1949 yılında Yozgat’ta Darıca Köyü’nde doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsünden 1972-1973 Öğretim yılı sonunda mezun oldu. İki ayrı lisede (Hopa ve Bursa’da) 4 yıl Din bilgisi öğretmenliği yaptı. 1977’ de Bursa Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Pedagojik Formasyon Dersleri Asistanı olarak yeni görevine başladı. Doktora çalışmasını burada tamamladı. Görev yapmakta olduğu Yüksek İslâm Enstitüsünün İlahiyat Fakültesi hâline dönüştürülmesi üzerine, “öğretim Görevlisi” olarak aynı yerde görevine devam etti. 1988 yılı sonunda Yrd. Doçentlik görevine atandı.
Halen, U.Ü. Bursa İlahiyat Fakültesinde, Din Eğitimi Ana- bilim Dalı öğretim Üyesi olarak görevine devam etmektedir.
Genel eğitim, Din eğitimi ve öğretimini konu alan yayınlan- mış çok sayıda makalesi ve ayrıca kitap olabilecek çalışmaları vardır. “Temel Eğitim ve Ortaöğretimde Din Eğitimi ve Öğretiminde Metod” adlı kitabı, T. Diyanet Vakfı tarafından basılmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÖCAL
Rafi İbnu Amri’l-Gıfârî anlatıyor:
Henüz çocukken bir hurma ağacı taşlamıştım. Beni Rasûlüllah’a götürdüler. Buyurdu ki: “Ey oğlan (veya ey oğulcuğum!)Hurmayı niçin taşladın?” Ben de “(Karnım açtı.) Yemek için” deyince, Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Yavrum, (bir daha acıkırsan) hurmayı taşlama, altına düşenlerden ye!”
Sonra başımı okşadı ve şöyle dua etti: “Allah’ım! Bunun karnını doyur.”(1)
A. GİRİŞ
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’ den, her konu ile ilgili olduğu gibi, çocuk eğitimi ile ilgili olarak da hadisler nakledilmiştir. Nakillerin bir kısmı doğrudan kendi çocukları, torunları veya kendi terbiyesi altında yetişenlere karşı tavır ve davranışları ile alâkalıdır. Bir kısmı da değişik zamanlarda ve şartlarda şahit olduğu olaylar karşısında takın- dığı tavır ve davranışları ile alâkalıdır.
Biz bu makâlemizde, ikinci türden rivayetle gelen ve yukarıda anlamı verilen hadis etrafında eğitim-öğretim açısından bazı açıklamalar ve değerlendirmeler yapmaya çalışacağız.
B. HADİSİN EĞİTİM AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Hadis’e eğitim açısından baktığımızda, iki önemli hususun bir araya getirilmiş olduğunu görürüz:
1- Yapılan fiilin sebebini araştırma,
2- Alternatif getirmedir.
Şimdi hadiste nakledilen olayı bu iki açıdan ele alarak değerlendirmeye çalışalım:
1- Yapılan fiilin sebebini araştırma konusunda,
a) Rasûlüllah’ın tavrı:
Bilindiği gibi hiçbir insan ve hattâ hiçbir hayvan sebepsiz olarak herhangi bir davranışta bulunmaz. Yapılan her hareketin, her davranışın veya söylenen her sözün bir sebebi vardır. Ancak, sebep veya sebepler bazen çok açıktır, bazen de kişinin kendisinin dahi fark edemediği ve şuuraltına yerleşmiş bazı duygular ve düşünceler, onu birtakım davranışlara yöneltebilir. Onun içindir ki, her nerede, ne zaman ve hangi şartlar altında suç sayılabilecek bir olay zuhur ederse,
-ilgililerce herhangi bir yaptırım uygulanmadan- mutlaka bir sebep araştırılmasına girişilmesi gerekir. Bilhassa anneler, babalar veya eğitimciler bizzat terbiye etmeye çalıştıkları çocukların hataları karşısında bu hususa daha fazla dikkat etmelidirler.
Nakledilen hadiste Rasûlüllah (s.a.s.)’ın da yaptığı budur. Muhtemelen itile-kakıla yahut da sırf Rasûlüllah’ın olay karşısındaki tavır ve davranışının ne olacağının öğrenilmesi maksadıyla kolundan tutulup getirilmiş olan Râfî’nin büyük bir korku duygusu yaşamış olması kaçınılmazdır. Çünkü suç işlemiş bir kimsenin ve hele hele çocuk yaşta birisinin suçüstü yakalanmasından sonra korku duymaması mümkün değildir. Hadiste teferruatlı açıklama yapılmamakla birlikte, Râfî’nin de bu durum karşısında büyük bir telaş ve korku içerisinde olması tabiidir.
