Makale

İslami Hayatın Dört Temeli: İlim, İman, Amel ve İhlas

İslâmî Hayatın Dört Temeli: İlim, İman, Amel ve İhlas

Âdem oğlunun, insan-ı kâmil denen mertebeye ulaşması için dört fazîleti elde etmesi lâzımdır.
Bu faziletlerin başında ilim gelir, ilim, bir insanın dünya ve âhiretini ma’mur edecek olan vesilelerin ilkidir. İlim, çocuğa telkin suretiyle verilen bilgiden başlar ve ölünceye kadar devam eder. İnsan olarak hiçbir kimse bundan müstağni kalamaz. Faydaya koşup, zarardan sakınmakla, yani hayatını kurtarmakla başlayan bu bilgi, muhitinin sessiz zorlamasıyla, yani bir manevî baskı ile her gün biraz daha artar ve okuyup yazma suretiyle ilerler.
Umumî kültür için orta tahsil tamamlandıktan sonra ihtisas ilimleri başlar ve bilgili olduğu ilim sahasında son mertebeyi bulur. Şayet bu zirveye ulaştıktan sonra okumayı bırakırsa, günden güne edindiği malûmat yıprar, eskir. Yeni bilgilerle eskiler takviye edilmediği için kıymeti düşer ve sonunda unutulur.
Şurada hocamdan işttiğim bir hatırayı, rahmete vesile olur ümidiyle söylemek isterim.
"Dersiamlardan Reisü’l-ulemâ olan Tikveşli Yusuf Efendiye bir gün "bina"dan bir sual sorarlar. Cevap beklerken, müşaru’n-ileyh der ki, İlmiyede üç "kaf" vardır, -bu harf yeni alfabede yoktur- biri okuduk, İkincisi okuttuk, üçüncüsü de unuttuk kelimelerindeki "kaf"lardır. Bütün ilimler, bütün san’atlar, bütün güzel san’atlar temrin ve mümarese, ta’lim ve tekrar yoluyla işlenmezse unutulmaya mahkûmdur. Bu cezayı, yani unutulma cezasını ise yalnız bilginin sahibi değil, bütün cemiyet beraber çeker."
ilim tahakkuk edince iman başlar. Bu iman, önce ilme istinad eder. Hâce-i kâinat Hz. Peygamber Efendimizi allâmu’l-ğuyûb Cenab-ı Kibriya Cebrail vasıtasiyle ta’lim buyurmuştur. Kendileri mu’cizelerinden olan ümmî sıfatını yani okuyup yazma melekesini hâiz bulunmadıkları halde, kendilerine evvelîn ve âhirin ilmi verilmiştir. Bir mevhibe-i Hak’dır. Bütün beşeriyetin saadetini tekeffül eden Kur’an-ı Kerim "oku!" emriyle inmeye başlamıştır.
İman inanmaktır, insan oğlu aklıyla ve beş hissiyle elde ettiği bilgileri tecrübelerle de kuvvetlendirir ve inanca kalbeder. Artık öğrendiğine inanmış olan bir adamın bilgilerini hayat sahasına getirmesi, yani tatbik etmesi lâzımdır.
Bütün dinî emirleri bilmek ve onlara inanmak, amel sahasına geçmedikçe şahsı için bir kıymet ifade etmezler, ilmin ve imanın semere vermesi ancak amelle mümkündür. Demek ki ilimden gâye ameldir. O halde herkesin muvaffak olabilmesi gayeye vüsûl ile mümkündür, o da amelle elde edilir.
Marangozluğu öğrenen bir adam, eserini ortaya koymazsa, yani i’mâl etmezse, onun marangozluk bilgisi ve san’atına olan inancı ne kendisine, ne de cemiyete fayda temin eder. Yani amel olmazsa, ilimden fayda beklenemez.
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz bir dualarında:
"Yâ Rabbi! fayda vermeyen ilimden, dergâh-ı izzetinde kabul olunmayacak amelden ve müste- cab olmayacak duadan sana sığınırım" buyurmuşlardır.
ilme inandıktan ve onun tatbik ettikten sonra kemâl-i beşer tahakkuk etmek için bir de ihlâs lâzımdır.
ihlâs, bir işi hiçbir menfaat düşünmeksizin hayr-ı a’lâ için, Hakk’ın rızası için yapmış olmaktır. Bu olmazsa, amel kemâlini bulmaz, ruh ve nefis terbiyesi yapılmış olmaz, insan-ı kâmil olmak vasfını kazanamaz.
iman, dünyada maddî, mânevî varlıklar arasında baha biçilmez bir cevherdir. Amel-i sâlih, onu ihlâs ile tıraşîde bir hale getirerek, arş-ı a’lâya çıkarır.