Makale

DUA NEDÎR, NE ZAMAN VE NASIL YAPILIR?

DUA NEDÎR, NE ZAMAN VE NASIL YAPILIR?

Hazırlayan: Mehmet ÇİFTÇİ

Finike Müftüsü

İslâm Dini’nin esaslı kaidelerinden biri de duâdır. Zlrâ Hz. Peygamber (A.S.):

“Allah yanında duâdan daha hoş bir şey yoktur.” buyurmuşlardır. Çünkü duâ, İbâdetlerin özü, mü’minin en müesair ailâhı, göklerin ve yerin nûru, dinin direğidir.

Duâ, gelecek belâ ve musibetlere karşı bir kalkan gibidir, onları defettiği gibi sâhibfni mânevi te’mînat altına almış olur. Bu hususta bir hadîs-i şeriflerinde Pey­gamberimiz (A.S.):

“Sizi düşmanlarınızdan kurtaracak, rızkınızı bolaltacak bir şeye kılavuzluk edeyim mi? Gece ve gündüz Allâh’a du& edeceksiniz, zlrft duâ mü’minln silâhıdır.” buyurmuşlardır.[1]

Duâ, bu kadar ehemmiyetli ise, kabülü için şüphesiz birtakım usûl ve şerâiti olması icâb eder. Çünkü her şeyin bir târifi, bir hudûdu olduğu gibi, Allâhu Teâlâ’ya edilmesi lâzım olan duârun da muhakkak hudûdu ve âdâbı vardır.

Duâdan mahsad:

İlâm değil, kulluğu İzhar, tevâzuumuzu arz ve günahları i’tiraf ile Yüce Hallâk-ı zü’l-Celâl’e mürâcaatür. Allâh’ın gazâbmdan nzâsma, azâbından rahmetine, hüsrâmndan mağfiretine kaçış ve sığınıştır. Maksad bu olunca, kazâ ve kadere rızâ ile berâber Allâh’a duâ etmek, beşerlyyetln zâhirl filliyyâttyle gururlanmak ve onu tercih değil, kudret-i ilâhiyyeye her şeyden ziyâde tâzimdir. Bu da bir kulun eri­şebileceği en büyük makamdır. Bu makamda, duâların en üstünü ve mânâlısı olan[2] “Allah’a hamdolsun” alemi dikilidir

Duâ; küçüğün büyükten, âcizin kudretliden hâcet ve arzusunu kemâli ciddiyet­le talep ve recâsı demek olduğundan fiili, lisâni ve hâlt olarak yalvarmak, ihlâs ve bağlılığını izhâr etmektir. Bunun İçin duâda tevâzu’ ve tazarru’ hâlinde bulunma­mak varlığa, pervâsızlığa, bir nevi çalıma delâlet eder. En ufak bir saygısızlık, duâ haddinden emir veyâ iltimas haddine geçen bir tecâvüz olduğu gibi, duâyı gizli bir sûrette yapmamak, bağırıp çağırmak da hadd-İ ililâstan riyâya, hadd-i duâdan şikâ­yet ve dâvâya geçen bir tecâvüz olur. Çünkü duâmn yapılma şekli Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyân buyurulmuştur:

“Rabbınıza gayet mütevazı ve gayet gizli olarak duâ ediniz. Çünkü O; duâmn hudftdunu aşanları asla sevmez.”[3]

Hz. Peygamber (A.S.) Ashab’la Hayber’e giderlerken Ashâb-ı Kirâm’ın bir kıs­mı coşarak yüksek sesle kaside söylemeye başlamışlardı. Aleyhi’s-selâm Efendimiz onları uyararak şöyle buyurdu:

“Siz bir sağır veyâ gaibe duâ etmiyorsunuz; belki siz, sizi işiten ve size yalan olan Allâh’a duâ ediyorsunuz.”[4]

Çünkü Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’inde:

“Biz insana şalı damarından daha yakınız.”[5] buyurmaktadır.

