NAFİLE ORUÇLAR HAKKINDA HADİS-İ ŞERİF MEALLERİ
Peygamber Efendimiz (S.A.S.) bir gün Abdullah, b. Amri’bni’l-Âs’a hitâben şöyle buyurmuştur:
— Yâ Abdullah! Senin her gün gündüzleri oruçla, geceleri de namazla geçirdiğini haber aldım, öyle mi?
— Evet yâ Resûlâllah.
— Sakın böyle her zaman oruç tutup namaz kılayım, sabahlara kadar Kur’an okuyayım deme; çünkü üzerinde cesedinin hakkı var, gözünün hakkı var, misafir ve ziyaretçilerin hakkı var, karının hakkı var, çocuklarının hakkı var, bu hakları ödemek vazifemdir. Umulur ki, uzun zaman yaşarsın da sonra yıpranıp bu haklan ödeyemez bir hâle düşersin, öyle ise her gün oruç tutmaktan vazgeç, her ay üç gün oruç tutmak sana yeter; çünkü her hayrın on kat sevabı vardır, bu itibar ile yine bütün sene oruç tutmuş olursun.
— Bundan daha çoğunu tutmağa kudretim var, diye ben ısrar ettikçe Peygamber de, tutma, diye ısrar etti ve nihayet şöyle buyurdu:
— Haftanın üç gününü tut.
Ben tekrar daha ziyâdesine ısrar edince buyurdu ki:
— Allah’ın Peygamberi Dâvud Aleyhisselâm’ın orucu gibi tut.
— Dâvud’un orucu nedir? diye sordum.
— Senenin yarısı, diye buyurdu.
Yâni bir gün tutup bir gün yemek.
(Bu zat yaşlandıkça vazifelerini dosdoğru göremiyecek bir hale geldiğinden, “Keşke Peygamber’in gösterdiği müsâadeyi kabul etseydim” dîye teessüf edermiş.) (Buhârî ve Müslim)
*
* *
“Bu din kolaylık üzerine kurulmuştur. Hiçbir kimse yoktur ki, din işinde (farz olandan daha çok ibâdet ve itâat yapacağım diye kudretinin üstünde) kendisini zorlasın ve dinin gösterdiği kolaylığı bıraksın da din ona galebe etmesin (ve ezilip büsbütün ibâdetten kesilmesin), öyle ise ortalama gidin (tam ve mükemmel bir surette yapamazsanız yaklaşın) ve (en mükemmel yapamıyan ve fakat arasını kesmeden devamlı yapanlara da sevapları eksik olmıyacağını) müjdeleyin.” (Sahîh-i Buhârî).
Resûl-i Ekrem Efendimiz ashâbdan Selmân-ı Fârisî ile Ebu’d-Derdâ’yı âhiret kardeşi yapmıştı. Bunlar da birbirlerini sık sık ziyaret ederler, birbirlerine rehberlik ederlerdi.
Selman günün birinde kardeşi Ebu ’d-Derdâ’nın ziyaretine gitmişti. Fakat onu, evinde bulamadı. Karısı Ümmü’d-Derda’yı eski bir elbise içinde perişan bir halde gördü. Kadına:
- Bu ne haldir? diye sorunca kadıncağız:
— Ne olacak, kardeşin Ebu’d-Derda dünya ile ilişiğini kesti. Zavallının gündüzleri nafile oruç tutmaktan, ne kendisine, ne de eve, aileye bakmağa vakti yok! diye şikâyet etti. Bu sırada Ebu’d-Derda da geldi ve Selman’ı selâmladı ve onun için yemek hazırladı ve:
— Buyurunuz, dedi, yemeğe dâvet etti. Selman:
— Haydi sen de beraber!
— Ben oruçluyum! Selman:
— Sen yemezsen ben de yemem, demekle ev sahibi orucu bozup yemeğe mecbur oldu. Ebu’d-Derdâ o gece müsafirini bırakmadı ve onunla beraber orada yattı. Misafir uyur uyumaz Ebu’d-Derda namaza davrandı. Fakat Selman:
— Uyu! diye namaza bırakmadı. O da biraz daha uyuduktan sonra bir daha kalkmak istedi. Selman yine; Uyu! diye bırakmadı. Bu suretle gecenin son saati, geçmişti. Selman:
— Artık şimdi kalk! dedi. Kendisi de kalktı. Abdest alıp namaz kıldılar. Namazdan sonra Selman:
— Şimdi beni dinle! diye âhiret kardeşi Ebu’d-Derdâ’ya şöyle öğüt verdi:
— Kardeşim, muhakkak ki üzerinde Rabbinin hakkı vardır. Seni yaratmış ve bütün rızkını vermiştir. Hiç şüphesiz kendinin de hayat ve sıhhat hakkı vardır. Bütün vazifelerini onunla îfâ edeceksin... Ailenin bu derece ehemmiyetli hakkı vardır. Şu halde bütün bu haklan hak sahiplerine vermelisin! Aziz kardeş; ye, iç, oruç tut, namaz kıl, uyu, hayat yoldaşınla seviş!.. Bu sûretle bütün haklan yerine getirmiş ve Allah’a, nefsine, ailene karşı- borçlu bulunduğun vazifelerini îfâ etmiş olursun!..
Ertesi günü Ebu’d-Derdâ Resûl-i Ekrem’in huzuruna vardığında bu vakıayı ve Selman’ın bu öğütlerini arzetti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
— Selman doğru söylüyor, diye tasdik buyurdu (Sahîh-i Buhârî).
(Buhârî’nin bu rivayetinde yalnız İlâhî, zatî, âilevî haklar bildirilmiştir.
Diğer hadîs müelliflerinin rivâyetlerinde kişinin uzak yakın komşularının, bütün vatandaşlarının, cemiyetin ve devletin hakları bulunduğu bildirilmiştir.
Ebu’d-Derdâ’nın misafir hatırı için bozduğu oruç Ramazan orucu değil, nâfile oruçtu. Misafiri ağırlamak nafile oruca takdim edilirdi ve ileride buna benzer bir oruçla telâfi olunabilirdi.)
(“Ramazan ve Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlarından No. 22, S. 52)