Makale

VAZİFEYE BAĞLILIĞIN SIRRI

VAZİFEYE BAĞLILIĞIN SIRRI

Ali DOĞRU
Belçika Öğretmen Din Görevlisi

Etrafımıza şöyle bir bakalım! Gecenin karanlık perdelerini dalga dalga açarak doğan güneş, dünyamızı pırıl pırıl aydınlatıyor. Karanlık sebebiyle göremeyen gözlerimiz görmeye başlıyor. Kapanan gönüllerimiz açılıyor. Bu parlak manzara bize İlâhî üslûpla bir şeyler fısıldıyor. Bu dekor, bu kıpırdama, aksiyon ifadesini Kur’an’da bulur.
Esen rüzgârların yapraklara temasıyla meydana gelen terennüm ve hışırtılar, dalgalanan denizlerin eşsiz manzarası, mevsimlerin müsaadesiyle şahlanan çeşit çeşit otlar ve ağaçlar, buram buram tüten, mis gibi kokan çiçekler, kandillerle süslenmiş gökyüzü, bulutlar, yıldıranlar, gök gürültüleri, bunların hepsi li- san-ı hâl ile bize bir şeyler anlatıyor.
Kur’an bu âlemin boş yere yaratılmadığı hakikatini dile getiren İlâhi sözler manzumesidir.
Huzurun sırrını vazifelerimizi yapmakta bulacağız. Dürüst vazife yapan mutlu olur. Kur’anımız şöyle buyuruyor: "İnsan için ancak sa’yü gayretinin semeresi (ürünü) vardır. Ve mutlaka onun sa’yü gayretinin semeresi görülecektir. Sonra ona noksansız karşılık veri- lecektir."(l)
Bu ayetlerde değerin ancak işe ve vazifeye verildiği, yeryüzünde ilerlemenin ve her türlü başannın ancak vazifelerimizi iyi yapmak ve çalışmak suretiyle elde edileceği kesin olarak ifade edilmiştir.
Dinimizde vazife konusunda bizi yakıcı ve çarpıcı misaller çoktur.
"Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur da, bunu kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, muhakkak onu diksin"(2) emrini veren İslâm Peygamberi (S.A.S.) ağaç dikmenin ehemmiyetini belirtirken; muhakkak deruhde edilen vazifenin tereddütsüz yerine getirilmesini de istemektedir. Bir misal de yabancı diyarlardan: Amerika’nın "Yeni İngiltere" denilen doğu bölgesinde bir güneş tutulması olmuş, ortalık tamamen kararmıştı. Birçok kimse bu olay karşısında telaşa düşmüş, bazı kimseler de kıyamet gününün geldiğini sanarak telaşa kapılmışlardı. O sırada, Connecticut Eyaleti’nin Kanun Meclisi oturum halindeydi. Ortalık karannea üyelerden biri oturumun kapatılmasını teklif etti. Bu teklif üzerine Stanfort’tan gelen Davenport adındaki yaşlı bir üye ayağa kalktı ve "Dünyanın sonu geldiği içindir ki yerinde kalmayı ve vazifesini yapmayı arzu ettiğini" söyledi. Meclisin vazifesine devam edebilmesi için mum getirilmesini istedi.
İnsan dünyaya niçin gelmiştir? İbadet için değil mi? İbadet ve Allah’a kulluk en başta gelen bir vazifedir. İnsan dünya hayatını devam ettirebilmek için çalışmaya mecburdur. Boş kalmak yok. Kur’an’da bu konu için birçok ayetler vardır. İşte bizi çok düşündüren ilginç bir ayetM. O halde boş kaldın mı hemen yorul"(3) Madem ki, sürekli iş, meşguliyet, uğraş, didinme bizim için faydalıdır, ne ile meşgul isek, onu severek yapmalıyız.
Büyük iman şairimiz Mehmet Âkif Ersoy bir sözünde "Gezen tilki, yatan aslandan daha iyidir." sözüyle büyük bir gerçeğe parmak basmıştır. Dinimizde yerde otururken bile, çöple toprağı kazarak onunla meşgul olması insan için küçük bir uğraştır. Peygamberimizin boş oturan bir kişiye sahabeleriyle yoldan geçerken ona selam vermemesi, aynı yerden ikinci defa geçerken oturan kişiye selâm vermesi sahabenin dikkatini çekmiş, Allah Resulü ilk geçtiğinde o kişi boş durduğundan dolayı selam vermediğini, ikinci defa geçtiğinde eline bir çöp alarak toprağı deşelediğini görünce selam verdiğini, o kişide çalışma azmini ve boş oturmadığını keşfettiğini buyurmuşladır.
Doktorlara göre veya spor uzmanlarına göre, mecburi bir koşu veya çalışma neticesinde vücudumuzda hissedilen ağrıları en çabuk azaltma çaresi yine koşmak ve çalışmakmış.
