Makale

İSLAM’DA MÜSPET İLİMLER VE GELİŞMELERİ

İSLAM’DA MÜSPET İLİMLER VE GELİŞMELERİ(*)

Yazan : Chikh BOUAMRANE

Çeviren : Doç. Dr. Nesimi YAZICI

Nesimi Yazıcı, 1949’da Gönen’de doğdu. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü (1972) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi (1915)’ni bitirdi. Mart 1981’de Doktor, 1985’ te Yardımcı Doçent, 1988de Doçent oldu. Halen Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Anabilim Dalı’nda çalışmaktadır. Nesimi Yazıcı, İlahiyat Fakültesine intisap etmeden önce 7 sene süreyle Diyanet İşleri Başkanlığı Taşra Teşkilatında çalıştı.

İslam Dünyasındaki müspet ilimler, Müslümanların temasta bulundukları eski medeniyetlerin mirasından da faydalanarak gelişti. İslam’ın gelişinden önce, fikirlerin ve tecrübelerin temasa gelip değişildiği üç büyük kültür merkezi bulunmaktaydı, İskenderiye, Urfa, Cundişâpûr. İlk Müslümanlar H. 21/M. 642’de İskenderiye’ye geldiklerinde, burada eski Mısır ve Yunan medeniyetlerinin ilmi mirasını buldular. Böylece Matematik ve Tıp ilimleriyle tanıştılar. Bu sırada, buranın ileri gelen bilim adamları, Roma İmparatorluğunun baskısı altında, resmen hıristiyan olmuşlardı. Yakubî ve Nesturî kiliselerine bağlı olan azınlıklar, sapık olarak kabul edilmekte ve hakim kilise tarafından baskı altında tutulmaktaydılar. Fikir hareketleri oldukça zayıflamış olmakla birlikte, eski yazmalar, hâlâ bazı kütüphanelerde bulunabiliyordu.

Atina’dan kovulmuş olan bilgin ve filozoflar, Suriye ve Irak arasında önemli bir şehir olarak yer alan Urfa’ya sığınmışlardı. Burada, Grek felsefi ve tıbbi eserlerini önce Süryaniceye, sonrada Arapçaya çeviren, Yakubi ve Nasturi alimlerin gayretleriyle, büyük bir ilmi hareket gelişti. Fakat Bizans İmparatoru bu gelişmeye son vermek istiyordu.

Bilginler, zulümden kaçmak için İran’da Cundişâpûr’a yerleşmeyi uygun gördüler. Buraya daha sonra Jüstinyen tarafından sürülen Grek filozoflar da geldiler. İran’da bugünkü Ahvaz şehrinin yanında bulunan Cundişâpûr, gerçek bir bilim ve fikir merkezi oldu. Burada Yunan-Mısır, İran-Hind ve Yahudi-Hıristiyan kültürleri, dikkate değer bir hoşgörü ortamında bir araya geldiler. Belli başlı eserlerin tercümesine işte burada devam edildi. Buradaki bilginler iki veya üç dil biliyorlardı.

İşte ilk Müslümanlar 638’de Cundişâpûr’a girdiklerinde, burada hastaları kabul eden ve öğrencileri eğiten mükemmel bir hastahane ile karşılaştılar. Hîre Arap şehrinin yakınlığı dolayısıyla orada, Farsça, Süryanice ve Yunancanın yanında, Arapçanın da konuşulmuş olduğunu düşünebiliriz. Nihayet bir tarihçinin naklettiğine göre Cundişâpûr doktorlarının şefi, Bağdat’a giderek dönemin yöneticisi ile konuşmuştu (1).

BAĞDAT VE TERCÜMELER

İslam’ın gelişinden önce, İskenderiye, Urfa ve Cundişâpûr’da bazı tercümeler başlamıştı. Nihayet bir kaynağın belirttiğine göre(2); Emeviler döneminde Emevi Prensi Halil İbn Yezid bu konuya büyük bir istekle sarıldı ve Yunan bazı metinleri tercüme etmek üzere İskenderiye’den bilim adamları getirtti. Fakat burada kesin bir programdan ziyade, dağınık çalışmalardan söz etmek mümkündür. Bütün kaynakların üzerinde ittifak ettikleri nokta ise, sistematik tercüme hareketlerinin daveti üzerine, özellikle de Cundişâpûr’dan gelen büyük Nesturi ve Yakubî bilginlerin idaresine verilmişti. Beytü’l-Hikme (Hikmet Evi) diye adlandırılan bu kolej, Halife el-Me’mûn’un kendilerine geniş imkanlar tanıdığı alim ve mütercimleri bir araya getirmişti. Hemen belirtmek gerekir ki, ilmi tercüme İslam dini ile doğrudan ilgili değildi ve tehlikesiz bir biçimde gelişiyordu.

Tercümeciler arasında özellikle İbn Mâsavayh, Bahtayşu, Huneyn’ İbn İshak ve Sabit İbn Kurrâ ailelerini saymak gerekir. Tabib İbn Mâsavayh (ö. 248/863) tercüme okulunu yönetmiş ve aralarında Huneyn İbni İshak’ın da bulunduğu öğrencileri eğitmişti. Nitekim Huneyn (ö. 263/877) daha sonra hocasının yerine, kolejin idareciliğine geçmiştir. Aslen Hîreli ve Nesturi olan Huneyn İbn İshak, bilhassa tabip ve tercümeci olarak dikkati çeker. Kendisi Grek medeniyetini daha yakından tanımak ve önemli yazmaları elde edebilmek için Doğu’da ve Anadolu’da bir çok şehre seyahatlerde bulunmuştur.

Tıp sahasında o Hipocrate ve Galien’in bir kısım eserlerini çevirdi. Aynı zamanda o, oğlu İshak İbn Huneyn (Ö. 298/911)’in çevirdiği diğer bazı eserleri ve Beytü’l-Hikme’de çalışan öteki alimlerin tercümelerini de gözden geçirdi. Bunun yanında Tıp ve Eczacılık alanında eserler de yazdı. Bunlardan bazıları: Tıbbın meseleleri (Kitabu’l-mesâil fîl-tıb lil-mütekellimin), Göz hastalıkları ve basit ilaçlar kitabıdır. Dioscoride’in De Materia merica adlı eseri de(3), Doğu’da Stéphane İbn Basile, Batı’da Kurtuba’da ise Hasday İbn Şaprît tarafından tercüme edildi. Hasray İbn Şaprît’in bu tercümesi İbn Cülcül (ö. 384/994) tarafından gözden geçirildi.

