Makale

HURAFELER VE BATIL İNANÇLAR

HURAFELER VE BATIL İNANÇLAR

Yrd. Doç. Dr. Osman Cilacı
Süleyman Demirel Üniv. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi

Lügatte hurafe "inanılmaz, uydurma, yalan hikâye ve rivayet1’, bâtıl ise; "Boş, beyhude, yalan, çürük"(1) anlamlarına gelir. Bir diğer açıdan bâtıl, ’Temelsiz ve devamsız olmak” anlamındaki "butlân" kökünden türeyen ve Kur’an-ı Kerim’de otuz altı defa geçen önemli terimlerden biridir.(2)
Hurafe ve bâtıl inançların kaynağını insanlık tarihinin başlangıcına kadar götürmek mümkündür.
Büyük ve kitaplı dinlerin hiçbiri, cahiliye devri dinlerinin kalıntılarından kurtulamamışlardır.
Tarih baştan başa peygamberlerin hurafe ve bâtıl inançlarla mücadelelerini bize anlatmaktadır. peygamberlerin öğrettikleri dinin esaslarına sadık olan din bilginleri, her yer ve zamanda bu hurafelerle mücadele etmişler, bunların mukaddes ilâhi dinin talimatına aykırı olduğunu, müminleri küfre ve şirke kadar götürdüğünü anlatmaya çalışmışlardır. Dinler Tarihi’nde bunun pek çok misalleri vardır.
Hurafe ve bâtıl inançlardan Hristiyanlık da nasibini almıştır. Nitekim, bütün hristiyan mezheplerinin kabul ettikleri dini bayramlardan Hz. İsa’nın doğum günü bayramı, en eski âlemşumül müşrik bayramlarından biridir; çünkü Hristiyanlığın ilk üç asrında böyle bir dini bayramın mevcudiyeti bilinmemektedir(3). Ancak Hris- tiyanlık’taki hurafelerin de ardı arası kesilmiş değildir. Nitekim, Güney Fransa’da bir kız çocuğunun 1924 Mayıs ında Hz. Meryem’le görüştüğüne bütün Fransa köylülerinin inandığı ve bu kızın bulunduğu köyün Katolik köylüler için bir ziyaretgâh haline getirildiği yolundaki hurafe, aradan 70 küsür yıl geçmesine rağmen hâlâ yaşamaktadır.
Son yıllarda İsveç’te faaliyette bulunan Engsrandb adlı bir büyücü kadın, bölgesindeki bütün köylüleri kendine hayran bırakmış, hastaları efsunla tedavi ettiğini ileri sürerek bir hayli müşteri toplamayı başarmıştır(4).
Genellikle insanlar yaratılışları gereği, görülmeyen ve bilinmeyen şeylere karşı hep merak duymuşlar, onları bilmek ve tanımak istemişlerdir. İşte bu duygu ve düşünceler bazı kişileri gaybı ve geleceği keşfetme çabalarına itmiştir. Bundan dolayıdır ki her toplumda geleceği bildiğini iddia edenler bulunmuştur. Tarih boyunca, kâhinlik, büyücülük, sihirbazlık, ruhçuluk, falcılık, iskambil veya tarot kağıtlarıyla geleceği görmek vb. isimler altında faaliyet gösteren bu sektör, XXI. yy.a beş kala Astroloji ve Medyum adıyla şimdi karşımızdadır(5).
Modern teknolojinin her geçen gün büyük mesafeler katettiği günümüzde, bu tür safsata simsarlarına inanılmaması, onlara bel bağlanmaması gerekirken, ne yazık ki medyumluk şimdi, bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de elit tabakanın önemle ilgi gösterdiği bir alan haline getirilmeye çalışılmaktadır.
Nereden ve ne zaman dilimize girdiği bilinemeyen "Fala inanma, falsız kalma" sözü, insanın hep geleceği bilmek merakının giderilmesinde bir vasıta olmuştur. Kahve içildikten sonra kapanan fincanın, dini veya mistik özelliği bulunmayan bir pratisyen tarafından okunması, Islâm’a göre değer taşımak bir yana, geleceğe ait verilen haberlere inanmak açısından insanı şirke bile götürmektedir.