Vazifemiz küçük de olsa, onu küçümsemek iyi bir hareket değildir. Hazreti Ali Efendimizin "Zerreler büyük şeylerin habercisidir." sözü çok manidardır. Zaten her kötülük küçük şeylerle başlamıyor mu? Küçük bir kadeh geleceğin büyük bir ayyaşını, küçük bir kâğıt oyunu geleceğin büyük bir kumarcısını, küçük bir günah işleme geleceğin büyük bir günahkârını yetiştirmiyor mu?
Bir söz vardır; bu sözün Cengiz Han’a ait olduğu söylenir. "Bir çivi bir nalı, bir nal bir tırnağı, bir tırnak bir ayağı. bir ayak bir atı, bir at bir hükümdarı, bir hükümdar da bir milleti mahveder." Söze çividen başladık fakat nereye kadar geldik.
Dünya Nobel armağanları arasında, "İnsan denen meçhul" (L’homme cet inconnu) eseriyle ödül alan doktor Alexis Carrel’in dediği gibi, "Vazife, büyük şey yapmak değil, ne kadar küçük olursa olsun, gerekeni yapmaktır."
Vazifeye bu şekilde bağlılık olmazsa, hayatın ne kıymeti olur ki... Evet, en küçük bir işi, en büyük şekilde yapmasını bilebiliyor muyuz? İşte büyüklük bu.
Vazife yaparken, fertler arasındaki kabiliyet ve makam farklılığı cemiyette hiç bir zaman, ahenksizlik sebebi olamaz. Bilakis cemiyet hayatının daha dengeli olmasını istiyorsak böyle gereklidir. İki adam aynı ata binerse, birinin mutlaka arkaya oturmak zorunda olduğunu peşinen kabul etmek durumundayız. Öne binme kavgasını sürdürecek olurlarsa ikisi de düşecektir. Bir vücutta göz veya kalb çok değerlidir de kaş, kirpik, parmak değersiz midir? Bir devlet dairesinde en küçük memurun yaptığı iş, genel müdürün yaptığı işten daha az değerli değildir. Her ikisi de vazifesini zevk duyarak yapmalıdır.
Vazifemizi yaparken, bizi yaratanın "Yapageldiğiniz işlerden elbette mes’ul olacaksınız"^) ilahi fermanı kulaklarımızda çınlayıp durmalı.
Huzura ve mutluluğa kavuşmanın sırrını başkalan için şevkle çalışmanın içinde aramalıyız. Peygamberimiz (S.A.S.) ’Topluma hizmet eden, toplumun efendisidir." cevabını vermişlerdir.
Asrımızda ruhi deprasyonların temelinde, sıkıntıya düşenin, sıkıntısını gidermiyorsak, işlerimizi eksik ve insanlara zaran dokunacak şekilde yapıyorsak bizim veya toplumumuzun ruhi bunalımlarına çözüm bulmamız imkânsızdır. Saadette değil, cehennemde yaşıyoruz demektir. Peygamberimiz (SAS) "Kul üzerindeki işi kusurlu yaparsa, Allahu Teala onu üzüntü ve kedere müptela kılar" (5)
Cemiyet hayatında ihmallerin verdiği zararın uzun süre tek taraflı kalması mümkün değildir.
Hem o zaman iş, eğlence halini alır. Onun için Edison "Ben ömrümde çalışmadım, yaptıklarımın hepsi eğlence idi" der. Müslümanın ise ayrı bir sorumluluğu vardır. Yapılan işin iyi veya kötü neticesi, mutlaka diğer insanlara yansıyacaktır. (Zerre kadar) iyilik veya kötülük kayıtsız kalmıyor ki...
Cemiyet halinde düzenli bir hayat yaşanıyorsa, insanlar değişik işler yapmak zorundadırlar. Nasıl ki değişik karakterlerimiz, yapımız var ise işlerimiz de değişik olacaktır. Dünyadaki ahengi, değişiklikler sağlamıyor mu?
Japonya, kendisinden niçin çok çok bahsettiriyor? Ankara Ticaret Odası ile Milletlerarası Endüstri ve Ticaret Bankası’nın tertipledikleri seminerde konuşan Japon profesör Motoo Kaji, "Japonya’nın hızla gelişmesini sağlayan en önemli unsurun, Japon insanının çalışkanlığı” olduğunu ifade etmişti.(6)
İnsan bu hayat savaşında yer almış değil midir? Mademki doğduk, çaresiz çalışacağız. Bakın tek tek insanlara, bakın ailelere, hepsi çalışıyor. Alın sırasıyla her türlü cemiyetleri, alın kavimleri. .. Bunlar içinde yaşama kaygısından ayrılan var mı?
Aklımızı başımıza toplayıp, kendimize gelelim. Sık sık tembellikten, acizlikten ve cimrilikten Allah’a sığınan bir peygamberin ümmeti olduğumuzu unutmayalım.
Karanlık günler ve vatanımızın kalkınması
çalışkan insanlarla ve vazifesini kutsal görev bilenler sayesinde aydınlığa kavuşacaktır. Ne mutlu bu duyguyla yaşayanlara. ‘

1. Necm Suresi ayet 3940-41
2. Tecrit Tercemesl Cüz: 7 Sayfa : 124
3. İnşirah Suresi ayet: 7
4. Nahl Suresi ayet: 93
5. A.HImmet Berki 239 Hadis Sayfa : 31
6. Zafer Dergisi Sayı: 42