Makale

BAŞKANLIĞIMIZ, T.R.T. ye BİR UYARMADA BULUNDU

BAŞKANLIĞIMIZ, T.R.T. ye BİR UYARMADA BULUNDU

T. C.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

Olgunlaştırma Müdürlüğü

Sayı: 20084 25 Nisan 1966

TRT Genel Müdürlüğüne

İzmir’den Hüseyin Dinmez’in Sayın Cumhurbaşkanı’na ve Başba­kanlığımıza çektiği telgırafların birer sureti ilişiktir.

Bu telgırafların tetkikinden de anlaşılacağı üzere Radyolarınızın neşriyatından Müslüman Türk dinliyenleri hiç de memnun değildir. Hü­seyin Dinmez’in 300 imza adına telgraf çekmiş olması küçümsenmemeli­dir. Medenî cesâret gösterebilen bu 300 kişi hakikatte 30 milyon Müslü­man Türk efkâr-ı umûmiyesinin hissiyâtını aksettirmektedir.

Kanâatimiz odur ki, bir milletin radyosunun neşriyâtı, o milletin Dinî-Milli hissiyâtı, istikaametinde olmalı ve aslâ bu hissiyâtı rencide eder mahiyette olmamalıdır. Aksi halde hissiyâtı incinen, zedelenen halk kitleleri, radyolarının düğmelerini çevirmek veya yabancı radyola­rı dinlemek zorunda kalırlar. Hele bu dinlenen radyolar “Bizim Radyo” gibi kızılların organı olursa, bunun vebali tamamen Genel Müdürlüğü­nüze râcî olur.

Şunu iyi bilmek lâzımdır ki, nehir hiç bir zaman ters istikamette akıtılmaz. Türk Milleti târihin en eski, âsil bir milletidir. Ve Dünya’ya medeniyeti yaymıştır. Bu asîl milletin târîhde evvelki karanlık devirlerindenberi tâkib edegeldiği bir mecrâ vardır. Bu mecrâda dâimî akl-ı selimin ışığı altında akagelmiş olan milletimiz hep ilerlemiş, yine bu akl-ı seliminin îcâbı olarak, hiç bir zor karşısında kalmadan kabul et­tiği İslâm Dîni’nin umde ve prensiblerine gösterdiği sadâkat ve bağlılık yüzünden, ilerlemesi ve gelişmesi büyük bir sür’at kazanmıştır. Fakat ne çâre ki, bu büyük ve sür’atli ilerlemeden kuşkulanan Yahûdilik ve Hıristiyanlık dünyası çeşitli yollarla önüne engeller, barajlar koymak, bu necib milletin ferdlerini birbirine düşürmek suretiyle ilerlemesini durdurmaya, maalesef muvaffak olmuştur. Devlet idâresindeki aksak­lıklar, bozukluklar, tâlim ve terbiyedeki kifayetsizlikler bunun neticesi olduğu gibi, din ile zerre kadar ilgisi bulunmayan, fakat dinî birer inanç mâhiyetini almış bulunan hurafeler ve bâtıl inanışlar da hep bunun ne­ticesidir.

Hıristiyanlık dünyâsındaki İlim-din münâzaaları İslâm dünyâsında yoktur ve olmaz da.... Zîrâ İslâm Dîni ilmin karşısında değil, yanındadır ve daimâ ilmi teşvik eder, destekler. Yakın mâzîdeki tektük uygunsuz hareketler, yukarıda zikrettiğimiz sebepten ileri gelme bir cehaletin eserinden başka değildir.

Şu halde İslâm dünyâsını geri bırakan âmil İslâm Dîni değildir ve olmamıştır. Fakat tahsillerini yabancı diyarlarda yapan münevverleri­mizin, din denilince akıllarına, adına bu gün Hıristiyanlık denilen ve Hz. İsâ’nın getirdikleriyle en küçük bir münâsebeti dahi olmayan din gel­mekte, kendi dinleri hakkında üstünkörü de olsa bir bilgiye sahip bu­lunmadıkları cihetle Müslümanlığı da Hıristiyanlık gibi bir din zannet­mektedirler. Halbuki, biraz önce ve evvelce gönderdiğimiz yazıda da be­lirttiğimiz gibi İslâm Dîni insanlığın fıtrî, tabîi dînidir. İnsanı insan ola­rak ele alır ve insanın gerek rûhânî, gerek nefsânî hiç bir arzusuna gem vurmaz; ancak bu arzularının meşrû yollarla, insana lâzım olduğu ka­dar tatminini ister ve bunun yollarını gösterir.

O halde ilerlemek ve “Muâsır medeniyet seviyesinin üstüne çık­mak” azminde olan milletimize bu yolda en büyük destek olacak bir müesseseyi kötü göstererek yıkmak değil, onu gerçek veçhesiyle halka ta­nıtmak, bu ilerlemede en büyük yükü omuzlarına almış olanların bu yoldaki bilgi noksanlarını tamamlamak ve ondan faydalanmalarına im­kân hazırlamak akl-ı selimin bir icâbıdır.

Soruyoruz;

— İlim adamları hayvanlar ve nebatlar üzerinde incelemeler yap­mak istediler de İslâm Dîni buna manî mi oldu?

— İlim adamları fizik ve kimya sâhalarında çalışmalar yapmak, tahliller ve terkiplerde bulunmak üzere laboratuvarlar kurmak istedi­ler de İslâm Dînî buna mânî mi oldu?

— İlim adamları Astronomik çalışmalar yapmak, keşiflerde bulunmak üzere göklere füzeler göndermek istediler de İslâm Dîni buna mânî mi oldu?