Çeşitli kehanet metodlarından falcılık, büyücülük, kâhinlik, spritizm vb. gizli bilimlerin teoloji kadar geçmişinin bulunduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür(6).
Çok geniş ve kapsamlı bir araştırmayı gerektiren bu konuyu bir makale çerçevesinde ana hatlarıyla inceleyerek İslam’ın temel esprisini belirtmeye çalışacağız.
Konuyu, günümüzden başa doğru araştırmaya girişirsek öncelikle "Astroloji"yi açıklamak gerekecektir.
Astroloji, "Şahısların, grupların veya milletlerin yazgılarını önceden haber vermek amacıyla gezegenlerin ve yıldızların dünya olayları üzerindeki etkisini yorumlama işidir"(7). Bu tariften de anlaşılacağı üzere Astroloji, birtakım vasıtalarla gelecekten haber vermek işleminin günümüzdeki adı olmaktadır. Astroloji’nin yaklaşık M.Ö. 3000 yılları civarında Mezopotamya’da ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. Bununla beraber çeşitli Hristiyan konsillerinde Astrolojinin lânetlendiği (8), bunun, yıldızların tesirine inanılarak Allah’tan başkasından yardım istenildiği gerekçesiyle^) hem Hristiyan, hem de Müslümanlarca pek olumlu karşılanmadığı da bilinmektedir.
Batı dünyasında Astrolojiden önce kahinlik, falcılık ve büyücülük aynı faaliyetin değişik isimlerdeki görüntüleridir.
İnsanların geleceğine ait haber vermek, yorum yapmak pratiğinin günümüzdeki uygulayıcılarından biri olan Medyum, "Görünüşe göre sahip olduğu tabiatüstü kuvvetler sayesinde, ruhlardan haber alma gücüne sahip olan şahıs"tır(10).
Yapılan araştırmalar eski putperest toplumlarda astronomi ve astroloji kelimelerinin eşanlamlı olduğunu, aynı mana ve fonksiyon çerçevesinde mütalaa edildiğini göstermektedir. Tabiat kanunları vaya bilinen algı, duyum, akla vurma yollarıyla açıklanamayan olayları inceleyen parapsikoloji de, astroloji ile bazı noktalarda paralellik arzetmektedir.
Astroloji ye karşı Batı ülkelerinde, özellikle Amerika’da ciddi bir şekilde cephe alınırken, ne gariptir ki ülkemizde, gazete, dergi, radyo, televizyon ve diğer medya vasıtalarıyla topyekun halkımız ona ilgi duymaya ve ilim adına uydurdukları palavralara inanmaya çağrılmaktadır. 1975 Eylülünde Amerika’da, içinde Nobel Ödülü de almış bulunan 186 bilim adamı "Astroloji’nin, dünyanın birçok yerinde giderek daha iyi karşılanmasından endişe duyduklarını, Astrologların özel veya genel olarak yaptıkları kehanetlerin, verdikleri öğütlerin şartsız olarak kabul edilmesi tehlikesine karşı kamuoyunu uyarmak için" bildiri yayınlamışlardan). Ülkemizde ise bu konuda halkımızı, din görevlileri ve ilâhiyatçılardan başka ciddi bir şekilde uyaran uzmanlara az da olsa rastlanmadadır. Halbuki bu problem, bütün bir milleti ilgilendirmektedir. Şimdiden ciddi önlem alınmazsa, yalnız gençlerimiz değil, yetişkinlerimiz de bu tehlikeden kendilerini kurtaramayacaklardır.