O halde ulemâsmca kuvvetli bir kaynak olarak kabûl edilen (Şir’atü’l- İslâm) kitabının duâ bahsindeki târif ve tâdâdına göre» duânın nasıl edileceğine ve duânın kabûlü için ne gibi hususların bulunmasının şart olduğunu İzâha geçebiliriz.

Duâ nasıl ve ne zaman yapılmalıda?

1 — Duânın zamftnında kabûlü için, yenen nimetlerin belâlından olması lâzım­dır. Duâsmrn kabûl olunmadığını anlatmak maksadiyle Peygamberimiz (A.S.)‘a bu­nun nedenini soran Sa’d İbn-i Ebî Vakkas Hazretlerine Aleyhi’s-selâm Efendimiz göyle buyurmuşlardı:

“Ey Sa’d haramdan sakın. Zîrâ haram lokma girmiş bir mide sahibinin yapmış olduğu duâ, kırk gün kabûl olunmaz.”

Deniliyor ki, duâ; bitecek hâcetlerin anahtarı, helâl lokma da o anahtarın lü­zumlu dişleri mesâbesindedir.

2 — Duâ güzel ve temiz elbise ile edilmesi lâzımdır. Burada helâl ile güzeli göyle ayırmamız İcap edecek ki, hakikaten mânevi bir hazza hissedâr olabilmek için verilecek şu ölgüye dikkat etmek şarttır. Helâl: Kişinin zâhirî İfâdesine göre Müftünün verdiği fetvâ ile helâl olduğu tebeyyün edendir. Tayyıb = Güzel: Kişinin kendisine, yine kendi kalbinin onda günah olmadığını tasdik ettikten sonra güzel olduğu kendi vlcdânmda tebeyyün edendir. Bu, kişinin kendi kendisini yaklnl olarak bilmesidir, işte böyle bir makamda yapılan duâ ibâdettir.

3 — Kişinin nerede ve kimin huzurunda bulunduğunu, ne yapmak İstediğini bi­lerek kalbin ona göre hazırlanması ve duâsmın kabûl olunacağına hulûsu kalb ve yaklnt bir İmanla inanması lâzımdır, İbn-i Abbâs (R.A.) dan mervl bir hadîs-i şe­rifte Peygamberimiz (A.S.):

“Siz Allâh’a duâ ettiğiniz zaman duanızın kabule mazhar olacağına yaldnen inanarak dua ediniz. Şunu iyi biliniz ki, Allahu Teâla, dilinin söylediğinden kalbinin haberi olmayan ve ne istediğini bilmeyen kimselerin dutlarını kabûl buyurmaz.” buyurdular.

O halde kalb ile dil, dilekte müşterek olmalıdırlar. Zâten duâ ânında kalb harekete geçerek inşirah buluyor, vücutta bir ürperti hissediliyor, gözlerde biraz olsun huşû’ yaşı birikebiliyorsa, duâya zemin ve zaman müsâit demektir ve o anda ne istene­cekse istenmelidir.

4 — Dâima tevbenln yenilenmesi, günahlardan ve hatâlardan temizlenmesi ge­reklidir. Zirâ kirli olan bir gözlük camı ile istenilen bir yeri görmek mümkün olamıyacağı gibi, günahlarla mülevves bir kalb ile de matluba vusûl mümkün olamaz.

5 — Edilen duânın kabûlünde aceleye düşülmemelidlr. Yâni; bu kadar yalvar­dım yakardım duam kabul olmadı, demek doğru değildir. Tergib kitabında zikrolunduğuna göre, Peygamberimiz (A.S.) duânın kabûlü husûsunda şöyle buyurmuş­lardır:

“Herhangi bir müslümanın yapmış olduğu duâda akrabâ-i taallûkatın mağdûriyyetini mûcip veya gayrimeşru’ bir şeyin talebi bahis konusu edilmediği takdirde Cenab-ı Hak şu üç şekilden biri ile o kimsenin duasını kabul buyurur.: Ya hemen acele olarak kabûl eder, neticesini gösterir, ya bir hikmete mebni âhirete bırakır, yahud da duası ınikdarınca günahlarından affeder.”[6]

6 — Herhangi bir hususta yapmış olduğu bir duâyı hiç olmazsa yedi defa tekrar etmelidir. Çünkü bir hadîs-i şerifte:

“Şüphesiz Allah duasında ısrar edenleri sever,” buyurulmuştur.

