Makale

PEYGAMBERİMİZİN İKTİSADÎ HAYATLA İLGİLİ TEBLİĞLERİNDEN ÖRNEKLER

PEYGAMBERİMİZİN İKTİSADÎ HAYATLA İLGİLİ TEBLİĞLERİNDEN ÖRNEKLER

Prof. Dr. Sabahaddin ZAİM

ÖZGEÇMİŞİ

1926’da İştip’te doğdu. Lisans seviyesinde Mülkiye ve Hukuk tahsilini Ankara Üniversitesinde, doktorasını İstanbul iktisat Fakültesin’de ikmal etti. Doçentlik tezini A.B.D. Cornell Üniversitesi’nde hazırladı. Profesörlük çalışmalarını Batı Almanya’nın Münih Ünıversitesinde ikmal ettikten sonra, Cidde Abdulaziz Üniversitesi’nde ve Milletlerarası İslâm İktisadi Araştırma Enstitüsü’nde hocalık yaparak araştırmalarda bulundu. 1947-1953 yılları arasında kaymakamlık yaptı. 1953‘ten beri İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde hocalık yapıyor. Halen bölüm başkanıdır. Orta Doğu Teknik Üniver­sitesi Mütevelli Heyeti ile Milletlerarası İslâm İktisadi Enstitüsü Yüksek Müşavere Heyeti azalığnda bulundu. Ayrıca İslâmabad İs­lâm Üniversitesi Mütevelli Heyeti azası ve Milletlerarası İslâm İktisatçıları Derneği’nin Başkan Vekilidir.

İlim Yayma Cemiyeti, İlim Yayma Vakfı, İslâmî İlimler Araş­tırma Vakfı, Türkiye Millî Kültür Vâkfı ve Aydınlar Ocağı’nın kuru­cuları arasında bulunmaktadır. 20’ye yakın kitabı, yüze yakın ilmî makalesi yayınlanmıştır.

Evli ve beş çocuk babası olan Zâim, İngilizce, Almanca, Arap ça, Slavca ve Lâtince bilmektedir.

Peygamberimiz, Cenab-ı Hakk’ın özenerek yarattığı en mükem- mel insan olduğuna göre, ke­male ermek isteyen her insanın, davranışlarına esas olarak Peygam­berimizi örnek alması gerekir. Bu­nun için Peygamberimizi iyi tanı­mak icap eder. Tanımaktan mak­sat onun fikirlerini ve davranışla­rını

bilmektir. Peygamberimizin gö­rüş ve davranışlarını bilmek ise İs­lâm dinini bilmek demektir. Çünkü Allah’ın Rasûlü ve son peygamberi vahiy yoluyla Allah’ın kelâmını, emir ve nehiylerini bize bildirmiştir. Cenab-ı Hak, son Rasûlü vasıtasıyla dinini ikmal ettiğini beyan ederek adını İslâm koymuştur.

Şu halde Peygamberimizin gö­rüşlerini öğrenmekten sözedilince ilk anlaşılması gereken husus, vahiy yoluyla naklettiği Kur’ân-ı Kerimi öğrenmektir. Zira Peygamberimizin ağzından nakledilen görüşlerin bir kısmı doğrudan doğruya Allah Ke­lâmı olan sözler yani Kur’ân-ı Kerim’dir. Bundan sonra Peygamberi­mizin bir insan olarak serdettiği çeşitli görüşleri ve fikirleri vardır. Bunlara da Hadis denir. Üçüncü o­larak Peygamberimizin hayatının her safhasındaki davranışları söz konusu olur. Bunlar da sünnet-i seniyedir. Allah’ın elçisinin her davra­nışı Kur’ân’a uygundur ve onu açık­layıcı mahiyettedir. Kur’ân-ı Kerim ve hadisler ise İslâm dininin teme­lini teşkil eder, öyle ise Peygambe­rimizin görüş ve davranışlarını öğ­renmek demek, İslâm’ı öğrenmek de­mektir. Bu sebeple İslâm’ı öğren­mek isteyen herkesin Peygamberimi­zin hayatını (Siret-i Muhammedi’yi) bütün yönleri ile incelemesi gerekir. Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de bi­ze şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Andolsun ki sizin için Allah’ı ve ahireti arzu eden ve Allah’ı çok a­nan kimseler için Allah’ın elçisi(Ra- sûlullah) en güzel örnektir.” (33/21)

Peygamberimizin hayatını (siret’ini) öğrenmek bir ilim dalı ola­rak ele alınmıştır. Buna da (Siyer-i Nebi) denmektedir.

