Makale

Temiz Toplum

Temiz Toplum

Hazırlayanlar:
Abdulbaki İŞCAN
Ahmet ARSLAN

Son yıllarda Türkiye ’de özellikle yazılı ve görsel basının gündemini işgal eden bir konu kavram ve mahiyeti itibarı ile oldukça dikkat çekici idi. “Toplumsal kirlenme ve temiz toplum” kavramları, toplum olarak yaşanılan olaylarla ilgilendirilerek genel bir tanım, genel bir ifade olarak karşımıza çıkıyordu.
Özellikle skandal nitelikteki yolsuzluk olaylarının, gaspların, içki, uyuşturucu, kumar, fuhuş gibi alışkanlıkların gitgide yükselmesi, mafya sözcüğünün sık sık karşımıza çıkar olması, eşler arasında boşanmaların fazlalaşması, suç işleme eğiliminin çocuk denecek yaştaki kişilerde artış göstermesi; haksız ve sebepsiz zenginleşme olayları Türkiye’de toplum yapısını tehdit eden unsurlar olarak ağırlık kazanıyordu. Bu menfi gelişmeler karşısında “temiz toplum, toplumun kirlenmesi” gibi kavramlar ortaya çıktı.
Basında konu çeşitli şekillerde aksettirilince “Toplumumuz kirleniyor mu?” şeklinde bir soru akıllara ve gönüllere buruk bir şekilde yerleşti.
Gerçekten toplumumuz kirleniyor muydu?
Temiz toplum kavramı neyi ifade ediyordu?
Toplum kirlenirken aydınlarımız, yetkililerimiz neler yapıyorlardı?
Asırlarca İslâm ’a hizmet etmiş bir milletin fertleri olarak birliğimizin yapı taşları manevî değerlerimizden, kültürümüzden uzaklaşıyor muyduk?
Evet, gerçekten “temiz toplum” söylemi toplumun kirlenme oluşumunu mu ifade ediyordu, bu oluşumdan toplum haberdar mıydı?
Yoksa kirlenme sadece belli kesimlerin içine düştüğü karanlık bir kuyu muydu?
Diyanet Aylık Dergi ’nin bu sayısında kapaktan da duyurduğumuz konunun araştırmasını yaptık, çeşitli kesimlerden kişilerle söyleşilerde bulunduk.
Manevî değerlerin, kültürün, ailenin, aile bireyleri arasındaki geleneksel terbiyenin, bu terbiyenin topluma aksedişinin Türk milleti için ne manaya geldiğini ortaya koymaya çalıştık.
Toplumu, belirli bir coğrafi mekan işgal eden ve kendi kültürel varlık tarzına göre şekillenmiş, sosyal yapısı olan ve ortak kültürü bulunan, az veya çok ölçüde müesseseleşmiş bir “karmaşık ilişkiler bütünü” şeklinde tanımlayabiliriz.
Gelişigüzel veya geçici olarak bir araya gelmiş insan kalabalıkları veya yığınları demek olmayan toplumda, süreklilik vardır. Toplumun yaşayış süresi, onu meydana getiren fertleri ile mukayese edilemeyecek kadar uzundur. Toplumun sürekliliği de izâfidir. Çünkü toplumlar da sürüp gitmelerine rağmen, zaman içerisinde ulaşım ve teknolojinin gelişmesiyle değişikliğe uğramaktadırlar.
İnsanlar en eski çağlardan beri yalnız başlarına değil, toplumlar oluşturarak yaşayagelmiş- lerdir. Toplumlar insanların, toplumsal ilişkiler yoluyla katıldığı gruplardan oluşur. Her insan yaşamı boyunca başta ailesi olmak üzere bir çok toplumsal grupta yer alır. Toplumsal sınırları kesin olarak belirlenmemekle birlikte, bu grupların kendisine özgü düzeni ve kuralları vardır.