Matematik sahasında, özellikle Sabit İbn Kürra (ö.288/901)’yı hatırlamak gerekir. Suriye’nin kuzeyinde Harran asıllı olup, Bağdat’ta yerleşmiş ve Beytü’l-Hikme’ye devam etmiştir. İbn Kurrâ Pisagorcuların Matematikle ilgili eserlerini tercüme etti : Nicomaque’in Matematiğe giriş ve Apollonius’un Konikleri’ni(4), Baalbekli Kustâ İbn Lûkâ (ö. 206/820) Diophante’ın Elcebr’ini, İshak b. Huneyn(5) Euclide’ın Geometrinin elemanlarını tercüme ettiler. Astronomide Ptolemee’nin Elmajest (Almageste)’ i tercüme edildi. Sanskritçeden el-Fezârî, (ö. 161/777) tarafından Siddhânta(6) çevrildi. Farsçadan Ebu’l Hasan et-Temîmî(7) tarafından Zîc-i Şâhî tercüme edildi ve Batılıların Abumacer dedikleri Ebu Mâşâr tarafından şerh edildi.

Fizik ve Doğa bilimlerinde de, aynı şekilde dikkat değer tercümeler yapıldı. Yahya İbn el-Batrîk (ö. 200/815) Aristo’nun Des Animeaux’sunu ve daha sonra Du ciel et du mende’unu; İshak İbn Huneyn De l’âme’ını çevirdiler.

TIP VE ECZACILIK

Yoğun bir tercüme döneminden sonra, Arap ve Müslüman bilginler, antik bilim ve kültür mirasını iyice hazmettiler ve daha sonra da, dikkat çekici eserlerini ortaya koydular. Burada onların yaptıkları çalışmaların, mümkün olan Ölçüde kısa, tarihi ve analitik bir tablosunu sunacağız(8). Bu sahadaki belli başlı çalışmaları ve en önemli müelliflerin isimlerini vermek şimdilik yeterli olacaktır.

BÜYÜK TABİPLER

H. III/M. IX. yüzyılın ilk tabipleri aynı zamanda da en büyük tercümecileridir. Bunlar arasında yer alan İbn Mâsavayh, Huneyn İbn İshak ve Tabib İbn Kurrâ’dan daha önce bahsettik. Ali İbn Rabban et-Taberî (ö. 236/850) ise, tercümeyle uğraşmamış, bütün mesaisini yalnızca Tıbba tahsis etmiştir. Merv (Taberistan) asıllı olup, tabiplik yapmak üzere Bağdat’a yerleşmiştir. Kendisini şöhrete de ulaştıran ve Tıbbın bütün konularını içeren kitabı, Kitabu’l-Firdevs fi’t-Tıb’ı yazmıştır. Bu eserinde Tıbbın bütün bölümlerini ele almış ve son bölümünü de Hind tıbbına ayırmıştır.(9) Eser 30 büyük ve 360 tali başlığı içermekte ve diğer bazı konularla birlikte, vücudun çeşitli bölümlerine göre tasnif edilerek hastalıklarla, bunların sebeplerinden, Embriyoloji, doğum, çocuk hastalıkları, beslenme rejimi, ilaçlar ve onların hazırlanması konularını ihtiva etmektedir.

H. IV/M. X. yüzyılda Doğuda ve Batıda büyük ün kazanmış önemli bir hekim olan Ebu Bekir Razi (ö. 313/925) yi görüyoruz. Ali İbn Rabban et-Taberi’nin öğrencisi olan Ebu Bekir Razî, Tahran yakınında bulunan Rey asıllıdır. O da Bağdat’a gitti, orada büyük hastahaneyi yönetti. Tıp eğitimi alanında ün kazandı. Ortaçağ Avrupasının Rhazes dediği Razî, Özellikle de bir klinik hekimi olarak dikkatleri üzerinde topladı.

Razi, el-Havi (Latinler Continens derler) adlı Tıp ansiklopedisinde,(10) her hastalığı ayrı ayrı ele alarak, belirtileri, sebepleri ve tedavi yolları üzerinde durmuştur. Yine bu önemli eserinde Hippocrate ve Galien’den İshak İbn Huneyn’e kadar eskilerin ve kendi çağdaşlarının hastalıklar konusundaki fikirlerine yer verdi, daha sonra da kendi şahsi tecrübe ve gözlemlerine dayanarak, onların görüşlerini eleştirdi, gerektiğinde eksikliklerini tamamladı, gerektiğinde ise onların görüşlerini tamamen reddetti. Razi bu önemli eserini yazmaya, anlaşılmaz ve düzensiz bulduğu Hippocrate’ın eserindeki hataları düzeltmek gayesiyle karar vermiştir. Onun öğrencilerinden biri olan Tabip Mecûsî, geçmiş ve çağdaş bütün Tıp adamlarının hepsinin görüşlerini toplamanın, aynı şeyleri tekrarlamış olmaları bakımından, gereksizliğini ileri sürmüşür.(11) Razi ise, bu teknikte, eserini her şeyden önce öğrencilerini düşünerek kaleme aldığını ve onların Tıp sahasındaki bütün gelişmeleri öğrenmeye ihtiyaçları olduğunu belirterek cevap vermiştir. Razî’nin diğer eserleri içerisinde en önemlileri olarak; Buhara Emiri Mansur İbn İshak’a ithaf ettiği ve Anatomiye ayırdığı Kitabul-Mansurî; Tıp öğrenimi sonundaki bitirme imtihanlarının nasıl yapılması gerektiğini gösterdiği Mihnetü’t-Habıb’i, kızıl ve kızamık hastalıklarıyla ilgili el kitabıyla(12) Göçebe Hekimliği Kılavuzu’nu(13) sayabiliriz.

İran’da Ahvaz’da doğan Razî’nin öğrencisi Ebu Ali İbnü’l-Abbas(14) el-Mecûsî (ö. 385/995) de bir tıp kitabı, Kitabu’l-Melîkî’yi yazdı. El-Mecûsî, hocasının eserinden, cilt sayısının fazlalığı dolayısıyla istifadenin güçlüğünü düşünerek, ondan daha özlü ve metodik bir eser kaleme almaya karar vermişti. Ona göre Hippocrate, çok özlü yazdığı İçin anlaşılması güçtü; Galien ise, aksine sözü lüzumundan fazla uzatmıştı. El-Kitabu’l-Melîkî Tarihçi İbn Kıftî’nin (15) de belirttiği gibi, çok defa Kâmilu’s-Sınâa fi’t-Tıb (Tıp sanatının zirvesi) olarak adlandırıldı. El-Mecusî, eserinde, tıp Öğrencisinin, hastaları izlemek üzere devamlı olarak hastahaneye gitmesinin gerektiğini söyler. Daha sonra da, Anatomi, Fizyoloji, Tedavi Tıbbı, İlaç yapımı ile ilgili gerekli bilgileri verir. Onun eseri, İbn Sinâ’nın el-Kânun fi’t-Tıb’bına kadar, tıbbın klasik kitabı olarak kalmıştır.

