Makale

Mekke’nin Fethi’nin 1367. Yıl Dönümü ve Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.)

Şükrü ÖZBUĞDAY / Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Mekke’nin Fethi’nin 1367. Yıl Dönümü ve Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.)

Hz. İbrahim (a.s.)’ın hayrül-halefi olan Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından İfâ edilecek ilk ve en büyük vazife, öz ve hâlis tevhidi ihyâ etmek, Kâ’beyi putperestliğin her türlüsünden temizlemekti. Fakat Kureys müşriklerinin, müslümanlara karsı birbirini takip eden hamleleri, bu mukaddes vazifenin İfasını 21 sene geciktirmişti. Müslümanlar, Hz. İbrahim (a.s.)’ın inşâ ettiği Beytullah’a iştiyak ve hasret duyuyorlar ve ü’na bir an önce kavuşmayı şiddetle arzu ediyorlardı. iste beklenen vakit gelmişti. Hazırlanan 10 bin kişilik fetih ordusu, bu mukaddes maksatla Hicretin sekizinci yılında Medine’den hareket etti. Civardan katılan kabilelerle bu yekûn her an biraz daha kabarıyordu. Medine şimdiye kadar böyle bir ordu hazırlamamıştı. Bu ordunun basında Hz. Muhammed (s.a.v.), her zamanki gibi, mütefekkir ve vakur tavrıyla dimdik duruyordu. Bu sanlı ordu, Allah’ın yardımından başka bir sey beklemeksizin Beytullah’ı putlardan temizlemeye, şirkin kökünü kazımaya gidiyordu. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bütün emel ve arzusu, Mescid-i Ha- ram’a, Beyt-i Şerife bir damla kan dökülmeksizin girmekti. Onun için bu fethi bu kadar geciktirmiş, meselenin olgunlaşmasını beklemişti. Simdi de bütün ihtiyatı elden bırakmıyor, her tedbiri alıyordu. □, her şeyi sulh ü sükûn ile barış ve müsâlemet ile, hikmet ve dirâyet ile halletmesini biliyordu. Zorla, zorbalıkla işi yoktu. Çaresiz kaldığı zaman Allah’ın izniyle hakkı müdâfaa için kuvvete başvuruyordu. Vahy-i İlâhî böyle idi. Bir sene evvel yıllık hac edâ olunurken fazîlet ve kemâliyle Mekkeli- lerin kalbini fethetmişti. Kureys uluları aralarında birbirlerinden çekinmeseler hemen müslümanlıklarını ilân edivereceklerdi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke’ye yaklaşıyordu. Râbîg veya Cuhfe’de amcası Abbas çıka geldi. Peygamberin huzuruna gelerek müslümanlığını ilân etti. Hz. Muhammed (s.a.v.) O’na :
-”Ben peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi sen de muhacirlerin sonuncususun” dedi.
Hz. Peygamber ordunun adedini çok gösterip Kureys’i sulha mecbûr ederek, Mekke’ye kan dökmeden girmek emelini sağlamak için mümkün olduğu kadar çok yerlere ateş yakılmasını emretti.
Mekkeliler, Islâm ordusunun yaklaştığından haberdâr olmuş, Ebû Süfyan başkanlığında birkaç kişiyi, vaziyeti anlamak için göndermişlerdi. Ebû Süfyan, Rasûlü Ekrem’in jpadırını bekleyen nöbetçiler tarafından yakalanarak, Hz. Peygamber’in huzuruna getirildi. Hz. Ümer, Ebû Süfyan’ın öldürülmesi zamanının geldiğini söyledi.
Ebû Süfyan’ın bütün yaptıkları müslümanların gözü önünde idi. Onun bütün hıyanetlerinin cezasını görmesi mümkündü. Ebû Süfyan, müslümanlara en müthiş düşmanlığı göstermiş, Medine’ye karsı müteaddit tecâvüzlere sebebiyet vermiş, bütün Arapları müslümanlara karşı ayaklandırarak, Hz. Peygamberin hayatına suikastler tertip etmişti. Bütün bu cinayetler, onun îdamına kâfî birer sebepti. Fakat bütün bu mülâhazaların üstünde bir sey vardı: O Ra- sûl-i Ekrem’in affı ve bağışlaması!
Hz. Muhammed (s.a.v.)in bu büyük affü safhı sayesinde nice düşmanlar dost oluyor, Müslümanlığı kabul ediyordu. Ebû Süfyan da onlardan biriydi. Sevgi ve şefkat peygamberinin bu büyüklüğü karşısında, İslamı hemen orada kabul etti. Onun müslümanlığı kabul etmesi üzerine de bir çokları Müslümanlığa meyletti.
