Makale

Gündemi Ayıklamak

Dr. Halil ALTUNTAŞ / Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Gündemi Ayıklamak

GÜNLÜK HAYATIMIZ

Şüphesiz dünya, tarihinin en yoğun dönemini yaşıyor. İnsanoğlu artık, gerek kişisel gerekse toplumsal planda, sınırlı bir çevrenin varlığı değildir. 0, istese de istemese de elindeki “kendine ait” dünyayı "global” bir dünya ile değiştirmiş görünüyor. Ulaşımda alınan hızlı adımların belli bir noktaya getirdiği bu değişim, “iletişim devrimi” ile uç noktaya ulaştı. Artık yerkürenin her yanı bize cebimizdeki bir telefon cihazı kadar yakın. İs bu kadarla da kalmıyor. Televizyon denen “harika”, buraları evimizin içine kadar taşıyor. Çıplak gözle bakılınca, çok uzak gibi görünen, bizi ilgilendirmediği söylenebilecek olaylarla içiçe oluveri- yoruz. Adını belki de hiç duymadığımız bir ülkede yapılan bir siyasal seçim, yahut ortaya çıkan bir hastalık, Doğu ya da Batı dünyasında bas gösteren ekonomik bir sıkıntı özel kulislerimizde konuşulur oldu. Ardındaki amaç her ne olursa olsun, pek çok konuda bizler de “başka” larının ilgi alanı içinde yer alıyoruz. Dünya toplumu şimdiye kadar görülmedik boyutlarda karmaşık bir ilişkiler ortamını yaşıyor.
Aynı yoğunluğu kişisel planda, kendi dar çerçevemizde de yaşıyoruz. Her birini teker teker alıp okumasak da, çıkan sayısız gazetenin, sadece gözümüze çarpan başlıklarının, zihnimizde açacağı “ilgi” alanlarının çeşitliliğini düşününüz. Sporla ilgilenmediğini bildiğimiz bir kimsenin “spor dünyası”nda yaşamadığını söyleyebilir miyiz? Sadece haberleri izlemek amacıyla televizyonunu açan bir kimse, hiç de ilgilenmediği bilmem kaç ürünün reklam bombardımanını yaşamaktadır. Bir zamanlar “tele-misâfirler” mizah konusu oluyordu. Simdi televizyondan kopup misâfirliğe gidebilmenin hasretini yasıyoruz. Bulmacalar “mangal”!, “eski bir ısınma aracı” diye soruyorlardı. Artık soba da bulmacalara malzeme olmak üzere... Hosgeldin doğalgaz, dedik de, sadece rahatlık getirmedi doğalgaz... Geldi, şehirlerimizi delik deşik etti. Belki artık üşüyerek hasta olmayacağız.
Ama kurbanlar olabiliyor. Bir kalem bir kağıt, bizi sadece bir posta puluna muhtaç ediyordu. Artık, telefon, elektrik, su, gaz, sigorta vs. faturaları hayatımızın önemli bir kısmını alıp götüren esaret belgeleri olarak gelip bizi buluyor. Onlar bizi bulmazlarsa biz peşlerine düşüyoruz. Yoksa daha bir hısımla geliyorlar.