İslam’a göre gelecekten haber vermek yetkisi sadece Allah’ın indindedir; Peygamberler bile ancak Allah’ın izni ölçüsünde gaybtan haber verebilirler. Hal böyle iken, kendilerini Astrolog diye tanıtan bazı falcı ve medyumların, acaip kılık kıyafetleriyle, dumanlı, buğulu ve gizemli mekânlarda, birtakım karışık sözlerle, sağlam inanç sahibi olmayan Dazı saf insanları aldattıkları müşahade edilmektedir. Günün şartlarına göre modern bir yapıya bürünen medyum ve astrologlar 900’lü telefonlarla âdeta en mahrem odalarımıza kadar girmiş bulunuyorlar. Gelecekten haber verme yetkisinin Allah’tan başkasında olmadığına inananlar için, çeşitli isimler altında boy gösteren bu palavracıların sözlerine değer vermek düşünülemez. Ancak bu konuda ilgililere ve hepimize düşen görev, öncelikle halkımızı doğru ve sağlam İslam bilgisiyle donatmak olmalıdır. Böylece insanımızın hem rûhi bunalıma, hem de falcı, büyücü ve medyumların tuzağına düşmeleri önlenmiş olacaktır.
Falcı, medyum, sihirbaz, astrolog vb. inanmayı sadece İslam yasaklamamış, İslam’dan önceki Yahudi ve Hristiyanların kutsal kitabı da aynı yasaklamayı getirmiştir. Nitekim bu konuda Tevrat’ta şu cümleler geçmektedir:
"Aranızda oğlunu kızını ateşten geçiren, yahut falcı, yahut sihirbaz, yahut efsuncu, yahut büyücü, yahut cinci, yahut bakıcı, yahut ölülere danışan bulunmayacak. Çünkü bu şeyleri yapan adam Rabbe mekruhtur ve Allah’ın Rab, bu mekruh şeylerden dolayı onları senin önünden kovuyor"(12).
Gazetelerde her gün yayınlanan ve biri diğerinin aylar önce yayınlanmışının aynısı olan burç falları da hurafe ve bâtıl inancın diğer bir tezahürüdür. Oniki burçtan oluşan bu fal listeleri de hep geleceğe ait hoş, tatlı uyarılar ve boş sözler ihtiva etmekte, insanımızın ümidini ve hayata bağlılığını yanlış yönde şartlandırmak suretiyle tüketmektedir.
Bir bakıma "gaybtan haber verme"nin başka bir görüntüsü olan günümüzdeki benzer faaliyetler de Islâm ve Batı kültürlerinde birbirine çok yakın şekilde değerlendirilmiştir (13).
Kur’an-ı Kerim’de gayb kelimesinin geçtiği ayetler(14) incelendiğinde şu sonuçlara ulaşmak mümkündür:
1- Gayba iman mü-ı minlere farzdır.
2- Gayb, Allah’ın bilgisi dahilindedir.
3- Peygamberler ancak kendilerine verilen kadar gayb bilgisine sahiptirler.
4- İnsanlar ve cinler gaybı bilmezler.
5- Her mümin, iyice bilmediği bir şeyin peşine düşmekten sakınmalıdır.
Aynı şekilde gaybla ilgili açıklamaların geçtiği hadis-i şerifler(15) incelendiğinde şu neticeler elde edilebilir:
1- Gaybın bilgisi yalnız Allah’a aittir.
2- İstikbale ait yorumlarda bulunmak müminin imanını yok eder.
3- Kehanet yasaktır; bununla uğraşmak câhiliyye âdetlerin- dendir.
4- İstikbale ait haber verdiğini iddia edenler yalancıdır.
İnsanlık tarihi kadar eski olan hurafe ve bâtıl inançlar
dan bugün toplumumuzda hâlâ yaşayanlardan bazısı bize başka dinlerden geçmiştir. "13" rakamının uğursuz sayılması, Kudüs’ün müslümanlar tarafından ayın 13’ünde fethe- dilmesinden; Salı gününün uğursuz sayılması da, İstanbul’un Türkler tarafından salı günü fethedilmesinin, hristi- yanlarca uğursuz sayılarak bize de böyle intikalinden kay- naklanmaktadır(16).