İslam ordusu, Mekke’nin banliyösü olan Zituva’ya gelip dayandı. Karşılarına hiç kimse çıkmıyordu. Aldıkları talimat üzere silah kullanmaksızın, Mekke’ye girmeye başladılar. Mukaddes şehre kan dökmeden girmek de Hz. Peygamber’in en büyük arzusu idi. iste bu arzu tahakkuk etmiş tedbirler bosa gitmemiş, şehir kan dökülmeden fethedilmişti (1 Ocak 630) (1).
Mekke’ye kendisi de Muhacirlerin başında yüksek bir tepeden girdi. Gözleriyle Mekke’yi baştanbaşa bir süzdü.
Kendisine karşı son derece şiddetli davranan Mekke, işte şimdi O’na teslim olmuştu. Şehir, sekiz sene evvel yâd illere sürmüş olduğu büyük evlâdının ayakları dibine serilmiş duruyordu. “Oku, yaradan Rabbi’nin adiyle oku" diye ilk vahiy burada başlamıştı. “Rab- bini ulu tanı, O’nu tekbirle an” diye Cebrâil, Allah kelâmını burada getirmişti, fakat müşrikler bu ulvi hitâbı, mâverâdan gelen İlâhî nidâyı anlayamamışlar, Tevhid Dini’nin kurulmasını geçiktirmişlerdi. Kâbe’yi Muaz- zama’yı putlardan temizlemek, Tevhid Dininin merkezi olan Beytullah’ı, âbidler, sâcidler, âkifler, kendilerini Allah’a ibâdete verenler için açmak zamanı gelmişti. Hz. Peygamber önce Kâbe’yi tavaf etti. Mekke halkı oraya toplanmıştı. Her taraf hıncahınç doluydu. Orda meşhur fetih hutbesini irad buyurdu. Hz. Muhammed (s.a.v] bu konuşmasında- bugün de insanlığın şiddetle muhtaç olduğu yüksek insanlık kaide ve kurallarını bir defa daha bütün dünyaya ilân ediyordu. Bu esaslar su baslıklar altında özetlenebilir:
1- Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yalnız o vardır. Ortağı, esi ve benzeri yoktur, ibâdet yalnız O’na yapılır. (Tevhid inancı)
2- Bütün câhiliyet kan ve mal davaları ’kaldırılmış, bütün gurur ve kibirler kırılmıştır.
3- Bir sınıfın diğer bir sınıfa üstünlüğü yoktur. Arabın Arap olmayana, hiç bir milletin başka millete üstünlüğü yoktur. Irk, renk, soy, boy farklarına göre üstünlük olamaz. Herkeş insandır, insanlığın şeref ve meziyeti, yaptığı işlerle ölçülür. Herkes çalışır, yükselir, kıymet ve itibâr yapılan iyi islere göredir. En hayırlı insan, insanlara en faydalı olandır, insanlığa yararlı isler görendir. Kur’an-ı Kerim’in şu âyeti bu konuda ne âlî bir düsturdur: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O’na karsı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, haberdârdır.” (2)
Hz. Peygamber bu tarihi konuşmasından sonra etrafında kendisini dinleyenlere bir göz gezdirdi. Aralannda Kureyş uluları o mağrur başlarını önlerine eğmişler, sessiz duruyorlardı. Bunlar, Hz. Peygambere neler yapmışlardı? O’na el kaldırmışlar, dil uzatmışlar, canına kasdetmişler, O’nu ve mü’minleri hicrete mecbur bırakmışlardı. Hz. Peygamber bunlara baktı. Hepsi karsısında duruyordu. Başkası olsa neler yapmazdı? Tarihte ve yasadığımız son yıllarda gâliplerin mağluplara neler yaptıklarına şâhit oluyoruz; kadın erkek, yaşlı-çocuk... demeden toplu katliâmlar, yağmalamalar, akla hayale gelmeyen işkenceler, insanların vatanlarını terketmeye mecbur etmeler vs. Fakat Hz. Muhammed burada da yine tarihin üstündedir. O’nun af ve şefkatle muâmele- si, düşmanları da içine alacak kadar şümüllüdür. Mekke halkına sordu:
- Ey Kureyş benden ne umarsınız? Hakkınızda ne muamele edeceğimi zannedersiniz?
Cevap verdiler:
- Sen kerim ve civanmerd bir kardeşsin. Kerim ve âlicenap bir kardeş oğlusun.
Hz. Peygamber burada beşerin en büyük mürşidi, tarihin en büyük adamı sıfatıyle, dün canına kasteden düşmanlarına şöyle dedi:
- Bugün siz muâheze edilecek değilsiniz. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz.