7 — Bir nimete veyâ bir dileğe nâll olunduğu yâhud da sıhhat ve âfiyet za­manlarında Allâhu Teâlâ’ya çok çok duâ edilmelidir ki, sıkıntı ve darlığa, aynı zamanda musibetlere dûçâr olunduğu zaman kurtuluşa ermeğe bak kazanılmış olsun. Abbas oğlu Abdullâh diyor ki:

— Bir gün Hz. Resûlullâh’ın arkasında bir hayvana bimniş olduğunu halde gi­diyordum. Bana dönerek şöyle dedi:

“Ey genfi, sen Allâh’ı rahat ve ınüsâit zamanlarında çokça an ki, sıkıntılı za­manlarında O da seni muhâfaza etsin.”

8 — Duaâya bağlarken:

“Bağışı en çok olan yücelerin yücesi Rabbım’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim.” diye başlanır, önce, Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senâ ile sonra Hz. Peygamber (A.S.) a salât ü selâm ile duâya girilir. Duâsını sırf kendisi için değil, bütün mü’minlere teşmil eder. İsteyeceği şey ne kadar çok olursa olsun, usûlü dâiresinde hepsi hak­kında duâ eder. Çünkü hiçbir şey Allâhu Teâlâ’nın yanında güç ve zor değildir.

9 — Cenâb-ı Hakk’ın şânına yakışmayan ve meşrû olmayan şeyleri istemek, başkalarına mürâtllk olsun diye duâya müstehak olmayan, dinsizliği, mürtedliği herkesçe bilinen kimselerin affını istemek de doğra değildir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’a yalvarırken Ondan hem korkup ürpererek, hem de duânın kabülünü ümit ve tama’ ederek duâ etmek lâzımdır. Bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Ona korkarak ve tama’ ederek duâ edin. Zira Allah’ın rahmeti iyilik edenlere daha yakındır.” buyurulmaktadır.

Yine bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:

“Habibim, benim hakkımda kullarım sana sorduklarında, bilmiş ol ki, ben on­lara yakınım. Bana duâ edenin duasına icabet ederim.”[7]

Duâ, Onun gamna yakışır bir şekilde ve Onun sevgisinin alâmetini üzerinde taşıyanlar hakkında yapılmalıdır. Ve bu duâda, Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğunun tahsili ön plânda tutulmalıdır. Bir hadls-i şerifte:

“Müslüman bir kişinin din kardeşine gıyaben yapmakta olduğu duâ müstecabtır. Duâ edenin başında görevli bir Melek bulunur. O her ne zaman din kardeşine hayır ile duâ ettiğinde o Melek onun duasına ‘Amin’ der ve: Sen ona duâ ettiğin gibi Allah da seni istek ve arzularına nâil eylesin, der.” buyurulmaktadır.[8]

“Ey bizim Rabblmiz, bize dünyâda da iyilik, Ahlrette de iyilik ver ve bizi Cehennem azâbından koru.”[9] duâsının edilmesi ve:

Dünyâdan göçenlerden sonra gelenler şöyle niyâz ederler:

“Ey bizim Rabbunız, bizi ve bizden evvel iman ile göçüp gidenleri bağışla ve kalblerimizde îmân edenlere karşı zerre kadar bir kötülük bırakma.”[10]

10 — Kişi istediği ve du âsiyle temennide bulunduğu husuaları bilfiil te’yid et­meli. Meselâ: ‘‘Evlâdımı hayırlı ve İmanlı eyle” diye duâ eden bir kimse evlâdına dini ve ahlâki bilgi ve terbiyesini zamânında vermiyecek oluna, duâsında samimi olmadığı anlaşılır. Yâhut; "Beni affeyle" diyen bir kimsenin, Ezân-ı Muhammedi okunup namazlar kılınırken, vakitler gelip geçerken kılı bile kıpırdamazsa, onun bu sözünde sâdık olmadığı anlaşılır ve tabiidir ki, duâsı da kabûle gâyân olmaz.

