Makale

Hz.Peygamberin Hadislerinde Fitne Kavramı Ve Sebepleri

Hz. Peygamberin Hadislerinde Fitne Kavramı ve Sebepleri

Ali ÇELİK
Manisa İl Müftü Yrd.

1957 yılında Kütahya Merkez Ahiler Köyünde doğdu. İlkokulu kendi köyünde bitirdikten sonra 1974/1975 öğretim yılında Kütahya İmam-Hatip Okulunu; 1978/1979 yılında da İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü’nü bitirdi. Diyanet İşleri Başkanlığının çeşitli kademelerinde görev yaptı. 1983-1986 yılla­rı arasında Haseki Eğitim Merkezini bitirdi.

1987 yılında İstanbul İlahiyat Fakültesinde Hadis Anabilim Dalında Yüksek Lisans yaptı. Halen Manisa İl Müftü Yardımcısı olarak görev yapan Ali Çe­lik, aynı zamanda Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Doktora öğrencisi olarak çalışmalarına devam etmektedir.

I — FİTNENİN TARİFİ:

“Fitne” kelimesi, lügatte altın ve gümüşün iyisini kötüsünden ayırt etmek için ateşe atıp eritmek manasına gelen “Fe-te-ne” fii­linden türemiş bir isimdir. Kelime zamanla daha geniş manalar ka­zanarak iptila, tecrübe, imtihan, insanın ateşe atılıp azap edilmesi gibi manalarda kullanılmıştır (1). Aynı zamanda “küfür, her türlü günah, fısk-ı fücur, insanlar arasında vukua gelen ihtilaf, kargaşa, şekavet ve kavgaya da ıtlak olunmuştur” (2).

Kur’an-ı Kerîm’de bu kelime, türemiş şekilleriyle birlikte 60 yerde geçmektedir. Kur’an’da ve hadislerde yukarıdaki manaların dışında günah, sapıtma, delilik, rezalet, insanların birbirini öldür­mesi gibi çok değişik manalarda kullanıldığı, muteber kaynaklarda şahitleriyle birlikte gösterilmiştir (3).

Fitne kelimesi, dilimizde daha ziyade içtimai bozukluk manalarını ifade eder. Arapça aslında mevcut olan bir kısım manalarını ise dilimize geçerken kaybetmiştir. Türkçemizde “belâ, mihnet, sı­kıntı, ayartma, azdırma, fesat, ara bozma, karışıklık, ihtilâl, din­sizlik ve delilik” (4) manalarında kullanılır. Fitne kelimesinin taşıdığı bu çeşitli manalar aslında birbirine çok yakın olup hepsi de de­neme ve imtihan manasında toplanmaktadır.

II — HADİS KİTAPLARINDA FİTNE HADİSLERİ VE ANLATIM TARZI:

Hz. Peygamber (s.a.s.), İslâm toplumu içinde zamanla ortaya çıkacak birlik ve düzeni bozacak bir takım fitnelerden çeşitli vesi­lelerle bahsetmiştir. Söz konusu fitnelerden bazısı, kendisinden son­ra ortaya çıkacak önemli olaylar, diğer bazısı da Kıyamet ve ahir zaman ile ilgili haberler şeklindedir.

Bu hadisler, hadis otoritelerince derlenmiş ve çeşitli bölümler altında hadis kitaplarında toplanmıştır. Kütüb-i sitte müelliflerinden Nesâî hâriç hepsi, tasnif ettikleri hadis kitaplarında “Kitâbu’l-fiten” adı altında bölümler açmışlar ve bu hadislerin büyük bir kısmını burada zikretmişlerdir. Bir kısım hadisler de dağınık olarak değişik bölüm ve bab başlıkları altında nakledilmiştir.

Fitne hadisleri, çok sayıda sahabe tarafından rivayet edilmiş­tir. Özellikle el-Muksirûn (Resulullah’tan binden fazla hadis nakleden sahabe) arasında bu konuda rivayeti bulunmayan yoktur. Ayrıca Resulullah (s.a.s.)’ın Hz. Âişe, Zeyneb binti Cahş, Ümmü Seleme ve Ümmü Habîbe gibi mübarek hanımlarıyla, Hz. Ebû Be­kir, Hz. Ömer, Hz. Ali gibi büyük sahabeler ve Muaz b. Cebel, Ab­dullah b. Mes’ud, Ebû Zer ve Huzeyfe b. el-Yemân gibi sahabenin diğer ileri gelenleri de fitneyi anlatan hadisleri rivayet etmişlerdir.

