Makale

İLMİN BEŞİĞİ SEMERKAND

İLMİN BEŞİĞİ
SEMERKAND

Ferhat FAYZİEV
Abdulvahit KARŞIYEV

Tanışın, değerli okurlarımız. Sizin önünüzde dünyanın en eski şehirlerinden biri var, Semerkand.
Doğu ülkelerinin iktisadi ilişkilerinde büyük rol oynayan ticari kervan yollarında yerleşmiş, yüzyıllarca eski uygarlıkların merkezi, aynı zamanda Orta Asya halklarının tarihi ve kültürel geleneklerinin taşıyıcısı olmuştur.
Semerkand çok çekici bir güce sahiptir. Çünkü 2500 yıldan daha fazla bir geçmişi vardır. Geçmiş zamanın şair ve tarihçileri şehrimize haklı olarak, "Yer yüzünün süsü", "Doğu müslüman dünyasının değerli incisi", "Ayın altındaki ülkelerin iftiharı", "Doğunun Roması" gibi isimler vermişlerdir.
Semerkand, Özbekistan halklarının tarihi ve kültürel yeteneklerinin taşıyıcısıdır. Büyük İskender, arap komutanı Kuteyba İbni Müslim, Cengiz Han gibi ünlü kişiler Semerkand’ı zaptetmeye çalışmışlardı. Ayrıca şehrin gelişmesinde sultan sahipkıran Amir Temur’un büyük bir rolü vardır. Bu arada ünlü gökbilimcisi Ulugbek gibi tarihî öneme sahip kişiler de bilimde çok yol katetmişlerdir.
Çin’den Avrupa’ya uzanan ünlü İpek Yolu, Semerkand’ın gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Sadece ticari yollar değil, aynı zamanda yerli özgün kültüre sahip olan halkların çeşitli töreleri ve adetleri de birleşmiş.
Muazzam bir tarihe sahip olan Semerkand’a yapacağınız yolculuk size geçmişi asırlara uzanan tarihin soluğunu armağan eder ve geçmişin bu soluğunu hissederken, geleceğin umudunu ve gelişmişliğini bu kentte görebilirsiniz.
AFRASİAB
13. yy’ın başına kadar şimdiki şehir, kuzey doğusuna düşen topraklarda yerleşim göstermekteydi. Bu toprakların bulunduğu bölge şu anda bilim ve konuşma dilinde "Afrasiab yıkıntıları" olarak adlandırılmaktadır. V.L.Vyatkin’in açıklamalarına göre bu isimlendirme yazılı kaynaklarda sadece XVII. yy’da ortaya çıkıyor. Eski Semerkand’a XV. yy. ve Ortaçağ’da "Eski Kale’THisari Köhne" ya da "Kale-i Köhne") denilmiştir. Bazı araştırmacılar Afrasiab adının, eski destan Şahname’nin kahramanı ve Turan’ın büyük hakimi Afrasiab adıyla ilişkili olduğunu savunuyorlar. Doğu bilimcisi V.A. Livşits, bu yıkıntıların adının "Siyah Ab"nehri anlamla gelen Tacikçe "Parsiab" kelimesinden geldiğini ileri sürmüştür. Bu nehir şehrin kuzey tarafından akmakta ve Zeravşan nehriyle birleşmektedir. Şu anda Afrasiab, ıssız tepelerin bulunduğu büyük yığınaklardır. Fakat çok önceden burada bir zamanlar hayatın bulunduğu anlaşılmıştır. Bilginlerin Afrasiab’a büyük ilgileri bundan dolayıdır. Şu anda Afrasiab’m keskin eğimli olmayan tepeleri, bu Orta Asya şehrinin yıkıntılarını bağrında saklamaktadır. Kendi zamanında olağanüstü büyük ölçülerde yapılan yerleşim yerleri onun benzersizliğinin kanıtıdır. Zeravşan vadisinde kurulan eski
Semerkand, iktisadi, kültürel ve büyük bir ihtimalle siyasi merkezdi. Afrasiab şehri M.Ö. V. yy.da çizilen plana göre imar edilmişti. Saldırılardan korunamayan bölgelerden kaçan halkın kuvvetli duvarlar arkasına sığınma isteği yeni sosyal şartlar ortaya çıkarmış ve bu koşullar 5,5 km. uzunluğundaki kale duvarlarının yapılması ve su ihtiyacının giderilmesi amacıyla örgütlenmeyi ve örgütlenmedeki emek paylaşımını ortaya çıkarmıştır. Şahi Zinde’nin doğu tarafında yapılan arkeolojik çalışmalarla şehir duvarları ve şehir inşaatının ilk dönemleri çok güzel bir biçimde ortaya çıkarılmıştır. 30 metre uzunluk ve 13 metre yüksekliğe sahip büyük örgüler M.Ö. VIII. yy.’a aittir. Afrasiab’ın batı tarafında görünen ve o döneme ait şehir duvarlarının dış cepheleri dimdik ayakta durmaktadır.
Bu binada Cengiz Han ve ordusunun kaleyi zaptetmesiyle sonucunda, Semerkand’ı savunan bir çok kişi bu savaşta can verdi. Örme zırh parçaları, ok uçları, kömürleşen oymalı tahta panolar; bunların hepsi bir daha doğamayacak olan Afrâsiab tepelerindeki şehir hayatının en son günlerinin tanığıdır. Bu eski harabelerin güneyinde kurulan Semerkand, büyüyerek gelişimini tamamlamaya çalışmaktadır.

