Makale

RAMAZAN ORUCU

RAMAZAN ORUCU

IV

Yazan :

Prof. Abdurrahman Tâc

Ezher Üniversitesi Sabık Rektörü

Çeviren :

Dr. Ali Arslan Aydın

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Şırınga ise, ulemaya göre orucu bozar. Çünkü şırınga ile verilen, ta­bii bir menfezden içeriye girer. Fakat şırınga ile oruca karşı işlenen suç­ta, yemek içmek ve cinsî münasebette bulunmakta olduğu gibi maksatlı ve mütekâmil bir suç unsuru bulunmadığından, -ceza, olarak- keffâret icap etmez. Bu sebeple, yalnız, bozulan orucun, kazâ edilmesi lâzım gelir.

Göze ilâç damlatmak ise, Hanefî mezhebinde olduğu veçhile orucu bozmaz. Kusmak ve misvak kullanmak da (misvak yaş da olsa) orucu bozmaz.

Bâzı müslümanlar, fırça ile diş macunu kullanmanın hükmünü soru­yorlar. Cevabımız şudur :

Dişleri temizlerken kullanılan macundan boğaza bir şey kaçmaması için çok dikkatli olmak lâzımdır. Çünkü boğaza kaçan bu madde çok defa oradan mideye iner ve orucu bozar. Macun kullanan oruçlu, boğazına bir şey kaçırmaz ise orucunu bozmaz. Fakat macundan bir madde kazara dahi boğazına giderse orucu bozulur. Bu sebeple, diş macunu kullanmak, kerâhatten hâli değildir. Çünkü tam bir emniyet sağlanamaz. Esasen, bu maddenin (macunun) kullanılmasında ve dişlerin fırça vasıtasiyle te­mizlenmesinde mutlak bir zaruret yoktur. Belki mâruf olan misvak kul­lanmak daha emniyetli, dişler ve diş etleri için daha faydalı ve kuvvet vericidir.

Ramazan ve Zi’l - Hicce aylarının isbâtı ve (ihtilâf-ı Matâli‘) deki hükmün beyânı

Peygamberimiz (s.a.s.) in bize hayırlı irşadlarından biri de, orucun ve Ramazan ayının isbâtı husûsundaki şu sözleridir :

“Rü’yetle (Ramazan hilâlini gördükten sonra) oruç tutunuz, rü’yetle (Şevval hilâlini görünce) iftar ediniz. Şayet (Ramazan hilâli) size görünmezse, Şaban ayının günlerini otuza tamamlayınız.”

—Bu sözlere Peygamberimiz— ay’ların dînen isbâtını böyle hissî bir alâmete, oruç tutmanın vâcib oluşunu da, (hilâl’i) gözle görmenin tahakkukuna bağladı: Yâni; Şaban ayının yirmidokuzuncu günü güneş battıktan sonra Ramazan hilâlinin görünmesine... Fakat o gün hilâli görmek, tabiaten imkânsız ise: Meselâ; ay, (Mîlâd - Doğuş) adı verilen birleşme ve ayrılmayı gerektiren aylık devrini daha tamamlamamışsa, veya; hava şartları bakımından bulut ve toz gibi hilâli görmeye mâni olacak tabii engeller varsa, bu gibi şartlar altında nasıl hareket etme­miz gerektiğini Peygamberimiz (s.a.s.) bize bildirmiş ve Şaban ayını otuz güne tamamlamamızı emretmiştir. O halde, Şâban’ın yirmidokuzunda bu gibi mânilerle karşılaşan Müslümanlar, Ramazan ayını isbat etmek (girdiğini anlamak) için, ertesi gün de hilâli araştırmakla mükel­lef değildirler. Ancak, dikkat edilmesi ve kesin bir hükme bağlanması gereken mühim bir husus vardır. O da; orucun ne gün başlaması icap ettiği hususunda, İslâm ülkeleri halkı arasında çok defa vâki olan ihti­lâftır. Zîra, bu ülkelerin bazılarında yaşıyanların hilâli görmeleri müm­kün olursa da, diğer bir ülkede yaşayanların -o gece- hilâli görmeleri mümkün olmaz. Bu gibi ahvalde bu ülkelerde yaşayan Müslümanların, diğer bazı ülke halkının hilâli gördüklerini bildirmelerine îtimad ederek, onlarla berâber ayni gün oruç tutmaya başlamaları ve böylece -oruç gi­bi- en mühim ibâdetlerden ve dînin en büyük erkânından biri olan bir ibadeti edâ hususunda birlik ve beraberliği sağlamaları câiz midir?