Çoğu toplumda iyi örgütlenmiş gruplar bulunmaktadır. Örgütlenmiş toplumsal grupların en güçlüsü, devlettir. Devlet, hükümeti aracılığıyla belirli bir coğrafi bölgede yaşayan insanların tümünü yönetir. Aile, okul, ibadet yerleri, sendika ve işyerleri daha küçük boyuttaki toplumsal gruplardır. Bu grupların her biri hem kendi içlerinde küçük birer toplum hem de daha büyük toplumun parçalarıdır. İnsanların çok daha yakın ve dostça ilişkiler kurduğu bu küçük ve yerel gruplar genellikle topluluk olarak adlandırılırlar.
Geçmiş çağlarda olduğu gibi günümüzde de modem toplumların çoğunda eskisi kadar olmamakla birlikte, sınıf veya tabaka farklılıkları sürmekte, varlıklı sınıflar ile yoksul sınıfların yaşam düzeyleri arasında büyük farklılıklar görülmektedir.
İnsan toplumsal bir varlıktır. Bebeklik, çocukluk, gençlik ve yetişkinlik çağlarında, yani yaşamı boyunca ailesi, akrabaları, arkadaşları ya da yabancılar gibi başka insanlarla ilişki kurar. Toplumu genel çıkarları doğrultusunda düşündüğümüzde insan, içinde bulunduğu kültüre ve konuma uygun davranış biçimleri geliştirmeyi, kendi çıkarlarını korurken başkalarının çıkarlarına da saygı duymayı, farklı düşünceleri dinlemeyi ve kendi düşüncelerini dile getirmeyi öğrenmek mecburiyetindedir. İnsanların birbirleri ile kurdukları bağlara insan ilişkileri ya da toplumsal ilişki adı verilir. Bir ülkede ya da toplumda yaşayan insanların birbirleri ile kurdukları ilişkilerin tümü toplumu oluşturur. İnsanın yaptığı ya da yapmakta olduğu her şey kültürün bir parçasıdır. Kültür insanların dolayısıyla top- lumların yeteneklerini, düşüncelerini, inançlarını ve meydana getirdiği sanat ürünlerini de belirler. Her kuşak içinde yaşadığı kültürü bir sonraki kuşağa taşır. Ancak aktarılan bu bilgiler, her zaman aynı kalmaz, zaman içinde başka insan topluluklarının kültürleri ile.-ilişkiye -girdikçe değişime uğrar. Yalnız burada şu konuyu açıklığa kavuşturmakta fayda vardır. Çözülme ve değişme asla birbirlerine karıştırılmamalıdır. Zira her değişme bir çözülmeye neden olmamaktadır. Değişme, toplumdaki müesseseleri fonksiyonlarını yerine getiremeyecek şekle sokuyorsa ve kültürel yozlaşmaya yol açıyorsa, toplumun işleyen sisteminde kopukluk meydana getiriyorsa çözülmeye sebep olabilmektedir.
Dünya ülkelerini göz önüne aldığımızda top- lumlarda görülen hastalıkları bütün toplumlar için genelleştirmemizin doğru olmadığını görmekteyiz. Sosyal ilişkilerde faydacı, maddeci, ferdiyetçi eğilimlerin ön plâna çıkması, yükselen boşanma oranlan, intiharlar, yolsuzluklar, güvensizlik gibi hususların Türkiye’de, özellikle bazı büyük şehirlerde görülmesi toplumun kirlenmesi veya çözülmesi anlamına gelmemelidir ve bunu genelleştirmek de doğru değildir.
Çözülmenin ve Kirlenmenin Nedenleri
Konu ile ilgili yapılan araştırmalara göz attığımızda toplumda kirlenmeye, çözülmeye neden olan faktörleri şu şekilde özetlemek mümkündür:
- Sosyal ilişkilerde ve aile yapısında karşılıklı sevgi, saygı, bağlılık ve dayanışmanın zayıflaması.
- Millî varlığa yönelen iç ve dış tehlikeler karşısında birliğin sağlanamaması, etnik kavmi- yetçi-bölücü tuzakları farkedememek ve bunları insan hakları ve modemizmin kapsamında düşünmek.
- Din ve vicdan hürriyetinin kullanılamaması.
- Eğitimin ve öğretimin millî şahsiyetçi olma niteliğini yitirmesi.
- Çoğulcu demokratik yapıya geçememek.
- Aydınların toplumla yabancılaşması ve kültürel yabancılaşma.