I HAZRETİ HIZIR CAMİİ
XIX. yy. ortalarında Afrasiab’ın güney yamacında kurulmuş olan bu cami, 1913 yılında Semerkandlı usta Abdulkadir Bakiyev tarafından restore edilmiştir.

İŞÂHİ-ZİNDE
Afrasiab’ın güney doğu yamacında inşaa edilen ve en büyük eski eserler grubuna dahil olan Şâhizinde, XlX. yy’a kadar bir eserler dizisi olarak tamamlamıştır. Aynı zamanda Semerkand’ın mimari sanatını değil, bunun yanında Maverâünnahr’in (Özbekistan iki nehir arasında bulunduğu için bu anlama gelen Maveraünnahr kelimesi eskiden kullanılmaktaydı) sanat gelişimi de gösteren 20 adet bina bulunmaktadır. Bu eser, Afrasiab’ın kültürel ve tarihi kronolojisini de içine alan ve bu haliyle 2500 yıllık bir tarihi yansıtan mimari ve arkeolojik tek eserdir. Şahi Zinde eserler grubunu tamamlayan Anakapı (portay) onun en son inşaa edilen yapısıdır. "Bu heybetli yapı Amir Temur Gııragoni’nin oğlu Şahruh’un oğlu Uluğbek Guragoni’nin oğlu Abdulaziz Han tarafından 833 yılında (1434) kurdurulmuştur."
Şâhizinde’nin heybetli merdivenlerinden yukarı çıkıp da serin ve yarım karanlık dar koridora ulaşan bir ziyaretçi, sanki geçmişi yeniden yaşıyormuş gibi olur ve içeri girdikçe binaların eskiliği dikkati çeker.
XV. yy’a ait teraslardan birindeki merdivenin sol tarafında Uluğbek, zamanının ünlü matematikçisi ve gökbilimcisi Kaz! Zâde Rumi’ye mal edilmiş iki kubbeli türbe vardır. 36 basamaklı merdivenden çıkan ziyaretçi, açık bir galeriyle karşılaşıyor. Burada sağda ve solda Timur’un hanımı, Tuman Ağanın ve kız kardeşi Şirin Bekağanın türbeleriyle birlikte onların en yakın akrabalarının türbeleri de bulunmaktadır. Galeri, tonoz biçimindeki kemerle, sarayla birbirine bağlanmaktadır. Bu kemerin altında Şâhizinde grubunun en eski binası olan Kuşam İbni Abbas’m türbesine açılan oymalı bir tahta kapı vardır.
Araplar Semerkand’ı fethettikten sonra bu kişi İslâmî yaygınlaştırmaya çalışmış ve bundan dolayı bu kişi evliya olarak tanınıp bilinmiştir. Şâhizinde’de bulunan rehberler, gelen ziyaretçilere her zaman şu eski efsaneyi anlatırlar: "Burada yaşayan Kuşam İbni Abbas bir gün namazını bitirdikten sonra kafasını omuzlan üzerinden almış ve onu koltuklayarak şu anda da yaşamakta olduğu sanılan hücrenin dar yerine saklanmış." "Ganlı Padişah" anlamına gelen Şâhizinde adı da bu efsaneden gelmektedir. Saraydan oymalı tahta parmaklıklarla aynlan Kuşam ibni Abbas’ın türbesi, Arapça yazılarla süslü olan çinilerle kaplıdır. Şâhizinde mimari yapılar grubu tümüyle XIV-XV. yy’a ait sırlı dekorlara ömek, emsalsiz bir müzedir. inceliği ve zarifliği yönünden Semerkand’daki hiçbir mimari eser Şâhizinde ile karşılaştırılamaz.

