Makale

Hz. Muhammed’in Felsefesi Kitabı Hakkında karar

T. C.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı

Konu: Hz. Muhammed’in Felsefesi Hk. Ankara, 17.7.1968

Karar No. 118

Yüksek Başkanlıkça 14.12.1967 gün ve 2614 sayı ile Kurulumuza havale buyurulan ve Cemil Sena tarafından kaleme alınan “Hz. Muhammed’in Felsefesi” adlı eser incelendi:

Bu konunun müzakeresinde Kurul Başkan Vekili Dr. M. Esad Kılıçer, üyelerden M. Şehid Oral, Hasan Ege, İbrahim Atay, Dr. Lûtfi Doğan, A. Hamdi Kasaboğlu hazır bulunmuşlardır.

Cemil Sena’nın yazdığı “Hz. Muhammed’in Felsefesi” adlı (549) sahifelik kitap hakkında Kurulumuz Üyesi M. Şehid Oral’ın hazırladığı 36 sahifelik rapor okundu.

Yapılan müzakere sonunda:

Adı geçen kitap; Hz. Muhammed’in şahsiyeti ve bilgi kaynakları, mistik hayat, Islâm Dîni’nin dayanakları, İslâm doktrininin mistik işlem­leri, Hz. Muhammed’in bilim ve hürriyet anlayışı, Hz. Muhammed’de ontoloji, din ve ahlâk ve Hz. Muhammed’e karşı direnmelerin mahiyeti başlıklarım muhtevi 8 bölümden ibaret bulunmaktadır.

Yazar, kitabında, İslâm Dîni’ni ve onun dayandığı esasları kökünden baltalamak ve İslâmî ilimlerden habersiz olan vatandaşlarımızı zehirle­mek, İslâmiyet hakkında onlann zihninde şüphe ve tereddütler uyandır­mak, daha doğrusu İslâm Dîni’nden nefret ettirmek gayesini gütmüştür. Sahife 33 de: “Müslümanlığın getirmiş olduğu fikirlere gelince, bunlar daha evvelki dinlerin getirdiklerine nazaran çok üstün olmakla beraber, insanlığın bugünkü, ne de yarınki maddî ve tinsel ihtiyaçlarım tamamiyle kandıracak durumda değildir. Esasen bunun içindir ki, îmanın ana prensipleri müstesna olmak şartiyle birçok emirleri zorunlu olarak terkedilmiştir... Özet olarak insanlığa yeni bir sistem getirmeğe çalış­mış olan ve bilinmedikleri bilinir hale getirerek insan saadetine hizmet eden kimseler de bir çeşit Peygamberdirler.” demektedir.

Kitabın ekseri cümleleri, İslâm esaslarını inkâr eder nitelikte olup, tarihî, İlmî ve dînî bilgilerden mahrum; mesnedsiz, sapık fikirlerden mü­teşekkil bir koleksiyon durumundadır. Bu yönüyle kitap, İslâmiyet aley­hinde şimdiye kadar yazılan eserlerin en tehlikelisidir. Fikirleri sapıtmak için yazar, müslüman suretine bürünerek, “Hazret-i Muhammed” ve “Peygamberimiz” gibi tâzimkâr terimler kullanmış ve eserini de “Hazret-i Muhammed’in Felsefesi” diye isimlendirerek, okuyuculann sayısını ve eserin sürümünün artmasını istemiştir.

Bu gayeye erişmek için Resûl-i Ekrem (S.A.S.)’i metheder gibi görünerek O’nu zemmetmiş, tasdik eder gibi görünerek O’nu yalanlamış, yükseltmiş gibi görünerek O’nu küçültmeyi kastetmiştir. O şânı Yüce Peygamber’i alelâde insanlar derecesine indirebileceğini zannetmiş; Onu bazan basit bir dâhi saymış, bazan da bir filozofa benzeterek Peygamber­liğini inkâr etme yoluna sapmıştır. Sahife 20 de: “Belki de bu vazife, yıllardanberi düşünüp gerçeklendirme çarelerini için için aradığı bir ül­künün şuur üstüne çıkarak kendisini harekete geçmeğe zorlamasından ibaret yanılsamaydı.” (îllusion) cümlesiyle Peygamberimiz’e gelen vahyi bir yanılsama olarak ifade etmektedir.

İslâm’ın esaslarını bu kurnazca metodu ile çürütmek için bütün gü­cüyle uğraşan müellif;

1 — Vahiy müessesesini inkâr etmektedir (Bk. S. 20).

2 — Peygamberlerin Allâhu Teâlâ tarafından gönderilmiş olduğu­nu inkâr etmiş ve onları cemiyette reform yapan liderler olarak göster­miştir. S. 28 de: “Kur’ân’da adları geçen peygamberlerle onlara âit hikâ­yelerin çoğu, görünüş şekilleriyle tarihî bir hakikat olmaktan ziyade, hal­kın geleneğine girmiş söylentilerdir...” S. 30 da: “Benî İsrâil peygam­berlerinin bir kısmı, hükümdar veya devlet adamıdır ve bunlara bu kut­sal kitapta yükletilmiş olan ve âdeta rezillik denecek kadar bugünkü ah­lâk anlayışlarımıza uymayan faziletsiz hareketler vardır...” S. 37 de: “Esâsen Kur’ân’da adları geçen peygamberler ahlâk bakımından çökmüş veya zâten ilerleyememiş ve hemen hepsi sâmî ırka mensup olan kavimleri fazilete davet eden mistik kişilerdir...” demektedir.