Peygamberimiz bir insan ola­rak yaşadığı için Allah’ın bize uyul­masını bildirdiği prensipleri günde­lik hayatında uygulamış ve bize mü­cerret fikirlerin müşahhas örnekle­rini vermiştir. Bu sebeple insanlar bütün zaman ve mekânlarda davra­nışlarına örnek almak, dünyevi ko­nularda vs. uygulamalı ilimlerde kar­şılaştıkları problemlere çözüm ara­mak istediklerinde, Kur’ân-ı Kerim’deki temel kaideler yanında hadisle­re müracaat etmişlerdir. Böylece İslâmi ilimler içinde Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılması, Tefsir ve Pey­gamberimizin söz ve davranışları­nın izahı ve hayatını örnek almak için Hadis ve Siyer ilimleri ele alın­mıştır. Büyük âlimler, insanların karşılaştıkları meselelere doğrudan doğruya Kur’ân-ı Kerim ve Hadisler­de rastlanmıyorsa, Kur’ân’a ve ha­dislere dayanarak kıyas yoluyla me­selelere çözümler getirmişler, içti­hatlarda bulunmuşlardır. Bazı konu­ların anlaşılmasında ihtilâflar zuhur ettiği zaman yine büyük âlimlerin fikir birliğine vardıkları noktalarda icma-ıümmet meydana gelmiştir. Böylece İslâm Hukukunun temel dört kaynağı oluşmuştur. Müslümanlar, Hicri takvime göre 15 asırdan bu yana, bu esaslara göre hayatlarını düzenlemeye çalışmışlardır. Fakat son üç asır içinde İslâm dünyasında, bu esaslardan yer yer ve zaman za­man uzaklaşılmıştır. Neticede İslâm dünyası Allah’ın ipini (Kur’ân’ı) bı­raktığı için Allah’ın yolundan ay­rılmıştır ve yanlış yollara saptığı için gerilemiştir. Son bir buçuk a­sır içinde Müslümanlar, bu gerile­menin sebeplerini araştırır ve çare­ler ararken, bazıları hastalığa yan­lış teşhis koymuş ve çareyi Batılı­laşmada aramışlardır. Bunun mânâ­sı, dünyevî uygulamalarda Peygam­berimizin ümmeti olarak bize getir­diği temel kaynaklar ve davranış­lar yerine; başka ümmetlerin kay­nak ve davranışlarını örnek almak demektir. Örnekleri Batıdan alma­mızın adına batılılaşma denmiştir.

Fakat bu Batı özentisi, İslâm dünyasının gelişmesini sağlayamadı­ğı gibi batıdaki kaynak ve örneklerde vahdet olmadığı için farklı dav­ranışların esas alınması sebebiyle İs­lâm dünyasındaki birlik ve vahdeti de parçalamıştır.

Nihayet son yarım asırdan be­ri İslâm dünyasında tekrar meselele­rimizin çözüme kavuşturulması ve İslâm dünyasının geri kalmışlıktan kurtarılması için İslâmî kaynaklara dönülmesi fikri kuvvet bulmaya baş­lamıştır. Çağımızın aktüel konuları iktisadi büyüme ve teknolojik ge­lişme gibi sahalarda temerküz ettiği için, İslâm münevverleri batının ka­pitalist, sosyalist, marksist, libera­list vb. dünya görüş ve ideolojileri karşısında, İslâm’ın kendi kaynakla­rına dayalı bir iktisadi modelin araş­tırılmasına girişmişler ve bunun adına İslâm Ekonomisi demişlerdir.

İslâm’ın iktisadî modelini araş­tırmak gerekince, merhum Âkif’in tabiriyle İslâm’ı asrın idrakine söyletmek gerekmiştir. Kur’ân ve hadis­lere dayanarak İslâm ekonomisinin geliştirilmesi söz konusu olunca iktisadî sahada Peygamberimizin gö­rüş ve davranışlarını bilmek ve öğ­renmek zarureti ortaya çıkmıştır.

İşte bu yazının amacı, Kur’ân ve hadislere dayanarak Peygambe­rimizin başlıca iktisadî ve sosyal ko­nulardaki tebliğlerinden belirli ör­nekler ve pasajlar vererek İslâm ekonomisi ile ilgili bazı önemli nok­talara kısaca ışık tutmaktır.

I- Temel Noktalar

İnsan, hayatın her safhasında olduğu gibi iktisadî sahada da “Allah’ın ipine sımsıkı sarılmalıdır.” Bu suretle iktisadî hayattaki dav­ranışlarında kendisinde yaratılıştan mevcut olan nefsini tatmin ve men­fâatlerini çoğaltma duygularını, Al­lah’ın emir ve yasaklarıyla makul ölçülere indirebilir. Bunun için her Müslümanın, önce Allah’ın emir ve yasaklarını öğrenmesi, sonra da bu bilgilerini davranışlarına uygulama­sı icap eder.