BİBİ HANIM CAMİİ
Orta Çağ Semerkand’ın en büyük mimari eserlerinden bir tanesi de Bibi Hanım Camii’dir.
Yapımı 1399 yılında, yani Timur’un Hindistan’a yaptığı zaferle sonuçlanan seferinden sonra başlamıştı. lnşaası beş yıl devam eden cami 1404 yılında tamamlanmıştır. Timur’a göre bu cami, görkemiyle diğer ülkelerde bulunanları gölgesinde bırakmalıydı. Caminin yapımında doğu ülkelerinin en ünlü mimarları, ressamları, ustaları ve zanaatkarları görev aldı. Azerbaycandan, Fars’tan, Hindistan’dan ve diğer ülkelerden getirilen iki yüz taş ustası, caminin yapılmasında büyük görevler üstlendiler. 500 taşçı ise Pencikent yakınındaki dağdan taş çıkarımıyla, yontma işiyle ve Semerkand’a gönderilmesiyle uğraştılar.
Dünyanın dört köşesinden getirtilen bu ustalar ve mimarlar, camiye kendi tecrübe ve geleneklerini aktardılar. Timur, seferlerinden birine gittiğinde caminin inşaası hâlâ bitmemişti. Dev gibi binaları, 130+102 metre ölçüdeki dikdörtgen avluya yerleştirmiştir. Onun batı tarafında baş cami, kuzey ve güney taraflarında ise küçük camiler bulunmaktaydı. Mermerle ve taşlarla döşeli geniş iç avlu, müslümanlar için yapılan kapalı galeriyle çevrilmişti. Her iki tarafında minare bulunan yüksek anakapı, avlunun giriş kapısı olarak dizayn edilmişti. Bütün bina duvarlarının dış tarafları, girift geometrik süsleme ve dini vecizeleri içeren çeşitli renklerde boyalı sırlı tuğlalarla süslenmiştir.
Muazzam iç süslemeleri ise altın motifli papyemaşe kabartmasından, oymalı mermerlerden ve majolik mozaiklerden oluşmuştur. Fakat zaman ve diğer şartlar, Bibi Hanım Camiine çok büyük zararlar vermiştir.
Öyle ki bu binalar Timur zamanında bile bozulmaya başlamıştı. Şu anda ise onlardan sadece azametli yıkıntılar kalmıştır. Bu haliyle bile, ziyaret edenler üzerinde unutulmaz izlenimler uyandırmaktadır. Şu anda camiyi ve onun geçmişteki emsalsiz büyüklüğünü korumak ve onarmak için büyük girişimler başlamıştır. Örneğin duvarların temellerindeki tuğla örgüleri sağlamlaştırılmış, anakapı restore edilmiş ve minare onarılmıştır. Ayrıca camiyi çeviren duvarlar yeniden restore edilmekte ve girişler onarılmaktadır. Bunun yanında galerinin ve büyük caminin iç kubbesinin yeniden inşaası planlanmaktadır.

I GÜRİ EMİR
Güri Emir, "Hükümdarın, yani Timur’un mezarı" anlamına gelmektedir. Edebiyatta ise bu isim Görl Mîr, yani hoca mezarı anlamında da kullanılmaktadır.
1404 yılında Amir Timur Ön Asya seferi zamanında 1403 yılında ölen en sevgili torunu için bir türbe yapılmasını emretmişti. Kısa bir süre sonunda 1405 yılında ölen Emir Timur da oraya defnedilmiştir. Mimarî biçim ve çizgilerin hafifliği, büyüklüğü, renkli mozaiğin zenginliği yani bunların hepsi, türbeyi, Orta Asya mimarisinin benzersiz eserleri arasına sokmuştur. Türbenin mavi sırla kaplı kenarlı kubbesi seyredenler üzerinde muazzam bir etki bırakmaktadır. Güri Emir Türbesinde Timur’dan başka, oğulları Şah ruh ve Miran Şah, torunları Muhammed Sultan ve ünlü gökbilimcisi Uluğbek, Timur’un üstadı Mekkell Şeyh Mirsaid Bereke ve Şah Hoca gibi değerli ve ünlü kişiler yatmaktadırlar.