Gerçek şudur ki; kürreyi arzdaki ülkelerin yerleri, doğuda, batıda, güneyde ve kuzeyde olmak üzere değişiktir. Bu mevkilerin, bilhassa dün­yamızdaki tul dereceleri bakımından olan ihtilâfı, vakitlerde de ihtilâfı ve değişikliği zarûri kılar: Meselâ güneş, bir ülke halkı üzerine, diğer ülkeler halkı üzerine doğmadan, bir saat, iki saat, üç saat ve batıya doğ­ru uzaklaşan ülkelere nisbetle daha çok saatlar önce doğar. Bu sebeple; mademki bu vaziyet, vakitlerin bu şekilde ihtilâfını gerektiriyor ve ma­demki realite, bazı insanların bulunduğu yerde akşam olur ve Ramazan­da iftar edilirken, diğer bir ülke halkı ikindi veya öğlen veya sabah vak­tinde bulunurlar; o halde, bütün İslâm ülkelerinde her gün namaz vakit­lerini, Ramazan ayında da iftar ve imsak anlarını tevhîd etmeye imkân yoktur. Çünkü gece ve gündüz saatlarından her biri, ülkelerin dünya­daki mevkilerine göre; güneşin doğma vakti, batma vakti... öğle ve ze­val, ikindi ve akşam, gece ve gece yarısı gibi vakitlerden biridir.

Fakat vakitler üzerinde böyle büyük farkların doğmasına sebebiyet veren mekân ve mevki ihtilâfının, ayların isbatı hususunda bu kadar bü­yük tesiri yoktur.

Çünkü, şayet bütün İslâm devletleri, hilâlin, İslâm ülkelerinden bi­rinde görüldüğü kesin olarak isbat edilince yapılması gereken işi tevhîd etmekte ittifak ederlerse, şark ve garptaki İslâm ülkeleri arasında, oruca başlama hususunda kasdettiğimiz birlik fikrinin tahakkukuna mâni olacak derecede büyük bir fark (uzaklık) yoktur.

Zira, Astronomi bilginleri, bu yıl Ramazan hilâlinin Mısır ufku üze­rinde, 31 Mart 1957 Pazar günü[1] güneş battıktan sonra 13 dakika kalacağını tesbit etmişlerdir. Şayet gark ülkelerinden, meselâ Endonez­ya veya Hindistan halkı, o gün, güneş battıktan sonra Ramazan hilâlini göremezler de, Hicaz veya Mısır halkı ayni gün güneş battıktan sonra hilâli görürlerse, görülen bu hilâlin Hindistan, Endonezya ve diğer şark ülkelerinde de Ramazan hilâli olarak kabul edilmesine ne mâni vardır?

Şüphe yok ki,-görülen- bu hilâl yeni bir hilâldir. Ve Ramazan hilâ­lidir. Yine şüphe yoktur ki, hilâlin görüldüğü pazar gecesini takip eden gün, bütün ülkelere nazaran pazartesi günüdür. O halde, bu pazartesi gü­nünün bütün Müslümanlar için, oruç tutma günlerinin birincisi olmasın­da ne mahzur vardır? Bunun büyük tesiri olmayan, şöyle küçük bir far­kı olacaktır: Bu pazartesi günü, şark ülkeleri halkına göre, meselâ: Mı­sır ve Hicaz halkından bir kaç saat önce başlayacaktır o kadar...

Hiç şüphe yok ki, -görülen, bu hilâl doğduğu andan itibaren, yeryüzündeki bütün ülkelere nazaran yeni bir hilâldir. Onun Hicaz ve Mısır’da görülmesi, gark ülkelerindeki ayni gece bitmeden önce vâki olmuştur. Şarktakiler: o gecenin başında hilâli göremezler. Fakat ertesi gece, hi­lâli, ilk gece gören Hicaz ve Mısır halkının gördüğünden daha büyük ve daha yükselmiş olarak görürler.