İnsanın nefsine düşkünlüğü vs.gibi eksiklikleri, fıtrat ve yaradılışı icabıdır. Zira insan melek değildir. Öyle ise insanın bu arzulara meyli onun aslını teşkil eden özellikler o­lup makul görülebilir. İhtiyaçların karşılanması ve gelişme duygusu­nun teşviki için insan hayatında bu duyguların bulunması da gerekir. Fakat insanın fıtratında bu nefsî te­mayüllerini dengelemesini sağlayan başka bir taraf daha mevcuttur. Bu da insanı, Allah’a inanca ve âhiretle ilgili yüceliklere sevk eden imandır. Maddî sahadaki fitrî te­mayüller, manevi sahada Allah’ın rızasını tahsil gayretiyle dengelen­melidir. İnsan bir yandan, “Hiç öl­meyecekmiş gibi bu dünya için ça­lışmalı, diğer yandan da hemen ölecekmiş gibi davranışlarını düzenleyerek âhirette hesap verecek şe­kilde hazır durumda bulunmalıdır.” Peygamberimiz bir hadisinde, insan davranışları için şu ölçüleri vermek­tedir: “Kıyamet gününde insan dört konuda hesap vermek zorunda olacaktır:

a) İlmiyle ne gibi ameller yap­tığından,

b) Ömrünü nerede ve nasıl tüket­tiğinden,

c) Malını nereden kazanıp, nere­ye sarf ettiğinden,

d)Vücudunu ve sıhhatini nasıl değerlendirdiğinden”. (Keşfü’l-Hafâ, H.No:3163)

İnsanın iktisadî davranışları Kur’ân’a, Hadis’e ve Sünnete uygun kaideler bütünü içinde düzenlenmeli­dir. Bu husus ancak eğitimle, talim ve terbiye ile gerçekleşebilir. Bu se­beple her Müslüman, çocuğuna önce ilmihâl yani bugünkü Türkçe ile İslâm’a göre davranış bilgisi öğret­melidir. Yine bu sebeple Kur’ân-ı Ke­rim’de Cenâb-ı Hak, insana Rasûlü vasıtasıyla (ikra!)oku; diyerek hitabına bağlamıştır.

II. İslâm İktisadının Mahiyeti

1-Kur’ân-ı Kerim’e ve sünne­te dayalı İslâm iktisadı lâ-ahlâki de­ğildir ve İslâm iktisadı sadece insan­ların nasıl davrandığı ile değil, fakat nasıl davranmaları gerektiği ile de ilgilenir. İktisadî ve sosyal olaylara bakışta, insanların karşılaştığı ikti­sadî meselelerin çözümünde İslâm’ın temelini teşkil eden belirli kıymet hükümlerine dayanılır. İslâm’da ikti­sadî konular, cemiyetin diğer mese­lelerinden ayrı ve bağımsız olarak ele alınmaz. İslâm, hayatın her saf­hasını kaplayan bir bütündür. İktisa­dî prensipler ve meseleler, bu bütünleşmiş bütünün bir cüzüdür. İktisadî davranış, insan hayatının bütünlüğü içinde ele alınır. İslâm bize önce iktisadî hayatta bir gaye ve değerler gru­bu verir. İkinci olarak psikolojik bir tutum, üçüncü olarak bir davranış ve teşvik ortamı, dördüncü olarak ikti­sadî müesseseler için sosyo-politik bir altyapı, sonuncu olarak ta ikti­sadî münasebetlerimizde tâbi olaca­ğımız prensipleri verir. Bunlar ma­nevi değerlerimizden aldığımız göstergelerdir. İslâm iktisadının temel değerlerinden birincisi, inancın esası olan Tevhid akidesidir. Toplumun bü­tün yapısı, organizasyonu, fikrî te­meli, Allah’ın birliğine, Tevhide da­yanan bir fikrî-müdir etrafında top­lanır. İktisat, İslâm’ın ahlâki ve ide­olojik bir alt birimi hâline dönüşür. Kendi ayrı varlığına sahiptir. Fakat sistemin bütünlüğü içinde bir alt bi­rimdir.

