Makale

İMAM BUHARI HAZRETLERİNİN HUZURUNDA

Halit GÜLER
Başkan Yardımcısı


İMAM BUHARI HAZRETLERİNİN HUZURUNDA

14.8.1993 Cumartesi sabahı saat 08.00 de bir minibüsle Buhara’dan Semerkand’a hareket ettik. Düzlüğü ufukla birleştiren noktaların epey uzakta göründüğü bir ovada ilerliyorduk.
Bereket versin, minibüsün soğutucusu vardı. Aksi takdirde gitmek için gece serinliğini beklememiz gerekecekti. Biraz serinlemek için uygun bir yer bulamadık. Yer yer kahvemsi binalar görülüyor, ama henüz istenilen seviyede hizmet verebilecek duruma gelmemişler. Hür teşebbüs, komünizmin baskısından henüz kurtulduklan için, istenilen düzeye ulaşamamış. Ulaşamamış ama yola çıkmış. Demokratik ülkelerdeki örneklerinin seviyesine bir gün mutlaka ulaşacaktır.
Küme küme ağaçların altında, yoldan geçenlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere sergi açmış insanları seyrederek yolumuza devam ettik. Saat 12.00 de İmam Buhâri Külliyesi’nde idik. Bahaüddin Nakşibendi Külliyesi’nde gördüğümüz tablo burada da kendini gösteriyordu. Özellikle nikah kıydırmak için cami imamlığına başvuran çiftlerin çokluğu dikkat çekiyordu. Öğle namazını, İmam Buhâri sevgisiyle binlerce mü’minin secdeye vardığı mahalde, ümit ışıklarımızın aydınlığında kıldık.
İmam Buhari’nin bulunduğu bu külliyeyi 1985 yılında da ziyaret etmiştim. Şükürler olsun ki, çok farklı buldum. Camide cemaat artmış, hizmet ehli çoğalmış, başlarında tertemiz takkeleriyle öğrenciler görülür olmuş. İmam Buhari’nin cami ve türbesinin yer aldığı külliyeyi, etrafında oluşan manevî havayı ve tabiî güzelliği, kendimi zorlayarak bütün kabiliyet ve maharetimi kullansam yine de kağıda dökmem mümkün değildir.
İmam Buhari Hazretlerinin ruhaniyetinin bizimle olduğuna inanarak külliyeden Semerkand’a gitmek üzere ayrıldık. Semerkand’ın yeşil sokaklarında ilerlerken yer yer tarihî binalar gözümüze ilişiyordu. Uçağımız saat 18.00’de kalkacaktı. Buradan Taşkent’e dönecektik. Hem uçağı kaçırmamak, hem de çok yer görmek için acele ediyorduk. Sür’atle camileri, medreseleri, türbeleri özellikle Emir Timur’un türbesini, Husam İbn-i Abbas’ın kabri şerifinin de bulunduğu Şah-ı Zinde’yi, Uluğ Bey Rasathanesi’ni ziyaret ettik. İhtişamlarıyla gözümüzü kamaştıran, aklımızı karıştıran tarih! eserler kadar olmasa bile, çevrede muhteşem Semerkand insanını kucaklayan, yemyeşil cadde ve sokaklarıyla, mavi çini kubbeleriyle dillendiren bir şehir. însanları cana yakın. Çarşısı, nefes borusunda henüz komünizmin korkunç pençesini hissediyor olmalı ki, bir pazar ekonomisi havasına kavuşamamış. Kısa zamanda rahat nefes alıp verme imkanlarına kavuşacağını gösteren işaretler var.
Uçağa yetişebilmek için Türk-lslâm sanatının şaheser örneklerini ve unutulmaz önderlerini sinesinde barındıran Semerkand’dan ayrılırken bakışlarımız, ziyaret imkanı bulamadığımız o güzelim kubbelerde kaldı.
O akşam Taşkent’e döndük. Geceyi Devlet misafirhanesinde geçirdik.