— Tabibler, Veterinerler daha iyi tedavi çâreleri aramak ve sebebi henüz meçhul bulunan hastalıkların mâhiyetlerini araştırmak üzere araştırma ve incelemelere giriştiler de İslâm Dîni onlara yardımcı mı olmadı?

— İnsanlığın refahı, saadeti için mütefekkirler, fî sebîlillah çalışmalara kendilerini vakfettiler de İslâm Dîni “Hayır olmaz” mı dedi?

— Farz-ı muhal, İslâm Dîninin de Hıristiyanlık adını taşıyan din gibi ilme ve ilim adamlarına, mütefekkirlere cephe aldığını bir an için kabul edelim. Hıristiyanlık bugün İlmî çalışmalara engel olmadığına gö­re, mütefekkirlerimizin, ilim adamlarımızın şahsî menfaat kaygusundan uzak, sırf millet ve memleket yararına mâtuf çalışmalarına bu din na­sıl engel olabilir?

Buna en güzel örnek Japonya’dır. Müsbet ilimlerin ve tekniğin ala­bildiğine ilerlediği ve geliştiği şu asırda, Japonlar halen güneşe tanrı ve İmparatorlarına da tanrının oğlu nazariyle baktıkları, ne âdetlerinden, ne an’anelerinden, ne de giyim ve kuşanmalarından en küçük bir fedâ­kârlıkta bulunmadıkları, hattâ, yukarıdan aşağıya doğru yazılan ve he­men her kelimenin bir işaretinden ibaret bulunan kargacık-burgacık yazı sistemlerini el’an muhafaza ettikleri halde, ilim, teknik ve sanayi­de Amerika ile boy ölçüşmekte ve atbaşı gitmektedir.

Demek oluyor ki ilmin, tekniğin ilerleme ve gelişmesinde dinî-millî adet ve an’anelerin bir rolü yoktur. Kaldı ki İslâm Dinî, ilmin terakki­sine, tekniğin inkişafına sükûtla mukabele etmek şöyle dursun, Pey­gamber Efendimiz’e nâzil olduğu gibi elimizde bulunan mubârek, Mu­kaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerim’le ve yüzlerce hadis-i şeriflerle mü’minler daima ilme teşvik etmiş, ilmi çalışmaları nafile ibadetten kat kat üstün saymıştır.

Nüfusunun % 99,5 ğu müslüman olan bir memleketin radyosu hal­ka hitap ederken, bu noktaları daima gözönünde tutması, aynı zamanda İslâm Dininin, cemiyetin huzur ve sükûnunda, cemiyeti teşkil eden fertlerin ahlâkan olgunlaşmasında en büyük âmil olan tebligatına prog­ramları arasında azamî bir yer ayırması lâzım gelir.

Halbuki Genel Müdürlüğünüzün mes’ûliyetine tevdî edilmiş bulu­nan Devlet Radyolarının neşriyatı bunun tam tersi bir istikamette ol­makta, sanki dünya yüzüne “Muhammed Mustafa” adında bir Peygam­ber gelmemiş, bu günün anlayışından da ileri bir cemiyet nizamı getirmemiş, cemiyetin hayrına olan her şey hıristiyanlık dünyasından neş’etmiş gibi bir hava estirmektedir. Bu hal müslüman vatandaşları üzdüğü gibi bizi de üzmektedir.

Genel Müdürlüğünüz gayet halka İslâm Dini hakkında bilgi ver­mek, halkın ahlâkını İslâmî tebligatla olgunlaştırmak istiyorsa bunu, bilgisi kıt veya bu yolda hiç bir bilgisi olmayanlara değil, bu sahanın en kudretli elemanlarına yaptırması lâzım gelir. Akl-ı selim bunu icab ettirir. Nasıl ki tıbbî bir mevzuda tabib olmayanlar konuşturulmazsa...

Din mevzuu çok naziktir. En küçük bir hata, vahim neticeler doğu­rur. Ve nitekim işte doğurmaktadır da... “İbadet de gizli kabahatda giz­li” gibi uydurma sözlere itibar ederek, şahısların câmiye gitmelerini irticâ ile suçlamak, İslâm Dinine taban tabana zıt bir harekettir.

İbadet gizlidir de Resülullah niçin Hicret esnasında ilk durakladığı ve ancak bir kaç gün kaldığı Küba’da mescid inşâ ettiler?

Niçin Medine’ye ayak basar basmaz ilk yaptıkları iş bir câmî inşâ etmek oldu?

Hadi diyelim ki, vakit namazlarını herkes evinde, dükkânında ve­ya iş yerinde kılsın. Cum’a ve bayram namazları ne olacak? Bu namaz­lar ancak cemâatla kılınır; her hangi bir sebeble kılınamadığında on­ları kazâ etmeye İmkân yoktur. Körlük, topallık, yolculuk gibi haller dışında üst üste üç hafta Cum’a namazına gelmeyen bir mü’minin imânı tehlikeye düşer. Bunlar bilinmeden radyodan ceffelkalem fetvâlar ver­mek, işte böyle aksülamellere sebeb olur.

Binâenaleyh, ilk yazımızda da zikrettiğimiz gibi ya bu türlü neşriyâtı kesmeniz, yahut da Başkanlığımızla işbirliği etmeniz elzemdir.

Keyfiyeti size bildirmeyi ve bu yolda sizi îkaz etmeyi hem dînî, hem de millî bir vazife telâkki ediyoruz.

Hürmetlerimizle..

Diyanet İşleri Başkanı

İbrahim ELMALI