Makale

Bayrağın Değerini Anlamak

Bayrağın Değerini Anlamak

Seyfettin YAZICI
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Milleti Millet Yapan Değerler
Milleti, millet yapan ve fertleri aynı gaye etrafında birleştirerek toplumu yek vücut hale getiren öyle değerler vardır ki, onları toplumdan çekip alacak olursanız, o toplum benliğini kaybeder ve ruhsuz bir ceset haline gelir.
Tarih boyunca milli benliğimizi yoğurup şekillendirerek bizi “Biz” yapan bu değerler, millet olarak bugünlere gelmemizi sağlayan en önemli unsurlardır.
Milletimizin kalbine kök salmış ve dini inançlarımızla yoğrulmuş olan vatan ve bayrak sevgisi bunlardandır.
Bu değerler, milli varlığımızın harcıdır. Millet olarak bizi ayakta tutan, yolumuzu aydınlatarak bizi yüksek hedeflere ulaştıran, bize ruh ve heyecan veren bu değerlere bağlı olduğumuz ölçüde hayatın bir anlamı vardır. Bunlardan yoksun bir millet, millet olma vasfını kaybeder ve zamanla yok olup gider. Bu değerlere canı gönülden bağlı olmayan ve gerektiğinde bunları korumak için canını feda etmeye hazır olmayan bir toplum nasıl hayat bulabilir? Varlığını nasıl devam ettirebilir.?
Fert için barınacak bir ev ne ise millet için de vatan o dur. Hatta çok daha önemlidir. Vatansız bir toplum düşünebilir misiniz? Vatanın bir millet için ifade ettiği anlamı ancak bu nimetten mahrum olanlar anlayabilir.
Vatan sevgisi insanın yaratılışında var olan, gönlünde apayrı bir yer tutan öyle bir duygudur ki insan doğup büyüdüğü topraklardan uzak kalınca bunun farkına varır ve vatan özlemiyle yanıp tutuşur. Doğup büyüdüğü topraklara kavuşmadıkça içindeki bu özlem giderilemez.
Bu duygu sadece insanlarda değil diğer canlılarda da görülür. Kuşu altın kafese koymuşlar, yine de o, “vatan” demiş..
Vatana sahip olmak, onu sevmek ve gerektiğinde onun uğrunda seve seve canını fedâ edebilmek...
İşte dinimizde “vatan sevgisi İmandandır” sözünün ifade ettiği anlam...

İstiklal ve Hürriyet

Vatana sahip olmak mutlaka gerekli, fakat yeterli değil...
Vatan topraklarında istiklâl ve hürriyete sahip olmak da şart... Çünkü istiklâl ve hürriyete sahip olmayan bir millet düşmanların esiri ve kölesidir. Kendi vatanında vatansız gibidir. Bu sebeple vatan toprakları üzerinde istiklâl ve hürriyete sahip olmanın bir millet için hayati önem taşıdığı tartışma kabul etmeyen bir gerçektir.
İstiklâl ve hürriyet olmayınca canımız, malımız, namus ve şerefimiz her an düşman tehdidi altında demektir. Her zaman böyle bir tehditle karşı karşıya gelmenin ve düşman tecavüzüne uğrama tehlikesi altında yaşamanın bir anlamı var mı.

Ve Bayrak...