Anlatımda bazen mücerret ifadeler, bazen soru cevap, zaman zaman da teşbihler yapılarak muhatabın en kolay anlayabileceği bir üslup kullanılmıştır. Bu hadisler bütün sahabeye açıkça söylendiği gibi, kimi zaman da bazı sahabelere bir sır olarak ifade edilmiştir. Huzeyfe b. el-Yemân, ashâb-ı kiram içinde Resulullah’ın sır dostu olarak bilinir (5).

Ortaya çıkacak fitneler, hadislerde bazen "fitne” kelimesinin vakıaya izafetiyle anlatılmış, meselâ: Deccalın fitnesi, dünyanın fitnesi gibi; bazen de “fitne” kelimesi hiç kullanılmadan, olayın hikâye edilmesi şeklinde ifade edilmiştir: Herc, kıyamet alâmetleri gibi. Fitneyi anlatan hadisler genellikle “gelecekte olacak” (6), “Benden sonra ... şeyler göreceksiniz.” (7) gibi dikkat çekici ifadele­rin yanı sıra “Olması yakın...” (8) gibi olayın büyüklüğüne ve şid­detini anlatan cümlelerle başlamakta ve olay hikâye edilmektedir.

III — FİTNEYİ DOĞURAN SEBEPLER:

Fitne, yukarıdaki tariflerden de anlaşılacağı üzere sosyal bir hâdisedir. Bu hâdisenin ortaya çıkması şüphesiz bir takım zahirî sebeplere bağlıdır. Bu sebeplerin taşıdığı özellik bakımından, top­lumda çıkan fitne hâdisesi, ya şiddet kazanır ve yayılır veya ted­bir alınıp önlenir. Onun için fitneyi doğuran sebeplerin bilinmesi çok önemlidir.

Fitneyi doğuran sebeplerin neler olduğunu tespit etmek oldukça zordur. Konuya ilgili hadisler ele alınarak bakıldığı zaman “Fitne” diye isimlendirilen ve özellikle ümmetin dikkatinin çekildiği bazı konulardan bahsedildiği görülür. Hadislerin zahirî manaları, fitnenin doğmasına sebep olabilecek faktörlerin bir kısmının tamamen kul­ların iradesi dışında olup ilâhî iradeye bağlı olduğuna işaret eden, meselâ Güneş’in batıdan doğması, Deccal’ın çıkması gibi… Diğer bir kısmının da kulların iradesi sonucu ortaya çıktığına işaret eden hadisler mevcuttur. Meselâ kadınların fitnesi, malın fitnesi, top­lumda huzursuzlukların baş göstermesi gibi.

Biz burada fitneyi doğuran sebeplerin neler olduğunu tespite ça­lışırken, kulun iradesi sonucu ortaya çıkacak olan fitnelerin sebeple­rini araştıracağız. Yapacağımız bu tespit daha çok genellemeler şeklinde olacaktır.

A) CEHALETİN YAYGINLAŞMASI:

İslâm dini ilme ve öğrenmeye büyük önem vermiş, cehaleti her türlü kötülüğün başında yaymıştır. Allahu Teâlâ Kur’an’da birçok ayette “okuma ve öğrenme” (9) den bahsetmiş, “bilenlerle bilmeyen­lerin eşit olmayacağını” (10) özellikle vurgulamıştır. Resulullah (s.a.s.) de konunun üzerinde bizzat durmuş, ümmetini ilme ve öğ­renmeye teşvik etmiştir (11).

İlmin kalkıp cehaletin hâkim olduğu toplumlar, her türlü kötü­lüğe daha çabuk meylederler. Nihayet sonu gelmez fitneye fesat ortamına hızla sürüklenirler. Ebû Umâme (r.a.)’ nin naklettiği bir ha­diste Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Öyle fitneler olacak ki, o zaman kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlayacaktır. Ancak Allah’ın ilmi vermek suretiyle ihya ettikleri müstesna” (12). Bu hadis de açıkça göstermektedir ki, bilgili insanlar fitnenin kucağına asla düşmeyeceklerdir. Buradaki bil­giden kastedilen mana dinden nasibi almış olmak manasıdır. Şüphe­siz her ilim kutsaldır ancak bu ilim peşin fikirlerle hareket etmeden mutlak hakikati bulma çabasında olursa, gerçek kutsiyetine o za­man eder. Çünkü gerçeği tespit etmiş veya o yönde en azından meşru yolda ilerlemiş demektir. Zira peşin fikirler daima gerekleri gölgele­mekte, yanlış sonuçlara götürmektedir. Bu durum ise ilgin kutsiyetini zedeler. İlmin, fitneyi önleyici faktör olmasının asıl sebebi burada yatmaktadır.