Bu sözü tarih büyük bir hayranlıkla kaydetmeli, insanlık bunun üzerinde uzun uzun düşünmelidir. Burada mühim ve üzerinde durulacak nokta şudur: Bu vaziyette başkaları olsa ne yapardı? Hz. Muhammed (s.a.v.) ne yapmıştır? Aradaki mukayese büyük Peygamberimizin emsalsiz büyüklüğünü meydana çıkarmaya kâfidir.(3)
islâmiyetin en eski düşmanlarından biri olan Safvân b. Ümeyye Hz. Peygamberin, huzuruna çıkarak şöyle dedi: “Beni affetmek lütfunda bulunduğunu bana bildirdiler." “Evet” dedi, Hz. Peygamber (S.A.V.). Safvân cevâben: “Fakat ben İslâmiyeti kabul etmek istemiyorum. Düşünmek için bana iki ay müsaade et.” dedi. Hz. Peygamber cevâben: “Sana dört ay mühlet veriyorum.” 141 dedi. Bu bir tek olay bile, İslâm’ın kılıç zoruyla yayıldığını iddiâ edenlere en büyük cevaptır.
Hz. İbrahim’in inşâ ettiği Kâbe-i Muazzama’nın üzerinde, Arapların 3BO putu vardı. Hz. Peygamber, bunları birer birer yere düşürdü ve şu âyeti okudu: “De ki: “Hak geldi, bâtıl ortadan kalktı. Zâten bâtıl, ortadan kalkmaya mahkûmdur.” (5)
Hz. Peygamberin müezzini Bilâl-i Habeşî, Kâbe’nin üzerine çıkarak o tatlı ve yanık sesiyle ezan okudu. “Allahu Ekber” sadâlarıyla Mekke ufukları çalkalanıyor, “Lâ ilâhe illallah” nidâsı göklere doğru yükseliyordu. Bütün Mekke kulak kesilmiş, bu sesi dinliyordu.
Böylece Tevhid Dininin kaynağı olan Kâbe-i Muazzama putlardan temizlenmiş oldu. Bu fetih, zâten put yuvası haline sokulan Beytullah’ı, secdeye varan, ibâdet için yerlere kapanan kimseler, sırf Allah’a ibâdet etsinler diye putlardan temizlemek içindi. Kelimetu’llah’ı ilâ, Tevhid Dini’ni ihyâ içindi.
Hz. Peygamber fetihten sonra, Safâ tepesinde yüksek bir yerde durdu. Yeni müslüman olanlar, oraya gelip bîat ettiler. Ebu Bekir’in babası Ebû Kuhâfe, pîr-i fânî olduğu halde henüz müslüman olmamıştı.
Gözlerinin feri kalmamış, yolunu göremiyordu. Oğlu Ebu Bekir, ihtiyar babasının elinden tutarak Peygamberin huzuruna getirdi. Herkese karşı saygı gösteren büyük Peygamber:
- ihtiyarı niçin buralara kadar zahmete koştun? Onu kendi haline bıraksaydın, biz onun ayağına giderdik, dedi. Onu önüne oturttu. Elini göğsü üzerine koyarak ona İslâm’ı telkin etti. O, halka böyle muâmele ederdi. Bu din böyle yayıldı.
Hz. Peygamber, bu gibi sözleriyle ve bu kabil icraatiyle Kureys’in gönlünü aldı. Fevc fevc müslüman olmağa başladılar. Dün İslam’a düşman olanlar, bugün Hz. Muhammed’in yüksek ahlâkını, ondaki insanlık duygusunu görünce, müslümanlığa ısınmağa başladılar ve hiç zor görmeden içten gelen bir his ve teslimiyetle İslâm’ı kabul ettiler. Böylece bu fetih, hakikaten bir Feth-i Mübhin oldu. (6)
Gerek dünya barışının, gerekse toplum barışının tesisinde, Rasül-i Ekrem’in bu talim ve terbiye metodunu incelemeye ve uygulamaya gerçekten çok ihtiyacımız var.

(1) Geniş bilgi için bkz. Mevlâna SİBLİ, Asr-ı Saadet (İslâm Tarihi) Tere. Ömer Rıza DOĞRUL, İst^ 1973 e: 1, s: 342 vd.; Prof. Dr. Muhammed HAMİDULLAH İslam Peygamberi , Tere. M. Said MUTLU, 1st. 1966, c: 1, s. 166 vd.; A. Himmet BERKİ, Osman KESKİOĞLU, Ha- tem’ul-Enbiyâ Hz. Muhammed ve Hayatı, Diyanet İsleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1972, s: 317 vd.
(2) Hucurât Sûresi; Âyet: 13
(3) A. Himmet BERKİ, Osman KESKİOĞ- LU, a.g.e., s: 326-328.
(4) HAMİDULLAH; a.g.e., s; 173.
(5) Isrâ Sûresi; Âyet: 81.
(6) BERKİ, KESKİOĞLU; a.g.e., s: 329, 330, 334.