İşte bu vaziyet karşısında Rasûlüllah (s.a.s.)’ın davranışı mânidardır. “Ey oğlan! (veya yavrucuğum!) hurmayı niçin taşladın?” Alınan cevap ise, gayet açık ve samimidir: “Karnım aç idi, yemek için...”
Böylesine samimi bir itiraf karşısında verilen hüküm ya da getirilen alternatif de dikkate şayandır: “Yavrucuğum,(bir daha acıkırsan) hurmayı taşlama, dibine dökülenlerden ye!”
b) Benzer olaylar karşısında toplumumuzda takınılan tavır:
Benzer olayların vukuunda toplumumuzdaki uygulamalara baktığımızda ise; çok farklı ve olumsuz sayılabilecek durumlarla karşılaşmaktayız. Çünkü toplumumuzda çocukların birtakım hatalı davranışları karşısında çoğunlukla sebep dahi sorulmadan cezalandırılma yoluna gidilmektedir. Bunun da birçok sebebi olabilir. Kimi, böyle durumlar karşısında nasıl davranılacağını bilememekten; kimi aceleci ve sinirli olmak ve kendisine hâkim olamamaktan; kimi de ceza verildiği takdirde bir daha tekerrürün önleneceğine kani olmasından vb. dolayı çocukları öncelikle cezalandırma yoluna gitmektedirler.
Hâlbuki aceleci davranılmasa, çocuğun hatalı bir davranışının tespitinden sonra hemen üzerine gidilmese ve bir müddet vicdanı ile başbaşa bırakılsa, muhtemeldir ki ceza verilmesine dahi gerek kalmadan problem kendiliğinden halledilecektir. Çünkü böyle bir durumda çocuk hatasını anlayıp, suçunu itiraf edebilir, özür dileyebilir.
Özür dileyen birisine ve hele hele bir çocuğa da ceza verilmez, verilmemesi gerekir. Şayet çocuk okulda veya çevrede işlediği fiil dolayısıyla bir zarara sebep olmuş ise, mümkünse kendisine veya velisine bunu ödettirmek yeterlidir. Ayrıca ceza verilmesi pekiyi sonuç vermez. Bu konuda adaletsizlikten kaçınılmalıdır.(2) Çünkü Kur’an-ı Kerim’deki tavsiye; cezada misli ile mukabele edilmesidir.(3) Güzel davranışlara ise daha güzel ve fazlası ile karşılık verilmesi tavsiye edilmiştir.(4) Öte yandan, şayet çocuk cezalandırılacaksa; niçin cezalandırılacağını mutlaka bilmesi gerekir. Herşeye rağmen affedilmesi ise, çocuğun gönlünü fethetmeye yeterli olabilir.
2- Alternatif getirme:
a) Rasûlüllah’in tavrı: Nakledilen hadiste çocuk eğitiminde esas olmak üzere dikkate alınması gereken asıl kısım, Rasûlüllah (s.a.s.)’ın şu ifadesidir: “Yavrum (veya yavrucuğum), hurmayı taşlama, altına düşenlerden ye!”
Kendisinin, “bir muallim olarak” (5) ve “güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini”(6) Peygamber Efendimiz haber veriyor.
“Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen” Peygamber Efendimizin Râfi’ye karşı; “Yavrum” veya “yavrucuğum” şeklinde samimi hitapta bulunmasından daha tabii bir şey olamazdı. Böyle bir hitap karşısında her kim olursa olsun, rahatlar ve kendisini sorgulayana karşı güven duyar. Rasûlüllah (s.a.s.) da bu hitabı ile Râfi’nin güvenini kazanmıştır. Ondan sonrası kolaylaşmış ve kendiliğinden çözüme kavuşma yoluna girmiştir.
Râfi’nin, karnının açlığından dolayı yemek için hurma ağacını taşladığını belirten cevabı karşısında, Peygamber Efendimizin getirdiği alternatif teklif ise, olayı gayet makul bir şekilde çözüme kavuşturmuştur: “Bir daha acıkırsan, taşlama; dibine dökülenden ye!”
Buna benzer bir başka rivayet ise şöyledir:
Ebu Seleme’nin oğlu Ömer (r a.)’ den rivayete göre; şöyle anlatılmıştır:
Ben Rasûlüllah (s.a.s.)’ın terbiyesi altında bir çocuk idim. Yemek yerken elim yemek kabının her tarafında dolaşırdı. Rasûlüllah (s.a.s.) bana şöyle buyurdu: “Ey oğul!(Yemeğe başlarken) Allah adını an, sağ elinle ve sana yakın olan taraftan ye!” Bundan sonra ben, her zaman besmele ile sağ elimle ve önümden yedim.(7)
Bu hadiste de benzer bir durum söz konusudur. Yani çocuğa alternatif getirilmektedir. “Ey oğul!(Yemeğe başlarken) Allah adını an, sağ elinle ve sana yakın olan taraftan ye!”
