Makale

Rahmet Peygamberi

Rahmet Peygamberi

Dr. Durak PUSMAZ
Haseki Eğitim Merkezi Müdürü

İslam dini rahmet ve merhamet dinidir. Bu, Islamın en bariz vasfıdır. "Rahman" ve "Rahim" Allah’ın esmâ-i hüsnâsından (99 güzel isimlerinden) dir. Bu isimler O’nun rahmetinin çokluğunu ve kullarına pek merhametli olduğunu ifade eder. Nitekim Kur’ân-ı Kerimde yüce rabbimiz: "Benim rahmetim her şeyi kaplamıştır”. (1) buyurur. Peygamber efendimiz de: "Eğer kafirler Allah indindeki rahmetin derecesini, çokluğunu bilselerdi cennetten ümit kesmezlerdi."(2) buyurmuştur.
Yüce Rabbimiz, "Rahman" ismi gereği canlı-cansız, insan- hayvan, mümin-kafir bütün yaratıklara merhamet eder. "Rahim" ismi ile de ahirette müminlere rahmetiyle muamele edecektir. Nitekim Ah- zab sûresindeki: "Allah müminlere karşı çok merhametlidir."(3) ayeti bunu ifade eder.
Müslüman her hayırlı işe başlarken besmele çeker, "Bismillahirrahmânirrahîm" der. Anlamı; ben bu işe, rahmet ve merhameti bol olan Allah’ın adiyle, O’nun ismini anarak başlıyorum, O’nun rahmet ve merhametine sığınıyorum. O’nun yardım ve inayetini diliyorum, demektir.
Kur’an-ı Kerirh in ifaaesiyle Allah "erhamürrâhimîn"dir(4)
Yani Merhametlilerin en merhametlisidir.
Nitekim bu konuda Ebû Hüreyre (r.a.)’dan Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah, rahmeti yüz kışıma bölüp 99’unu kendisine bıraktı, bir parçasını da yeryüzüne indirdi, işte o bir parça rahmet yüzündendir ki canlılar birbirlerine merhamet ederler. Hatta at bile yavrusunu emzirirken ona değmesin diye ayağını kaldırır."(5)
Hz. Peygamberle Bir Kadın Arasında Cerayan Eden Konuşma
Allah’ın sonsuz rahmet ve merhameti hususunda bir de Peygamber efendimizle bir kadın arasında cereyan eden aşağıdaki konuşmaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu konuşmaya şahit olup bize nakleden Hz.Ömer’in oğlu Abdullah’tır. O şöyle anlatıyor:
Bir gazvede Resûlüllah ile beraberdik. Bir topluluğa rastladık. Resûlüllah (s.a.s.):
"- Bunlar kimlerdir?" buyurdu. Onlar:
Biz müslümanlarız." dediler.
Orada tandırını yakmaya çalışan bir kadın ve yanında da bir oğlan çocuğu vardı. Tandır iyice tutuşup alevleri yükselince Resûlüllah’ın yanına geldi ve:
"- Sen Allah’ın Rasûlü müsün?" dedi. Rasûlüllah:
Evet." dedi. Kadın:
*- Anam babam sana feda olsun, söyle bana; Allah erhamu’rrâhimîn/merhametlilerin en merhametlisi değil midir?" dedi. Efendimiz:
Evet O, erhamu’rrâhimîndir, buyurdu, kadın sormaya devam ederek:
"- Allah’ın kullarına olan «merhameti, annenin çocuğuna olan merhametinden daha çok değil midir?" dedi. Efendimiz:
"- Evet daha çoktur." buyurdu. Kadın:
"- Şüphesiz ki bir anne çocuğunu ateşe atamaz. (Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah kullarından bir kısmını nasıl ateşe atar)?" dedi.
Resûlüllah başını eğerek ağlamaya başladı. Sonra mübarek başını kaldırarak:
"- Peygamber (s.as) Efendimiz buyurduki: Allah, kullarından iman etmemekte ısarar eden, Allah’a karşı gelmekte direnen ve "lâ ilahe illallah" demekten çekinen kimselerden başkasına azap etmez." buyurdu.(4)
Allah Kullarının Rızkını Verirken Ayırım Yapmaz
Yüce Rabbimizin kullarına çok merhametli olduğunu anlamak için inceden inceye araştırma yapmamız gerekmez. Bunu kendimize ve etrafımızda olup bitenlere bir bakınca hemen anlarız. Allah, kullarına o kadar merhametlidir ki, onların bunca hatalarına, isyanlarına, günahlarına, hatta kendisine ortak koşmalarına ve kendisini inkar etmelerine ragmen, kullarının rızıklarını kesmez, verir. Hatta bir başka şey daha zikredelim: İnsanların rızıklarını verirken mü’min, kâfir ayırımı yapmaz. İnancı ne olursa olsun, herkese çalışmasının karşılığını verir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: "Küfredenleri de az bir süre yararlandırırım, sonra onları cehennem azabıyla (karşı karşıya kalma) zorunda bırakırım. Orası ne kötü bir yerdir!" buyurulmuştur.‘7> Evet Allah kâfirleri, kendini tanımayanları da faydalandırır, dünyada onların da rızıklarını verir.