- Fert ve sosyal grupların topluma dahil olduklarının şuuruna varamamaları, fert ve toplum çıkarlarının birbirlerine zıt zannedilmesi.
- Yüksek enflâsyon oranının ahlâkî değerleri zedelemesi.
- Yoğun işsizlik, sosyal güvenliğin yetersizliği.
- Can ve mal güvenliğinin zedelenmesi, hukuk devleti anlayışının yara alması.
- Anayasa ve hukuk dışına çıkma eğilimlerinin artışı.
- Fert, aile ve sosyal grup menfaatlerini ikinci plâna itebilecek yüce bir dinî, millî idealin bulunmaması, veya fertlere yeterince kazandırılmaması.
- Millî eğitim ve kültür politikalarındaki belirsizlikler.
- Millî tarih şuurunun gelişmemesi, millî tarihe bir bütün olarak bakmamak.
- Geleneksel yapı ile modem yapı arasında denge ve uyum kurulamaması.
Bu saydığımız belirtiler refah içindeki gelişmiş cemiyetlerde görülebileceği gibi, gelişme gayreti içerisinde olan ve gelişmemiş ülkelerde de izlenebilir.
Toplumsal kirlenmeyi, sosyal çözülmeyi bir netice olarak kabul edersek; farklı sosyal ve ekonomik yapıda ve gelişme durumunda olan cemiyetlerde çözülme ve kirlenme sonucunu doğuran sebeplerin de farklı olduğunu görürüz.
Sosyal çözülme belirtilerinin ortaya çıkması durumunda çözülmenin cemiyetin çöküşüne yol açacağını söylemek mümkündür. Bununla birlikte çözülme ve kirlenme belirtilerinin ortadan kaldırılması veya hafifletilmesi de imkân dahilindedir. Öncelikle cemiyette siyasî ve ekonomik istikrarın sağlanması gerekmektedir. Sosyal problemlere sınıfçı, mezhep taassubuyla ve cemiyeti bütünüyle göz önünde tutmayan bir yaklaşım, ferdî istismarcı davranışlarla beraber olsa olsa çözülmeyi barebe- rinde getirecek, kirlenmeyi kolaylaştıra- çaktır.
Aile Yapısı Toplumun Aynasıdır
Batı toplumlarının içerisine düştükleri bunalımda, aile müessesesinin yıpranmış olmasının payı oldukça büyüktür. Özellikle Türk toplu- munda aile içinde karşılıklı sevgi, saygı, dayanışma, sadakat işbölümü esastır. Aile üyelerinin, ailenin hayatiyeti için farklı fonksiyonlar yerine getirmeleri, iş bölümü ve farklılaşma içerisinde olmaları ne kadar normal ise, ailenin devamı ve birliği için her bireyin taşıdığı sorumluluğu duyabilmesi de o derece önemlidir. Şu da bir gerçektir ki sağlam aile yapısı, dolayısıyla sağlam toplum yapısı, aileyi teşkil edecek fertlerin olumlu çevrelerde yetişmesine bağlıdır. İnsanı yetiştiren çevrelerin müspet olması için toplum huzurunun ve genel ahlâkın korunması gerekmektedir. Toplumun huzurunun ve genel ahlâkın korunması da ancak bütün toplumun ahlâkî değerlerinin korunması ile mümkündür. Böylece insanları eğiten ve etkisi altına alan çevreler müspet olacak, bu çevrelerde yetişen insanlar da müspet kişilik kazanacak ve kuracakları aileler ve toplumlar da sağlam yapıya kavuşacaktır.
Toplumumuzun temelini oluşturan aile aynı zamanda toplumun aynası durumundadır. Aile, sunî ve ârazî bir oluşum değil; insanın yaratılışından gelen içtimâîliğin tabiî ve temel kurumu- dur. Aile insan hayatının vazgeçilmez yaşam, güven ve güç kaynağıdır. İnsanoğlunu hayata ve onun türlü hizmet ve mücadelelerine hazırlayan en öndeki eğitim ve yönlendirme kurumudur. Dolayısıyla çocuklarımızın hakka, iyiye, güzele, doğruya yönlendirilmesi için aile büyüklerinin bu konuda iyi eğitilmiş olmaları gerekmektedir. Çünkü toplumun eğitimi temelde ailenin eğitimi ile mümkündür. Aynı şekilde temiz toplum da ailenin eğitimi ile sağlanabilmektedir.