3 — Allah (C.C.) hakkında Şân-ı ulûhiyete lâyık olmayan isnadlarda bulunmuştur. S. 36 da: “Vakıa, ‘Biz dileseydik, her şehre sakın dinci bir peygamber yollardık.’ (Furkan: 51) deniliyorsa da tanrısal irade, in­sanlardan bu lûtfu esirgemiş olduğundan, peygambersiz kavimlerin uğ­ramış olduğu felâketleri Tanrı adâletiyle uzlaştırmak güçtür...” S. 47 de: “Bu itibarla Hz. Muhammedin yüce mistik dehasının gerçeklendirdiği büyük din ve medenî devrimin kaynağı tanrısal olmasa bile, Onun kutsal büyüklüğü asla küçülemez.” ve sahife 100’de ise: “... Ve Şeytana günâh işleten, onu insanları baştan çıkarmaya memur eden ve Şeytanın bu ko­nudaki isteklerim kabul ederek kıyamete kadar, kötülük etmesine izin veren Yüce Tanrı’nın kendisi olduğu halde, cehennemi onunla ve ona uymuş olanlarla dolduracağına dair olan ihtarlar, lâik adalet prensipleri­ne aykırı bir haksızlıktır.” demekte, S. 38 de ise: “... Pek çok günâh işle­miş açıkgöz bir hayduttan ibaret olan Davut Peygamber, Kur’ân’da faz­lasıyla değerlendirilir ve kendisi kitap verilenlerden sayılır.” demektedir.

4 — Yazar, melekleri de inkâr etmiştir. S. 53’de: “Mistikler hemen duyuların hepsiyle ilgili olan bu sanrılara kavuşmak için dalınca gömü­lür hayalî sözler, kelimesiz ve cümlesiz zihnî sözler işitmeye, melek, cin, şeytan... gibi bâzı tabiat üstü zannettikleri ve farkında olmadan kendi yarattıkları veya almış oldukları mistik kültürün telkinlerinden zihinleri­ne yerleşmiş olan bâzı tasarımsal yaratıkları görmeye başlarlar.” diyor ve S. 82’de ise: “Esasen melekler, animizmin (cancılık) kişileştirdiği ta­sarımlardır.” diye ilâve ediyor.

5 — İnsanların fiil ve hareketlerinde tabiî ve sosyal tesirlerden baş­ka hiçbir kayıt ile mukayyet olmadıkları fikrini savunmuştur. S. 21’de: “Bütün bu dönemin mesut zaferlerini, tanrıbilim mantığıyla ve metoduy­la işleyen tarihçiler âdeta efsaneleştirirlerse de, Hz. Muhammed girişti­ği savaşlarını her yönünde tamamiyle büyük ve fânî bir dâhinin zekâ ve dirayetiyle olayları yöneltti...” demektedir.

6 — Hayatın bu fânî hayattan ibaret olduğunu iddia ederek âhiret hayatını inkâr etmiştir. S. 104’de: “Bu esas bir prensip olarak kabul edildikten sonra, insanlığın yeniden dirilmesini takip edecek olan serü­veni için, mistik hayâl gücünün en eski din ve kavimlerden akıp gelen ölüm ötesindeki âleme dair tasarımlara Arabistan çöllerinin coğrafî ve iklimi özelliklerine ve Arapların ahlâkî karakterlerine uygun şekiller ver­mesinden daha tabiî bir şey olamaz.” demektedir.

7 — Allâhu Teâlâ’ya adaletsizlik isnad ederek, Cennet ve Cehennem’in mevcudiyetini inkâr etmiştir. S. 116’da: “İslâm Cenneti ise, Hz. Mu­hammed zamanındaki Arap toplumunun, bedevinin aşiretleri kendi tabiî çevrelerinde daima bulamadıkları ve birçoğunun hiç tadamadığı nimet­lerle dolu olan bir zenginlik ve bereket âlemidir. Orası aristokrat bir sefâhat ve tembellik sarayıdır…” Sayfa 120’de ise: “Oysa ki, İslâm Cen­neti, bugün medeniyetin milyonlarca insana tattırmakta olduğu nimet­ler karşısında pek fakirdir.” demektedir.

8 — Müellif, bütün semâvî kitapları inkâr ettiği gibi, Kur’ân-ı Kerim’de de birçok tenakuzlar bulunduğuna zâhip olmuştur. S. 38’de: “Peygamberler hakkında kutsal kitapların, hattâ Kur’ân’ın da büdirileri tarihî hakikatlere tamamiyle uygun değildir.” demektedir.

Yazar, genellikle bütün ifadelerinde, İslâm esaslarını törpüleye törpüleye onları tanınmayacak bir şekle sokmuştur.

Raporda zikredilmiş olup, bir kısmını yukarıya aldığımız, İslâm Dîni’ni tezyif ve tahkir eden fikir ve cümlelerden dolayı;

1 — Bu zararlı kitabın dergimizde bu yönleriyle tanıtılmasının ve yapılacak tamimlerle Dairemiz mensuplarının ve vatandaşlarımızın ay­dınlatılmasının,

2 — Millî Eğitim Bakanlığına yazılacak bir yazı ile bu zararh kita­bın okullara ve kütüphanelere tavsiye edilmemesinin istenmesinin,

3 — Kitapta bulunan birçok cümleler, Türk Ceza Kanununun (175.) maddesini ihlâl edip, İslâm Dîni’ni ve İslâm Dîni’nce kutsal kabul edilen mefhumları tezyîf ve tahkir ettiğinden hakkında gerekli takibatın ya­pılmasının ve bu kitabın toplatılması için ilgili mercilere duyurulmasının uygun olacağına ittifakla karar verildi.