“Cehaletin Yaygınlaşması” hadisesinin kıyamet öncesi ortaya çıkacak bir takım kötülükler arasında zikredilmesi dikkat çekicidir. Çünkü kıyamet yaklaştığı zaman ortaya çıkması haber verilen bir takım fitne ve fesat olayları cehaletler hızla yayılacak sonunda kö­tü insanların topluma egemen olduğu bir zamanda “Kıyamet şerli insanların üzerinde kopacaktır” (13).

Cehaletin fitneyi körükleyici bir hususiyet arz etmesi cahil in­sanların irade bakımından çok zayıf olmaları hasebiyle, çabucak fit­nenin tuzağına düşüvermeleri şu sonucu doğurmuştur: Her türlü fit­nenin en belirgin sebebi C e h a l e t’ tir.

Konu bir başka açıdan ele alınacak olursa şöyle anlaşılabilir: Cehaletin topluma hâkimiyeti o derece büyük yaralar açar ki bu büyüklük, âdeta kıyametin kopması sırasındaki sarsıntı ve dehşeti andırır. Toplumda bu derece menfi etkiler görülen cehalet olgusu en büyük sebebidir.

B) ÂLİMLERİN BOZULMASI:

Âlimlerin çeşitli tutkuları sebebiyle toplumu yanlış yöne sevk etmeleri, toplumda fitnelerin doğmasına sebep olacağı, hadislerde ifade edilmektedir. Âlimlerin ilim ahlâkını çiğneyerek kendi şahsî duygu ve düşüncelerini tatmin etmek İçin ilim adına yorumlara başvurarak yanlış yollara girmelerinin pek çok sebepleri bulunmak­tadır. Bu sebeplerin en önemlilerinden ikisi: Ya yetersiz bilgi sahibi olmaları veya menfaat temin etme hevesine kapılmış olmalarından kaynaklandığı göze çarpmaktadır. Ayrıca, tarafsız ilim yapıyorum, diyerek birtakım değerlerin dışlanması —ki ilmî çalışmada taraf­sızlık korunacaktır ama bunun ölçüsü ifrat dereceye ulaşınca bir takım kabul edilmesi zorunlu değerlerin inkârı söz konusu olabilir— hem âlimi hem de onun meşgalesini verdiği ilmi gölgeleyebilir ve hiçbir pratik değeri kalmayabilir, böylece âlim topluma karşı güve­nini kaybeder.

Bu şekil vasıflara sahip bir kişinin âlim sıfatıyla toplumun önü­ne düşerek önderlik yapması, o toplumun bünyesinde ne derece de­rin yaralar açacağı malumdur. Bu konuyu sevgili peygamberimiz şöyle açıklamaktadır:

Allah ilmi insanlardan söküp almak suretiyle kaldırmaz, bila­kis (içlerindeki âlimlerin canlarını almak suretiyle ilmi kaldırır. Aralarında hiçbir âlim kalmaz da insanlar, cahilleri önderler edi­nirler. Onlara sorular soralar, onlar da bilgisizce fetva verirleri. Böylece hem kendileri sapıtırlar hem de başkalarını saptırırlar” (14).

Hadisimiz, cidden üzerinde derinlemesine düşünülmesini gerek­tiren konulara özellikle işaret etmektedir. Fitnenin ortaya çıktığı bir anda cehaletin yaygınlaşması hadisiyle de ilgi kuracak olursak, top­lumun geleceği demek olan ehl-i ilmin fonksiyonunun hangi düzey­de olması gerekir ki, çıkan fitne bastırılsın veya fitne hiç zuhur et­mesin.