ALMATI
15 Ağustos 1993 Pazar günü saat 17.40’da Taşkent Havaalanından kalkan uçakla Almatı’ya hareket ettik. Yolculuğumun bundan sonraki bölümünde arkadaşım Mustafa BAYRAKTAR’ dı.
BAYRAKTAR, Diyanet işleri Başkanlığı’nda Eğitim Uzmanı ve Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyet Üyesi.
Almatı Havaalanı’na indiğimiz zaman başta Din Hizmetleri Müşavirimiz Abdullah ÖZBEY olmak üzere bizi karşılamaya gelenleri yanımızda buluverdik. İşlemlerimiz tamamlandıktan sonra şehre hareket ettik. Geceyi, mütevazî bir otelde geçirdik. Biz, otele bir ücret ödeyecektik ama, duvarlarda gezişen böceklerin ücret ödeyip ödemeyeceklerini bilmiyorduk. Soydaşlanmızın üzülmeyeceklerini bilsem, otelde gördüklerimden biraz daha bahsetmek isterdim. İnşallah ilerde düzelir.
Soydaşlarımız, çeşitli sebeplerle ve işkencelerle şimdiye kadar çok üzüldüler. Bundan böyle üzülmelerini istemeyiz.
Ertesi günü ilk işimiz Büyükelçiliğimize uğramak ve Büyükelçimiz Argun Ozpay’ı ziyaret etmek oldu. Büyükelçimizden, Kazakistan’daki konumuzla ilgili gelişmeleri dinledikten sonra, Kazakistan’daki müslümanların Müftüsü Iratbek NUSENBEYOĞLU’nu makamında ziyaret ettik. Müftü Efendiyle kısaca görüştükten sonra Türkiye Diyanet Vakfı tarafından inşa ettirilmekte olan Tolgar Camii’ni görmeye gittik. Beraberimizde caminin inşaatından sorumlu kimseler de vardı. Oradan yine Türkiye Diyanet Vakfı tarafından Miçurin Kalhayun’da inşa ettirilmekte olan camiyi görmek için ayrıldık.
Eski camide öğle namazını kılan cemaatin de bize katılmasıyla inşaatın çevresinde kalabalık arttı. Kolhoz’un Belediye Başkanı da geldi. İnşaat hakkında bilgi aldık. Almatı televizyonu hemen oracıkta bizleri konuşturarak çekim yaptı. Müftü Efendi, Belediye Reisi ve biz cami inşaatı ile ilgili düşüncelerimizi ifade ettik. Bu camilerin bir an önce bitirilip ibadete açılmasını daha çok oradaki kardeşlerimizi düşünerek temenni ettik. Mikalayko Kolhozunda cami yeri olarak ayrılan arsayı da gördükten sonra, akşam yemeğinde Müftü Efendi’nin evinde olmak üzere yola çıktık.
Almatı çok sakin ve güzel bir şehir. İster yürüyerek, ister vasıtayla gidin, netice değişmez. Yeşillikler içerisinde uzanan, yer yer yeşil parklarla genişleyen caddeler insanı dinlendiriyor. Böyle bir caddede giderken arabamız Müftü Efendinin işaretiyle geniş bir bahçenin önünde durdu. Müftü Efendi, bu yeşil alanı göstererek "Burası üniversite inşa edilmek üzere Mısır Devletine tahsis edildi." dedi. İki devlet arasında inşa edilmiş ve bunu belgeleyen taş da girişe dikilmiş.
Önceden yazdığım gibi akşam yemeğinde Müftü Iratbek Nusenbeyoğlu’nun evindeyiz. Kazak sofra geleneklerine göre beni Aksakal seçerek en başa buyur ettiler. Bunu belirlemeden sonra Aksakal ne derse sofrada o olur. Nitekim öyle de oldu. Ev sahibi de ikramda kısıntı ve aksaklık olmaması için aksakalı takibe alıyor. Aksakal ne kadar çok ikrama vesile olursa, ev sahibi o kadar memnun kalıyor.
O akşam Müftü Efendinin ikram sofrasında Kazakların meşhur yemeği beşparmak vardı. Neden böyle bir isim verilmiş diye sorulabilir. Bu yemek yenilirken lezzetinden parmaklarınızı yalıyorsunuz da onun için. Beşparmak bir koyun veya kuzunun bütünce tandırda veya fırında Kazak usullerince kızartılmış şeklidir. Sofraya önce bu koyunun başı deriye sarılmış ve pişmiş olarak getiriliyor ve Aksakalın önüne konuyor. Aksakal onu sofrada hazır bulunanlara yetecek şekilde dağıtıyor. Sonra sırasıyla sofraya koyunun diğer parçalan geliyor. Yemek devam ederken sohbet devam ediyor. Bu yemekler sohbete vesile olduğu için şifalı ve bereketli oluyor. Çünkü uzun sürüyor. Müftünün ikramına ve evin hanımının zahmetine teşekkür ederek otelimize döndük.
Ertesi günü saat 10.00’da Başbakanlık Din İşleri Dairesi Başkanı Muhammed Kasım Kaysibeyoğlu’nu ziyaret ettik. Bu zat bütün dinlerden sorumlu. Daha açık bir ifade ile bütün dinlerin ruhani reisleri bu şahsa bağlılar.
Bu ziyaretten sonra o çevrenin meşhur mesire yeri Medeo Yaylası’na çıktık. Burası yerli ve yabancı turistlerin görmeden Almatı’dan ayrılamadıkları güzel bir yer. Böyle yerler olmasaydı, herhalde ressamların ve şairlerin hayal dünyaları çok kısır, eserleri çok cılız kalırdı. Kayak merkezleri ve buz pateni yapılan yerleri var. Yeşil düzlüklere hakim tepelerde kurulmuş Kazak Çadırları manzarayı renklendiren bir unsur oluyordu. Bir tarafta yeşil yamaçlar, diğer tarafta karlı tepeler ve düzlükte kavurucu sıcaklık, üçü bir arada olur mu?
Oluyor işte. Karlı tepelere bakınca üşüyor, düzlüğe bakınca ısınıyor, yeşil yamaçlara bakınca ferahlıyorsunuz. Karlı tepelerden güneşin tesiriyle eriyip gelen ve bir derede birleşen sular, Almatı’ya doğru azgın azgın akıp gidiyor. Medeo Yaylası’nda tabiata doyamadan ayrıldık. Ömrü beton yığınları, trafik gürültüsü ve baca dumanlan içerisinde geçen insanlar için ne harika bir manzara!