Makale

MİRAC KANDİLİ

HUTBE:

MİRAC KANDİLİ*

Muhterem Mü’minler!

İsrâ Sûresinin birinci âyeti meâlen şöyledir:

“Kulu Mııhammed’i bir gece Mescid-i Harâm’dan, kendisine bir kısım âyetlerimizi göstermek için çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şânı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.”

Cumartesi günü ini Pazar’a bağlayan gece Mi’râc gecesidir. Bu gece Hz. Mulıammed (A.S.) göklere yüksel­miştir. Mevsuk kaynaklara göre, mi’râc olayı şöyle olmıştur:

Mehtaplı sakin bir gece. Kuşların uyuduğu, rüzgârın dinlendiği bir gece. Allah’ın Resulü Muhammed (A.S.), Amucası E bu Tâlib’in kızı Ümmühânî’nin evinde misafir idi. Ansızın bir melek geldi: Cebrail. Resûlu’llâh’ın göğ­sünü yardı, içini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra ağzı­na kadar hikmet ve imân ile dolu altundan bir leğen: ge­tirdi. Ondaki îmân ve hikmeti Resul’ün göğsüne boşalttı, göğsünü kapayıp mühürledi. Allah’ın Resûlü’nü bir bu­rak’a bindirdi Burak fırladı. Çölleri, ovalan aşarak ku­zeye doğru ilerlediler. Hz. Mûsâ’nın İlâhî vahye mazhar olduğu Sînâ Dağında durdular. Oradan İsâ’nın doğduğu yer olan Beytullahm’e uğradılar.

Resûlu’llâh etrafında türlü sesler işitti, ama iltifat etmedi. Kudüs’e vardılar. Burada burak’ı bağlayıp Süley­man Ma’bedi’nin enkâzı altında Resûlu’llâh imam olup di­ğer peygamberlere namaz kıldırdı. Oradan Ya’kub kaya­sına basıp göklere yükseldi. Peygamberlerle karşılaştı. Karşılaştığı peygamberler kendisine: “Merhaba, sâlih peygamber, hoş geldin sâlih kardeş.” diyorlardı. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Sonra Cibril beni yukarıya götüre götüre nihayet kalemlerin cızırtısını duyacak yüksek bir yere çıktım”, “Cibrîl beni tâ Sidretü’l-Müntehâ’ya götür­dü. Sidre’yi öyle garip renkler kaplamıştı ki, bilemem. Sonra Cennet’e götürüldüm. İçinde inciden birçok kubbe­ler vardı.”[2]

Bundan sonra Resûl-i Ekrem Cibril’i de geride bıra­karak Aşk-ı İlâhî’dcn ibaret olan Refref’in kılavuzluğu ile Allah’ın huzuruna yükseldi, huzura kabûl edildi. Zaman, mekân kaydı silinmiş, bütün esrar perdesi kalkmış, olmuş ve olacak olan her şey onun gözü önüne serilmiş, Peygam­berimiz Muhammed (A.S.) in ruhu bütün varlığı kaplamaştı. Kendisi bunu söyle anlatıyor: “Arşı görünce onu her şeyden büyük buldum- Yüce Allah beni arş mesnedi­ne yaklaştırdı. Arşın bir parçasına oturdum. Lisânıma bir hal geldi ki, hiç kimse ondan daha güzel bir lezzet duy­mamıştı. Cenab-ı Hak bana Öncekilerin ve sonrakilerin haberini bildirdi. Allah’ın heybetinden, tutulmuş olan dilim açıldı da: ‘Et-tehiyyâtü li’llâhi va’s-Salevâtü va’t-tayyibâ’tü = Selâmlar, salâtlar ve güzel şeyler Allah’a mah­sustur.’ dedim. Allah da: ‘Es-Selâmü aleyke eyyühe’n-Nebiyyü ve rahmetu’llâhi ve barakâtühû. = Selâm sana ey Peygamber, Allah’ın rahmet ve bereketleri de sana.’ dedi. Ben de: ‘Es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdi’llâhi’s-Sâlihîn = Selâm bize ve Allah’ın sâlih kullarına.’ dedim.”

Harem-i Akdesinde Cenâb-ı Kibriya, Resûl-i Ekrem’i­ne harf siz, sessiz, vasıtasız hitabetti. Allah’ın huzurunda Resûlu’llâh’a üç hediyye verildi.

Birincisi: Bakare Sûresinin sonunda bulunan üç âyet, İkincisi: Muhammed ümmeti içinde Allah’a eş, ortak koşmıyanlara Cennet va’di,

Üçüncüsü: Beş vakit namaz.

Sonra Hazret-i Peygamber bir anda yatağına döndü. Bütün bu kadar seyrân bir anda olmuş, Resûlu’llâh dö­nünce yatağım sıcak bulmuştu. Melekût seyahatini ümme­tine haber verdi. İnkâr edenlerin inkârı daha da kuvvetlen­di. İnananlar da tereddütsüz tasdik ettiler.[3]

Aziz kardeşlerimi Mi’rac takriben Hicret’ten 1,5-3 yıl önce vuku’ bulmuştu.

Bu ma’nevî seyahat Resûlu’llâh’ın yakında maddi bir seyâhata çıkacağını, orada Yahûdilerle karşılaşacağını, bütün dinlerin özünün İslâm’da kemâlin zirvesine ulaşacağını ve bütün peygamberlerin Hz. Muhammed’e tâbi’ olacağım işaret etmiş oluyordu.

İşte Mi’râc gecesi, böyle mübarek bir olayı sinesin­de taşıyan bir gecedir. Onu ihya, etmek; ağlıyarak, yalva­rarak ibâdet ve tâatle Rahmet-i Uâhiyye’nin kapısını çal­mak; bu suretle Resûlu’llâh’ın rûhunu şâdetmek bizlere düşer, Allah cümlemizi Peygamberimiz’in şefaatine nail eylesin.

S. ATEŞ



[1] Süleyman Ateş, Hutbe, 1967, Sahife: 40.

[2] Buhârî, Mi’râc’ta namazın farz olması babı.

[3] Buhârî, Hazret-i Muhammed Mustafâ, Hüseyin Heykel (Ömer Rızâ Tere); Mev’ıza-ı Abdullâtîf Ef. Mi’râc bahsi.

NİYAZ

Affet Üâhî Sen beni, muhtâc-ı rahmetim,
Gelmekteyim huzuruna yaklaştı rıhletim.
Mahfeyledi hayâtımı gafletle rûzigâr,
Geçti bütün hevâ ile ömrü muvakkatim.
Andıkça seyyiâtimi, muzlim hayâtımı,
Yakmaktadır ömrümü âh-ı nedametim.
Lütfen beni bağışla Habîb-i nezihine,
Lâhûtî bir saadete dönsün şekavetinı.
Nurunla rûşen eyle, karanlık mezarımı
Dönsün rızâ-yı Cennet’e hâk-î mezelletim..


Ömer Nasuhi BİLMEN