Endülüs’te de M. IV-V/M. X-XI. yüzyıllarda bir çok tanınmış tabip görüyoruz. Bu arada hemen, Kurtuba yakınında Medinetü’z- Zehra’da doğmuş Kitabu’t-Tasrîf adlı eseriyle şöhrete ulaşmış olan, büyük cerrah Ebul-Kasım (16) ez-Zehravî (ö. 403/1013)’nin adını anmamız gerekir. Ez-Zehravî’nin eseri biri teorik, diğeri pratik olmak üzere iki ana bölüme ayrılmıştır. Eserde 30 büyük başlık altında Tıp, Cerrahi ve ilaç yapımı işlenir. Yine bu eserde, Önemli bir yenilik olmak üzere, müellif tarafından yapılmış veya kullanılmış olan cerrahi alet ve cihazların tasvir ve resimleri bulunur. Kurtubalı tabip İbn Cülcül (ö. 384/994) ise, tabip ve filozofların biyografilerinden oluşan bir sözlük meydana getirmiştir. (17)

H. V./M. XI. yüzyılın en büyük hekimi hiç şüphesiz, en büyük üstat” (18) olarak adlandırılan Ebu Ali İbn Sinâ (ö.428/1037)’dır. Buhara yakınında doğdu, iyi bir eğitim gördü ve genç yaşında doktorluğa başladı. Arka arkaya değişik şehirlerde bulundu, birçok emire doktor olarak hizmet etti ve bir süre de vezirlik yaptı. Tıp, Felsefe ve zamanının diğer ilimlerini içeren önemli eserler bıraktı. Onun Tıp sahasındaki en önemli eseri ise, beş kitaba ayrılmış olan El-Kanun fi’t-Tıb’dır. İbn Sinâ, birinci kitapta; Tıbbın genel prensiplerini gösterir, konusunu, gayesini belirler; hastalıkları ve onların sebeplerini, tedavi metotlarını sınırlandırır ve organları, iskeleti, adaleleri tasvir eder. İkinci kitapta ise, basit eczaları, ilaçların çeşitlerini ve onların değişik organlar üzerindeki tesirlerini işler. İbn Sinâ bu kitabı, ilaçların, alfabetik bir sıralamasını yapıp, aynca da Dicseoride’in bilmediği ilaçları da ilave ederek bitirir. Üçüncü kitapta, kafadan başlamak üzere, vücudun değişik bölümlerine ait hastalıkların incelemesini yapar. Dördüncü kitapta yalnızca bir organla ilgili hastalıkları belirtir ve özellikle tümörler, apseler, uyuz ve kırıklar üzerinde durur. Nihayet beşinci kitapta birleşik (kompoze) ilaçlar ve onların hazırlanması söz konusu edilir. Parlaklığı ve derinliğiyle gerçek bir abide olan bu zirve eser, Tıp tahsili için vazgeçilmez, mükemmel bir kaynak olmuştur. Asırlarca Doğuda ve Batıda bir numaralı kaynak eser olma özelliğini koruyan bu kitap, bir çok dillere tercüme edilmiş ve defalarca basılmıştır.(19) El-Urcûse fi’t-Tıb veya Tıbbın şiiri, el-Kanun fi’t-Tıb’bın bir özetidir ve 1326 mısradır.(20)

H. VI-VII/M. XII-XIII. yüzyıllarda Sevilli Ebu Mervan İbn Zühr (ö. 556/1161) ’ı zikretmek gerekir. Endülüslü bir doktor ailesine mensup olan İbn Zühr, Kitabu’t-Teysir’i yazdı. Bu kitap kısa zaman sonra (1280) Lâtinceye çevrildi ve Batıda geniş bir yayılma alanı buldu. Kurtuba’da ise tabip ve filozof ve aynı zamanda İbn Zuhr’un hem öğrencisi, hem de arkadaşı olan Ebu’l-Velid İbn Rüşd (ö. 995/ 1198)’ü görüyoruz. İbn Rüşd, bir tıp müracaat kitabı, el-Külliyat’ın müellifidir. O, doktor olarak önce Kurtuba’da, sonra da Muvahhidîler nezdinde Merâkeş’te görev yaptı. Düşmanlarının girişimleriyle Kurtuba’dan pek de uzakta olmayan bir yere sürüldüyse de, kısa zaman sonra affedildi ve görevine iade edildi. Hemşehrisi, yahudi Musa İbn Meymun (Batıda Maimonide diye tanınır) ise, Önce Fez’e daha sonra da Kahire’ye hicret etti ve burada 601/1204’te Öldü. Eyyubîlerin tabibi olan İbn Meymûn biri Arapça Tıp kitabı, ayrıca da zahirler hakkında bir araştırma ve Galien’le Hippocrate’in şerhleri gibi diğer bazıları da İbranîce olmak üzere çeşitli eserler telif etti.(21)

Bu sırada Kahire, hastahaneleri ve kütüphaneleri dolayısıyla Doğuda birçok doktoru cezbediyordu. Suriyeli tabip, İbnü’n-Nefis (ö. 686/1288) küçük kan dolaşımını bulmuş ve kalp anatomisi üzerinde yanılmış olan Galien’in tenkit etmişti. Aynı şekilde Iraklı tabip, Abdüllatif el-Bağdadi de Yunanlı tabibin bazı gözlem hatalarını tashih etmiştir.

HASTAHANELERİN VE TIP MESLEĞİNİN ORGANİZASYONU

İslam toplumunun belli başlı yerleşim merkezlerinde hastahaneler kurulmuştur. En önemlileri: Bağdat, Şam, Kahire ve Kurtuba’dakilerdir.(22) Örnek olarak Kahire’de 682 H. de Sultan el- Mansur (Kalavun) tarafından kurulan hastahaneyi verebiliriz. Hastahanenin yanında ayrıca bir cami ve bir medrese inşa edilmişti. Hastahane binası, hastalıkların çeşitlerine göre, bir çok bölümlere ayrılmıştı. Kadın ve erkekler ayrı salonlarda bulunuyorlardı. Hastahanede idari ve yardımcı hizmetlerde görevlendirilmişler yanında, birçok tabip ve eczacı vazife yapmaktaydı. Pratisyen hekimler, hastaları muayene etmek için bir salondan diğerine gidip geliyorlardı. Profesör, konsültasyon yapan ve tedaviyi belirleyen asistanlarının yanında bulunuyor ve şayet yanılırlarsa, gerekli uyarıyı yapıyordu. Birçok sınıf ve bir Tıp kitaplığı, öğrenci ve asistanlara tahsis edilmişti, öğrenime Hippocrate’ın Aphorimes’i Huneyn İbn İshak’ın Tıbbın problemleri (Kitabu’l-Mesâil fi’t-Tıb li’l-Mütekellimîn ve Razî’nin Rehber’i) ile başlanıyordu. Daha sonra ise, Tabib İbn Kurrâ’nın Hazîne, Razî’nin Kitabul-Mansurî’sinin Giriş’ine geçiliyordu. Nihayet öğretim Galien’in On altı Esas Kitabı, Razi’nin el-Havî’si ve İbn Sinâ’nın el-Kanun fi’t-Tıb’bı ile tamamlanıyordu.

