder, O’ndan yardım isterim. O’na inanır, O’na güvenirim. Allah’tan başka tanrı olmadığına, Muhammed’in, O’nun kulu ve elçisi bulunduğuna şehâdet ederim. Sizi hastalık­tan kurtarmak ve gafletten uyandırmak için tanrı, Muhammed’i hida­yetle ve gerçek din ile gönderdi.

“Biliniz ki, bir gün ölecek, öldükten sonra tekrar dirileceksiniz. Allah huzurunda durup amellerinizden hesap verecek ve yaptıklarınıza göre cezâ veya mükâfat göreceksiniz.

“Dünya sizi aldatmasın. Dünya belâ ile süslenmiş, zeval ile tanın­mış, zulmü ile vasıflanmış bir evdir, içinde bulunanların hepsi yokluğa mahkûmdur. Dünya, ehli arasında çekişme ve öğünme konusu olmak­tadır. Bir halde durmaz. Gelen misafiri, şerrinden emin olmaz. Dünya halkı kâh genişlik ve sevinç, kâh belâ ve gurur içerisindedir. Değişik haller, dönüp dolaşan zamanlar. Burada yaşamak, buna gönül vermek kötü, bolluğu ve serveti de devamsızdır. Dünya, içinde oturanları, oklariyle birtakım hedeflere atmaktadır. Herkes ondan mukadder olan na­sibini alacak ve en sonunda ölümün tadını tadacaktır.

“Ey Allâh’ın kulları, biliniz ki siz, iğinde bulunduğunuz göz kamaş­tırıcı âlemde sizden önceki insanların yolundasınız. Onlar sizden daha uzun ömürlü kimselerdi. Sizden daha ma’mûr beldelere sahip idiler. Ama buradan göçüp gittikten sonra vücutları çürüdü; yurtları ıssız kaldı. Muhkem yapılı köşkleri, rahat yastıkları harabede topraktan yapılan kabirlerdeki taşlar ve topraklarla değiştirdiler.

“Kabirler birbirlerine yakın. Fakat sâkinleri bir ma’mûrenin yalnız kalan halkı ile bir mahallenin durmadan didinen ehli arasında garip­tirler. Artık onlar i’mar ile uğraşmıyorlar. Yakın komşu olmalarına rağmen komşuların ve kardeşlerin birbirlerine gidiş gelişleri gibi ara­larında bir münâsebet yoktur. Nasıl gidip gelebilirler ki, mahviyyet on­ları göğsünde öğütmüş, etraflarını taş toprak bürümüştür.

“Rahat ve sürür içerisinde yaşadıktan sonra ölüp parça parça ol­dular. Dostları onlara acıdı. Götürüp toprağa koydular. Ve onlar, bir daha dönmemek üzere gittiler. Heyhat! Bu bir kelimedir ki, söyliyeni Allah’tır. Tekrar dirilecekleri güne kadar aralarında bir berzah (bir mâni, perde) vardır.

“Farzedin ki, siz de onlar gibi mahvoldunuz, o gidilecek yerde yal­nız kaldınız. Kabrin, sizi içine aldığını düşününüz.”

“Ve nihayet işlerin sona erip kabirlerin açıldığı, göğüslerde gizli kalan sıraların dışarıya döküldüğü, Yüce Allah’ın önünde hesap vermek üzere duracağınız zamanı tasavvur ediniz. O zaman hâliniz nice olur? Geçmiş günahlardan ötürü kalbler titrer, perdeler kalkar, örtüler kalkar, bütün ayıplarınız, sırlarınız meydana çıkar. Cenâb-ı Mevlâ: “Orada her nefis kazandığı şeyle cezalandırılır” buyuruyor ve diyor ki: “Kötülük yapanları, yaptıklarıyla, iyilik yapanları da iyilikle cezalandırsın (diye o günü getirecektir).” “Kitap önlerine konulur. Suçlular, onda olan (gü­nahlarına) ürpererek bakarlar ve derler ki : “Yazık bize, bu kitaba da ne oluyor ki, ne küçük ne büyük hiçbir şey bırakmamış hepsini saymış dökmüş?” Yaptıklarını hazır bulurlar. Rabbın hiç kimseye zulmetmez.”

“Allah, bizi ve sizi kitabiyle amel eden, velîlerine uyan kimseler eylesin! Keremiyle bizi asıl durağımız olan Cennete soksun! O, temcîd ve tebcîle lâyıktır.”