İnsan Çevresinden Etkilenir
Dünyamız devamlı değişmeler ve gelişmeler içerisindedir. Ancak bu değişim ve gelişmeler keyfiyette değil; kemmiyettedir. İnsan doğumdan ölümüne kadar çevresinden etkilenmektedir. Bu etkilenme, insanın iradesi dışında gerçekleşmektedir. Çünkü onun genellikle histeriyle hareket etmektedirler. İnsan psikolojisinin bu özelliği onun en zayıf tarafını teşkil eder. İnsanı en çok etkileyen ailesi, arkadaşları, iş çevresi ve medyadır. Çevresinde gördüğü ve yaşadığı olaylar ve onlardan edindiği Fikirler,“bilgiler birer mesaj olup onu en derin manada etkilemektedir. İnsanı etkileyen bu mesajlar menfi veya müspet olur ve insanın karakterine de müspet yada menfi etki yapar. Ailenin, okulun, kuramların ve de medyanın görevi, temiz bir toplum için insana müspet karakter kazandırmak, onu topluma faydalı bir eleman olarak yetiştirmektir. Devletin görevi eğitip yetiştirmek, eğitime imkan veren ortamı hazırlamak ve denetlemektir.
İnsanların, bilhassa çocukların ve gençlerin kendilerini menfi etkilerden korumaları oldukça zor bir mücadele gerektirmektedir. Çünkü insan psikolojisi her türlü mesaja açıktır ve aldığı mesajlardan son derece etkilenmektedir. Bununla beraber insan her zaman müspet mesajlara muhtaçtır ve ancak bu müspet mesajlarla uyarılıp yönlendirilirse olumlu karakter kazanır ve topluma faydalı olur. Toplumda huzurun, bunun paralelinde toplumda güvenin ve temizliğin temini için bireylerinin her türlü zararlı yayınlardan ve çirkin diye isimlendirebileceğimiz oluşumlardan korunması gerekmektedir. Bu devlet ve milletin varlığının teminatıdır. Günümüzde savaş sadece silahlı mücadeleden ibaret değildir. Milletleri içeriden parçalamak, yok etmek ve onların kültürünü değiştirmek için çeşitli vasıtalarla kültür emperyalizmi ve psikolojik savaşlar sürdürülmektedir. İdeolojik savaşların silahı psikolojiktir ve bölücü, yıkıcı fikirler, zararlı alışkanlıklardır. Bunda hedef toplumun huzurunu bozmak ve mücadele azmini kırarak millî- kültürünü yok etmek ve o milleti içeriden çökertmek, sömürge haline getirmektir. Bir milleti ayakta tutan o milletin varlığının temeli olan dinî, millî ve manevî değerleri, örf ve âdetleri, dili, dini tarihidir. Bu değerleri yok olan milletler bozulmaya, yıkılmaya ve de kirlenmeye mahkumdurlar.
Toplumu ayakta tutan bu değerler ahlâkî olup, o toplumu temiz toplum yapan öğelerdir. Ahlâkî değerler millî kültürün birer parçasıdır. Bu değerlerin ayakta kalması millî kültürün korunmasına bağlıdır. Bir ülkede ahlâkî değerler yıkılarak milli kültürün tahrip edilebileceği gibi, millî kültürün tahrip edilmesiyle de ahlâkî değerler yıkılabilmekte, yok edilebilmektedir. Millî kültürün yıkılması da yabancı kültürlerin sinsice genç dimağlara aşılanmasıyla mümkündür. Genellikle gençler, özellikle de çocuklar gördüklerini taklit etmektedirler. Bu taklit etme sonucunda o yabancı kültürü benimseyebilmektedirler. Yetişkinlerin yabancı kültürü kısa sürede benimsemesi kolay kolay mümkün olmamaktadır. Yabancı kültürün gençler tarafından kısa zamanda benimsenmesi, yetişkinler tarafından da benimsenmemesi bu iki nesil arasında kültür farklılığı meydana getirmekte bu da kuşaklar arasında çatışmaya neden olmaktadır.