2 - İslâm iktisadının ikinci te­mel kıymet hükmü, insanın eşref-i mahlûkat oluşudur. İktisadî faaliyet­lerde, iktisadî politikada gaye insan unsurudur; insanın maddî refahı ve manevi saadetidir. İnsan, sadece me­kanik bir üretim faaliyeti içinde yer alan basit bir emek faktörü de­ğil, aynı zamanda mahlûkatın en şe­reflisidir. İnsan’a, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak bakılır. Bu yüzden bütün müminler birbirinin kardeşi sa­yılır. İnsan unsuru bu çerçeve içinde ele alınır. İktisadî siyasetin hedefi sadece malları çoğaltmak değil, in­sanı mutlu kılmaktır. Fakat akıl sa­hibi insan hak’la birlikte ahlâki so­rumluluk ta taşır. Hayatın fikrî, ik­tisadî, sosyal, siyasi, ailevî, kültü­rel, millî, milletlerarası her safhası­nı, insan daha yüksek ideallere ula­şabilmek için düzenlemelidir. İnsan, kâinatta mutlak hâkim olmayıp, kâi­natın mutlak hâkimi olan Allah’ın vekilidir. Kâinatta ve dünyada ne varsa, hepsi ona emanettir. Fakat in­san da bu hakkı bir vekil gibi, sahibi aslîsine karşı sorumluluk duygusu içinde kullanmalıdır. Bu sebeple in­san, Allah’ın kendisine verdiği dün­yevi kaynakları doğru ve faydalı kullanmak zorundadır.

“Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Şu halde yerin üstünde dolaşın ve Allah’ın rızkın­dan yiyin. Sonunda dönüş O’nadır.” (67/15)

Ayrıca insan, Allah’ın verdiği bu nimetlerden dolayı şükretme duy­gusu içinde olmalı ve ibadetini bu duygu içinde yerine getirmelidir.

İn­san, iktisadî hayatta israf etmeyen, boşuna harcama yapmayan, cimrilikten kaçınan, kaynakları makul bi­çimde kullanan, dengeli bir davranış sergilemelidir.

3 -İslâm iktisadının üçüncü te­mel unsuru adalettir. Bu kavramın içine sosyal, siyasi adalet, fertler, müesseseler ve milletlerarası adalet kavramları dâhildir.

İslâm iktisadının yaklaşımı, in­san münasebetlerinde adaletin ger­çekleştirilmesi ve başarılması yönün­dedir. Bunun yolu tezkiye’dir. Tez­kiye, ferdî ve içtimaî seviyede bir arınma ve temizlenmedir. Bu hede­fe ulaşmak için insan davranışların­da ölçü olarak helâl ve haram mef­humları geliştirilmiştir. Böylece in­san, iktisadî hayatta, müsaade edi­lenler ile yasaklanmış olanları ihtiva eden bir değerler manzumesi ile kar­şılaşır. Bunun sonucunda sorumlulu­ğunu müdrik olarak vekillik fonksi­yonunu iyi yerine getiren insanlar, dünyada ve ahirette felâha ve saadete ulaşır.

4 - Özel mülkiyet ve hür te­şebbüs İslâm iktisadının temel un­surlarındandır. Fakat bu, sınırsız mülkiyet olmayıp, vekillik mefhumu içinde yer alan ve dolayısı ile yozlaşmaya uğrayıp herhangi bir anda sömürü vasıtası hâline dönüştürül­meyen bir özel mülkiyet kavramı ola­rak ifade edilir.

5- Faizin yasaklanması ile kredi, sermaye üretimi için esas alın­mamıştır. Sermaye ortaklığı, kâr or­taklığı, gerçek manada üretken ka­bul edilmiştir. Sosyal ve iktisadî mü­nasebetler, kredi esasından ziyade ortaklık ile kâr ve zarara iştirak prensibine dayanır.

6 - Zekât, kaynakların zengin­den fakire nakledilmesini sağlayan ve fırsat eşitliğini önleyen engelleri bertaraf eden bir sistem olarak ge­liştirilmiştir.

7 - İnsanın üretim sahasında uyması gereken başlıca prensipler, yu­karıda belirtilen temel prensiplerin ışığında şu esaslara dayanır:

a)“İnsanlardan kimi,-Rabbimiz bize vereceğini bu dünyada ver- der. Ahirette onun artık bir payı yoktur.” (2/200)

“Onlardan kimileri de -Ey Rabbimiz, bize dünyada da ahirette de en hayırlısını ve güzelini ver ve bizi Cehennem azabından koru- der.”(2/201) Allah kullarına, “Namaz bitti­ğinde yeryüzüne dağılın ve rızkınızı arayın.” (62/10) demektedir. "Bugü­nün işini yarına bırakma, aksi halde işleri ve hakları zayi etmiş olursun. Ecel, emelin önündedir. Ecele iş ve amel ile koş. Çünkü ecel geldikten sonra artık iş ve amel yoktur.” (Kita­bul Haraç, Ebu Yusuf, sh.28)