İşte bayrak, bir milletin canından aziz bildiği istiklâl ve hürriyetinin sembolü...
Bayrak, onun uğrunda ölmeyi bile göze aldığımız manevi değeri çok yüksek bir varlık... Bağımsızlığımızın, namus, şeref ve haysiyetimizin göstergesi bayrak...
Yurtdışına çıkan, bayrağını öyle özler ki bir yerde ay-yıldızlı Türk bayrağı görse içinde büyük bir sevinç duyar. Yurtdışından Türkiye topraklarına ayak basan kimse karşısında Türk bayrağını görünce daha evine gitmeden sag salim evine varmış, dostlarına kavuşmuş gibi kendisini huzur ve mutluluk içinde hisseder. İşte bu mutluluk, ona adeta “hoş geldin” dercesine nazlı nazlı dalgalanan ay-yıldızlı bayrağımızın cazibesinden kaynaklanmaktadır.
Rengini şehitlerimizin kanından alan o bayrak, Yurtdışına çıkarken bizi adetâ uğurlayan, Dönüşümüzde bize hoşgeldiniz diyen.
Gece gündüz ülke semalarını bekleyen Ay-yıldızlı bayrak..
Evet bizim bayrağımız...
Türk bayrağı..
Atalarımızdan kutsal bir emanet ve paha biçilmez bir miras olarak bize intikal eden bayrağımızın ebediyete kadar semalarımızda dalgalanması bu topraklarda yaşayan herkesin en samimi arzusudur.
Onu yüceltmeyi şerefli bir görev bilmedik mi? Düşmana çiğnetmemek için binlerce şehit vermedik mi? Onun uğrunda canlarını verenler, bizden aynı fedâkârlığı beklemiyor mu?
Evet..
Bayrağımızı yükseklerde tutmak çok onurlu bir görev.
Onu sevmek, ona saygı göstermek duyguların en güzeli.
Onun uğrunda ölmek ise, ölümlerin en şerelisi ve şehitlik rütbesi...
Bayrağa Saygı, Hem Milli,
Hem de Dini
Bir Görevdir...
Bu konuda Peygamberimizin hayatına ve onun yolunu takip eden atalarımıza bir bakalım:
Gerek Peygamber Efendimizin zamanında, gerekse ondan sonraki devirlerde bayrağa büyük önem verildiğini görüyoruz.
628 yılında Hayber savaşı yapılmış ve savaş
müslümanların zaferi ile sonuçlanmıştı. Bu savaşta büyük kahramanlık gösteren Hz. Ali’ye bayrağı Peygamberimiz kendi eliyle teslim etmişti. (,)
Yine Peygamberimiz hayatta iken müslümanlarla Bizanslılar arasında 629 yılında Mute savaşı olmuştu. Bu savaşta İslam ordusunun kumandanı Zeyd b. Harise idi. Peygamberimiz Islâm ordusunu Medine’den uğurlarken sancağı kendi eliyle ordu kumandanı Hz. Zeyd’e teslim ettikten sonra şöyle buyurdu:
“Eğer zeyd şehit düşerse, Cafer b. Ebi talip kumandayı ele alsın, o da şehit olursa Abdullah b. Revaha kumandan olsun, o da şehit olursa müslümanlar içlerinden birini seçsin.”
Mute denilen yerde meydana gelen savaşta Islâm ordusunun kumandanı şehit olunca Peygamberimizin buyurduğu üzere sancağı Hz. Cafer almıştı. Savaşta caferin sag eli kesilince, sancağı sol eline almış, sol eli de kesilince onu iki kolu arasına alıp sımsıkı sarılmış ve şehit oluncaya kadar sancağı yere düşürmemiştir. Onun şehit düşmesi üzerine sancağı Abdullah b. Revaha almış o da şehit olunca sancak yere düşmesin diye bir Islâm askeri onu eline almış, sonunda ordu komutanlığına Hz. Halit b.velid getirilerek sancak ona teslim edilmişti.’(2)
İstanbul’un fethinde de surlara ilk defa sancağı diken Ulubatlı Haşan olmuş ve diktiği sancağın dibinde şehitlik rütbelerine erişmişti.
Şöyle ki:
Savaş bütün şiddetiyle devam ederken Eğrikapı surlarında iri yarı, insan güzeli bir yiğit, 30 arkadaşıyla yukarı tırmanmaya başlamıştı. Sag eliyle palasını sallıyor, sol bileğinde ve sol elinde kalkan ve sancak taşıyordu. Hasan’ın arkadaşlarından 18’i şehit düştü. Ama o, sag kalan arkadaşlarını gayrete getirip surlardan yukarı tırmanmayı başardı. O, Bizans askerlerinin üzerine arslanlar gibi saldırıyor, palasını her çevirişte birini yere seriyordu. Nihayet elindeki sancağı burcun üzerine dikti.
Haşanın üzerine düşman tarafından taş ve ok yağıyordu. Vücuduna 30-40 kadar ok saplanan Ulubatlı Haşan orada şehit olmuş, fakat diktiği sancak dalgalanıyordu. Sancak Türk askerini coşturmuştu. Arkadaşları onun açtığı yoldan surları aşarak dalga dalga ilerlediler ve İstanbul’un fethini gerçekleştirdiler.
