PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.S.)
1961 yılında Yozgat’ın Sarıkaya İlçesinde doğdu. İlk ve ortaokulu Sarıkaya’da, İ.H.Lisesini 1979 yılında Yozgat’ta bitirdi. Kısa bir süre imam-hatiplik görevinde bulundu.
1984 yılında M.Ü. İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1985 yılında D.İ.Başkanlığı Merkez Teşkilâtında göreve başladı. Bir süre Devlet Memurları Yabancı Diller Eğitim Merkezine devam etti. 1987 yılında Yedeksubay olarak vatanî görevini yaptı. Hâlen Diyanet Çocuk Dergisi’nin yayına hazırlanmasında görev yapmaktadır. Çeşitli konularda kitapları yayınlanmıştır.
Hayati OTYAKMAZ
Allah Teâlâ (c.c.), Rasûlüllah (s.a.s.)’ı bütün insanlığa, bilhassa müminlere tek ve eşsiz örnek olarak göndermiştir. O’na, Kur’ân-ı Kerim gibi yüce bir hayat kılavuzunu da ihsan buyurmuştur.
O, dünyada yegâne halaskârımız, ahirette en büyük şefaatçimiz; Cennetle müminleri müjdeleyici, rahmete gark edici, Allah’a giden Hak yolu göstericidir...
O, bütün sıfatlarında; güzellikte, olgunlukta, cesaret ve kahramanlıkta, ilimde ve hilmde, şefkat ve merhamette, beşerde bulunabilecek her faziletli şeyde tek ve eşsizdir.
Yüce Rasûlüllah Hz. Muhammed (s.a.s.); Hilkatin Fâtihası, Nübüvvet’in Hâtimesi, insaniyyetin melcei, hürriyet ve adaletin bânisi, ins ve cinnin Peygamberidir.
O, Mahkeme-i Kübrâ’nın şefaat tâcı, Sidre-i Müntehâ’nın hususî misafiri, Mekârim-i Ahlâk’ın mütemmimi; Ceddü’l-Haseneyn’dir. Varlığımıza can, dertlerimize dermandır.
O’nun gelişi; Müslümanlık gülistanının içinden eserek, iman güllerinin güzel kokularını doğu ve batıya yayan bir rüzgâr gibidir. O’nun gelişiyle zulmet boğuldu, cehalet kovuldu, insanlık adâlet ve rahmetle doldu. İnsanlık ve medeniyet bu yükselişi O’na borçludur.
PEYGAMBERİMİZ (S.A.S)’İN KUR’AN’DA BEYAN EDİLEN
YÜCE VASIFLARINDAN BAZILARI
1. Hz. Rasûlüllah (s.a.s.)’in imanı, takvâ ve ameli, her çeşit hâl ve hareketiyle insanların en üstünü idi. Muhammed Sûresi’nin ikinci âyetinde meâlen şöyle buyuruluyor: “İman edip, salih amel işleyenlerin ve Hz. Muhammed’e indirilene -ki o (Kur’ân) Rableri tarafından gelen Hak’tır- iman edenlerin günahlarını Allah örtmüş ve hâllerini düzeltmiştir.”
Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor: Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), gecenin bir kısmında kalkar, ayaklarına meşakkat ve yorgunluk gelinceye kadar ibadet ederdi. O’na dedim ki: “Niçin böyle yaparsın, ey Allah’ın Rasûlü? Allah, senin geçmiş ve gelecek hatalarını mağfiret etti.” Dedi ki: “ Allah’a şükreden bir kul olmayı arzu etmeyeyim mi?” (1250 Hadis, H. No: 168, D.İ.Bşk. Yay.)
Hâlbuki Allah (c,c.), Fetih Sûresi ikinci âyette, O’nun geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığını bildirmişti.
2. Hak (doğru) yoldan sapmadı, bâtıla inanmadı ve hiçbir zaman putlara tapmadı. Necm Sûresi âyet 2’de meâlen şöyle buyuruluyor: “Sahibiniz (Hz. Peygamber) doğru yoldan sapmadı, bâtıla da inanmadı.”
Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “Allah’a ve ahiret gününe inanan, hayır söylesin veya sussun.” (Bülûğu’l-Meram, c. 4, sh. 317.)