C) İDARECİLERİN BOZULMASI:

İdarenin, kadın ve çocukların eline geçmesi veya mevcut yöne­timin idaresi altındaki insanlara zulmetmesi gibi toplumun huzur ve güvenini sarsan olaylar da fitnenin doğmasına imkân hazırlayan sebeplerdendir. İdare ve idarecilerin bozulması diye tavsif edebile­ceğimiz bu durum, birtakım yanlış uygulamalar, toplum fertle­riyle mevcut yönetimin ters düşmesi, zamanla toplumun değer yar­gılarını sarsıp, bütün müesseselerde çözülmeler meydana getirir. Ni­hayet toplum, hızla fitne ortamına sürükleniverir. Peygamberimizin bu konudaki bir hadisini Enes b. Mâlik şöyle rivayet eder:

“Resulullah (s.a.s.)’a: Ya Resulullah! İyiliği emretmek ve kö­tülükten sakındırmaktan ne zaman vazgeçeriz (terk ederiz)? diye soruldu. Resulullah (s.a.s.): “Sizden önceki ümmetlerde meydana gelen şeyler sizin içinizde de meydana gelince” buyurdu. Bizden önceki ümmetlerde meydana gelen şey nedir dedik? Resulullah (s.a.s.): İdarenin küçüklerinizde zinanın büyükleriniz arasında ve ilmin de küçük ve düşük insanlarınızda olmasıdır,” duyurdu” (15).

D) DİNE BAĞLILIĞIN ZAYIFLAMASI:

Belâ ve musibetlerin gelmesine asıl sebep, insanın yaptığı kötü fiilleridir. Dinin emirleri hafife alınıp, onlara uymaktan uzaklaşıldığı zaman, bin bir çeşit belâ demek olan fitnenin doğması artık kaçı­nılmaz olur. Zahiren amel ediliyor gibi görülse de, amellerde sami­miyetin bulunmaması, gevşekliği meydana getirmektedir. Bu hal çok kere riya ve benzeri kötü ahlâka dönüşerek, çirkin tabloların or­taya çıkmasına neden olmaktadır ki hadislerde bu şekil davranışlar fitne olarak vasıflanmıştır.

Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Dinî bağlılığın zayıflama­sına sebep olan hususlar nelerdir; hangi şeyler dini hayatı zayıflat­maktadır? Tabii böyle bir suale, “şu sebeptir” şeklinde bir ce­vap vermek alelacele bulunmuş bir cevap olacaktır. Konunun deği­şik cephelerden ele alınması gerekir. Belki bir değil birden fazla sebep bulunup bunların beraber mütalaa edilmesi gerekecektir. Fa­kat şurası bir gerçektir ki, fitnenin doğmasına sebep olarak birinci sırada zikrettiğimiz! “C e h â l e t”, diyebiliriz ki bütün olumsuz­lukların, fitnevi hareketlerin temelini oluşturmaktadır. Ondan son­raki diğer sebepler ise artık “cehalet” hadisesini destekleyici mahiyettedir. Bu mantıktan hareketle dini hayatın zayıflamasına neden olan hususların temelinde yine cehalet yatmaktadır.

Konumuz açısından önemli olan, toplum içinde fitne olayının or­taya çıkmasında dini hayatın zayıflaması büyük yer işgal etmekte olduğudur. Toplumun ortak manevî değerleri, dinî kaide ve hüküm­lerine koyduğu ve nihayet toplumun bünyesinde yer eden dini duy­gularla beslenmiş ahlâk ve örf kaidelerinden oluşmaktadır. İçinde “Allah” mefhumu olmayan, bunun hesabı sorulacak” duygusu bu­lunmayan bir “değerler bütünü” düşünürüz, sonra da bu tür değerlere sahip toplumdaki fitne olayını değerlendiririz. Dini hayat demek, belli bir değerler bütünüyle disipline edilmiş hayat demektir.

Ebû Hüreyre (r.a.) şu hadisi nakleder: “Zaman birbirine yak­laşır, kalplere cimrilik atılır, fitneler meydana çıkar ve herç çoğa­lır.” Herç nedir? Ey Allah’ın Resulü dediler. Resulullah (s.a.s.) : “Katldir, (insan öldürmektir)” buyurdu (16). Hadiste geçen “Zaman birbirine yaklaşır” şeklindeki cümlenin değişik yönlerde yorumla­nabileceğini naklederken İbn Hacer el- Askalânî, İbn Battal’ın şu gö­rüşünü de kaydeder: “Bunun manası şöyle olabilir: “Dindarlıklarının zayıflığı bakımından zamanın insanlarının durumlarının birbirine yakın olmasıdır. Halkın çoğunun günahkâr ve fasık olması sebe­biyle, içlerinde iyiliği emreden ve kötülüklerle mücadele eden kimse bulunmaz.” (17)

E) ADALETİN TERK EDİLMESİ:

Toplumda idari mekanizma bozulduktan sonra bu mekanizmanın işleyişi de tabii olarak bozulur ve birtakım kötü sonuçlar doğura­cak uygulamalar başlar. Tercihli muameleler, rüşvet, ihtikâr, aldat­ma gibi revaç bulan kötü ahlak ve hepsinden kötü çeşitli şekillerde kendini gösteren zulüm hâdiseleri peş peşe ortaya çıkar. Artık ada­let tamamen terk edilmiş, Balzac’ın ifadesiyle: “Adâlet, eşek arıla­rının delip geçtiği bal arılarının takılıp kaldığı bir petek” vakıası ortaya çıkmıştır. Adaletsizliğin hâkim olduğu toplumda ise güven ve huzurdan asla söz edilemez.

Abdullah b. Amr b. el-As, rivayet ettiği bir hadiste bu korkunç tabloyu şöyle tasvir eder:

“Resulullah (s.a.s.)’ın etrafında halka olmuş oturuyorduk. Fit­neden bahsetti de şöyle dedi: "İnsanları antlaşmaları bozulmuş, iti­mat ve güvenleri azalmış gördüğünüz zaman —parmaklarını birbi­rine karıştırarak— halleri şöyle karmakarışık olur!” (18)

Hırsızlık suçu işlemesinden dolayı eli kesilmesi gereken bir ka­dının affedilmesi için gelen Üsâme (r.a.) ’ye Peygamberimizin ver­diği şu cevapları konunun anlaşılması açısından son derece önem­lidir. Şöyle buyurur: "Allah’ın koymuş olduğu ceza hakkında mı aracılık ediyorsunuz? Sizden önceki ümmetleri helak eden şey, soy­lu biri hırsızlık yapınca onu bırakmaları, zayıf biri yapınca ona ce­za vermeleridir. Allah’a yemin olsun ki, kızım Fâtıma hırsızlık yap­saydı onun da elini keserdim. (19)

Toplumda fitnenin ilk kıvılcımları, adâletin terk edilmesiyle baş­lar, zamanla genişleyip yayılarak toplumun bütün kesimlerini etkisi altına alır. Toplumların geleceği adâletin uygulandığı sürece parlak, adâletten uzaklaşıldığı sürece de karanlıktır. Zira her biri fitne kav­ramı içinde düşünülebilen yüzlerce kötülüğün çıkmasına zemin ha­zırlanmış demektir.

SONUÇ:

Aslolan fertlerin ve toplumların sulh ve sükûn içinde yaşamala­rıdır. Her insanın farklı yaratılış, duygu ve düşünceye sahip olması ise ilahi takdirin bir eseridir. Cenâb-ı Hakk’ın el- Bârî, el-Hâlik, el- Musavvir esmasının bir tecellisidir. Böyle bir yaratılış farklılığına sahip insanların bir arada nasıl yaşayacakları, bunların kural ve kaideleri de yine Allah tarafından peygamberleri vasıtasıyla insan­lara bildirilmiştir. Artık insanlara düşen, kendisini ve karşısında­kini hak ve ödevler açısından beraber mütalaa etmek, kendileri için peygamberler tarafından tebliğ edilen sulh ve sükûn dolu bir ha­yatın yollarını aramak olacaktır.

Biz bu makalemizde sulh ve sükûnu bozan, toplumu parçalara ayırarak birbirine düşüren ve sonunda hem kendisine hem de için­de yaşadığı topluma zarar veren “fitne” kavramından —hadisi şe­rifler çerçevesinde— bahsettik. Fitnenin doğmasına sebep olan hu­suslar hadislerde nasıl anlatılmış ana başlıklar halinde kısaca sun­duk. Şüphesiz bu sebepler daha da çoğaltılabilir. Ne var ki bunla­rın hemen hepsi birbiriyle iç içe olan konulardır. Biri diğerinden farklı düşünülemez, birbirinin tamamlayıcısı durumundadır. Onun için fit­neyi doğuran sebepleri sıralarken bunları birbirinden kesin çizgiler­le ayırmak imkânsızdır. Fitne olgusu içinde bu sebeplerin hepsi bir arada bulunur.

Bu sebepleri incelerken gördük ki hemen bütün fitnevî hareket­lerin temelinde cehalet yatmaktadır. Kur’an’daki ilk ayetin "Oku!” emriyle başlamasının ve yine İslam’ın en azılı düşmanının "Cahillerin babası” manasına gelen Ebû Cehil lakabıyla lakaplanmasının esprisi de burada yatsa gerektir.