Rahmet Peygamberi
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Yüce Rabbimiz Hz. Peygamber’e hitaben: "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik."® buyurmuştur. Peygamber efendimiz de bunu hayatı boyunca hal ve hareketleriyle ispat etmiştir. Bir defa Resûlüllah (s.a.s.) mescid- de otururken bir bedevî gelip iki rekat namaz kılmış, sonra da: "Allahım bana ve Muhammed’e rahmetinle muamele et, bizimle beraber hiç kimseye rahmet etme!" diye dua etmişti. Bunu işiten Peygamber efendimiz bedevîye: "Allah’ın geniş rahmetini daralttın.(9) buyurmuştur.
Hz. Peygamber ümmetine çok düşkündü. Allahü Teâla bu gerçeği mü’minlere hitabederek şöyle belirtmiştir: “Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Size çok düşkündür. O, mü’minlere karşı çok şefkatli ve pek merhametlidir."(10)
Hz. Peygamber çok hassas bir kalbe sahipti. Katı kalpli değildi, son derece rahmet ve merhamet sahibi idi. İnsanların onun etrafında toplanmalarının sebeplerinden biri de bu idi. Bu husus Kur’ân-ı Kerim’de şöyle belirtilir: "Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki sen onlara yumuşak davrandın. Eger kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır giderlerdi.(11)
Ayet-i Kerime den anlaşılıyor ki Hz. Peygamber insanlara yumuşak davranıyordu. Eğer kaba ve sert davransaydı, katı kalpli ve merhametsiz olsaydı, insanlar onu hoş karşılamazlar, etrafından dağılırlardı.
Hz. Peygamber’in hayatı tetkik edilirse onun baştan sona rahmet olduğu görülür. Bu yüzden bir hadis-i şeriflerinde: "Ben rahmet peygamberiyim"(12’ buyurmuştur. İşte bu merhametinden dolaydır ki Resûlüllah (s.a.s.) bazen namaza başlar, namazını uzun tutmak ister, fakat namaz esnasında bir çocuğun ağlamasını işitince çocuğa ve annesine karşı duyduğu şefkat ve merhametinden dolayı namazını kısa keserdi.(13)
Resûlüllah (s.a.s.) cemaate imam olacak kimselerin de dikkatini çekerek şöyle buyurmuştur: "Sizden biri insanlara imam olursa namazı hafif tutsun. Çünkü onların içerisinde küçüğü, yaşlısı, zayıfı ve hasta olanı vardır. Kendi başına namaz kıldığı zaman ise dilediği kadar uzatsın."(14’ Bu hadis-i şerifte Resülullah’ın küçüklere, yaşlılara, zayıflara ve hastalara olan şefkat ve merhametini görüyoruz.
Hz.Peygamber (s.a.s.) bazı şeyleri ümmetine olan şefkat ve merhametinden dolayı em- retmemiştir. Bir hadis-i şerifte: "Eger ümmetime güçlük vermeyecek olsaydım her namaz başında misvak kullanmalarını emrederdim ve yatsı namazını da gecenin üçte birine kadar tehir ederdim."(15) buyurmuştur.
Hz. Peygamberin merhameti sadece müslümanlar için değil, gayr-i müslimlere, hatta bütün canlılara şamildi. Ebû Hüreyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber’e:
Ya Rasülallâh! Müşriklere beddua et." denilince:
*- Ben lanetçi olarak değil, âlemlere rahmet olarak gönderildim." Buyurmuş(16)" ve böylece müşriklere bile beddua etmekten kaçınmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Uhud Gazvesinde müşriklerin saldırısı sonucu mübarek dişi kırılmış, yüzü kanlar içerisinde kalmıştı. Buna ragmen onlara beddua etmemiş, bilakis: "Allah’ım kavmime hidayet ver, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar." diye dua etmiştir.(17)
Anlatıldığına göre Hz. Ömer (r.a.) bir defa Peygamber Efendimize hitaben:
*- Anam babam sana feda olsun yâ Resûlellâh! Hz. Nûh: "Ey rabbim, yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma!"06’ diye beddua etmiştir. Şâyet sen de bize onun gibi beddua etseydin hepimiz helak olurduk. Müşriklerle yapılan savaşlarda mübarek yüzün yaralandı, dişin kırıldı. Bütün bunlara ragmen sen onlara beddua etmedin, bilakis: "Allah’ım kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar" diye dua ettin" demiştir.(19)
Resûlüllah (s.a.s.) peygamberliğinin onuncu yılında halkını İslamiyet’e davet etmek için Tâif’e gitmişti. Tâif’liler Resûlüllah’ı iyi karşılamadılar, hakaret ettiler. Hatta içlerinden akılsızlarını, ayak takımını kışkırttılar. Bunlar yolun iki yanına durarak Peygamber efendimizi taş yağmuruna tuttular. Mübarek ayakları kanlar içerisinde kaldı. İşte tam bu sırada dağlar emrine verilen melek seslenip:
“- Yâ Muhammed, sen ne dilersen emrine hazırım. Eğer şu iki yalçın dağı onların üzerine çökertmemi istersen (hemen bunu yaparım)." dedi. Bu son derece güç durumda bile Hz. Peygamber (s.a.s.):
V Hayır ben onu istemem. Ben, Allah’ın bu müşriklerin sulbünden yalnız Allah’a ibadet eden ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayan bir nesil meydana çıkarmasını istiyorum."(20) demiştir.
Görüldüğü gibi Peygamber efendimiz, kendisine en kötü muameleyi yapan Tâif halkına bile helak olmaları için bedduada bulunmamış, aksine onların nesillerinden Allah’a inanan ve ibadet eden kimselerin gelmesini istemiştir. Peygamber efendimizin şefkat, rahmet ve merhametinin eseri olan bu içten dileği, samimi duası gerçekleşmiş, Tâif halkı Mekke’nin fethinden sonra İslamiyet’e girmiş ve daha sonra İslam dinine büyük hizmetleri dokunmuştur.
Ümmetine Tavsiyeleri
Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisi son derece merhametli olduğu gibi ümmetine de devamlı merhametli olmalarını tavsiye ederdi. Bu tavsiyelerden bir kaçı şöyledir:
"Sizler yerde olanlara merhamet edin ki gökte olanlar da size merhamet etsin."(21)
“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez. "(22)
"Merhamet yani acıma duygusu ancak bedbaht olandan alınır.,,(23)
"Siz başkalarına merhamet ediniz ki size de merhamet edilsin."(24)
Merhum Tâhiru’l-Mevlevî bu son hadis-i şerife işaret ederek bir manzumesinde şöyle der:
"Simurgi merhametten ben görmedim nişane,
Ey hâce sen görürsen benden selam söyle.
Acımak, nâil-i rahm olmayı intâc eyler
Bunu bizzat beyan eylemede Peygamber
"Acıyın ki acısınlar size de" emri ile
Merhamet hissini talim ediyor ümmetine."(25)

Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde de: "Her kim bir zımmîye (müslümanların idaresi altında yaşıyan gayr-i müslime) zulmeder veya ona taşıyamayacağı bir yük yüklerse, onun hakkını noksanlaştırır veya gönül rızasını almadan bir şeyini alırsa ben o kimsenin hasmıyım." buyurmuştur.
Daha sonra Hz. Peygamber’in ashabı da aynı hassasiyeti göstermişlerdir. Adaletiyle cihana ün salmış olan Hz. Ömer bir defa zayıf, yorgun ve bitkin bir adamla karşı karşıya gelince durumuna acımış, üzülerek ağlamaya başlamıştı. Kendisine:
O bir hıristiyandır, niçin ağlıyorsun?" denildiği zaman:
- Biliyorum, fakat ona acıdım. Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’deki şu kelamını hatırladım: "Yorgun argın çalışır, kızgın ateşe yaslanır. (27) O hem çalışıp çabalayacak, hem de cehenneme girecek, işte buna acıyorum."(28) diye cevap vermişti.
Yeri gelmişken bu konuda Hz. Ömer’den bir misal daha arzedelim:
Hz. Ömer, bir evin önünden geçerken, yaşlı, gözleri görmez hale gelmiş olan ve bir şeyler isteyen ihtiyar bir dilenci görür. İhtiyarın koluna girerek, "Sen hangi ehl-i kitaptansın?" diye sorar. Adam yahudi olduğunu söyleyince, Hz. Ömer’in, "Peki niçin böyle dileniyorsun?" demesi üzerine adamın cevabı, "Benden cizye isteniyor. Yaşımı ve ihtiyacımı da görüyorsun." olur. Bunun üzerine Hz. Ömer, elinden tutarak adamı evine götürür ve evden bir şeyler verdikten sonra hazine görevlisine, "Bu ve benzerlerine dikkat et! Vallahi eğer bunun gibilerinden gençliğinde faydalanıp, ihtiyarlayınca onları perişan edersek, adaletli davranmış olmayız. Şüphesiz ki zekat, fakir ve miskinlere verilir. Fakirler müslümanlardan olur. Bu gibiler ise miskinlerden, yani ehl-i kitaptandırlar." Böylece hem o ihtiyardan, hem de benzerlerinden cizye kaldırılmış oldu.(29)
İşte Peygamber Efendimiz ve ashabının adaiet ve merhamet anlayışları böyle idi. Bundan dolayı gayri müslimler müslümanların merhamet, hoşgörü ve adaletine hayran kalıyorlardı. Bu durum, İslam’ın hızla yayılmasının en önemli amillerinden biri idi.