Müslüman insan, dünyevi saha­da maişetini temin için fikrî ve mük­tesep kabiliyetine en uygun mesleği seçmeye çalışmalıdır. Çünkü Allah’ın şu emrine uymalıdır; “Ey insanlar! Biz sizi dişi ve erkek olarak yarattık. Uluslara ve kabilelere ayırdık, birbi­rinizi tanıyıp bilesiniz diye. Allah’ın katında en şerefliniz O’ndan en çok sakınanızdır. Allah her şeyden haberdardır, bilendir.” (49/13)

Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri öğüt ka­bul eder, ibret alırlar.”(39/9)

8 - Üretimde ücret ve maaşla çalışanların Kur’ân ve Sünnete göre davranışları şu prensiplere dayandırılmalıdır:

“İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder. Ve çalışmasının karşılığı da ileride mutlaka görülecektir. Sonra kendisine karşılığı tas­tamam verilecektir.” (53/39,40,41)

“Sizi korku, açlık, mal, can ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. (Ey Pey­gamber) Sen sabırlı davrananları müjdele.”(2/155)

"Eğer şükrederseniz, mutlaka size nimetlerimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz aza­bım çok şiddetlidir.” (14/7)

İlgili Hadis-i Şerifler:

"İşçinin işini iyi yaptığı vakit, gü­zel yapmasını Allah muhakkak se­ver.”

"En iyi kazanç, işine üzen gös­teren ve işverenine saygı ile bakan işçinin elde ettiği kazançtır.”

“Çoluk çocuğunun geçimini te­min için helâl yolda çalışan Allah yolundadır. İhtiyar ana ve babasının geçimi için helâl yolda çalışan yine Allah yolundadır.”

“Kim helâl aramaktan yorgun gecelerse, ibadetlerini de tam yapmak şartıyla affedilmiş olarak geceler.”

9 -Üretimde işveren olarak ça­lışanların Kur’ân ve Sünnete göre davranışları şu prensiplere uygun olmalıdır:

“Allah dilediğine önce hikmet ve bilgi ile bu yolla zenginlik ve bolluk verir.”(2/269)

“Dünya nimetlerini dileyen bilsin ki, dünya nimeti de Allah’tandır. Ahiret mükâfatı da.” (4/134)

"Göklerde ve yerde ne varsa Al­lah’a aittir. Mülk mutlak manada sa­dece O’nundur.”(3:109)

“İnsan, Allah’ın izni ve bağışıy­la eşyaya sahip olur. Bilin ki Allah, dilediği kimsenin rızkını genişletir veya daraltır.” (13/26)

"Onların mallarında muhtaçlar ve yoksullar için bir hak vardı, onu verirlerdi.”(51/19)

“Allah size, işleri ehline teslim etmenizi ve insanlara hükmettiğiniz zaman adaletten ayrılmamanızı emreder. Şüphe yok ki, Allah her şeyi görür, bilir."(4/58)

“İnsanlar ve iyi işler yapanlara gelince, onlara gücünün üstünde yük yüklenemez.”(7/42)

"Mallarınızı aranızda haksız se­beplerle yemeyin. Kendiniz bilip du­rurken, başkalarının mallarından bir kısmını, yalan yemin ve şahadet ile yemeniz için o malları hâkimlere (reislere, yetkili yöneticilere veya mahkeme hâkimlerine) el altından vermeyin.”(2/188)

"Onlar(o müminler)ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verir­sek; namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emreder, kötülüğü yasak eder­ler. Bütün işlerin sonu Allah’a varır.” (22/41)

"Üç kimse vardır ki, kıyamet gü­nünde onların hasmıyım. Bunlardan biri, işçiyi çalıştırdıktan sonra, üc­retini tam olarak vermeyen kimse­dir.”(Hadis)

İslâm iktisadı içinde Kur’ân ve Sünnet’e uygun davranan işveren fa­izden kaçınır.(2/275-278), Zekâtını verir ve Allah yolunda harcamada bulunur. (2/254,261,267,272,274);(8/3);(13/22);(14/31);(22/35); (28/77);(32/16);(35/29-30)

Böyle davranan, “doğru sözlü, dü­rüst tüccar, peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle birlikte haşr olur.”(Hadis)

İktisadî sahada başarılı olan bir Müslüman işveren, eğer zengin ol­muşsa, kendi say-u gayretinin mu­hakkak payı olmakla birlikte, Al­lah’ın takdiri ile olduğuna iman et­melidir. Zira Cenab-ı Hak; ilmi çalışana, serveti dilediğine verir. Serve­te nail ettiği kulunu, bu yoldan imti­hana tâbi tutar. Kendine bu imkân­ları veren Allah’ına karşı bakalım şükrünü eda edecek midir?