Her iki hadiste de Rasûlüllah (s.a.s.), çocukların karşısına doğrudan birtakım yasaklar çıkarmamıştır. Meselâ, “izinsiz hurma ağacını taşlamanın ve dökülenleri yemenin haramlığından” bahsetmemiştir. “Utanmıyor musun? Veya “ayıp değil mi?” anlamlarına gelecek bir kavram da kullanmamıştır. Kezâ; ikinci hadiste ise, “Yemek kabının her tarafında eli dolaştırmak ayıptır.” dememiştir. Sadece, doğru olanı ve yapılması gereken şeyi ifade etmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu tavır ve ifadeleri ile olumsuzlardan değil, olumlulardan hareket etmiştir. Yani yasak koyarak değil, çocuklar için meşru sayılabilecek alternatifler getirerek olayı en kestirme ve makul şekilde çözüme kavuşturmuştur.
Esasen, O büyük insan ve eğitimciden daha başka bir söz veya davranış da beklenemezdi. Çünkü O, “İnsanlara akıllarının alacağı kadar konuşulmasını”(8) veya “insanlara derecelerine göre muamele edilmesini”(9) ifade buyurmuşlardır. Kendi ifadesine göre uygun davranışı da bütün ömrü boyunca olduğu gibi, bu iki olayda da ortaya koymuştur. Kur’ân-ı Kerim’de de Allah Teâlâ Hazretleri şöyle buyurur: “Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız.”(10) İslâm âlimleri ve eğitimcileri de benzer ifadelerde ve tavsiyelerde bulunmuştur.
Meselâ; Gazâlî, eğitimcilerin görevlerinden birisinin de eğittiği kişilere kabiliyetleri ölçüsünde hitap edilmesini, aklının kavrayamayacağı ve bundan dolayı nefret edeceği incelikleri aşması gerektiğini belirtmiştir.(11) İbni Haldun da benzer görüşlere sahiptir.(12) Diğer İslâm eğitimcilerinin de aynı mealde görüşleri ve tavsiyeleri mevcuttur.
Günümüz Türk ve Batılı eğitimcilerin de, çocuk eğitimi konusunda üzerinde ittifak ettikleri hususlardan birisi de bu olmuştur. Yani bir şeyi karşımızdakilere öğretebilmek ve davranış hâlinde benimsetebilmek için, onu onların kabiliyetleri ve bilgi seviyelerinde ele almaktır.
b) Benzer olaylar karşısında toplumumuzdaki uygulamalar:
Toplumumuzda ise, gerek aile çatısı altında kendi çocuklarını eğitmek, topluma ve istikbale hazırlamak durumunda olan anneler ve babalar, gerekse topluca eğitim ve öğretimin gerçekleştirilmeye çalışıldığı okullarımızda, çocukların birtakım davranışları karşısında çok olumsuz tepkilerin gösterildiğine her zaman şahit olmak mümkündür. Ailelerin ve okulların çoğunda -çocuklara yapılan bazı davranışlar karşısında ne hikmetse- genellikle büyükler veya öğretmenler haklı(!) çıkmaktadırlar. Davranışları gerçekte suç sayılabilecek nitelikte olsun-olmasın, çocuklar daima baskı altında tutulmakta veya cezalandırılmaktadırlar. Cezanın arkasından ise birtakım yasaklar gelmektedir: “Bundan sonra şunu yapmayacaksın!”, “Bir daha oraya gitmeyeceksin!", “Burada oynamayacaksın!”, “Onunla arkadaşlık etmeyeceksin!” gibi.
Hâlbuki çocukların hatalı davranışları karşısında, onları eğitmek ve hayata hazırlamak durumunda olanların yapmaları gerekin ilk şey; kendilerini bir an için onların yaşında görmeye ve onlar gibi düşünmeye çalışmak olmalıdır. Yani kendi çocukluk dönemlerinde yaptıkları birtakım yaramazlıkları hatırlamalılar ve kendi kendilerine şu soruyu sormalılar: “Acaba, ben onun gibi iken ne yapıyordum?” veya “Ben onun yerinde olsaydım, ne yapardım?” İşte ondan sonra hata veya birtakım yaramazlıklar yapmış olarak karşılarında duran çocukların davranışlarının sebeplerini araştırmalıdırlar. Olayın makûl şekilde çözümü için böyle bir yola girmek şarttır ve girildiği takdirde de büyük ihtimalle olumlu sonuç alınır. Ancak burada önemli bir noktayı daha hatırlatmak durumundayız; o da ‘güven’ meselesidir...