Gerek Kur’an-ı Kerim, gerek Hadis-i Şerifler müslümanları her türlü hurafe ve bâtıla inanmaktan daima sakındırmıştır. Nitekim, baykuş ötüşünün uğursuzluğu, elden ele sabun ve makas verilmemesi, Feni- keliler’den geçen türbelere mum yakılması, adak adanması, türbe pencereleriyle bazı ağaçlara bez bağlanması, Hristiyanlık’ta yaygın olan şirinlik muskaları (nüsha) yaptırılması, iki bayram arasında nikâh kıyılmaması, kapı eşiğine nal çakılması, kurşun ve bakla dökülmesi, remil atılması, fala bakılarak gelecekten haber verilmesi, kabirlere kurban adanması, göz boncuğu takılması vb. hemen ilk anda akla gelen ve maalesef hâlâ yaşayan hurafelerden sadece birkaçıdır. Bu ve benzeri hurafelerden bizi sakındıran Hz. Peygamber (S.A.S.) Efendimiz "Her kim bir müneccim veya kâhine müracaat ederse Mu- hammed’e indirilene küfretmiş olur"(17) buyurmuşlardır.
Muska yazan bazı pratisyenlerin faaliyetlerine delil olarak gösterdikleri, "Biz Kur’an’dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. 0, zalimlerin ise sadece kaybını arttırır"(18) ayetinin bu konu ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu ayetler Kur’an-ı Mübin’in iman sahipleri için bir şifa kaynağı, bir ilahi rahmet olduğunu, inkâr edenler için de bir helâk sebebi bulunduğunu açıklamaktadır (19).
Bu ayeti yanlış yorumlamaktan dolayı hayatlarını muska yazarak, fal bakarak ve büyü yaparak geçirenlerin sonu hep hüsran olmuş, hemen hepsi, feci hastalıklar ve fakirlik içinde ölüp gitmişlerdir.
İslam hiçbir zaman, yasakladığı bu faaliyetlerin geçim kaynağı yapılarak meslek haline getirilmesine izin vermemiştir. Ayet-i kerime ve hadisi şeriflerden çıkarılan genel manayı, "sihir öğrenmenin, onun ameli sahada uygulamanın küfür olduğu" şeklinde özetlemek mümkündür. Nitekim Diyanet işleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kuruluda 27.01.1987 tarih ve 93 sayılı kararıyla, "Islâm Dini sihrin varlığını inkâr etmemiş, fakat tevhid inancına zarar verdiği, kontrolü mümkün olmadığı ve genellikle kötüye kullanıldığı için yasaklamıştır1’ hükmünü vermiştir. Müslümanla- ra, cin ve şeytan çarpmasından, sihir ve büyünün tesirlerinden kurtulmak için devamlı olarak Felak ve Nas (Muavvi- zeteyn) surelerini okumaları tavsiye edilmiştir.
Kur’an-ı Kerim, hak ve bâtılın ayırdedici özelliklerini zikrederken, hurafeyi yani bâtılı, yok olup gitme anlamında "köpük" şeklinde nitelendirmiştir. İşte bugün falcı, büyücü, medyum, sihirbaz ve astrolog adı ile ortaya çıkanların geleceğe dair verdikleri bilgilere inanmakda köpük gibi uçup gideceği için, yok olmaya mahkumdur.