Diğer yandan çalışmasına rağ­men bir servete ulaşamayan, fakir kalan kulunu da bu yolla imti­hana tabi tutarak sabrını dener, is­yan edip etmeyeceğine bakar. Bu se­beple hayırlı insan, ya agniyâ-ı şâkirin’den veya fukaray-ı sâbirinden olmalıdır denir. Yani şükreden zen­gin veya sabreden fakir durumunda bulunmalıdır. Her iki hâl, farklı yön­den imtihanda başarılı olmayı ifade eder.

İşte varlıklı bir işveren veya zengin bir Müslüman için Allah ve Rasûlü, muhtelif şükür yollarını gös­termiştir. Bunların en önemlisi ve toplumun refahı yönünden mühim olanı, sosyal yardımda bulunma mü­kellefiyetleridir.

SOSYAL YARDIM MÜKELLEFİYETİ

Peygamberimiz(s.a.s.), Allah’ın sevmediği ve günahlarını affetmeyeceği ikinci insan tipi, "Diğer insan­lara karşı yükümlü bulunduğu mesu­liyetlerden bîhaber olandır.”buyuruyor. Allah, Kur’ân-ı Kerim’inde, "Na­maz kılın, zekât verin, Allah için (di­ğer) hayır yollarına halisane harca­yın.”buyurmaktadır. Peygambe­rimiz(s.a.s.),"Bir kimse, kardeşine yardım etmeye uğraşırsa, Allah da ona yardım eder.” müjdesini vermek­te ve “Doğrulukta ve iyilikte yardım­laşın, fakat kötülükte ve günahta yardımlaşmaktan kaçının.” ikazında bulunmaktadır.

Yine Peygamberimi­zin, “Bir kimse, komşusu sefalet içinde aç iken ve kendi elinde im­kânları var iken, buna bîgâne kalır­sa (olgun) mümin değildir.” ve “Bir ülkede, bir kimse açlıktan ölürse, bü­tün ülke ölen kişinin katili sayılır.”, “Eğer, her­hangi bir kişi, bir şehirde bir gece geçirmiş ve aç kalmışsa, Allah’ın o şehri koruma vaadi artık sona ermiş­tir.”, “Aramızdaki bir kişinin imanı, kendisi için istediğini, Müslüman kardeşi için de istemedikçe kemale ermez.”, Zira “Yoksulluk insanı inanç­sızlık sınırına götürür." sözleriyle var­lıklı Müslümanlara sosyal mesuliyet­lerini çok ağır bir şekilde hatırlat­maktadır. Bakara Sûresi’nin 265, 272, 273, 274, âyetlerinde hayırla ilgili o­larak Allah varlıklı kullarına şöyle hitap etmektedir: ”Allah’ın rızasını ka­zanmak ve gönüllerindeki imanı kuv­vetlendirmek için mallarını hayra sarfedenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağınca kat kat ürün verir. Bol yağmur yağmasa bile en azından bir çisinti düşer(de yine bolca ürün verir). Allah bütün yaptıklarınızı görür.”(2/265)

“Hayır olarak harcadıklarınızın hepsi kendiniz içindir. Yapacağınız harcamayı ancak Allah’ın rızasını ka­zanmak için harcayın. Hayır kasdıyla verdiğiniz ne varsa, size tam olarak noksansız verilir ve siz asla haksızlığa uğramazsınız.” (2/272).“Yapacağınız hayırlar, kendilerini Al­lah yoluna adamış, Allah’tan başka hiçbir düşüncesi olmayan, o sebeple yeryüzünde dolaşıp kazanmaya im­kân bulamayan, durumunu bilmeyen kimselere karşı gösterdikleri tokluk­tan dolayı zengin sayılan fakirlere verilmelidir. Çünkü onlar ortalıkta görünmezler, yüzsuyu dökerek kim­seden birşey isteyemezler. Yaptığınız ve yapacağınız hayırlarınızı Allah eksiksiz bilir ve karşılığını verir.” (2/273)

Müfessirlere göre, bu âyetle anı­lan fakirler, birinci derecede Allah yolunda çalışanlar, ikinci derecede ise samimi gayelerle ilim öğrenen ve aynı şekilde öğreten fakirlerdir.

Bakara sûresinin 274. âye­tinde ise Allah’ın şu beyanı görülür:“Mallarını gece ve gündüz, açık ve gizli hayra sarfedenlerin mükâfatla­rını Rab’leri verecektir. Onlar için ne korku ne de üzüntü vardır.”(2/274)

Müfessirler göre bu âyetlerde teş­vik edilen hayırlardan birinci dere­cede murad edilen zekâttır. Zira İs­lâm’ın emrettiği şekilde zekât nok­sansız verilirse, fakirlik yok denecek kadar azalır. Ancak zekâtın sarf yer­leri belli ve sayılı olduğundan, zekât verilmeyen yerlere de zekâtın dışında hayır yapılması gerekir.