Tıp mesleği devlet tarafından kontrol ediliyordu. Bir yüksek kademe görevlisi, muhtesip (23) bu işle vazifelendirilmişti Bu görevli aynı zamanda, genç hekimlerin Hippocrate yemini ettikleri töreni de yönetiyordu. Tabipler loncası başkanının kontrol ve denetimiyle mesleğin iç düzenine gerekli saygı temin ediliyordu. Şunu da belirtmek gerekir ki, doktorluk mesleğinin icrası, mutlak bir imtihandan geçmeye bağlıydı. Bir kimse, şayet diploma almamışsa, asla doktorluk yapmasına müsaade edilmemekte idi. Eczacılara gelinmesi gayesiyle, onlar da muhtesibin denetimi altındaydılar.(24) Kaidelere uymamak suretiyle suç işlemeleri halinde, cezalandırılıyorlar ve ellerindeki eczalar müsadere ediliyordu.

İLAÇ YAPIMI VE ECZACILIK

İbn Sina’ya kadar, büyük tabiplerin Tıp sahasındaki eserlerinin bir bölümünü eczacılığa ayırdıkları görülür. Bundan sonra ise, yalnızca eczalara ve ilaçlara ait kitaplar telif adildi. H. VIII/M. XVI. yüzyılda büyük bilgin Davud el-Antakî, konuyla ilgili özlü bilgiler verir.(25) Ona göre; bu sahadaki ilk çalışma, Huneyn İbn İshak tarafından yapılmış, adı geçen Yunanca ve Süryaniceden eczalarla ilgili eski eserleri tercüme etmiş ve buna Mısır Koptlarının konuyla ilgili terminolojisini ilave etmiştir. Onun oğlu İshak ise, gıda maddelerinden ilaçlar elde etmiştir. İlaç yapımıyla ilgilenen ilk Müslüman bilgin ise, Ebu Bekir er-Razi’dir. Onu İbn Sina ve özel olarak eczacılıkla ilgili çalışmalar yapan diğerleri takip eder. Bunlar arasında bilhassa İbnü’l-Eş’âs, eş-Şerif el-İdrisî, İbn Baytar, İbn Cevle ve es-Sûrî’yi hatırlamak gerekir.(26) Davud el-Antakî’nin verdiği listeyi, el-Bîrunî (ö. 442/1050)’nin Kitabu’s-Saydala fi’t-Tıb adlı çalışmasıyla tamamlamak gerekir. Birunî kitabının birinci bölümünde, eczacılık tarihinin en Önemli noktalarını gösterir, terminolojisini belirtir ve eczacıların yükümlülüklerinden bahseder, ikinci bölümde, eczaları alfabetik düzen içinde sıralar ve kullanılışlarını inceler(27). Malagalı olup, önce Kahire’de daha sonra da Eyyubîler döneminde Şam’da (28) yerleşen İbnu’l-Baytar (ö. 646/1248)’ın Kitabu’l-Camî li Müfredâtıl-Edviye’sinde de görüldüğü gibi, bu sahada çalışma yapan diğer müellifler de Birunî’nin planından esasta ayrılmamışlardır. İbnü’l-Baytar, tıbbi bitkileri toplamak üzere Suriye ve Anadolu’da birçok seyahatler yapmıştır. O, eserinde eski kitaplardaki eczalarla ilgili bilgileri toplar, bunlara kendi bulduklarını ve şahsi gözlemlerini ekler. Tarihçi İbn Ebi Usaybia (ö. 668/1270) onun yanında öğretim görmüş ve seyahatlerinde ona eşlik etmiştir. XVI. yüzyılda Suriye asıllı Davud el-Antaki (ö. 1009/1599), Kahire’de yerleşmiş ve önemli bir eser meydana getirmiştir. (29) Tezkiratü Uli’l-Elbâp adlı bu kitabında Antakî; Hippocrate, Dioscoride, Galien, Razî ve İbn Sina’nın çalışmalarını inceler; gerektiğinde onları tenkit eder ve eksikliklerini tamamlar. Sonra da eczaları alfabetik sıra ile zikreder ve onların hazırlanış ve kullanılışını gösterir. Ona göre artık Kahire’ de Müslüman hekim çok az bulunmaktadır ve bu sebeple kendisi tabiplerin yetiştirilmesine karar vermiştir. (30)

MATEMATİK VE ASTRONOMİ

Müslüman matematikçiler ve astronomlar önce Grek ve Hintli bilginlerin çalışmalarım tercüme ve şerh ettiler. Orijinal çalışmalarıyla çeşitli problemlerin çözümüne katkılarda bulundular. Geometri alanında, Müslüman bilginler, Euclide’in çalışmalarını ele alarak, onları tamamladılar ve şerh ettiler, İbn Sinâ’nın Şifâ ve İbnü’s-Salt’ın İksar’ında(31) olduğu gibi birçok müellif Euclide’in kitabını sadeleştirdiler. Cebir sahasında ise, onların katkıları, bu ilme yeni bir hız ve yön verdi. Aritmetik alanında onlar, numaralama ve kesirlerle yakından ilgilendiler, rakamları ve sıfırı benimseyip onları tanıttılar. Müslüman bilginlerin Trigonometriye katkıları ise, gerçekten çok değerlidir. Astronomi’de Ptolemee ve Hintli bilginlerin eserlerini tashih ettiler ve bunlara kendi şahsi buluşlarını eklediler. Yaygın bir üne kavuşan gözlem merkezleri kurdular. Müslüman alimlerin Astronomi alanındaki çalışmaları, konuyla ilgili belli başlı Yunan-Süryanî, Îran-Hind eserlerinin tercümesinden sonra, H. III/M. IX. yüzyıllardan itibaren yüksek bir düzeye ulaştı ve politik durumun az veya çok karışık olmasına rağmen, fiilen H. IX/ M. XV. yüzyıla kadar devam etti. Biz bu bölümde, altı asırlık uzun bir zaman süreci içerisinde Matematik ve Astronominin çeşitli dallarında şöhrete ulaşmış olan başlıca bilginleri gözden geçireceğiz.

H. III/M. IX. yüzyılın ilk matematikçisi, Muhammed İbn Musa el-Havarizmî (ö. 232/846)’dır. Havarizmî Matematik, Astronomi ve Coğrafyada seçkin bir bilgindir. Bağdat’ ta yerleşmiş ve Beytü’l- Hikme’ye devam etmiştir. O, el-Kitabu’l-Muhtasar fi Hisabi’l-Cebr ve’l-Mukabele adlı eseri sayesinde tanındı. Cebir, denklemler bilimi haline geldi. Eser,(32) üç bölümden oluşuyor: Birinci bölüm tamamen Cebire tahsis edilmiştir, ikinci bölüm; Cebir ve Geometri arasındaki münasebetleri inceler. Üçüncü bölüm ise, bunları takip eden problemlere ayrılmıştır. El-Havarizmî, Hind’den onlu sistemi ve bundan sonra Arap rakamları diye anılacak olan rakamları almıştır. Aynı zamanda o, sıfırı kullanmış ve hesap yapmanın çeşitli yöntemlerini izah etmiştir. Havarizmî’nin eseri bir referans kitabı olmuş ve Matematiğin gelişmesine büyük etki yapmıştır.