Bir hatası dolayısıyla çocukları yargılamak durumunda olanlar, onlara güven verebilmeli, onlar da kendilerine güvenebilmelidirler. Sözgelimi; çocuk suçunu veya hatasını itiraf ettiği takdirde affedileceğine veya hiç olmazsa olayın makûl bir şekilde çözüme kavuşturulabileceğine inanabilmelidir. Eğitici durumunda olanlar, çocukları yaptıklarını itirafa yöneltirken samimi olmak durumundadırlar. “Doğruyu söy1ersen, seni affedeceğim.” demişlerse, mutlaka affetmelidirler.
Aksi takdirde yalnızca ilgili çocuğun kafasında değil, olaya şahit olan bütün çocukların kafalarında, eğitimciler güvenilirliklerini kaybederler. Bir başka seferinde benzer olaylar zuhur ettiğinde, çözümlemede güçlüklerle karşılaşırlar.
Böyle bir tespit veya itiraftan sonra benzer olayların tekerrürünü önlemek için ise; çocuklara yasaklar koymak yerine, alternatifler getirmek daha makûl ve uzun vadeli çözüm yolu olur. Esasen herhangi bir olayın vukuunu beklemeden çocuklara yalnızca yapmamaları gerekenleri yani yasakları söyleyerek âdeta onların ellerini kollarını bağlayıp, ne yapacaklarını bilemez hâle getirip, pısırıklaştırmamak gerekir. Sözgelimi; evdeki çocuğa, bir şeyle veya bir köşede oynama yasağı konulacaksa, oynayabileceği uygun birşeyler vermek veya yer göstermek gerekir. Kezâ, çocukların okulda birşeyler yapmaları veya belli bazı köşelerde ya da alanlarda oynamaları yasaklanacaksa, severek meşgul olabilecekleri ve enerjilerini makûl bir şekilde harcayabilecekleri bazı meşgaleler çıkarılmalı ve uygun yerler gösterilebilmelidir.
Çocuklara dinî eğitim-öğretim yaptırırken de gerekçesi izah edilmeden ve yalnızca haram, günah, ayıp gibi kavramlarla onların etrafları -âdeta aşılması imkânsız duvarlarla— çevrilmemelidlr. Bilhassa küçük yaşlardaki çocukların eğitimlerinde -yukarıda nakledilen iki hadiste olduğu gibi- bu tür inceliklere son derece dikkat edilmelidir.
Denilebilir ki; “Peki, çocuklara haram, helâl, günah, yasak vb. kavramlar hiç mi öğretilmeyecek veya ne zaman öğretilecektir?” Elbette onlar da öğretilecektir ve öğretilmesi de şarttır. Ancak burada söylenmek istenilen; yalnızca yasaklar konulup çocukların önlerinin kapatılma- masıdır. Konulacak yasaklara karşılık, serbestçe yapabilecekleri alternatifler gösterilmesine de dikkat edilmelidir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de hurma ağacını taşlayan Rafi’ye hitaben, “Bir daha acıkırsan (hurma ağacını) taşlama, dibine dökülenlerden al, ye!” derken bunu yapmıştır. Bir yasak koyarken, onun kadar cazip bir serbestlik tanımış yani alternatif getirmiştir. Kezâ, diğer hadiste de Ömer’e hitap ederken, “Yemeğe başlarken Allah’ın adını anarak (Besmele çekerek) sağ eliyle ve önünden yemesini” tavsiye ederken de benzer davranışta bulunmuştur.
C. SONUÇ
Sonuç olarak denilebilir ki; gerek ailede, gerek okulda ve gerekse sosyal çevrede çocukların terbiye edilerek hayata hazırlanmalarında -uygun görülmediklerinden dolayı- birtakım yasaklar konulacaksa, buna karşılık çocuklara, yasaklananlar kadar cazip gelebilecek birtakım serbestlikler tanınmalıdır. Çünkü yalnızca yasaklamalar, ayıplamalar, kınamalar; çocukları ya arsızlaştırarak isyana sürükler veya içlerine kapatıp onları pasifleştirir. Her konuda olduğu gibi, çocukların terbiyelerinde de Peygamber Efendimizi örnek almak durumunda olduğumuza göre, bu konuda da O’nun metodunu benimsemek en doğru yol olacaktır.