Makale

TEBLİĞDE DİN VE DİL DİYALOĞU

TEBLİĞDE DİN VE DİL DİYALOĞU

Kemal CENGİZ

Bilindiği gibi bütün dünya bir yumuşama sürecine <girmiştir. Bunun sonucu olarak da rejim ve ideolojilerde bir çok duvarlar ve tabular yıkıldı ve yıkılmaktadır. Memnuniyetle müşahede ediyoruz ki, dünyadaki bu değişime memleketimiz de ayak uydurmaya çalışmaktadır.
Böylece, dünyada olduğu gibi ülkemizde de, fikir ve vicdanlar üzerindeki baskılar kalkarken başlayan bu yeni dönemde, dinî irşad hizmetinin anlayışında ve uygulanışında da yeni bir üslûp ve muhteva değişikliği gerekmektedir.
Herşeyden önce, irşad ve aydınlatma hizmeti bir dil aracını gerektirdiğine göre, yenilik hamlesine, dilden başlamak gerektiği kanaatindeyim. Hakk’ın hizmetini, halkın anladığı dilden konuşarak gerçekleştirmek zorundayız. Aksi halde kendimiz konuşur, kendimiz dinleriz. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in niçin arapça indirildiğini, hâkim olan Rabbimiz yine kitabında kendisi "Daha iyi anlamamız için olduğunu"(l) açıklamaktadır.
İnsanlara anladıkları dilden konuşmak, onlara hoşlandıkları yemekleri sunmak gibidir. Zevkle yenilen yemek sadece mideyi doldurmaz, iştahı da doyurur. İlgiyle dinlenilen sözler de böyledir; kafa şişirmez, kalbi doyurur. Kur’an-ı Kerim’in "Yedi türlü Arap lehçesi üzerine okunması"(2) hikmetlerinden biri de, "Herkesin kendi lehçesinde okuduğu Kur’an-ı daha iyi anlayacağı" olsa gerektir.
Bu gerçekler gösteriyor ki, müslümanlara dinlerini anlatırken, dillerinin üslûbunda konuşmalıyız. Anlaşılmayan ifade, alışılmayan yemek gibidir, zevki olmaz. Söze başlarken, "Ey cemaat-ı müslimîn, ihvân-ı dîn..." terkibi ile giren bir vaiz veya hatibin söyleyeceklerine ne kadar dikkatleri çekebileceğini düşünelim! Artık istesek de, istemesek de bu tür terkipleri yeni nesil anlamıyor. Bunu eski kültürden kopuş olarak anlamak da yanlıştır. Dil, her mevsim yeşil kalan iğne yapraklı ağaçlar gibidir. Zamanı gelip dökülenlerin yerlerini, yeni yeşilleri doldurur. Ama her dem o yeşil durur. Önemli olan o yaprağın özden yetişmesidir.
Kökten kopmamak kaydıyla dilde yenileşmeyi eskiye vefasızlık olarak telakki etmek de yanlıştır. Evlâdı büyüdükçe gelişip değiştiğini kabullenemeyen ebeveyn gibi olmayalım. Sevinelim ki, gelişme ve değişim hayatın ifadesidir. Yaşayan her şey değişir ve gelişir. Cansızlar, fosil ve taşlar değişmez ve gelişmez. Birer tebliğci olarak görevimiz dini anlatmaktır. Dil işi ediblerin görevidir. Dil konusunda halkın ne önüne geçmeli, ne de arkasında kalmalıyız; ortasında bulunmalıyız. Bilmeliyiz ki dil bizim anlatım aracımızdır. Eskiyen parçalanın yenisi ile değiştirip yolumuza devam etmeliyiz. Yoksa yolda kalırız.
En kolayından bir örnekle konuya açıklık getirelim: "32 farz" diye adlandırdığımız çok özet dinî bilgileri bile, ifade yetersizliği yüzünden anlamayanlarımız var. Şöyle ki, namazın şartlarını anlatırken, "hadesten taharet, ne- cesatten taharet, setr-i avret..." diye başlayan bir hoca efendi düşünelim! Neyi, kime ve ne kadar anlatabilecek? Anlatabilmek bir yana acaba bu terkipleri doğru söyletebilecek mi?
Öyle ise, mânâyı lafza feda etmesek, bunlan anlaşılacak kelimelerle, "abdest almak, yıkanmak, teiniz olmak, giyinmek..." şeklinde ifade etsek ne sakıncası var? Kolumuzu ensemizden dolaştırmadan kulağımızı göstersek ne olur? Kanaatimce, insanlara meramı kısadan anlatmak, yola keseden gitmek gibidir, menzile çabuk vanlır. Maksadımız yolda yorulmak değil, menzile varmak olduğuna göre boş yere niçin yoruluyoruz? Dinin gereği olan namaz ve onun bir şartı olan ab- destin şer! ıstılahtaki adı, "salât" ve "vudû"dur. Ama biz onları farşça "dua" anlamına gelen "namaz" ve el suyu anlamına gelen "namaz" ve el suyu anlamına gelen "âbdest" kelimeleri ile algılamışız, var mı bir mahzuru?
İslâm’ı halkın anladığı dilden konuşarak anlatmak diyebileceğimiz bu üslûb değişikliğini, "dinde yenilik, reform" şeklinde anlamak kalın kafaların kavrayışıdır. Diyebiliriz ki, bu tarz anlatım, "İslâm’ı asrın anlayışına söyletmektir. "İmam bildiğini okur" tarzına devam edersek, bilmemiz gereken bir şey daha var: "Cemaat da istediğini yapıyor" hem de bir çok hatayı, fazilet telakkisiyle yapıyor.

1. Yûsuf -2, Zuhruf-3.
2- Buharl Tecrld-I Sarih Trc. 9/1331.
3- Safahât, 6/418.