3. Kâfirler bile O’nun yalan söylemediğini bilirlerdi. En’âm Sûresi âyet 33’de şöyle buyurulur: “Gerçekten biliyoruz ki, onların söyledikleri söz, (Ey Habibim!) Seni cidden
incitiyor. Fakat onlar, senin doğru söylediğini biliyorlar. Ancak o zalimler, inatla bilerek Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.”
Rasûlüllah (s.a.s.) İslâm Dini’ni tebliğ etmeye başlayınca Mekke halkının büyük tepkisiyle karşılaştı. En ağır eziyet ve iftiralara uğradı. Bu sırada bir kısım Mekkeli ticâret amacıyla Suriye’ye gitmişlerdi. Suriye’de bulunan Doğu Roma İmparatoru Herakliyüs, Ebû Süfyan’ın da bulunduğu heyeti davet etmiş ve onlara hitaben şöyle diyor:
“Hz. Muhammedi tebliğe başlamadan önce yalancılıkla itham eder miydiniz?” Bu suale karşı Ebû Süfyan, “Hayır” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Herakliyüs şöyle demiştir: “İnsanlara karşı yalan sözden uzak kalan kimsenin, Allah’a yalan isnad etmesi mümkün değildir.”
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in en şiddetli hasımlarından biri olan Ebû Cehil’e bir şahıs şöyle soruyor:
-Yâ Ebe’l-Hakem! Burada seninle benden başka kimse yoktur. Bana işin doğrusunu açıkla; Muhammed doğru mu, yoksa yalan mı söylüyor?” Ebû Cehil bu suale, “Muhammed sâdıktır. O, ömründe hiç yalan söylememiştir.” cevabını verdi.
4. Hz. Rasûlüllah (s.a.s.), tertemiz bir hayat yaşamıştır. Yûnus Sûresi, âyet 16’da meâlen şöyle buyurulur: “ Bilirsiniz ki ben ondan (Kur’ân’dan) evvel (bugüne kadar) içinizde bir ömür sürmüş (tertemiz yaşamışımdır). Siz hâlâ aklınızı kul-
lanmaz mısınız? (Kur’ân’ın sadece Allah’ın vahyi olduğunu düşünmez misiniz?)”
5. Hz. Rasûlüllah (s.a.s)’ın ahlâkı pek üstündü, en büyük ve en güzel ahlâk sahibiydi.
240
Kalem Sûresi, âyet 4’de, Allah Teâlâ meâlen şöyle buyurur: “(Habibim!) Gerçekten sen, pek yüce bir ahlâk üzeresin.”
Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta’, Hüsnü’l-Hulk, 8).
6. İnsanları çok severdi. Onlara düşkündü. Tevbe Sûresi, âyet 128’de şöyle buyurulur: “Andolsun, size içinizden bir Rasûl geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’nu incitir ve üzer. Müminlere çok merhametlidir. Onlara hayır diler.”
Kehf Sûresi, âyet 6’da meâlen şöyle buyurulur: “Demek, bu söze (Kur’ân’a) inanmazlarsa bir üzüntü duyarak arkalarından kendini âdeta tüketeceksin!”
Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “İnsanlara merhamet etmeyene, Allah Teâlâ merhamet etmez.” (Et-Tâc)
7. Amellerinde, Allah Teâlâ’nın izniyle yumuşaktı. Âl-i İmrân Sûresi, âyet 159’da meâlen şöyle buyurulur: “O vakit (Uhud harbinde) Sen, Allah’tan gelen bir merhamet sayesindedir ki, onlara (Ashaba) yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar etrafından dağılıp gitmişlerdi.”
Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Muhakkak Allah Refiktir. Rıfkı (yumuşak huyluluğu) sever.” (250 Hadis, H. No: 114, D.İ.Bşk. Yay.).
8. Hz. Rasûlüllah (s.a.s) Efendimiz, insanlara her yönden örnek yaratılmıştır. Ahzab Sûresi, âyet 21’de Yüce Allah (c.c.) meâlen şöyle buyurur: “Gerçekten Allah’ı, ahiret gününü arzulayanlar ve Allah’ı çok zikredenler için; Allah’ın Rasûlünde (takip edeceğiniz en) güzel bir (örnek) nümûne(si) vardır.”