Günümüz insanının ruhî ve bedenî bünyesini tehdit eden en büyük etkilerin başında stres gelmektedir. Stres veya buhran geçiren insan, gerçeği Hak Din in nurlu ışığında bulacağı ve şifaya kavuşacağı yerde, çareyi büyücü, medyum veya astrologların aldatıcı, gizemli sözlerinde, yani yanlış adreste aramakta, böylece büsbütün iyileşmez hale düşmektedir. Bazı nesnelerde uğur veya uğursuzluk bulunduğuna inanarak muska, maskot veya benzeri şeyleri üzerlerinde taşıyanlar, bilmeyerek de olsa, ilkel din diye takdim edilen Fetişizm in izleyiciliğini yapmaktadırlar. Bu nesneleri taşıyanlar, çeşitli hastalıklardan, bela ve kazalardan korunacaklarına boş yere inanıyor- lar(20). Bazı insanlar güya kendilerine güven duygusu verecek hoş sözler duyabilmek için işte bu medyumlara falcılara koşuyorlar. Onlar vasıtasıyla şifaya kavuşmak istiyorlar. Ancak şifayı yanlış adreste aradıklarının farkında olmuyorlar. Birtakım yayın araçlarıyla toplumun bu tür safsata tâcirlerine yönlendirilmesi, insan bilimleriyle uğraşan uzmanları ciddi bir şekilde endişeye sevketmektedir. Ülkemizde de olayın vahametini gören bilim adamlarımız, sosyologlarımız çok şükür ki yok değildir.
istikbalde neler olacağını öğrenme merakının temelinde eğitim-öğretim yetersizliğinin yanısıra, hatta ondan daha büyük ölçüde inanç zayıflığı yatmaktadır. Akılcı bir şekilde düşünülürse, imanı bütün, kendine güveni tam olan insanların, hayatlarında karşılaşacakları, problemler ve belirsizlikler sabır, metanet, inanç, tevekkül gibi İslam’ın ruhunda mevcut olan güzel hasletlerle belli bir zaman dilimine yayılarak giderilebilir. Nitekim psikiyatristle- re göre insanların realist dünyada karşılaştıkları problemler, onları "hayal dünyası’na itmekte, böylece zamanla gerçek hayattan büsbütün uzaklaşmalarına sebep olmaktadır.

(1) Büyük Larousse, 1st. 1986, III,
1985; Feri d Devellioğlu, OsmanlIca Türkçe Sözlük, Ank. 1970.
(2) Mü’min, 78; Fuss ilet, 42; Bakara, 264; Ahi Imran, 191; Lokman, 20; Şuarâ, 23; Mü’min, 5; Fta’d, 17; Isra, 81; Nisa, 29; Sâd, 27; Sebe, 49; Ankebut, 25.
(3) Abdulkadir İnan, Huralelerve Menşeleri, Ank. 1962, s.3-41.
(4) Hürriyet Gazetesi, 10 Ağustos 1989.
(5) Altıncı Duyu ve Ötesi, (Miiiyet Yayınları) 1st. 1986, s.79.
(6) Mehmet Usta, Ruhçuluk Nedir, 1st. 1986, s.67.
(7) Suzel Fuzeau-Braesch, Astroloji, Çev. M. Cansever, O. Taşkent, 1st. 1995, s.5 vd.
(8) Ana Britannica, 1st. 1986, II, 415.
(9) Ibn Haldun, Mukaddime, Çev. Z. Kadiri Ugan, 1st. 1955, III, 17.
(10) Büyük Türk Sözlüğü, 1st. 1969.
(11) Geniş bilgi için bkz. Suzel Fuzeau-Braesch, a.g.e., s.92 vd.
(12) Tesniye, XVIII, 10-12.
(13) Halis Albayrak, Kur’an’da Gayb ve İnsan İlişkisi, 1st. 1993, s.23.
(14) Bakara, 3; En’am, 59; Yunus, 20; Nahl, 77; Fâtır, 18; Mülk, 12; Lokman, 34; Cinn, 26; Hud, 123; Kehl, 26; Furkan, 6; Nemi, 65;
Sebe, 48.
(15) Fliyazu’s-Sâlihin Tercümesi, Ank. 1963, III, 220; Sahih-i Müsiim, Kitabu’s-Selam, IX, 668-680.
(16) Geniş bilgi için bkz. Hikmet Tanyu, Ankara ve Çevresinde Adak ve adak Yerleri, Ank. 1967; Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ank. 1968.
(17) Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercemesi, 1st. 1977,1, 375.
(18) Isra, 82.
(19) Ö. Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meal-i Alisi, 1st. 1963, IV, 1905.
(20) Kemalettin Erdil, Yaşayan Hurafeler, Ank. 1991, s.19.