Peygamberimizin bizlere tebliğ ettiği bu kaidelere göre, her Müslü­man varlığı nispetinde hayır sahası­na yönelmeli ve Allah’ın verdiği ser­veti, Allah yolunda harcama eğilimi­ni artırmalıdır. Çünkü iyi bir Müs­lüman, kazancının belli bir nispetini zekât olarak verdikten sonra da her Müslümanın, öbür Müslümanlardan sorumlu olduğu bilincinde olmak ve Kur’ân’ın, "Allah faiz gelirini eksil­tir, hayırseverlerin kazancını artırır.”(2/276) meâlindeki müjdesini hatırla­malıdır. Esasen zengin insan, maddi ihtiyaçlarını tatminde doygunluk nok­tasına da gelmiştir. Bundan böyle ilâve tüketim harcamalarının azalan fayda kanunu gereğince son birim yararı süratle azalacak, sıfıra ine­cek, hattâ negatife dönüşebilecektir. Bu durum, insanları bunalıma götü­rür, hayattan zevk alamaz hâle dü­şürür ve behîmî arzularının tatmini cihetinde gayrıahlâki yollara sap­tırır, azdırır.

İyi bir Müslüman esasen bu nok­taya inmez. Çünkü istihlâkini, doy­gunluk noktası olan sıfıra inmeden ahlâki mülâhazalarla (israftan ka­çınma) esasen frenlemiştir.

Lükse ve gösteriş istihlâkine git­mediği için Müslüman insan, gayri­meşru yollara esasen yönelmemiştir. Buna rağmen, şahsî tüketimi azalmaya başlayınca, sosyal harcamalara (sosyal yardım) yönelirse, bu sahada azalan fayda kanunu işlemez. Sosyal harcamalar çoğaldıkça sağladığı manevi tatmin duygusu artar. Zira o kimse, Allah’ın rızasını kazanma inancı içindedir.

İyi bir Müslüman, bilgisini ar­tırarak, hayırlı bilgilerle ahlâkını yükselterek kemal mertebesine eriş­meye çalışmakla mükelleftir. Allah’ın takdir ettiği nispette maddî ve ma­nevî seviyesini yükseltir. Allah (c.c.), Kur’ân-ı Kerim’de bu hususla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Allah, dilediğine fay­dalı bilgi (hikmet), zenginlik ve bolluk verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır ve üstünlük verilmiş­tir. Akıl sahipleri bundan ibret alırlar.”(2/269)

Müfessirlere göre, bu âyette ge­çen hikmet kavramının maddi ve manevî muhtevası vardır; Allah, bol ihsanda bulunduğu zaman yalnız malı veya yalnız mağfireti vermez. Her ikisini birleştiren hikmeti verir. Hikmet verilen kişiye nuranî basiret verilmiştir ki, onunla hareket ve dav­ranışlarında isabetli ve doğru kararlar verir. Hikmet sahipleri, derin ve yararlı bilgiler edinir. Allah’ın ken­disine hikmet verdiği kimseler, evve­lemirde peygamberler ve ilmi ile a­mel eden âlimlerdir.

Bilgili olmanın en çok değer verilen tarafı, insanlığa yararlı olmaktır. Peygamberimiz ha­dislerinde şöyle buyurmuştur:“İn­sanların en hayırlısı, insanlara fay­dalı olanıdır.”, “Allah’tan yararlı bilgi isteyin, yararsız bilgiden Al­lah’a sığının.”, "Doğruluk, adalet, ihlas, sevgi, saygı, ağırbaşlılık, başka­larına faydalı olmak, cömertlik, âlicenaplık gibi yüksek vasıfları taşıyan kimseler de hikmet ehlinden sayılır. İslâm’a tam olarak inanan, Kur’ân’ın emir- lerini öğrenip, noksansız uygu­lamak için çaba sarf eden, tüm kötü­lüklerden uzak duran kimse hikmet sahibidir ve onlara büyük hayır verilmiştir.”(*)