Hz. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) bütün müsbet vasıfları ve insani kıymetleri şahsında toplamıştır. İslâm Nizamı’nı tebliğ etmiş ve bu nizamı; engin bir ruh, kükreyen bir azim, tükenmez bir feragat, bitmeyen bir mücadele ve deruni bir sadelik içerisinde yaşayarak insanlığın her kesimine ışık saçmış, fiilen örnek olmuş bir önderdir.
Peygamberimiz (s.a.s.), gerçek bir hayat önderidir. O’nu Allah (c.c.) seçmiş, terbiye etmiş ve yetiştirmiştir. Beşer hayatının bütün merhalelerini idrak etmiş, insanlığın her topluluğuna örnek olacak bir hayat yaşamıştır.
Peygamber Efendimiz, vefakâr bir eş, şefkatli bir babaydı.
Doğru bir tâcir, emin bir ortaktı.
İnsanlığın yolunu aydınlatan bir mürşid ve muallimdi.
Varlığını Allah’a yöneltmiş bir âbiddi.
Büyük bir hukukçu, eşsiz bir Hak severdi.
Aynı zamanda mihrabda namaz kıldıran bir imam, hutbe irad eden bir hatibdi.
Büyük bir asker, müstesnâ bir kumandandı.
Tek başına beşerî düzenlere başkaldırmış, İslâm inkılâbını gerçekleştirmişti.
Mazlumlara hâmi, zâlimlere şedid, suçlulara tavizsiz bir hâkimdi.
Bütün imkânlarını yoksullara seferber etmiş bir insandı.
Sevgisi, merhameti, affı, tevazuu ile fiilen insanlara en güzel ahlak ve fazilette örnek ve önder olarak temayüz etmişti.
Bütün yoksullara ve muzdariplere örnek olmak için son derece sâde bir hayat yaşamış; devlet başkanı iken hurma lifinden mamul bir yatakta yatmış, yamalı elbise giymiş, arka arkaya mübarek karnını iki defa bağday ekmeği ile doyurmamış- tır.
Tebliğ ettiği dinin içtimâi adalet ilkelerini başarıyla tatbik etmiş bir önder peygamberdi.
Soylu bir kabileye mensup, hırsızlık yapan bir kadının cezâsının affedilmesini isteyenlere şunları söylemiştir: “Ey insanlar! Geçmiş milletlerin ne yüzden yollarını sapıttığını (ve helak olduğunu) biliyor musunuz? Onların asilzadeleri (mevki-makam, zenginlik sahipleri) bir şey çalarsa (bir suç işlerse) onu bırakırlar; zayıfları çalarsa onu cezalandırırlardı. Allah’a (c.c.) yemin ederim ki, böylesine âdi bir işi Fâtima-i Mahzumiye değilde, eğer kızım Fâtıma yapmış olsaydı, muhakkak onun elini de keserdim.” (Sahih-i Buharî, C. 9, sh. 209, D.İ.Bşk. Yay.)
Görülüyor ki, Rasûlüllah (s.a.s.) yaşayışıyla da İslâm Dini’ni tebliğ ve tefsir etmiştir.
9. Allah Teâlâ, kendisiyle birlikte Rasûlü’ne de itaat etmeyi farz kılmıştır; Enfal Sûresi, âyet 20’de şöyle buyurulur: “Ey müminler! Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. (Kur’ân’ı ve öğütlerini) dinlediğiniz halde, Peygamberin emirlerinden yüz çevirmeyin.” Nur Sûresi, âyet 63’de ise şöyle buyurulur:
“Peygambere (ve irşad ettiği İslâm Nizamı’na) aykırı gidenler, kendilerine (dünyada buhran ve anarşi, fitne) belâ; ahirette elem verici bir azabın gelip çatmasından sakınsınlar (bakalım).”
10. Son Peygamber olmasına rağmen, adı peygamberlerin başında zikredildi.
Nisâ Sûresi, âyet 163’de meâlen şöyle buyurulur:
“Şüphesiz sana vayhettik. Nuh’a ve ondan sonra gelen nebilere vahyettiğimiz gibi...”
11. Hz. Peygamber (s.a.s.) bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiştir. Hâlbuki diğer peygamberler belli bir kavme gönderilmiştir.