ÇAĞDAŞ İNSAN VE
GÜDÜMLÜ HAYAT KISKACI

Çağımızın insanı kendine aman ayıramamaktan yakınıyor. “Yaşamak” için verdiği canhıraş mücadele; sevginin, saygının kaynaklarını kuruttu. İnsan, ihtiyaçlarını değil, çok kere onun adına icad edilen “ihtiyaçlar”ı karşılamak için çabalıyor. Onu ihtiyaçları konusunda "ikna’’ etmek için başvurulan araçlar yine onun sırtından sağlanıyor. Sebebini bilmediği bir savaşta yer alan insanlar, kullandıkları silahın bedelini bir şekilde kendileri ödüyorlar; ya canvererek ya sömürülerek... Moda ve model oyunları da farklı birer anlayışın ürünü değil. Her iki rengi ile de materyalist dünya görüsü, insanı yasamak için değil, tüketmek için çalışan güdümlü bir varlık haline getirdi. Elinden zamanı, hayatı ve kalbi alındı. Ününde tutulan bir tutam “otMun peşinde dönüp durması isteniyor. Sabah kalktığında, kendini, hemen hemen bütünüyle başkalarının hazırladığı, yahut dıs etkenlerin yönlendirdiği dopdolu bir gündemin içinde buluyor.
Zamanla yarışırken hep geride kaldığını görüyor.
Kısmî basarılar, ruhuna sinen fırtınaları bastırmaya yetmiyor. Ruhu kıskaç altında, cenderede.
Yakaladığımız yüksek hayat düzeyi bizi toplum içinde yalnızlığa mahkum ederken, “uzlet”in manasından habersiz kaldık. Unuttuk ki, kullandığımız eşya, yediklerimiz, giydiklerimiz, bizim dışımızdaki her sey bize “amâ- de”dir. Amâdedir ki, kulluk yolunu katetmemiz kolay olsun. Biz tuttuk “amâde”lere âmâde olduk, gerçek köleliğin bu olduğunu görmeden.
İnsanın bu çıkmazdan kurtulması için hayat anlayışını yeniden gözden geçirmesi artık kaçınılmazdır. Hepsinden önemlisi su temel tesbiti cesaretle yapmalıdır: Ölüm ötesi hayatın yok sayılması, ya da arka plana itilmesi, olabildiğince “dolu dolu” yaşanması gerektiği saplantısına sebep olmuştur. “Çok çalışmak” yerini “çok meşguliyetle bıraktı. Bu, “koşuşturmak” tan ibaret bir hayat biçimini getirdi. Zamanı değerlendirme adına zaman kıyıma uğratılır oldu. Artık bu hayatın,
Sonsuz olan ölüm ötesi hayat için bir hazırlık dönemi, ölümün de, oraya ileten bir geçit olduğu gerçeğine dönmenin vaktidir. Böyle bir dönüş, yasadığımız hayat gündeminin de tekrar ele alınmasını ve ayıklanmasını gerekti- yor. Yasamayı putlaştıran anlayışın gündeme koyduğu sayısız oyalanma eylemini ayıklayıcı bir iradeye sahip olanlar, kendilerine, zihinlerine, ruh dünyalarına ayıracakları yeterli zamanı bulabileceklerdir.

ZAMANA KARSI YARIŞ DEĞİL, ZAMANLA BARIŞ

İslam, zamana layık olduğu değerlerin verilmesi konusunda özenli uyarılarda bulunur. Kur’an “Zaman hakkı için insan ziyan içindedir. (Ziyandan kurtulanlar) ancak iman eden, yararlı işler işleyenler ve birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerdir.” mesajını veriyor. Öncelikle zaman kavramına dikkati çekiliyor, sonra da kurtuluşun, ancak zaman içinde ve yine ilahi mesajın belirlediği gündemle gerçekleşebileceğini vurguluyor; İman, yararlı isler, hakkı ve sebatı/kararlılığı tavsiye etmek yaratıcı iradenin, insanın önüne koyduğu bu çerçeve gündem yine bizzat Kur’ân ve Sünnet tarafından detaylandırılıyor. Ama öz bu. Temel özellik insanın öncelikle içine yöneltmesi. imana dayalı kökleri ve sağlam bir ruh dünyası olacak. Bunun dışa yansımasının adı da salih amel-yararlı is oluyor. Programlı programsız tüm ibadet eylemleri ile diğer olumlu islerin tamamı bu kavramın kapsamında. Bu gündem insanı toplumsal bir gerçeklik olarak ele almaktadır.
Buna göre o, çevresindekilerle iletişim içinde olacak. Ama bu iletişim, kaynağını öncelikle iç dünyadan alacak. Hakka bağlanma ve her türlü yapıcı eylemde kararlılığın öngörülmesi bu iletişimin iki temel düzlemini oluşturuyor. Yani insanların, sağlam bir ruh dünyasının kendilerine kazandırdığı güzel yapılanmaları, birbirlerine iletme, aktarma gayreti içinde olmaları isteniyor ki, insan yığınlarını toplum yapan sır burada yatmaktadır. Zamanla savaş ve yarış vadisine sokulan hayatın, zamanla barış sürecine sokulabilmesi bu tutuma bağlıdır.