Böylece Müslüman insan, İslâmî prensiplere göre hareket ettiğinde rasyonel bir davranış olarak sosyal yardım cihetine yönelir. Kur’ân-ı Kerim’de bu husustaki hükümlerden birkaçı şöyledir:"Sevdiğiniz şey­lerden Allah yolunda harcamadıkça (en) iyiye eremezsiniz. Her ne harcar­sanız, Allah onu hakkıyla bilir.”(3/92) Bu âyet-i kerimede en iyi şek­linde tercüme edilen –birr- kelimesi; hayrın, iyiliğin kemâl noktası, Allah’ın rahmeti, rızası ve cenneti manâlarında anlaşılmıştır. –Birr-;imanda, ibadette ve ahlâkta en doğ­ru ve en güzel hayatı yaşamaktır. Böyle bir hayata ve Allah’ın lütuf ve inayetine ulaşmanın şartlarından bi­ri, kişinin sahip olduğu ve sevip bağ­landığı şeyleri Allah yolunda kullan­masıdır. Müfessirlere göre bu şeyler, servet, mevki, ilim ve beden kuvveti gibi maddi ve manevi imkânlardır. Yine bu konuyla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’in Bakara sûresinin 177. âye­tinde şöyle buyurulur:“Gerçek iyilik, yüzünü­zü doğu veya batı tarafına çevirmeniz değildir; asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, pey­gamberlere inanmak; Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve bo­yunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcamak, namaz kılmak ve zekât vermektir. Antlaşma yaptığı zaman verdikleri sözü yerine getirenler, sıkıntı, has­talık, savaş zamanlarında sabreden­ler, işte doğru olanlar bu vasıfları taşıyanlardır. Azaptan korunacak olanlar da ancak onlardır.”(2/177)

“Ey inanç sahipleri! Size verdiğimiz zenginliklerden bir kısmını yok­sullara harcayın. Alışverişin, dostlu­ğun ve şefaatin olmadığı (kıyamet) günü gelmeden önce hayır işleyin.” (2/254)

“Mallarını Allah yolunda harca­yanların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren bir tanenin durumu gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir, Allah’ın lût­fu boldur, her şeyi bilendir.”(3/261)

"Mallarını Allah yolunda hayra verip de sonra başa kakmayan, alanların gönlünü kırmayan (onlara iyi davranan) kimselerin, Allah katında kendilerine has mükâfatları vardır. Onlara korku ve acı yoktur.”(2/262),“Çünkü güzel söz ve hoşgörü(suç bağışlama), peşinden başa kakılan, gönül inciten sadakadan daha iyidir.”(2/263)

(*)Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, İst.1982, sh.44,(2/299). (Hazırlayanlar: Dr. Ali Özek başkanlığında; Hayreddin Kara­man, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, Dr.İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş)

“Ey iman edenler! Gösteriş için malını harcayan, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimseler gibi başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Çün­kü onun bu hâli, üzerinde biraz top­rak bulunan kayanın hâline benzer ki, şiddetli bir yağmurdan sonra üze­rindeki toprak silinip çıplak kaya hâ­line gelir. Böyleleri(gösteriş için amel edenler) kazandıklarından hiç­bir şey elde edemezler. Allah inanmayan toplumlara doğru yolu gös­termez.”(2/264)

“Ey iman edenler! Hayrınız için kazandıklarınızın, yetişen ürünlerini­zin temizlerinden harcayın.(Zekât ve sadaka verin). Kendinizin ancak göz yumarak alabileceği değersiz ve kötü şeyler vererek sakın hayır yap­maya kalkışmayın. Biliniz ki, Allah vereceğiniz sadakalardan müstağni­dir, övülmeye lâyıktır, her şeyi bi­licidir.”(2/267) Müteakip âyet-i kerime’de Allah, Peygamberi vasıta­sıyla kullarına şöyle hitap ediyor: “Şeytan, sizi fakirlikle tehdit eder (korkutur, fakir olursunuz diyerek sadaka vermenize mani olur) ve sizin cimri olmanızı emreder. Allah ise bolluk vericidir, Allah’ın ihsanı bol­dur, her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir.”(2/268)

Müfessirlere göre:“Bu âyetlerde hayır yapmak teşvik edilmiş, ancak hayır yaparken kalp kırılmaması, fakirin küçümsenme­mesi, eziyet edilmemesi, yapılan iyi­likte gösterişten kaçınılması şiddetle tavsiye edilmiş­tir. Aksi halde yapılan hayırdan fay­da ve sevap yerine, günah ve azap gelir.”(**)

Müslüman insan gelirini hayra sarfedince, fakirin nezdinde itibarı artmış olur. Sınıf mücadelesi ve nef­ret, yerini insanlararası âhenk ve sevgiye bırakır. Esasen dünyada ula­şılmak istenen hedef ve ideal bu de­ğil midir?

Peygamberimiz bize intikal ettir­diği, öğrettiği Kur’ân-ı Kerim ve Ha­dis-i Şeriflerle ve bizzat kendi haya­tındaki uygulamaları (Sîreti) ile asır­lar önce bizlere, bu nurlu ve doğru yolu göstermiş bulunmaktadır. Bizim yapacağımız iş, bunları öğrenmek ve gücümüz yettiğince nefsimizde uygu­lamaya çalışmaktır.

Gayret bizden, tevfik Allah’tan­dır.

(**) Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, a.g.e. sh.43.(2/264)