Enbiyâ Sûresi, âyet 107’de meâlen şöyle buyurulur: “(Habibim!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
12. Allah Teâlâ, bütün peygamberlere isimleriyle hitap etti.
“Ey Âdem!” (Bakara, 35)
“Ey Hûd!” (Hud, 76)
“Ey Mûsâ!” (A’raf, 144)
“Ey Meryemoğlu İsâ!” (Mâide, 110) v.s.
Hâlbuki Rasûlüllah’a hürmeten, O’nun ismiyle hiçbir zaman hitap edilmemiştir. Beşer vasfını aşan nübüvvet-tebliğ vasfı ön plâna alınmış ve tebliğle bütünlüğü vurgulanmıştır. “Ey Nebi!” (Ahzâb, 1)
“Ey Rasûl!”(Mâide, 13)
Hatta Muhammed ismi zikredildiğinde bile, mutlaka peygamberlik vasfı ilave edilmiştir.
“Muhammed ancak Rasûldür...” (Âl-i İmrân, 144)
“Muhammed Allah’ın Rasûlüdür...” (Fetih, 29) ve öteki âyet-i kerimeler.
BÜYÜKLERİMİZİN KALEMİNDEN RASÛLÜLLAH (S.A.S.)
Şimdi de bize kadar gelen tarih bilgileriyle Hz. Rasûlüllah (s.a.s.)’ın büyüklüğünü ve üstünlüğünü görelim. Böylece O’nun sünnetine daha şuurlu olarak bağlanalım.
Fahreddin Râzi (r.ah.) Tefsir-i Kebir’de şöyle buyuruyor: “O’nun (Hz. Peygamber’in) şöhreti semavâtı, arzı ihata etmiş; ismi arş-ı âzâm’ın üzerine yazılmış; Kelime-i Şehadette Hakk’ın ismiyle zikredilmiş; O’nu her müezzin ezanda, her hatip hutbede ve her müellif eserinin başında zikreder. Dua eden dahi, duasının başında ve sonunda O’nu anar ve ancak bu suretle lutfa nail olur.”
Abdülkerim Ciyli (r.ah.), İnsan-ı Kâmil isimli eserinde şöyle buyuruyor: "Nerede olursa olsun, insan-ı kâmil kelimesinden gâyem Seyyidü’l-Vücud (s.a.s.) Efendimizdir. Zira hiç bir güzel vasıfta, O’nun gibisi gelmemiştir.”
İmam Gazali (r.ah.), İhyâ adlı eserinde şöyle buyurmuştur: “Rasûl-i Ekrem (s.a.s,), insanların en halimi ve en ârifi idi. Hayatında nikâhlısı olmayan hiçbir kadının eline, eli katiyyen değmemiştir. İnsanların en cömerdi idi. Elinde dirhem katiyyen sabahlamaz, fakirlere infak ederdi. Allah’ın verdiğinden ancak bir günlüğünü alırdı. Hayâ bakımından insanların en üstünü idi. Mütevazı idi, fark gözetmeksizin her insanın dâvetine giderdi.”
Hâkim Tirmizi (r.ah.), Şemâil-i Kübrâ isimli eserinde buyuruyor ki: “Fahr-i Âlem (s.a.s.) gayet ağır, tane tane konuşur, lüzumsuz yere konuşmazdı. Nimete saygı gösterir, kimseyi zemmetmez, dünyevî şeyler için kimseye kızmazdı. Bir kimseye döndüğünde mübârek vücuduyla döner, işareti mübarek eliyle yapardı. Tebessüm eder, kahkaha ile gülmezdi.”
İmam Gazâlî (r.ah.), Kimyay-ı Saâdet isimli kitabında şöyle buyuruyor: “Ebû Said el-Hudrî (r.a.) buyurdu ki: Rasûlüllah (s.a.s.) hizmetçisi ile beraber yemek yerdi, hizmetçisi yorulunca yardım ederdi... Fakir-zengin, büyük-küçük kiminle karşılaşsa önce selâm verir; musafaha yapmak için mübarek elini önce uzatırdı. Köleyi-efendiyi, zengini-fakiri, siyahı-beyazı bir tutardı. Herkesle iyi geçinir, iyilik etmesini severdi. Güler yüzlü, tatlı sözlüydü. Söylerken gülmezdi, üzüntülü görünürdü. Nazikti, cömertti, israf etmezdi. Herkese acırdı, kimseden bir şey beklemezdi.”