İşte bu sebepledir ki, dört mezhepte de bir çok fakih imamlar, hi­lâlin isbâtında, “İhtilâf-ı Metâli’ Doğuş yerlerinin ihtilâfı”nı esas ola­rak kabul etmemişlerdir. Bu re’y kuvvetli ve isabetli bir görüştür. Bu gö­rüşün kuvvet ve isâbetini şu husus daha fazla artırmaktadır: Mülümanların oruç tutmaya aynı günde başlamaları ve hep beraber bayram yap­maları: yeryüzündeki bütün Müslüman Milletler arasındaki kardeşlik bağlarını kuvvetlendirir, sözlerinde ve hareketlerinde birliği sağlayan mühim bir âmildir. Hiç şüphe yoktur ki, Müslümanlar, aralarında böyle bir birlik, beraberlik ve dayanışmaya son derece muhtaçtırlar. hadisinin delâlet ettiği mânâya da aykırı düşmez. Çünkü, hadisteki hi­tap, dinî şeâiri tatbik etmekte birbiriyle yardımlaşan ve birbirini des­tekleyen bütün İslâm milletlerinedir. O halde, hilâlin görülmesi tahakkuk edince bütün mükelleflerin oruç tutmaları icap eder. Bu esasa göre, bir memleket halkına orucun vâeip (farz) olması, hilâlin görülmüş olmasına bağlıdır. Velev bu rü’yet, başka bir ülkede vâki olsun... Çünkü hadis, rü’yet olan masdarın failini zikretmemiş ve rü’yetin fâilini (mebni bi’l-meçhul) sîgasında meçhul olarak bırakmıştır. Buna göre sanki hadîste: “Hilal görüldüğü zaman oruç tutunuz.” Yâni, “Hilâlin görülmesi tahak­kuk ettiği zaman...” buyrulmuştur.

O halde; hilâlin görülerek isbat edilmesi hususunda, bir ülke ile diğer bir ülke arasında fark olmadığı gibi, bir memleketteki belde ve şe­hirler arasında da fark yoktur.

Hak Teâlâ’nın; (“Sizden hilâle şahit olan kimse oruç tutsun” buyurmasının mânâsının; “Sizden Ramazan hilâlini gören oruç tutsun” demek olduğunu ve bu mâ­nânın da; “Orucun hidâyetini tevhîd etmek” fikrine aykırı düştüğünü, zan­netmek doğru değildir. Zîrâ âyette geçen “Şuhûd” kelimesinin mânâsı, “Rü’yet” demek değildir. Çünkü oruç, görene de, görmeyen (a’mâ mü­kellef) e de farzdır. Belki “Şuhûd” un mânâsı; “Huzûr” yâni “Ramazan ayında hazır olmak, o ayı idrak etmek” demektir. O halde, âyet-i kerî­meden anlaşılması gereken mânâ şudur:

“Kim ki, Ramazan ayında hazır olur, zamânını idrak eder, eğer oruç tutmakla mükellef olacak durumda ise; o kimseye oruç tutmak farzdır.”

Hulâsa olarak deriz ki:

Mademki, “İhtilâf-ı Metali” mes’elesi ve bunun nazarı dikkate alı­nıp alınmaması, fukahânın ictîhad mahallidir, -ve bu içtihatta ihtilâfa düşülmüştür-; yukarıda beyân ettiğimiz delillere binâen, bu görüşlerden en kuvvetli ve isâbetli gördüğümüz re’yi diğerlerine tercih ederek bu meseleyi kesin bir hükme bağlamamız, yâni “İhtilâf-ı Metâli’ Hilâlin görülüş yerlerindeki ihtilâfa göre oruç tutulması, husûsunu kabûl etme­memiz bid’at değildir.[2]

O halde; İslâm ülkelerinden birinde Ramazan hilâlinin görüldüğü sâbit olunca, hilâlin görüldüğü ülkede başlayan yeni gecenin bir cüz’üne gecesi raslayan bütün İslâm ülkelerindeki Müslümanların oruç tutmaları vâcip (farz) olur, diyebiliriz.

(Devamı var)



[1] Yazar bu makaleyi Mart 1957 de kaleme almıştır.

[2] Yazarın burada zikrettiği bâzı itiraz ve cevaplar, okuyucularımız için fay­dalı görülmediğinden tercüme edilmemiştir.