H. III/M. IX. yüzyılın ikinci ünlü matematikçisi, Harran Sâbiilerinden olan Sabit İbn Kurrâ (ö, 288/290) ’dır. Musa oğullarının daveti üzerine Bağdat’a yerleşmiş, alim ve önemli kişilerle sıkı bir münasebet kurmuştur. Sabit İbn Kurrâ, özellikle Geometri ve Astronomi ile ilgilendi. Pythagore’un teoremini genelleştirdi ve Euclide’in beşinci pestulatını izaha çalıştı. O, aynı zamanda, benzer sayılar üzerinde çalıştı ve diferansiyel, entegral hesapları konusunda faydalı katkılarda bulundu.

Bağdatlı Benû Musâ İbn Şakir kardeşler,(33) Kitabu Ma’rifeti Maslahati’l Askâl’ı yazdılar. Benü Musâlar; Muhammed (ö. 259/ 872), Ebu’l-Hasan ve Ahmed olmak üzere üç kardeştirler. Bu üç kardeş, dairenin alanını, çemberle çapın oranını, üçgenin alanını ve diğer bazı geometrik verileri buldular. Daha sonra Nasriddin Tusî bu kitabı şerh etti.

H. IV/M. X. yüzyılda Ebu’l-Vefa el-Buzecânî (ö. 388/998) Kitabu’l-Küttâb’ını yazdı. Ebu’l-Vefâ, Euclide’in Elemanlarını ele alarak geliştirdi, tam ve kesir sayılar üzerinde durdu. Geometride Havarizmî’nin çalışmalarını ele aldı ve onları bir hayli geliştirdi.

Diğer taraftan, H. IV/M. X. yüzyılda Matematik sahasında, Ihvanu’s-Safâ adıyla gizli bir topluluk oluşturmuş olan bir grup alim tarafından da önemli çalışmalar yapıldı. Onlara göre; sayı ve resimlerin, Pisagorcularda olduğu gibi, aynca sembolik bir anlamı vardı. Geometri, sayılar ilminden sonra geliyordu ve öğrencileri fiziksel nesnelerden, ruhî nesnelere, yani erdeme götürüyordu.(34) Muhammed İbn Câbir el-Battanî (ö.317/929) matematikçi ve astronomdur. Sabit İbn Kurrâ’nın akrabası olup, Bağdat’ta yaşayan el-Battanî, yıldızların hareketleriyle ilgili bir kitabın da müellifidir. Ptolémée’nin çalışmalarının bir bölümünü Islâhu’l-Macestî adlı kitabında tashih etmiş, ve Fırat üzerindeki Rakka Rasathanesini yönetmiştir. Matematiği Astronomiye uygulamak suretiyle, trigonometrik çizgileri kullanmış, bir çizelge halinde 0°’den 90°’ye kadar teğet ve zıtları göstermiştir. Kosinüs kanununu formüle etmiş ve bunu yuvarlak üçgene uygulamıştır. (35)

H. V/M. XI. yılında İbn Sina’nın çağdaşı olan ve onunla ilmi yazışmaları bulunan Ebu Reyhan el-Bîruni (ö. 442/1050)’yi görüyoruz. Bîrunî (Afganistan) Gazne’de Sultan Mahmud’un nezdinde bulundu ve Hind seferlerinde ona eşlik etti Şüphesiz o, Tarih, Geometri, Kimya, Fizik, Matematik ve Astronomi alanlarındaki çalışmalarıyla beynelmilel bir alimdir. Astronomi alanındaki Kanunu’l- Mes’ûdî adlı eseri, İbn Sina’nın Tıp sahasındaki Kanun’u kadar meşhurdur. El-Bîrunî bu kitabında, Trigonometri ve Astronominin çeşitli meseleleri üzerine eğilmiş, birçok problemleri çözmüş, sinüs ve tanjantların tablosunu vermiştir. Diğer taraftan o, Havarizmî ve Battani gibi kendinden önceki alimlerin çalışmalarını incelemiş ve gerektiğinde tamamlamıştır.

Ebu’l-Hasan İbnu’l-Heysem (ö. 430/1039) Basra’da doğdu. (36) Matematik, Astronomi ve Fizik sahalarında araştırmalar yaptı. Fatımîlerin daveti üzerine Mısır’a yerleşti ve ölümüne kadar Kahire’de yaşadı. İbnu’l-Heysem’in kitabı, çeşitli ilmi meseleler üzerinde kısa incelemeleri içerir. (37) Euclide’e göre Matematiğin temelleri üzerinde bir inceleme ve Ptolemee ve Euclide’in teorilerini tenkit ettiği optik üzerindeki çalışmasını (Kitabu’I-Menâzir) hemen saymak mümkündür. Burada o, özellikle, eşyanın, aksinin göze geldiği, bunun tersinin yani görmeyi temin eden ışık şualarının göz önünden çıkmakta olmadığını izah etmiştir ki, o zamana kadar bunun aksi kabul edilmekte idi. İbnu’l-Heysem aynı zamanda Cebir ve Astronomi problemleriyle de ilgilenmiştir.

İbnu’l-Heysem’in yaşadığı dönemde Kahire’de bir başka matematikçi ve astronom, Ebu’l-Hasan İbn Yunus (ö. 399/1009) yaşamıştır. O, çalışmalarını, Fatımiler tarafından kurulmuş olan Araştırma Merkezi, Daru’l-Hİkme’de sürdürmüştür. Kahire Rasathanesini yönetmiş ve Halife el-Hâkim (Ö. 411/1020) adına yazdığı ez-Zîcu’l-Hâkimi adlı eserinde Astronomi tablolarını düzenlemiştir.

H. VI/ XII. yüzyılda alim ve şair Ömer Hayyam (ö. 525/1131)’ı hatırlamak gerekir. Hayyam, Horasan’da Nişâbur’da doğdu. Bağdat’a gelerek yerleşti ve Matematik ve Astronomide ün kazandı. Cebirde ikinci, üçüncü ve dördüncü derece denklemleri inceledi ye çözdü. Geometride Euclide’in Elemanlarını tekrar ele aldı ve beşinci postulatı paraleller üzerinde ispatlamaya çalıştı. Cebirden Geometri sahasında faydalandı. Astronomi alanında ise, İsfahan Rasathanesini yönetti. Kesin astronomik tabloları düzenledi ve takvim reformunu gerçekleştirdi.

H. VII/M. XIII. yüzyılda matematikçi ve filozof, bilhassa da Astronomi ile ilgilenmiş olan Nâsirü’d-Din et-Tusî (ö. 672/1274)’yı görüyoruz. Hülâgu’nun Bağdad’ı yakıp yıktığı dönemlerde Meraga Rasathanesini yönetti. Sonra Bağdat’a çekilerek orada öldü. Musa Kâzım’ın yanına gömüldü. Ptolémée’nin sistemini tenkit ederek, başka, bir sistem ortaya koydu, İlhanîlerle birlikte adlandırılan Meraga astronomik tablolarının düzenlenmesinde çalıştı. Matematik sahasında, birçok araştırma mahsulü kitaplar yazdı ki, burada özellikle Kitabu Şekli’l-Kitâ’yı hatırlayabiliriz. Aynca o, trigonometrik fonksiyonları ve düzlem ve sferik üçgenleri çözmek için faydalı esaslar ortaya- koydu.(38) Tusî, Euclide’i yeniden ele alarak, onu çeşitli noktalarda tenkit etti ve o zamana kadar birleşik olan Trigonometri ile Geometriyi birbirinden ayırdı.