M. Mesâbih isimli kitapta, Enes bin Mâlik (r.a.) buyuruyor ki: “Rasûlüllah’a on sene hizmet ettim. Bana bir kere ‘öf’ bile demedi. İnsanların en güzel huylusuydu. Hastayı ziyaret eder, cenaze arkasından yürürdü.”
Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “Aç olan kimseyi doyurunuz, hastayı ziyaret ediniz, esiri hürriyetine kavuşturunuz.” (250 Hadis, H. No: 47, D.İ.Bşk. Yay.).
Başka bir hadis-i şeriflerinde de şöyle buyururlar: “İnsanlar tarak dişleri gibi eşittirler; üstünlük ancak Allah’a ibadetledir.” (250 Hadis, H. No: 167, D.İ.B.Y.).
Ebû Hureyre (r.a) buyuruyor ki: “Bir harpte, kâfirlerin yok olması için dua buyurmasını söyledik.” Buyurdu ki: “Ben lânet etmek, insanların azap çekmesi için gönderilmedim. Ben rahmet için (herkese iyilik için, insanların huzura ve kurtuluşa kavuşması için) gönderildim.” Enbiya Sûresi, âyet 107’de, Yüce Mevlâmız meâlen şöyle buyurur: “(Habibim!) Biz seni ancak âlemlere rahmet (iyilik) için gönderdik.” Enes (r.a.) buyuruyor ki: “Rasûl(s.a.s.)’den bir şey istenip te, yok dediği işitilmedi.”
Kasîde-i Bürde’de Ka’b bin Züheyr (r.a.) diyor ki: “Allah’ın şerre karşı çektiği kılıçtır o, parıltısıyla dünya
nûr olur yalazında.” Bu beyti okuyan Ka’b’a, Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hediye vermek istedi. Yanında bir şey yoktu, üzerindeki hırkayı çıkarıp hediye etti. Bu hırka bugün Topkapı Sarayı’nda, Hırka-i Saadet dairesindedir.
İmam Rabbani (r.ah.), Mektûbât’ında şöyle buyuruyor: “Hakikat-i Muhammediye diğer bütün hakikatlerin çekirdeği ve esasıdır.” Bahâeddin Nakşibend (r.ah.) buyuruyor ki: “Bütün hallerinde ayağını emir ve nehiy seccâdesi üzerine koyasın. Sünnete bağlanıp mucibince amel edesin. Taviz ve bid’atlerden uzaklaşıp, her an Rasûlüllah (s.a.s.)’ın hadis-i şeriflerini rehber kabul edesin.”
Zunnun-i Mısrî (r.ah.) şöyle diyor: “Ahlâkında, fiil ve hareketlerinde Allah’ın Habibi (s.a.s. )’nin sünnetine uyan kimse, Allah’a olan sevgisini ispat etmiş olur.”
Mevlânâ (r.ah.) da şöyle diyor: “Ben hayatım boyunca Kur’ân’ın kölesiyim. Muhammedü’l-Muhtâr (s.a.s.)’ın ayağının tozuyum.”
Süleyman Çelebi (r.ah.), Mevlid-i Nebî’sinde şöyle diyor:
Ey gönüller derdinin dermânı sen,
Ey yaratılmışların sultânı sen.
Ey risalet tahtının sen hâtimi,
Ey Nübüvvet mührünün sen hâtemi.
Sensin ol sultân-ı cümle enbiyâ,
Nûr-i çeşmi evliya-vü asfiyâ.
Çünkü nûrun rûşen etti âlemi,
Gül cemâlin gülşen etti âlemi.
Allah (c.c.) dostu Gâlip Dede merhum şöyle diyor:
“Hutben okunur minber-i iklim-i bekâda
Hükmün tutulur Mahkeme-i Rûz-u cezâda,
Gülbank-ı kudûmun çalınır Arş-ı Hudâ’da,
Sultân-ı Rasûl, şâh-ı mümeccetsin Efendim.
Sen Ahmed-ü Mahmûd-u Muhammed’sin Efendim
Hak’tan bize Sultân-ı Müeyyedsin Efendim.”