ZAMANI YARARLI
EYLEMLERE DÖNÜŞTÜRMEK

Hiç yaratan, insanı kurtuluşa çıkaracak yolu bilmez mi? ,(1) Bilir ki, yürüyelim diye adım adım o yolu işlemiş, aydınlatmıştır. Toprakla buluşmanın, bu yolun sonu değil, sonsuzluğu açılımın bir geçidi olduğunu bildirmiştir.
Yine bildirmiştir ki, erişeceğimiz bu açılıma rengini, tadını, kokusunu, biçimini biz, ölüm öncesinde, hayat dediğimiz zaman dilimi içinde veriyoruz. Ölüm noktası adeta sonsuz yetenekteki kalın kenarlı bir mercek. Sınırlı hayatımızın gündemini sınırsız boyutlarla, yeni açılıma aktarıyor. Bu yüzdendir ki, Kur’an zamana and içerek, muhataplarını uyarıyor. Zamanı iyi kullanabilecek insanın temel dinamiklerini özellikle belirterek,
bu konudaki başarısızlığın sebeplerinin çokluğuna da dikkat çekiyor. Kur’an’ın zaman konusundaki temel yaklaşımı faydacılıktır. “Salih/yararlı iş” kavramı bundan başka bir şey ifade etmemektedir. Ancak bu asla materyalist, bir faydacılık değildir. Bu yaklaşım, temel hareketini imandan alır, maddi planla sınırlı kalmaz. Son noktada kendini ölüm ötesi mutluluğunu kazanma çabası diye tanımlar. Bencilliğe kapalıdır. Sınırlı zamandan “sınırsız” yarar elde etme yolunda yardımlaşmanın gereğini ısrarla vurgular, iyilik ve takva bu yardımlaşmanın temel alanlarını oluşturur.
Akıp giden zaman süreci içinde insan hayatının çok kısa bir yer tutması, insanı büyük algılama yanlışlıklarına götürmüştür. O, doğum ile ölüm arasındaki sınırlı zamanın, çok daha büyük çapta, ama yine sınırlı bir çizginin parçası olduğunu kavrayamamıştır. Başlangıcı ile sonunu göremediği zamanı her iki yönde de sonsuz kabul etmiş ve bütün doğal oluşumları da ona bağlamıştır. Bu anlayış insanı “Hayat, bu dünyada yasadığımız hayattan ibarettir. Yasarız, ölürüz. Bizi ancak, zaman helâk eder.” (2) anlayışına kadar götürmüştür.
Her şeyi kuşatır gibi görünen zaman, aslında insanın kullandığı en kıt kaynaktır. Bütün değerlerimize ve etkinliklerimize onun içinde sahip olabileceğimize göre ömür çizgisinin bu değerleri ve etkinliklere pay edilmesi halinde elimizde son derece küçük dilimlerin kalacağını ibretle görürüz. Kur’an, bu kaynağın sınırlı, basının sonunun değişmez noktalarla belirlenmiş olduğunu, bitiş noktasının bir an bile uzatılamayacağını kuvvetle vurguluyor (3). Aynı gerçeğe toplumsal hayat açısından da yaklaşıldığını görüyoruz: “Her milletin bir eceli, sonu vardır. Onun sonu gelince, ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler.” (4)
İslam’ın insanın önüne koyduğu hayat tarzı, gerek ruh dünyasında gerekse fizik dünyada yasanan bütün eylemlerin verimli ve yapıcı olmasını öngörür. Amaçsız, gelişigüzel ve faydadan yoksun eylemleri dışlar, insana, bizzat kendisinin; boş yere, is olsun diye yaratılmadığını, bu yaradılışın temelinde bir amacın yattığını hatırlatır. Amaçsız davranışları “abes”/ boş is (5) ve eğlence (6) diye niteler. Yine madde planını aşamayan, nihai amacını yitirmiş bir dünya hayatı, Kur’anî anlatımla “oyun”dur, “eğlence”dir (7). "Abes” teriminde “amaçsızlık”, “is olsun diye yapmak” anlamları hakimdir.