H. VIII/M. XIV. yüzyılda Mağrib’de Marakeşli alim Ebu’l-Abbas İbnu’l-Bennâ (ö. 721/1321), Aritmetik sahasındaki çalışmalarıyla kendini gösterir. İbnu’l-Bennâ, İbn Haldun’un da “hesap kaideleri üzerine kısa ve özlü bir çalışma”(39) şeklinde nitelendirdiği, Telhis fi Âmâli’l-Hisab (40) adlı kitabın müellifidir. Aynca o, Tunuslu İbn İshak’ın astronomi çizelgelerini sadeleştiren bir çalışma yaptı, el-Minhâc’ı yazdı. Bu çalışmasında anlattığı işlemleri basite indirgemiş olması dolayısıyla, halk arasında büyük ün kazandı.(41)

H. IX/M. XV. yüzyılda Semerkantlı Gıyaseddin el-Kâşî (ö.832/ 1429) Matematik ve Astronomi alanında müteaddit eserler yazdı. Aynı zamanda o, Uluğ Bey’in idaresinde, Semerkant Rasathanesini yönetti. Risâletul-Muhitiyye adlı eserini yazdı. Bu kitabında kendinden öncekilerin çalışmalarını tenkit ederek, çemberin çevresiyle çapı arasındaki münasebeti daha kesin olarak ortaya koydu. Ayrıca ondalık kesirlerle de ilgilendi.

Yine bu yüzyılda Mağrib’de, Gırnata’nın düşmesinden (1492) az Önce Tunus’a sürülmüş olan, Endülüslü matematikçi Ebu’l-Hasan el-Kalsadî (ö. 891/1486)’yi hatırlamak mümkündür. O, Matematik ve Cebir alanında birçok eserin müellifidir. Bunlar arasında öncelikle onun Keşfu’l-Mahcûb mine’l-İlmi’l-Gubâr ve İbn Bennâ’nın eserine yazdığı şerhi meşhurdur. O, ayrıca, tam, kesir sayılar, bütünlerin çıkarılması ve denklemlerin çözümü üzerinde de çalıştı, ilk defa Cebir sembollerini de o kullandı(42).

FİZİK VE TABİİ BİLİMLER

Fizik ve Tabii bilimler sahasındaki belli başlı Grek eserleri, Müslüman müellifler tarafından tanınmıştı. Özellikle Aristo, Theophraste, İskenderiyeli Heron,(43) Dioskorid, Archimede ve Euclide’inkileri bu arada sayabiliriz. Bazı defa, Bîrunî gibi bir alimin, İbn Sinâ ile yazışmasında olduğu gibi, Aristo’ya karşı çıktığı görülüyordu. Razî ve İbn Sinâ gibi ansiklopediler yazan alimler de Fizik ve Tabii Bilimler sahasındaki çeşitli problemleri ele alıyorlardı. Mesela; Mineroloji, Jeoloji ve Botanik gibi.(44) Diğerleri daha ziyade bir disiplin içinde mutehassıslaşıyorlardı.

Fizik alanında Kitabu’l-Menâzır adlı meşhur eseriyle İbnu’l- Heysem (ö. 430/1039) dikkat çeker. O zamana kadar Euclide’in Optiği esas kabul ediliyordu. Daha önce Huneyn ve Razi, gözü özel bir araştırma konusu olarak ele almışlardı. İbn Heysem ise, Optiği kendi bütünlüğü içinde ilk defa ortaya koyan(45) ve matematiğe dayanarak, onu ayrı bir ilim halinde oluşturan kişidir. O, ışığın hareketi, gölgelerin özellikleri, karanlık oda ve mercekleri inceledi. Onun Kitabu’l-Menâzır’ı yedi bölümden oluşur: Birinci bölüm; genel olarak görme olayını ele alır. İkinci bölüm; ışık ve algılanmasını inceler, üçüncü ve dördüncü bölümler göz yanılmalarını gösterir. Beşinci bölüm, görülmüş imajları, yedinci bölüm ise, saydam yüzeylerden ışığın geçişini izah eder. Daha sonra el-Fârisi (ö. 720/1320) Kitabu’l-Manazir’in bir şerhini yapmıştır.

Mekanikte araştırmalar, makinalar, su ve yel değirmenleri, havuzlar, kaldıraçlarla ilgili oluyordu. Başlıca müellifler olarak Benu Musa Kardeşler, Sabit İbn Kurrâ, el-Cezerî ve el-Hâzinî’yi sayabiliriz. Benû Musa kardeşler Bağdad’da Mekanik kanunları ve basit makinalar üzerinde çalıştılar. Samit, özellikle kaldıraçlarla ilgilendi. Ebu’l-Feth el-Hâzinî (ö.512/ 1118’e doğru) Merv’de Kitabu Mizâni’l-Hikme adlı eserini yazdı. Özellikle ağırlık merkezi ve çeşitli maddelerin yoğunluğu üzerinde durdu. Bu amaçla teraziler konusuyla çokça ilgilendi. O şöyle der: “Terazinin doğruluğu, fizik gözlemlerine ve ispatlara dayanır." (46)

İhvanu’s-Safâ Ansiklopedisi; Mineroloji, Jeoloji ve Botaniğe geniş bir yer ayırır. Bir Risâle tamamıyla Zoolojiye ayrılmıştır. Birçok müellif Botanik ve Agrikültür (Ziraat)’le ilgilenmişlerdir. Nitekim bunlardan ikisinden, İbnu’l-Baytar ve Davudu’l-Antakî’den, daha önce bahsettik. Bunlar yanında Müslüman İspanya’nın bitki ve ağaç Örtüsünü inceleyen Kurtubalı coğrafyacı Ebu Ubeyd el- Bekrî (ö. 487/1094) ve meşhur Kitabu’l-Filâha’yı yazan hemşehrisi Ebu Zekeriya İbn Avvâm (H. VI/M. XII y.y.)’ı hatırlamak gerekir. Coğrafyacı ve seyyahlar, gezdikleri ülkelerin durumları, bitki örtüsü, iklimi ile ilgili gözlemlerini titiz bir biçimde kaydetmişlerdir. Bunlar arasında Doğu’da Acâibü’l-Mahlukât’ın müellifi Kazvini (ö. 682/1283) ve Mağrib’de İbn Cübeyr (ö. 614/1217) ile Rıhla veya Tuhfetu’n-Nuzzâr’ın müellifi İbn Battuta (Ö. 779/1377) sayılabilir.