Yavuz Sultan Selim Han (r.ah.) şöyle diyor: “Ey her şeyi en iyi bilen Allah’ın nûru; ey muvahhidlerin cânı; ey insanlığa gönderilen kutlu Elçi! Müminlere cânân olan, bayram olan Yüce Peygamber! Maksat, senin rızânı kazanmaktır. Ey günahkârların şefaatçısı! Ben de zaten Müslümanları, Sen’in yoluna teşvik ettim; onları râzı olmadığın istikâmetlere zorlamadım.”
Merhum Necip Fâzıl da şöyle diyor:
“Müjdecim, kurtarıcım, efendim, Peygamber’im,
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim.”
Evet, Rasûlüllah (s.a.s.)’ı anlatmaya, O’nu övmeye bizim gücümüz, dilimiz, kalemimiz yetmez. O Yüce Peygamber (s.a.s.)’i övmeye ve evsâfını anlatmaya kalkan insan âciz kalır. O’nu anlatan her söz güzelliğine göre kıymet kazanır. Büyük Şair Fuzulî de bunu ifade etmiştir. Çünkü O’nu, Yüce Allah övmüştür.
Hilye-i Saâdet isimli şiirden konuya bir pasaj almadan geçemeyeceğiz.
“Tarihi beşerde yok misâli,
Her dilde yaşar O’nun hayatı.
Mi’rac-ı kemâli’dir felekler,
Hayrân-ı cemâlidir melekler,
Vasfında sözün hülâsasın al,
İnsandı, fakat melekten efdal.”
KISACA RASÛLÜLLAH (S.A.S)’IN AHLAKÎ VASIFLARI
Yukarıda geçen âyet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve İslâm büyüklerinin mübârek sözlerinin ışığında, Yüce Rasûlüllah (s.a.s.)’ın ahlâkî vasıflarını özetlemeye çalışalım:
Rasûlüllah (s.a.s.) güler yüzlü, tatlı sözlüydü.
Kimseye fena söz söylemez, kimsenin sözünü kesmezdi.
Sert değildi, rıfk sahibi idi.
Edep ve hayâ âbidesiydi.
İnsanları severdi... Dosttu.
Çok mütevâzı idi... Vâkurdu.
Boş ve lüzumsuz konuşmazdı.
Karşısına çıkanı, candan dinlerdi.
Çocukları çok sever ve okşardı.
Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “Büyüklermize hürmet etmeyen, küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir.” (Et-Tâc, C. 5).
Fazilet sahiplerine saygı gösterirdi.
Akrabasını ve komşusunu hatırdan çıkarmaz, onlara ikrâmda bulunurdu.
Fakat onları kendilerinden üstün, faziletli olanlara tercih etmezdi.
Cömertti, şefkatliydi.
Sözünde mutlaka dururdu.
Dinlemeyi, söylemekten fazla severdi.
Nefsine hâkimdi.
Beyaz giymeyi tavsiye ederlerdi.
Namazı noksansız kıldıranların en hafif kıldıranıydı.
Güleceği zaman mübarek elini, mübarek ağzının üzerine koyardı.
Kahkaha ile gülmez fakat daima mütebessim bulunurdu.
Verilen müjdelere şükrederdi.
Uyurken mübârek sağ elini, mübârek yanağının altına koyardı.
Herkesin isteğini mümkün olan ölçüde yerine getirirdi.
Eli çok açıktı, cömertliği deryadan farksızdı.
İlim, hikmet çağlayanı, sabır timsaliydi.
Atılgandı, tehlikeden korkmazdı, heybetliydi.
Gelmiş ve gelecek insanların en cesur ve en kahramanı, en kuvvetlisiydi.
Hanımlarına karşı insanların en yumuşağı ve ikrâmlısıydı. Onlara karşı daima tebessümlüydü.
Ne yer, ne içerse, hizmetçisine de aynısını verirdi. Vefat ederken son anlarında dahi, “Elimizin altındakilere (hizmetçi ve işçilere) iyi davranmamızı, onların haklarını gözetmemizi ve namaza dikkat etmemizi” tavsiye buyurmuştu. (500 Hadis, Ö.N. Bilmen, sh.179).
Sofradan daima doymadan, yarı aç kalkardı.
Temizliğe son derece ehemmiyet verir ve riâyet ederdi.
Özel işlerini kendisi yapardı.