I RUHABAD
Güri Emir Türbesinin kuzeyinde XlV.yy’da ölen mistik Burhaneddin Sagarci’nin mezarı üzerinde yapılan bir türbe vardır. Ruhabad, "Ruhun yaşayan yeri" adıyla anılan bu yapının kuruluş tarihi belirlenememiştir. Fakat bazı araştırmacılar türbenin kuzeyindeki taşlarla kapatılmış kapı kenarlarındaki çini süslerine göre, mezarın XIV. yy’ın ikinci yarısına ait olduğunu savunmaktadırlar. Diğer araştırmacılar ise binanın Timur tarafından yaptırıldığını iddia etmektedirler. 1970 yıllarında restore işlemlerine başlanmış, binanın sağlamlaştırılması için duvarlar çevre bağlantılarıyla desteklenmiş ve tavanlar tamir edilmiştir.

REGİSTAN
"Kumlu Yer" mânâsına gelen Registan, eski Semerkand’ın kalbiydi. Çünkü konumundan dolayı ticaret ve zenaat, büyük gelişmeler göstermiştir. Ve burada da tarihî eserler kombinezonu ve geçmiş yüzyılların şehir imar ve plan sanatını görebiliriz. Registan meydanının üç tarafı, üç büyük ve ukı binayla kuşatılmıştır. Bunlar Uluğbek Medresesi (1417-1420), Şir bâr Medresesi, Tilya Kari Medresesi (1647-1660) dır. Medreselerde öğrenim 10-12 yıl sürmekteydi. Ve buradan mezun olan kişiler yargıç, imam, müderris olabiliyorlar ve kendi alanlarında çalışabiliyorlardı.
Uluğbek Medresesi Orta Çağ’ın ilk öncü üniversitesi olmuştur. İlk kurulduğunda 50 odaya sahipti ve bu odalarda yüzden fazla medrese öğrencisi yaşayabiliyordu. Bir efsaneye göre bu öğrencilerin arasında, büyük Tacik şairi Abdurrahman Camî de eğitim görmüş. Uluğbek’in de bu medresede matematik dersi verdiği hakkında bilgiler vardır, tik önceleri medrese iki katlıydı. Diğer yandan yüksek ve derin ok kemerlere sahip ön cephenin üçte ikisini oluşturan anakapı, meydana bakmaktadır.
Zamanla Uluğbek Medresesi depremlerden çok büyük hasar görmüş ve dış kubbeleri, iki minare ve konut binalannın çoğu yıkılmıştır.
20.yy’ın başında bina yıkılmaya yüz tutmuşken kuzey tarafındaki eğilen minare restore edilmiştir.
XVII.yy’da meydana Şir Dâr ve Tilya Kârî adlı iki medrese yapıldı. Bunlar dikkat çeken ölçüleri ve muhteşem farklı süslemeleriyle Uluğbek Medresesi’nden aşağıda kalmamışlardır. Aynı zamanda bu yüzyılın en ünlü medresesi de Şir dâr olmuştur. Kısacası ismi "Arslanlı Bina" olarak da geçen medrese, Semerkand Amiri Yalangtöş tarafından çizilen projeye göre dizayn edilmiş ve 17. yıl içerisinde tamamlanmıştır. 10 yıl sonra aynı Amir zamanında ikinci medrese; "altınla süslenen" anlamına gelen "Tilya Kârî" yapılmıştır. Tilya Kârî, öğrencilerin en çok öğrenim gördüğü yer olmuş ve bunun yanıstra cami olarak da kullanılmıştır.
1979 yılında caminin dış duvar resimlerinin tamiratı bitmişti ve bu restorasyon içinde 1000 m2’lik bir altın kaplama işi vardı.
Şu anda Registan Eserler gurubu, izleyenler üzerinde olumlu etkiler bırakmaktadır.

ÇÂRSU
XVII. yy’da aynı meydanda Özbek milli kıyafetlerinden fese benzeyen takke satıcıları için kubbeli, altı yüzlü ticari bina, olan Çârsu (Dört Su) yapıldı. 200 yıllık bir geçmişi bulunan bu bina vakıf eserleri içerisinde günümüze kadar gelen tek binadır.