Razi ve Bîrunî gibi, birçok bilgin, kimya sahasında, Mineroloji ve Farmakoloji ile ilgilendi. Çok sayıda yeni element keşfedildi: Alkol, nitrik asit, sülfürik asit gibi... Günümüz ilim terminolojisi, Müslümanların kullandığı birçok ilmi terimi, hâlâ muhafaza etmektedir: Alambik (imbik), alkali, eliksir (iksir)... Bu dönemde Kimya ile Simyanın, her zaman tam olarak ayrışmadıkları görülür. Nitekim Razî ve Câbir İbn Hayyâm bu görüştedirler. Bunun yanında çok sayıda bilgin, Simyayı reddeder. Bîrunî Kitabu’l ve İbn Haldun Mukaddime adlı eserinde bu konudaki görüşlerini açıkça belirtirler. Nihayet şu hususu belirtmek gerekir ki, Simya; “Altın ve gümüş elde edilmesine imkan veren maddeleri inceler”.(47) Fakat Kimyacı ve Simyacılar aynı zamanda madenlerle ilgilenmişler ve teknik yöntemlerin geliştirilmesine çalışmışlardır: Örnek; Damıtma, katı halden gaz haline geçirme, kireçleştirme... Câbir İbn Hayyâm (ö. ?/ 815)’ın bazı çalışmaları günümüze ulaştı. Kendisi Küfe asıllıdır,Bağdat’ ta yerleşmiş ve İsmâilîlerle münasebette bulunmuştur. (48) İlaç yapımının ise, İslam ilimleri arasında, ne derece önemli bir yeri bulunduğunu daha önce görmüştük.

Bu bölümün sonunda; H. III. yüzyıldan IX. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar uzanan büyük ilmi gelişme döneminin bitiminden itibaren H. IX-XII/M. XV-XIX. yüzyıllar arasında İslam ülkelerinde ilim hareketinin, bir gerileme ve durgunluk içine girdiğini belirtmemiz gerekir. Diğer medeniyetlerle olan ilişki, pratik olarak kesilmiştir. Batı yayılmacılığı ve İslam ülkelerinin içinde bulundukları anarşi, yaratıcı çabaları baltalamıştır. Artık Müslümanlar arasında İlimlerin tekrar gelişmeye başlaması için XIX. yüzyıldaki yeniden uyanış (Kahda) dönemini beklemek gerekecektir. XX. yüzyılda hemen bütün İslam ülkeleri bağımsızlıklarını yeniden kazandılar ve ilmi ve kültürel gelişme programlarını yürürlüğe koydular. Şüphesiz Nobel Fizik ödülünün Pakistanlı Profesör Abdüsselâm’a verilmiş olması, kendi araştırıcı ve bilim adamlarını, günümüz evrensel medeniyeti içerisinde görmeyi amaçlayan İslam dünyasının bütünü için, ilmi uyanışın istikbal vadeden kuvvetli bir işaretidir. Hiç şüphesiz geriye, sayıların giderek artması yönünde sistemli gayretlerle araştırıcıların yüreklendirilmesi ve eğitim-öğretimle, araştırmaya, beklentilerle orantılı maddi-manevi imkanların tahsisi kalmaktadır.(**)

(**) Son yıllarda İslâm Konferansı Teşkilâtı’nın bünyesi içinde ilmi ve teknik araştırmalarla ilgili ünitelerin kurulması sevindirici ve ümit verici bir girişim olarak görülmektedir. (Diyanet Dergisi).

DİPNOTLAR

(*) Chikh Bouamrane tarafından yazılmış olan bu makale "Panorama dela Pensée Islamique (Paris 1981)” adlı kitabın 227-243. sahifeleri arasında yer almaktadır.

(1) İbn Ebi Usaybia, Uyünü’l-Enba, Kahire neşri.

(2) İbnü’n-Nedim, Fihrist, Kahire neşri.

(3) İbn Ebi Usaybia, A.g.e., c. II, s. 46-48.

(4) İbn Kurra, Aynı zamanda Matematik, Astronomi ve Tıp hasasında da eserler telif etti.

(5) İbnü’n-Nedim, A.g.e., s. 265.

(6) İbn Haldun, Mukaddime, Beyrut, 1967, c, III, s. 101.

(7) H. Nasr, Sciences et Savcir en İslam, Fransızcaya çeviren: J. P. Guinhut, Paris, 11979, s. 125.

(8) Daha fazla bilgi edinmek isteyenler; bir kısmı burada dipnotlarda verilen bir kısmı da sonra gösterilecek olan ve tamamı bu makalenin İçinde yer aldığı kitabın 345-346. sahifelerindeki eserlere müracaat edebilirler.

(9) Taberî’nİn kitabı Berlin’de M. Siddlqui tarafından 1928’de neşredildi.

(10) El-Havi 22 cilttir. 1955’te Haydarabat’ta neşredildi; 1279’da Latinceye çevrilerek, İbn Sina’nın el-Kanun fi’t-Tıb’bından önce Ortaçağ üniversitelerinin ders kitabı olarak kullanıldı. Razî’nin bu eserinin kısaltılmış bir neşri Kamil Husayn ve el-Ukbi tarafından 1977’de Kahire’de yayınlandı.

(11) H. Nasr, A.g.e., s. 226 (el-Mucusî, Kitabu’l-Meliki).

(12) Bu eser De Pestilentia adıyla Latinceye çevrilmiş ve neşredilmiş, 1903’te De Koning tarafından tekrar tercüme edilmiştir.

13) El-Arabi Moubachir tarafından Le guide du médecin nomade adıyla Fransızcaya çevrilmiş ve Sindbad yayınları arasında 1980’de Paris’ te neşredilmiştir.

(14) Ebu Ali İbnu’l-Abbas Ortaçağda Holy Abbas olarak adlandırılmıştır,

(15) H. Nasr, A.g.e., s. 229 (İbnu’l-Kıftî, Uyûnu’l-Enbâ). el-Mecusî’nin eseri, Kâmilu’s-Sınâ’a fi’t-Tab, Kahire’de 1932’de neşredildi.

(16) Ortaçağda Abulkasis adıyla tanındı. Onun eseri Latinceye, İbraniceye ve Katalancaya çevrildi ve Avrupa üniversitelerinde okutuldu.

(17) İbn Cülcül, Tabakâtu’l-Etibbâ ve’l-Hukemâ, yayınlayan: Fuad es-Seyyid, Kahire, 1955.

(18) İbn Sina, Batıda Avicenne diye isimlendirilir.

(19) Latinceye Gérara de Crémone tarafından çevrildi. XVII. yüzyıla kadar Avrupa’da Tıp öğretiminin vazgeçilmez kitabı oldu. Vatikan’da 1546’da Arapça olarak da yayınlandı. Arapça en çok kullanılan baskısı 3 cilt halinde Kahire’ de H.1294’te yapılmış olandır. Aynı baskı değiştirilmeksizin Beyrut’ ta da tekrarlandı. Ayr. İbn Sina, Le İivre de Science, 2 c, Fransızca tercüme, Paris, 1956.

(20) Fransızcaya Dr. Jahier ve Prof. Nureddin Abdelkader tarafından çevrilerek “Poème de la Médecine" adı altında Paris, 1956’da neşredildi.