BİBLİYOGRAFYA.

Kur’an-ı Kerîm.

AHMED BİN HANBEL, Müsned, I-VI, İstanbul, 1981, Ofset baskı.

BUHARİ, Muhammed b. İsmail Sahihu Buhari, I-VIII İstanbul, 1981.

DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1984.

EBU DAVUD, Süleyman b. eI-Eş’as es-Sicistâni, Sünen I-IV, Mısır Tarihsiz.

İBN HACER el-Askalani, Fethü’l-Bâri, I-XIII, Beyrut, 1406.

İBN MANZUR, Ebu’l-Fadl Muharnmed b. Necibiddin, Lisanu’I-Arab, I-XX, Beyrut, 1968.

MİRAS, Kamil; NAİM, Ahmed Sahihu Buhari Tecrid-i Sarih Tercemesi, I-XXII, Ankara, 1970.

MÜSLİM bîn Haccac el-Kuşeyri, Sahîhu Müslim, Lübnan.

RAĞIB, Hüseyin b. Muhammed el-İsfehânî, Müfredat fî Garibi’l-Kur’ân 1986, İst.

ÂSIM’ dan

HAYAT DİN’İ

Ölüler dini değil, sen de bilirsin ki bu din,

Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin.

Neye israf edelim bir sürü iknâıyyât?

Hoca, mademki bu din: din-i beşer, din-i hayat,

Beşerin hakka refik olmak için vicdanı,

Beşeriyyetle beraber yürümektir şânı.

Yürümez dersen eğer, rûhu gider İslam’ın;

O yürür, sen yürümezsen, ne olur encamın?

O nasıl kalb, o nasıl azm, o nasıl itmi’nan?

İşte tevfik-ı İlâhiye yürekten inanan;

İşte “lâ havfe aleyhim” (*) diye Kur’an-ı Hakîm, (1)

Bu veli zümreye etmektedir ancak tekrim.

Halik’in nâ-mütenahî adı var, en başı: Hak.

Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak!

Hani, Ashâb-ı Kiram, ayrılalım, derlerken,

Mutlaka “Sûre-i Vel-Asr” ı okurmuş, bu neden?

Çünkü menkûn o büyük sûrede esrâr-ı felah:

Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh,

Sonra hak, sonra sebat. İşte kuzum insanlık.

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.

M. ÂKİF ERSOY

DİPNOTLAR

(1) İbn Manzur, Lisânu’l-arab, XVII, 193-198; Râgıb, el-Müfredât, 558-560.

(2) Miras, Tecrid-i Sarih Terc. XII, 290.

(3) İbn Manzur, a.g.e. göst. yer; İbn Esîr, en-Nihâye, III, 183.

(4) Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, 322.

(5) İbn Hacer, el-İsâbe, I, 317-318.

(6) Buhâri, fiten, 10, 24; Müslim, fiten, 12, 17, 23, 69; Ebû Dâvûd, fiten, 2, 3.

(7) Buhari, fiten, 2.

(8) A.g.e., fiten, 14; Müslim ,fiten, 18, 29, 34, 42.

(9) Alak (96), 1-5; Nisa (4), 113; En’am (6), 91.

(10) Zümer 39, 9.

(11) Buhari, ilim, 19; Müslim, ilim, 15; Ebu Dâvûd, ilim, 1.

(12) İbn Mâce, fiten, 9.

(13) A.g.e. 25; Buhâri, fiten, 5; Müslim, ilim, 5.

(14) Müslim, İlim, 13.

(15) İbn Mâce, fiten, 21. ;

(16) Buhâri, fiten, 25; Müslim, ilim, ll; Ebû Dâvûd, fiten, 1; Tirmizî, zühd, 24; Müsned, II, 233.

(17) İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, XIIII, 12.

(18) Ebû Dâvûd, Melâhim, 17.

(19) Müslim, hudûd, 1.

(*) Nazm-ı Celildeki "Lâ havfim” yerine “Lâ havfe” denilmesinin sebebi Ya’kub kıraatinin gözetilmiş olmasıdır.

(1) Lâ havfün aleyhim: Onlara korku yoktur, demektir. Kur’an-ı Kerim’in ondan fazla ayetinde geçer. İyi Müslümanların sıfatları ve yaptıkları ha­yırlı işler sayıldıktan sonra “onlara ahirette korku yoktur ve onlar üzül­meyeceklerdir” buyurulur.