Fatih Sultan Mehmet Ulubatlı Hasan’ın oklarla delik deşik olmuş cesedinin başında dua ettikten sonra yanındakilere:
“Eğer suttan olmasaydım, Ulubatlı Haşan olmak isterdim" dedi.(3)
Görülüyor ki bayrağa dinimizde kutsal bir değer verilmiş, tarih boyunca ona büyük saygı duyulmuştur.
Milletimizde Bayrak Sevgisi:
Bayrak Sevgisinin ve ona duyulan büyük saygının bizim tarihimizde daha anlamlı olduğunu görüyoruz. O, Çanakkalede, Sakaryada ve Dumlupınar- da uğruna yüzbinlerce güneşin fedâ edildiği kutsal bir hilâl’dir.
Bu husus, en güzel ifadesini şu satırlarda buluyor; İstiklâl marşımızın başında:
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Bir bayrak ki ona peygamberimiz büyük değer vermiş, onun sevgili ashabı savaşın en şiddetli anlarında bile onu yere düşürmemek için çırpınmış durmuş, Peygamberlerimizin yolundan yürüyen, zaferden zafere koşan atalarımız onun uğrunda canlarını seve seve feda etmiş ve onu elden ele yere düşürmeden kutsal bir emanet olarak bize teslim etmişlerdir. Bütün Bunlar Bayrağın bir millet için taşıdığı büyük değeri anlatmıyor mu?
Bu konuda milletimizin duygularını bir şairimiz şöyle dile getiriyor:
Yiğitlerin ocağında uyandın,
Şehitlerin kanlarıyla boyandın.
Nice düşman kalesine uzandın,
Sana selâm ey şanlı Türk bayrağı.
Çırpınarak dalgalanır kanadın,
Gökyüzüne çıkmak mıdır muradın?
Gölgende can vermek ister evlâdın,
Bir kalendir her bir Türkün kucağı.
Ey şerefin, büyüklüğün fermanı,
Ey kavgalar tarihinin destanı,
Seni ister şu toprağın her yanı,
Sensiz tütmez milletimin ocağı/4’
Bayrağı sevmek milletimizi sevmektir. Bayrağa saygı, milletimizin namus ve şerefine saygı göstermek demektir. Ona saygısızlık topyekün milletimize saygısızlıktır. Onun uğrunda canlarını fedâ ederek bizlere bu günleri armağan eden şehitlerin ruhlarını incitmek, kemiklerini sızlatmaktır. Buna kimsenin hakkı yoktur.
Bu ülkenin ekmeğini yiyen, suyunu içen, havasını teneffüs eden, bayrağımızın bahşettiği hürriyet ikliminde gezip dolaşan herkesin bayrağımıza saygı göstermesinin hem dini, hem de milli bir görev olduğu asla unutulmamalıdır. Çünkü ezanlar serbestçe onun gölgesinde okunur. Can ve mal güvenliğimiz, namus ve şerefimiz onun yükseklerde dalgalandığı ortamda korunur.
Büyük şairimiz Mehmet Akif, İstiklâl Marşımızda:
Ruhumun senden, İlâhi şudur ancak emeli;
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli.
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli”
diye korunmasını istediği bu kutsal değerler, ancak hürriyet ve istiklâle sahip bir ülkede ve istiklâlin sembolü olan şanlı bayrağın dalgalandığı bir vatanda korunabilir.
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
mısraları ile bu ülkede en son ocak sönmedikçe, bayrağımızın, sancağımızın göklerde dalgalanmaya devam edeceğini dile getiren Mehmet Akif, İstiklâl marşımızın sonun da, İstiklâl ve hürriyetimizin sembolü olan bayrağımızın semalarımızda şanla ve şerefle dalgalanmasının hangi büyük fedâkârlıklara mâlolduğunu hatırlatıyor:
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi hilâl
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl.
Bayrağımızla ilgili olarak milletimizin samimi dilek ve duygularını dile getiren şu mısralarla yazımızı noktalamak istiyoruz:
Onun aşkıyla erir kalpleri örten yas;
Bu kızıl gül dedemizden, atamızdan miras,
Ona gül rengini vermiş dökülen kanlarımız;
Sönmesin ey yüce tannm, budur ancak varımız! 51 «

(1) Siretü Ibn-i Hişam, C. s.328
(2) Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hüle fa,c.l,s. 189
(3) Refik Ûzdek, Türklerin Altın Kitabı, c.3, s.420
(4) İbrahim Alâaddin GÖVSA