11 — Duâda kıbleye dönük ve diz üstü oturur olduğu halde evvelâ kendisine, sonra ebeveynine, daha sonra btitün mü’minlere nlyâzda bulunur. Bilhassa ana ve babasına duâyı asla ihmâl etmemelidir. Zirâ ana ve babasını duâdan mahrûm eden kimse fakirlikten kurtulamaz.

12 — Avuç içleri yüze bakacak şekilde, eller omuz hizâsma, birbirinden ayn ve birbirine muvâzt olduğu ve koltuk altlarının beyazı görülecek şekilde kollar vü­cuttan ayn olarak kaldırılır. Saygılı ve edebli, baş hafif sağ öne eğik olarak niyaz­da bulunulur. Başı ve gözleri kat’iyyen yukarı kaldırmak doğru değildir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ı yukarda ararmış gibi bir tavır takınarak duâ etmek asla doğru bir hareket olamaz. Zirâ başağın dolusu dalma yere doğru mütevâzıan eğik durur; boş başak ise, mütecâhilen yukarı kalkıktır. Eller bir şeyi toplarcasına veyâ kaparcasına değil, fakirin mütevâzıâne ve mahcûbâne bir kapıdan taam istediği gibi Yüce Allâh’a yalvarırcasına ve lûtfuna ilticâ edercesine tutulmalıdır. Bunun mânâsı:

“Ey Allah’ım, Sen’in merhamet ve lûtfun, kerem ve lhs&nın çok geniş ve bol­dur, Sen’den istemesini bilenlere bel bol ihsan edersin, o halde rahmetinle bizlere bol nimetler, fazl u ihsanınla da sıhhat ve afiyetler bahşeyle ve dualarımızı kabul eyle.” nüktesinin bâriz bir işaretidir. Yoksa bâzılannın yaptığı gibi, duâ gökten ineni yere dökmemek için acâib bir şekilde ellerin birbirine kenetlenmesi mânâsında hiç değildir ve olamaz. Duâ bittikten sonra Cenâb-ı Hakk’ın İlâhî feyzinin eserinin mânevt hazzını tadmak için ellerini yüzüne sürer ve bu anda “Âmin” diye bağlar. Çünkü bir şiirde:

“Ey benîm Rabbım, ‘Amin’in sevgisini benden ayırma, zirâ Amin diyen bir ku­luna Allâhu Teala muhakkak merhamet eder.” denmiştir.

13 — Cenâb-ı Hakk’ın şânına yakışmayan şeyleri istemek de duâmn haddini tecâvüzdür. Bir gün Abdullah bin Mugaffel, oğlunun:

“Ey Allâh’ım, Cennet’e girdiğimde sağ tarafından beyaz bir saray isterim.” di­ye duâ ettiğini işitmiş.

“Oğlum, demiş, ben Hz. Resûlullah’tan işittim: Çok yakında Öyle kavim olacak ki, onlar duânın hudûdunu aşacaklar, buyurdu. Binâenaleyh sen Allah’tan Cennet’i iste ve ateşten ona sığın.”