(21) Onun Şerhü Esmâ’i’l-Akakîr’i Kahire’de 1940’ta Max Meyerhof’un Fransızca tercümesiyle birlikte yayınlandı. Diğer eseri Delâletü’l-Hâirîn’in Fransızcaya S. Munk tarafından yapılan tercümesi Paris, 1950’de basılmıştır. [Bu son eser Prof. Dr. Hüseyin Atay’ın Giriş, Notlar ve Arapça-İbranice metinleri karşılaştırıp, İbranice metinleri Arapçaya çevirmesiyle A.Ü. İlahiyat Fakültesi yayınları arasında 1974 yılında Ankara’da yayınlandı. Mütercim.]

(22) Makrizî, Hıtat, c. H, s. 406. XIX. yüzyıl başında M. Gomarta "Description de l’Egipte (c. XVIII, s. 239, 3.baskı)’inde bu hastahaneden bahseder. G. Ebers 1856’da ortadan kalkmış olduğunu belirtir.

(23) İbn Haldun, Mukaddime, III, s. 576.

(24) Bu konuyla ilgili müstakil eserler kaleme alınmıştır. Örnek olarak Abdurrahman Şîrazi (ö. 589/1193 )’nin Nihâyetü’r-Rütbe fî Talebi’l-Hisbe, Kahire, 1946’yı zikredebiliriz.

(25) Davud el-Antakî, Tezkiratü Uli’l-EIbab, Kahire, 1349 H/1930.

(26) Davud el-Tntakii’ye göre bu müellifler içinde en değerlisi İbn Cevle’dir.

(27) El-Bîrunî, Kitabu’s-Saydala Fi’t-Tab Karaşi’de basıldı (1973); Hakim Muhammed Said tarafından İngilizceye çevrildi: Al-Biruni’s Book on Pharmacy and Materia Medica adıyla.

(28) Kitabu’l-Cami li Müfredâtı’l-Edviye, Kahire 1291 H/1874’te basıldı. Latinceye Materia medica adıyla çevrildi. Dr. L. Leclerc tarafından Fransızcaya çevrildi. Paris, 1877-1883.

(20) Tezkiratü Uli’l-Elbâb, Kahire, 1349 H/M. 1930.

(30) El-Mûcez fî Tarihi’t-Tıb ve’s-Saydala, ALESCO tarafından 1978’de Kahire’de neşredildi.

(31) İbn Haldun, Mukaddime, III, s. 1097.

(32) Bu kitap Liber algebri et almuchabahe adıyla Latinceye çevrildi. Fakat bu tercüme Arapça metnin ancak ilk kısmını içeriyordu. Burada 6 denklem ve bunların çözümleri söz konusu edilmekte idi.

(33) Bu kitap Ortaçağ’da Gérard de Crémone tarafından Liber trium fratrium de geometria adı altında çevrildi.

(34) H. Nasr, A.g.e., s. 105-106 (İhvanu’s-Safa, Resâil).

(35) El-Battani’nin eseri Robert de Chester’in Latince çevirisi dolayısıyla Ortaçağ’da tanınıyordu. Aynı zamanda bu eser Rigiomantanus (Johann Müller)’in XV. yüzyıldaki çalışmalarının temelini oluşturuyordu.

(36) Ortaçağ’da Alhazen adıyla meşhurdu.

(37) İbnu’l-Heysem’in birçok küçük risalesi Haydarabat 1358 H/ 1939’da yayınlandı. Onun Kitabu’l-Manâzir adlı eseri Roger Bacon (ö. 1292) tarafından Opticae Thésaurus adıyla Latinceye çevrildi. Ayr. Résumé d’astronomie adlı eseri Latinceden P. Duhem tarafından Le Système du monde adıyla çevrildi. Paris, 1914.

(38) Tusî’nin çalışmaları John Wallis tarafından çevrilerek XVII. yüzyılda yayınlanmıştır. Histoire des mathématiques, Montréal, 1973, c. I, s. 128’de J. Collette’in naklettiğine göre Girolamo saccneri, Tusi’nin çalışmalarını biliyordu.

(39) İbn Haldun, Mukaddime, III, 1094.

(40) Bu eser 1969’da Tunus’ta M. Muhammed SSoussî tarafından yayınlandı.

(41) Bkz. İbn Haldun, A.g.e., 1102.

(42) Kâlsadî’nin Rıhla’sı STD yayınları arasında 1978’de neşredildi.

(43) Onun eserinin bir bölümü (Dn levage des corps pesants) Arapçaya çevrildi. Bu çeviride statik, güçlerin eşitliği, kaldıraçlar konuları işlenir.

(44) Bkz. Daha önce gösterilen el-Havî ve eş-Şifâ adlı eserler.

(45) İbnu’l-Heysem (Alhazen)’in Kitabu’l-Menazir adlı eseri Lâtinceye çevrilmiş ve Roger Bacon ve Kepler gibi Avrupalı bilginler üzerinde geniş etki yapmıştır. Bkz. A. Mieli, La Science arabe, Leiden, 1966, 2. baskı.

(46) Bkz. H. Nasr, A.g.e., s. 194.

(47) İbn Haldun, Mukaddime, 6. bab, 32. bölüm. Simyanın Çürütülmesi.

(48) Câbir İbn Hayyam’ın eserinden bir kısmı Lâtinceye çevrildi Onun La somme de pertection’u 1972’de Fransızcaya çevrildi. Bkz. Faul Kraus’, Jabir İbn. Hayyân, Contribution à l’histoire des idées scientifiques dans i’İslam, Kahire, 1943.

Ayr. Bkz. Jâbir İbn Hayyân, Dix traités d’alchimie, Fransızcaya çeviren: P. Lory, Paris, Sindbad yayınları.

Dipnotlarda gösterilenlerin haricinde bu konuda faydalı olabilecek eserlerden birkaçı :

J. Abdurrazak, Keşfu’r-Rumûz, Alger, 1321 R; Fransızcaya L. Beclere tarafından çevrildi, Paris, 1874.

A. el-Gâfikî Muntahab Kitabı Câmî’l-Müfredât, Kahire, 1940, Max Meyerhof tarafından İngilizceye çevrildi.

A. Chéhadé, İbn al-Nafîs et la déceuverte de la cirulation pulmonaire, Dames, 1955.

S. Hunke, Le seleil d’Allah brîlle sur l’Occident, Fransızca çeviri, Paris’te basıldı. (Bu kitap Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde adıyla Hayrullah Örs tarafından dilimize çevrildi ve İstanbul’da basıldı. Mütercim.)

İbnu’l-Kıfti, Ahbâru’l-Ulemâ, Kahire baskısı.

L. Leclerc-, Histoire de la Médecine, Paris, 1876, C. I-III.

E. Lévi-Provençal, Histooe de l’Espagne musulmane, Paris, 1950-1953, 2. baskı.

M. Neuburger, Geschicte der Medizine, Stuttgart, 1906-1911. 2c.

R. Resemont, Ristoire de la pharmacie, Paris, 1932.

A. P. Youschkévitch, Les Mathematiques arabes, Fransızcaya çev: M. Casenave ve K. Jamicke, Paris, 1976.