ZAMAN ZİHİN ALANINDA
DA KIYIMA UĞRUYOR

İslam’ın fiziksel eylemler hakkındaki bu yargısı aynen zihin eylemleri için de geçerli- dir. Hatta zihin alanı tüm dıs eylemlerimizin dinamiği olması bakımından fiziksel eylem alanının önünde gelir. Bu son derece tabii bir durumdur. Aslında bu iki eylem türü arasındaki doğrudan ilişki herkesçe bilinmektedir.
Çünkü eylem ilk hareketini zihinden alır. Eylemler tekrar zihine dönerek düşüncenin ve bilimin oluşumunu hazırlar.
Su halde eylemlerde aranan amaçlılık bilgi ve bilimde temel esas olmalıdır. “Fayda” sağlamayan bilgi ve bilim, emek ve zaman savurganlığı demektir. Savurganlar ise Kur’an’da “şeytanın kardeşleri” diye nitelenmektedir. Bu noktada Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yararsız ilimden Allah’a sığınması son derece anlamlıdır. Burada özellikle “yararsız ilim” ifadesi üzerinde önemle durmak gerekiyor. Kur’an’ın verdiği temel mesaj penceresinden bakıldığında, kul planında mutlak bilim, Allah’ı bilmek, yani “marifetullah”tır. Yunus’un dile getirdiği de budur: “İlim ilmi bilmektir/İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsin/Bu nice okumaktır.” Bilim bu amaca doğrudan veya dolaylı olarak yönelik bulunduğu oranda “faydalı” dır. Daha önce de değindiğimiz gibi İslam’ın fayda anlayışı sadece madde ve dünya planında sıkışıp kalan bir anlayış değildir. Herhangi bilim dalı ne derece “pozitif”/maddi de olsa bir yerlerde ruhtan, iç dünyadan beslenmektedir, ya da beslenmeli, mutlak ilmin konusu ile ilintilendirilmelidir. Bu sebeple İslam nazarında pozitif bilimlere, pozitivist bir yaklaşım sözko- nusu değildir. “Nefsini bilen Rabbinibilir”
öngörümünün kaynağı bu bakış açısıdır. Bu noktadan hareketle, iç dünya ile, madde ötesi ile ilintilendirilmeyen bilimlerin İslam’a ters düştüğü gibi bir sonuca varılmamalıdır. Burada sözkonusu olan, İslam’ın bilime yüklediği temel amaç açısından “fayda”nın ne olduğunu belirlemektir. İslam’ın öngördüğü fayda, sadece pratik alanla sınırlı değildir. Onun çerçevesini “dünyada da bir iyilik, ahiret- te de bir iyilik” ,(8) anlayışı çizer.
Eylemler nasıl, ya doğrudan ya da dolaylı olarak “faydalı” oluyorlarsa aynı şekilde doğrudan ya da dolaylı olarak “abes”/boş iş olurlar. “Guines Rekorlar Kitabı” na girebilmek için yıllarca üzerinde çalışılan pek çok anlamsız uğraşı herkes için ve doğrudan “abes” tir. Bu tür eylemlerin gündemden ayıklanması gerekir. Aslında faydalı olduğu halde, doğru yer ve zamanda, doğru kişiler tarafından yapılmayan eylemler de “abes” e dönüşür. Bunu önlemek içinde hem eylemler arasında, hem de bunların yapılacağı yer ve zamanlar arasında isabetli bir tercih yapmak gerekir. Duruma göre ayıklayıcı ve seçici olmak amaçlılığın temel göstergesi olmaktadır. Buna göre Hz. Peygamberin Allah’a sığındığı faydasız bilgiler kapsamına, şüphesiz ayıklanması gereken bilgi ve eylemler kadar, plansız ve sıralama- sız bilgi ve eylemler de girmektedir. Prodüktüvite/verimlilik probleminin çözümü yollarına Hz. Peygamberin bu hadisinde göndermeler vardır.
Kısaca;
İnsan ilahi mesajdan uzaklaştıkça hayat felsefesi positi- vist/maddeci bir yapıya bürünmüş, nihai amaç unutulmuş, ya da ikinci plana itilmiştir. Bu durum da, dünya hayatının putlaş- tırılmasına, bu hayatla ilgili pek çok önemsiz şeyin, gereğinden fazla yüceltilmesine sebep olmuş, asıl hedefin şaşırılması insanın hayatını “oyalanmalar”la doldurmuştur. Kurtuluş, insanın asıl amacı yeniden yakalayarak, gündemindeki oyalanmaları ayıklamasındadır. Bu işin nasıl başarılacağı ise Kur’an ve Sünnette detaylandırılmıştır.

(1) Mülk Sûresi, 14.
(2) Câsiye Sûresi, 23.
(3) Münâfıkûn Sûresi, 11.
(4) Araf, 34. Ayrıca bak: Yunus, 49, Nahl, 61.
(5) Muminûn Sûresi, 115.
(6) Suara Sûresi, 128.
(7) En’âm Sûresi, 32.
(8) Bakara Sûresi, 201.