Döşeği içi hurma lifi dolu deridendi.
Dünya malına asla rağbet göstermezdi. Bir gün yanında dünyalıktan bahsettiler. Buyurdu ki: “İşitmiyor musunuz? Sâde hayat imandandır.”
Ekseriyetle yediği arpa ekmeği ve hurmaydı. Allah’ın huzuruna kavuştuğu vakit, evinde az bir arpadan başka yiyecek bulunmamıştı. (Bkz. Sünen-i İbni Mâce, Bâbu’z-Zühd, C. 10).
Kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı.
Çok âdildi.
Sosyal adaleti ve kardeşlik hukukunu en güzel o uyguladı.
Çalışmaya, ilim ve irfana, icad ve keşiflere teşvik etmiştir.
Daima Hakk’ın ve haklının yılmaz savunucusuydu.
Zulüm ve sömürünün amansız düşmanıydı.
İnsanların faydası için kendi rahatını terkederdi.
İnsanlara madde ve mevkisine göre değil, takvâ ve ahlâkına göre değer verirdi.
İlim-irfan âdâb-erkân şiarıydı.
Hayatı, iman ve cihad olarak görmüştür.
Cahil bir toplumu, dünyanın en insânî, en müreffeh devleti hâline getirmiştir. O’nun tebliğ ettiği İslâm Nizamı’nı hayatlarına gerçek mânasıyla tatbik eden cemiyetler, yine aynı şekilde dünyanın ve insanlığın efendisi olurlar.
Modern medeniyetin öncüsü ve insanlığın manevî mimarıdır.
İlk defa insan haklarını tam manâsıyla o açıklamış ve bunu tatbik etmiştir.
Rasûlüllah (s.a.s.) her yönden örnek alınacak en mükemmel insandır. Her Müslümanın, O’nu en güzel şekilde öğrenip tanıması; O’nun yüce ahlâkını yaşamaya ve yaşatmaya çalışması lazımdır. Çünkü O’nun ahlâkı, Kur’ân ahlâkı idi. Hz. Âişe Validemize, Rasûlüllah’ın (s.a.s.) ahlâkı sorulunca buyurdu ki: “Siz Kur’ân okumuyor musunuz? Allah Rasûlü (s.a.s.)’nün ahlâkı Kur’ân (Kur’ân ahlâkı) idi.” (Sahih-i Müslim, Müsafirin, 139).
Kadı lyaz (r.ah.), Şifâ-ı Şerif isimli eserinde şöyle buyuruyor:
Hz. Ali (k.v.), Rasûlüllah (s.a.s.)’ a, ‘sünnetiniz nedir?’ diye sordu.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdular:
“Marifetullah sermayem,
Akıl dinimin aslı,
Muhabbetullah esası,
Şevkullah binitim,
Zikrullah hemdemim,
Allah’a itimad hazinem,
Hüzün refikim,
İlim silahım,
Sabır libâsım.
Mukadderata rıza ganimetim,
Rabbime karşı aczimle müftehirim,
Dünyaya meyletmemek san’atım,
Allah’ı yakîn ilmiyle bilmek azığım,
Hakk’a tâat bana kâfi,
Cihad ahlâkım,
Namaz gözümün nurudur,
Ve iştiyâkım da Allah Teâlâ’yadır.”
Şair Nâbî şöyle diyor:
“Çalış, ehl-i kemâl ol, uyma her nâdân-ı gümraha,
Baş eğ, el bağla, sonra gel Huzûru Hazreti Şâh’a."
Rasulullah (s.a.s.) Efendimizin çok sık olarak yapmış olduğu dualarından biri şudur:
“Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, kabul olmayan amelden, müstecâb olmayan duadan Sana sığınırım.” (250 Hadis, H. No.95)
Şu mübarek hadis-i şerifini de burada zikredelim: “Ey mümin! Sende şu dört özellik bulunursa, dünyada kaybettiğin (elde edemediğin) şeylere üzülme! Doğruluk ve sadakat, emanetlere riayet, güzel huy ve yüksek ahlâk, meşru bir işte çalışıp helâlinden kazanmak.”(Terğîb ve Terhib, C. 4, sh. 26).
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi Peygamber Efendimize ve O’nu örnek alan ve ahlâkını yaşayanların üzerine olsun.