Bununla beraber gözleyebildiğimiz bir oluşum vardır ki o da toplumun değiştiği gerçeğidir. Evet toplum değişmektedir ve de bu değişim bir önceki nesle oldukça yabancıdır. Fert özgürlükleri toplum çıkarlarının önüne geçmekte, temiz toplum dediğimiz mutlu, müreffeh ortam baltalanmakta, şahsî menfaatler alabildiğine geçerlilik kazanmaktadır.
Kültür Yozlaşması Kuşak Çatışması
Birkaç yıl öncesine kadar karşı cinsten birinin elini tuttuğu zaman yüzü kızaran genç kızlar ve de erkekler artık otobüs duraklarında, umumî vasıtalarda, topluma açık yerlerde ah lâkî olarak reddedilen hareketlerde bulunmakta ve hiç de utanma duygusu hissetmemektedirler.
Müstehcen medyanın ve erotik modanın etkisiyle kadın erotik bir meteryal olarak teşhir edilerek insanlık haysiyet ve de gururu çiğnenmektedir. Bu da ister istemez toplumun yozlaşmasına, örf ve âdetlerden uzaklaşmasına, ahlâken çözülmesine neden olmaktadır. Yabancı kültür o derece kendini kabul ettirmiştir ki özellikle gençlerimiz millî kavramını dahi garipsemekte, kültürlerinden kopmakta, ailelerine ve de milletine yabancılaşmaktadırlar.
Temiz toplum isteniyorsa aile kurumunun sağlam temeller üzerindeki konumu devam ettirilmeli; bireyleri yabancı etkilere karşı eğitilmeli ve korunmalıdır.
Yabancı kültürlerin hizmetinde olan, kültür etkinliğini yayan ve kabule şartlandıran yayınlar gençlerin millî kültürlerinden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Yabancı yayınlar bir yandan kendi’ kültürlerini aşılayarak millî kültürü tahrip etmekte, bir yandan da alkol, uyuşturucu, kumar, fuhuş, sapık eğilimleri ve kötü alışkanlıkları meşrulaştırma çabası içerisine girmektedirler. Silah zoru ile ele geçiremedikleri ülkeleri kültür etkileşimi yolu ile etkisi altına alarak fertleri aileyi sonuçta da toplumu yozlaştırma, çözme çabası içerisindedirler. Her türlü kötü alışkanlıkların yaşandığı, hayat gayesinin unutulduğu, toplum çıkarlarının gözardı edildiği, kazançların kanunsuz ve gayrimeşru yollardan temine çalışıldığı bir toplumda refahtan, mutluluktan, gelişmişlikten temiz toplumdan bahsetmek ne derece mümkündür? Kültürümüzü yozlaştıran, örf, âdet ve geleneklerimize ters düşen, dolayısıyla toplumun kirlenmesine neden olan bu tür yayınların kontrol altına alınması devletimizin başta gelen görevlerinden biri olmalıdır.
Şimdi başımızı iki elimizin arasına alarak şöyle bir düşünelim...
Ülkemizde faaliyette bulunan televizyon kanallarından kaç tanesi bizim öz kültürümüze uygun yayın yapıyor?
Aynı şekilde yazılı basının kaç tanesi örf, âdet, gelenek ve göreneklerimize gereken ilgiyi gösteriyor?
Bir toplumu ayakta tutan değerler bunlar değil midir?
Her taraftan adeta bir ateş çemberi içerisine alman toplumumuzun, özellikle de gençlerimizin bu yayınlardan etkilenmemesi mümkün müdür?
Bugün eğer, barlar, pavyonlar, diskotekler ve kahvehaneler dolup taşıyorsa, uyuşturucu, kumar, fuhuş gibi kötü alışkanlıklar okullara kadar girip genç dimağları zehirliyorsa, adliye koridorları dolup taşıyorsa, emeksiz kazanç tabiî karşılanıyorsa, şiddet, hak aramanın doğal bir unsuru haline geliyorsa elbette ki fertler adına, aile adına, toplum adına ve de devlet adına yapılacak çok şey var demektir.