İbn-i Atiyye’nin ve Zemahşeri’nin nakillerine göre, bu hadiste Resûlullah:

“Ey Allah’ım, ben Sen’den Cennet’i ve Cennette yaklaştıran sözü ve işi iste­rim. Ben Sana Cehennem’den ve Cehennem’e yaklaştıran sözden ve işten sığınırım, demesi kişiye kâfidir.” buyurmuşlardır.[11]

14 — Duâsının kabûle mazhariyyetini idrâk ettiğinde Cenâb-ı Hakk’a hamdetmelidir. Meselâ: Gurbetten evine ulaşmak, sevdiklerine kavuşmak, bir hastalıktan şifâ bulmak ya da bir emeline nâil olmak için duâ ettiğinde bunların tahakkukunu gördüğü vakit Allâh’a şu şekilde şükürde bulunmalıdır;

“Büyüklük ve ululuğu ile her türlü nimeti ve iyilikleri itinâm eden Allâh’a hamdolsun.”

Yapmış olduğu duânın kabûlüne gâiıit olmadığında, isyân etmiyerek ve başka bir niyete sapmayarak:

“Bulunduğum her bal ve şânda Allâh’a hamd ve şükürler olsun.” diye tazarru’da bulunmak lâzımdır,

15 — Duâ edileceği zaman, Cum’a günü ezan vaktinde, Cum’a günü güneş bat­mazdan az evvel, Cum’a günü câmide hatip minber’e çıktığında ikinci iç ezânı oku­nurken; sâir vakitlerde ezan ile kaamet arasındaki vakitte, kaamet edilmeye baş­landığında, Çarşamba günü öğle ile ikindi arasında, her gün Öğle ezânı okunmak üzere iken yâni zevâl vaktinde, gecenin son yansında ve sabah namazından evvel seher vaktinde, Perşembe’yi Cum’a’ya bağlayan gece, Receb ayının ilk gecesi ve Şâban ayının onbeşinci gecesi, Ramazan’da “Kadir” gecesi ve iki bayram gecele­rinde; kalbde bir ürperti hissedildiğinde; imam ile namaza durulacağında safların tanzimi ânında, beş vakit namazların arkasında (bilhassa imamla berâber yapılan duâ fırsatı asla kaçırılmamalıdır) ve Kur’ân-ı Kerim Hatm edildiği vakit çok duâ edilmeğe dikkat ve gayret sarfedilmesi lâzımdır. Bunların yanında Kâ’be-i Muaz­zama ilk defa görüldüğü, yağmur yağmaya başladığı zamanda duâ edilmesi tavsi­yeye şâyândır. Zâten Allah katında kulun yapacağı en sevgili duâsı şudur:

“Ey Allâh’ım, umûmi ve şumûlü bol rahmetinle Hz. Muhammed (A.S.)’a ümmet olmak şerefine nail olanların hepsini mağfiret eyle ve onları ıslah eyle.”

Bir hadis-i şerifte:

“Bes gece vardır ki, onda yapılan duâ geriye çevrilmez: Recep ayının ilk, Şâban ayının onbeşinci, Cum’a, Ramazan ve Kurban bayramı geceleridir.” Buyurulmuştur.[12]

Bizim her türlü fenalıklardan korunmaklığımız ve her İki tarafta da başarıya ulaşmamız, ancak Allâh’a hakkıyla kul olmaklığunızla mümkündür.

“Güzel sözler O’na yükselir, o sözleri de amel-i salih yükseltir.”[13]



[1] Şir’atü’l-tslâm, S. 147.

[2] Hak Dîni Kur’ân Dili, Tef. C. 1, S. 665.

[3] A’râf Sûresi, âyet: 55.

[4] Hak Dîni Kur’ân Dili, Tef. C. 3, S. 2194 ve Hâtemü’l-Enbiyâ, S. 334.

[5] Kaf Sûresi, âyet: 16.

[6] Şir’atü’I İslâm, S. 148.

[7] Bakare Sûresi, âyet: 186.

[8] Muhtâru’l-Ahâdîsü’n-Nebeviyye, S. 76.

[9] Bakare Sûresi, âyet: 201.

[10] Haşr Sûresi, âyet: 10.

[11] Hak Dîni Kur’ân Dili, Tef. C. 3, S. 2195.

[12] Muhtârü’l-Ahâdîsü’n-Nebeviyye, S. 73.

[13] Fâtır Sûresi, âyet: 10