İctimai Bir yorum, insani bir tahlil:
“İNSAN OLMANIN SEVAP VE GÜNAHI”
Abdullah CEYHAN
Dini Yayınlar Dairesi Başkanı
İnsan- yaratılış itibariyle farklıdır. Acılar karşısında üzülür. Beden ve ruhu ızdırap çekebilecek vasıftadır. Haksızlıklara karşıdır. Sevinilecek olaylarda sevinir. Sorumluluk duygusu taşır. Başkalarına yardım etme ihtiyacı duyar. Bundan haz alır. Yalnızlıktan sıkılır. Yalnızlık Allah’a mahsusdur diye inanır. Sohbet ihtiyacı hisseder. Fikir ve duygularını paylaşacak kimseler arar. Mezhep ve meşrebine göre de bulur. Kendisinin bir gün hesaba çekileceğini düşünür. Adımını buna göre atar. Bir şeyler belleme ve öğrenme ihtiyacı içindedir. Öğülmekten ve kendisinden bahsedilmesinden hoşlanır. Mukaddes mefhumlara saygılı olur. Her işin bir sonu olduğunu peşinen kabuleder. Tabii ki kendisinin sonunun olduğunu da aklın dan çıkarmaz. Hayırla yâdedilmeyi arzular.
Bahsedilen vasıfları üzerin de taşıyan, hisseden insan, mükemmel insandır. Kur’an-ı Kerimin ifadesi ile unvanına lâyıktır. Yaptıkları ve düşündükleri kendisine yakışır. Başkalarınca yadırganmaz. Zaten kendisinden de bundan başkası beklenmez, insan olmanın sevabı budur.
Bir de kendisine yakışmayan, yaptıklarından dolayı kendisinden tiksinilen insan tipleri vardır. İnsan olmanın günahını bu kişiler taşır.
Başkalarının ızdırabı, acısı bazılarını hiç ilgilendirmez. Belki de sevinirler onlar. Bunlar "Bana olmasın da kime olursa olsun", "Ben çekmeyeyim de kim çekerse çeksin" düşüncesindedirler. Kendileri haksızlık yaptıkları için, haksızların karşısında olamazlar, olmazlar. Başkalarının sırtından geçinirler. Ruhları kara, vicdanları hiç yoktur. Olanlara karşı hissizdirler. Sevinme bu tipler için lükstür. Ancak kendilerinin kavuştukları nimetler onları sevindirir.
Sorumluluk, diğer bir ifade ile mes’ûliyet bir kısım insan için hiç bir şey ifade etmez. Her şey yıkılmalı, istenilen yapılmalı, ama kimse kimseyi sorumlu tutmamalıdır. Allah korkusu, kazancın helal ya da haram olması bu tür insanlar için, pek bir şey ifade etmemektedir.
Yardım etme duygusu ve ihtiyacı bazı insanlar için boş ve anlamsızdır. Kişi kendisi kazanmalı ve kendisi yemelidir. Hayır yapma ve başkalarına yardımda bulunma, onlar için avutmacadır. Bu yüzden, "Sen bana bu dünyada bulgur ver de, ben de sana öbür dünyada pirinç vereyim" derler. Bu ifade inançsızlığın üstü kapalı ifadesidir.
Bir kısım insanlar yalnızlığı severler. Yalnız yer, yalnız içerler. Beden ve fizikî ihtiyaçlarından dolayı hemcinsleri ile birlikte olurlar. Sohbetlerinde hep maddeden ve zevk veren şeylerden bahsederler. Manevî ortam oluşmaya başlayınca hemen bir yolunu bulup kaçarlar.
İnsan olmanın günahını taşıyanlarda fikir yok gibidir. Dolayısıyla bunların fİkirdaşları da yoktur. Üstelik bencildirler. La deyince illâ demeleri mümkün olmaz. Bir şey bildiklerini sanırlar. Ama pek bir şey bilmezler. Bildikleri tek şey, bilmediklerini bilmemeleridir.
Akıl mide ile bağlantılı olunca, sağlıklı sonuç alınamaz. Akü da midenin yoluna girer. Netice olarak şehvet, akıl ve midenin ürünü olarak ortaya çıkar. O zaman vicdan, dar bir yerde hapsedilmiş fâre gibidir. Vicdan olmayınca akıl bir işe yaramaz. Halbuki akıl, imanla dolayısıyla vicdanla doğruyu göstermektedir.
Hesaba çekilme duygusu, bir inancın olgunlaşmış meyvesidir. İnsanı yaratanına götürür. Yaratana ulaştıramayan akıl ve vicdanda hayır yoktur. O insan, sonu görünmeyen.zifirî karanlık bir mağarada gibidir. Yoldaşı yılan, çiyandır.
İnsan, insan olmanın sorumluluğu ile yaşamalıdır. Günah ise kişinin sırtında yüktür. Merkep yükünden habersiz olduğu gibi, günah taşıyan kişi de, bu yükten habersizdir. Azıcık fark etse, terazi lehine dönecektir.
Kişi sevildiğini bilirse, başkalarının hoşlanmadığı işleri yapmaz, yapamaz. Ancak sevilmekten de haz duyar. Bu tabii bir haldir. Aşırı olması halinde insan, ilginin esiri olur. Ruhu ancak gösterilen ilgi ve iltifatla tatmin olabilir.
Sonuç olarak, farklı yaratılan insan, akıl, mantık, vicdan üçlüsünü iman ile uzlaştırmışsa, sevap içinde ve huzurludur. Değilse, günah yüklü ve karanlıktadır.