ULUĞBEK RASATHANESİ
Uluğbek tarafından 1428-1429 yıllarında Çoban Ata tepeleri’nin yanında bulunan Kuhak tepesi üzerine inşa ettirilen Rasathane, Semerkand’ın tarihî eserleri arasında önemli bir yere sahiptir. Bu binayı bizzat gören Bâbûr; (Timur’un torununun oğlu) binanın güzel çinilerle kaplı, 46 metre çapında ve 30 metre yüksekliğinde, daire şeklinde olduğunu söylemiştir.
Kendi zamanının en güzel mimirasine sahip olan Rasathanede güneş, ay ve başka gök cisimlerinin incelenmesinde kullanılan âletler bulunmaktaydı.
Çemberin yançapı 40.212 metre ve yay uzunluğu 63 metre olan büyük dikey daire, binanın temelini oluşturmaktadır. Bunun yanında "Sekstang" aleti kesin bir ayarlamayla meridyen çizgisine göre yönlendirilmişti.
Uluğbek’in "Zidci Gruagoni" CYıldızlar Cetveli") adlı eseri, geleceğin astronomi bilginlerine büyük hizmetler vermektedir. Ve bu cetveller üzerinde bir çok bilim adamı çalışmış ve en sonunda bu çalışmaları 1437 yılında tamamlamışlardır.
Semerkand astronomlarının hiçbir optik aleti kullanmadan bu kadar kesin bilgilere sahip olmaları, şaşırtıcı bir olaydır ve hatta Uluğ- bek’in "Yıldızlar cetveli "nde 1018 yıldızın koordinatları vardır. Şu anda bile bu eser hâlâ değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
Uluğbek hesaplarına göre yıldız yılının uzunluğu 365 gün, 6 saat, 10 dakika, 8 saniye idi. Şu andaki rakamlarla hemen hemen eşittir. (365 gün ,6 saat, 9 dakika ,9.6 saniye). Kısa bir hesaplama yaparsak bu hata bir dakikadan bile azdır. "Yıldızlar Cetveli", Orta Çağda teleskopun keşfine kadar yararlanılan bilgileri içine alan tek eserdir. Uluğbek’in astronomideki başarıları doğu ve batı biliminin gelişmesinde büyük öneme sahiptir. _
Yüzyıllar boyunca rasathanenin yerleşim yeri, tarihçiler ve araştırmacılar için çözülemeyen bir bilmeceydi. Ancak 1908 yılında Se- merkandlı arkeolog V.L. Vyatkin, bir çok eski jeolojik belgeleri inceledikten sonra, uzun seneler süren sabırlı ve zor araştırmalar sonunda rasathanenin izlerini, bir tepenin kaya katmanında bulabildi. Bu olay gerçekten mükemmel bir buluş ve bilimsel araştırmadır.
V.L.Vyatkln kendi vasiyetine göre rasathanenin önüne defnedilmiştir. Rasathane yanında doğunun astronomi bilgileri ve bunlan icad edenler hakkında bilgiler veren çok sayıda sergi ve materyal, Uluğbek Müzesinde bulunmaktadır.

İŞRAT HÂNE
Şehrin Suzangaron tarafında, Orta Asya ustalarının en eski eserlerinden biri olan Işrat Hâne Türbesi bulunmaktadır. Sade dekorlu, taşlı kubbeye sahip zarif ve orantılı bu bina, halk arasında "Zevk ve Sevinç Evi" olarak anılmaktadır. Efsanelere göre bu türbe Timur’un ismiyle yakından ilişkilidir. 1464 yılındaki "Bağışlama Yazısı" adlı kaynağa göre, bina o zamanın sultanı Ebû Said’in hanımı Habibe Sultanbeğim’in emriyle, zamansız ölen kızı Sultan Habendbeke anısına inşaa edilmişti. Sonradan burası Timur’un hanımlarının defnedildiği ailevi bir türbe haline gelmişti.
Olağanüstü uzun ana kapı ve üzerindeki süslü kubbe (1903 yılında yıkılmış) ve büyük bir davul, bu türbenin özelliğini arttırmıştır. .
Türbe, merkezinde bir ziyaret yeri, güneydoğusunda ona bitişik olan muazzam süslemeli üç odası, kuzeybatısında simetrik yerleşim camisi ve hizmet odaları bulunan ikinci kata çıkılır.
Türbenin dış kısmı, Timur zamanının ölçüsüz mimarî süslemeli binalarından büyüklüğü ve basitliğiyle hemen farkedilir.
Türbede restorasyon işleri başlamıştır, ama şu anda Işrat Hâne’nin izleyiciler üzerindeki ulu ve görkemli görünümü yoktur.