Hayvanlara Merhameti
Islamın merhamet ve şefkat anlayışı sadece insanlarla ilgili değil, bütün canlılara şamildir. Bir defa Hz. Aişe validemiz huysuz bir deveye binmiş, onu oraya buraya sürmeye başlamıştı. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.s.) Hz.Aişe’ye hitaben: "Yumuşaklıkla muamele etmekten ayrılma. Çünkü yumuşaklık her hangi bir şeyde bulunursa onu muhakkak güzelleştirir. Her hangi bir şeyden de yumuşaklık alınırsa onu kötüleştirir."(30) buyurarak hayvana bile yumuşaklıkla muamele etmesini emretmiştir.
Bir hadis-i şeriflerinde bir kadına, kediyi aç, susuz bırakarak ölümüne sebep olmasından dolayı azab edildiğini belirterek şöyle buyurmuştur: "Bir kadına bir kedi yüzünden azap olunmuştur. Kadın kediyi açlıktan ölünceye kadar hapsetmişti. İşte o kedi yüzünden cehenneme girdi. Kadın kediyi hapsettiği zaman ne yiyeceğini verdi, ne su içirdi ve ne de yeryüzündeki haşerelerden yesin diye salıverdi."(31)
Hayvanlara karşı merhamete Kânûnî Süleyman ile Şey- hu’l-lslam Ebussuûd’un manzum olarak ifade ettikleri şu soru ve cevabı da kaydetmek istiyoruz.
Kânûnî:
"Dırahtı sarmış olsa ger karınca zararı varmı karıncayı kırınca?" diye sorunca Ebussuûd Efendi buna:
"Yarın divanına hakkın varınca
Süleyman’dan alır hakkın karınca." diye cevap vermiştir.
Evet İslam’ın getirmiş olduğu merhamet anlayışı böyle şümullüdür. Bütün insanlara, hatta bütün canlılara şamildir. ♦

(1) Araf Sûresi/156.
(2) Müslim, Tevbe, 23
(3) Ahzab Sûresi/43.
(4) Yusuf Sûresi/64.
(5) Buhâri, Edeb, 19
(6) Ibn Mâce, Zühd. 35 (II. 1436)
(7) Bakara Sûresi/126.
(8) Enbiya Sûresi/107.
(9) Buhârî, Vudû’, 58; Ebû Davûd, Taharet, 138.
(10) Tevbe Sûresi/128.
(11) Al-i Imran Sûresi/159.
(12) Feydu’l-kadîr, III, 45,
(13) Buhârî, Ezan, 65; Müslim, Salât, 189, 196; Tirmizî, Salât, 175, 276; Nesâî, Imâmet, 35.
(14) Tirmizî, Salât, 61.
(15) Ebû Dâvüd, Taharet, 25; Tirmizî, Tahâret, 18.
(16) Müslim, Birr, 87.
(17) Kâdî lyaz, Şifâ, 1,221.
(18) Nuh Sûresi/26.
(19) Ahmed Tâhûn, ez-Zûru’n-ne- diyye, 102.
(20) bk. Tecrid-i Sarîh Tercemesi, IX, 31-32.
(21) Tirmizî, Birr, 16.
(22) Tirmizî, Birr, 16,
(23) Tirmizî, Birr, 16.
(24) Keşfü’l-hafâ’, I, 110.
(25) Ömer Nasuhi Bilmen, Lügatçe, 115,
(26) Ebû Yusuf, Kitabu’l-harac, s., 72; D.D., Cilt, 31, sayı, l,s.,22.
(27) Gaşiye Sûresi/3-4.
(28) M.Yusuf Kandehlevî, hadislerle müslümanlık, 1st., 1973,1,63.
(29) Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, I, 278 (Ebû Yusuf, Kitabu’l- Harac, 72’den naklen)
(30) Müslim, Birr, 78, 79
(31) Müslim, Birr, 133.