Makale

2000’ e 5 kala Pişmiş tavuğun başına gelmedi horozların başına gelenler...

2000’ e 5 kala
Pişmiş tavuğun başına gelmedi horozların başına
gelenler...


Gaffar Tetik
Süreli Yayınlar Şubesi Müdürü

Hiç unutmam, daha 7-8 yaşlarında küçük bir çocukken, büyüklerimizin "Hıdrellez" dedikleri bir geceyi ve gündüzü yaşardık. Akşamları, yemyeşil orman içindeki şipşirin köyümüz olan Adapazarı-Meşeli Köyü’nün dar sokaklarında ve geniş alanlarında ateşler yakar, üzerinden atlardık. Bugün olduğu gibi elektrik yoktu o zaman. Tenekeden yapılmış dip kısmı geniş, üst kısmı dar "Karagaz" dediğimiz bir aydınlatma aracı vardı. İçine "gaz" doldurulur; adına "fitil" dediğimiz bir bez parçası koyar, ellerimizle sivrilttiğimiz ucunu "Karagaz"ın dar olan ucundan dışarı çıkarır öyle yakardık. Gazla ıslanan bez parçası isli isli yanar, odaya loş ve gaz kokan bir ışık saçardı.
Hali vakti biraz yerinde olanlar da yeni çıkan ve yine gazla yanan; dip kısmı camdan yapılmış, üzerinde orta kısmı geniş, üst kısmı dar, "şişeli lamba" kullanırlardı. Fitili de fabrika yapımıydı. Yan tarafındaki küçük tırtıllı kolundan ışığı fazlalaştırılıp, kısılırdı. Hani o:
"Lambada şişesiz yanmaz mı, Gülüm bana yar bulunmaz mı?" diye türkülere konu olan lamba ve şişesi. O, odayı biraz daha fazla aydınlatır, "Karagaz" gibi fazla is ve koku da yapmazdı.
"Karagaz"ların ve "şişeli lambaların çıkardıkları titrek ışıklar, evlerin dar pencere camlarında kırılır, sanki gökteki yıldızlar gibi düşüp sönüverecekmişçesine bir duygu verirdi insana.
İşte evlerin camlarında titreyen ışıklar arasında yakılan bu "Hıdrellez" ateşleri bambaşka bir manzara arzeder; çok değişik bir ruh haline götürürdü insanları kadını-erkeği, büyüğü- küçüğüyle. Çünkü bu "Hıdrellez" ateşlerinin üzerinden atlayanların ömürleri uzun, hayatları bereketli olurmuş; fakirlikten kurtulurlarmış.
O günün akşamı ile yatsı ezanları arasındaki zamanda, evimizdeki kişi adedi kadar ısırgan otu keser, "Bu babamın, bu annemin, bu benim, bu ablamın, bu ağabeyimin" diyerek içimizden hangi ısırgan otunun kime ait olduğunu tutar, evin çatısını örten kiremitlerin üzerine koyardık. Sabahleyin erkenden kalkıp bakar, kendimize göre hangisi sönmüş (diriliğini kaybetmiş) ise, o sene içinde onun en önce öleceğine inanırdık.
Yatsı ezanından sonra küçük çocuklar elbiselerini çıkarmış olarak evin etrafında yedi kere döner, her dönüşte de "Cadı karı, cadı karı! Yarın beni görmeden yiyip içme" diye bağırırdık. Çünkü çocukları çalıp iğneli fıçıya atarak onların kanlarını içen "Cadı Karılar varmış. Onlar geceleri dışarı çıkamayıp gündüzleri yaparlarmış bu işleri. "Hıdrellez" gecesi evin etrafında yedi kere dönüp yedi kere de böyle seslenen çocuğu arayıp bulmadan ve onu görmeden de bir şey yiyemez ve içemezmiş. Böyle olunca da açlıktan-susuzluktan ölürmüş.
Hatta çok güzel hatırlarım bir "Hıdrellez" gecesi ben de aynı şeyi yapmıştım da, "Cadı Karı" beni bulamasın diye gece yarısı rahmetli babacığımla birlikte, köyümüze yaya olarak dört saat uzaklıktaki "Kayacık Deresi"ne olta ile balık avlamaya gitmiştik. Gündüz orada balık avlayıp vakit geçirmiş; gecenin o zifiri karanlığında, çakal ve tilki sesleriyle ürpererek, ormanların arasından geçip köyümüze gelmiştik.
Babam, bana bir zarar gelmesin diye sol eliyle omuzumdan tutuyor, sağ elindeki tek kırma tüfekle de arasıra yukarıya doğru ateş ediyordu. Sonraki günler hep evdeydim ama, o "Cadı Karı" beni bir türlü bulamadı.
Salı günü çamaşır yıkanmaz, "Salı Sallanır"; pazar günü iş yapılmaz, "Pazar, gavurlar azar" denirdi.
Geceleri küçük çocuklar yıkanmaz, çok mecbur kalınıp yıkanılırsa, suyu, çocuk çarpılır diye dışarı atılmaz; suyun içine üç adet köz atılır, su kabı olan ıhlamur ağacından yapılmış teknenin üzerine uzun demir konur ve o su sabaha kadar bekletilirdi. Tırnak kesilmez, temizlik yapılmazdı.
Sakız çiğnemek mi? Ne mümkün? Gece sakız çiğneyen ölü eti yemiş olurdu. Erkekler sakız çiğnerse, bıyıkları dik çıkardı.
Köpek havlaması uğursuzluk, gece bir eve yakın yerde "Puhu Kuşu"nun ötmesi, o eve ölüm getirirdi.
Her taraf cin-peri kaynar, cinler kadınlarla evlenir, koyun-keçi şekline girerlerdi. Erkekleri peşlerine takar, dağa-taşa "Abacı’nın Değirmenine götürürlerdi.
Hafızlık yaptığım İSTANBUL- Taşlıtarla Dörtyol Hacı Fahri KİĞILI Kur’an Kursu’nda öğrenciyken bir gün gittiğim Eyüp Sultan Türbesi’nin kapısına, bir-kaç kız ile bir-kaç erkeğin küçük taş parçalarını yapıştırdıklarını gördüm. Küçük taş parçasını önce aşağı yukarı hızlı hızlı sürttü, sonra bıraktı. Sürtmekten doğan elektriklenmeden dolayı taşın bir-iki saniye düşmediğini gören kız haykırdı: "Yaşasın, benim Ford Mustang geliyor".
Yine bir Cuma günü aynı camide Cuma Namazını kılıp çıktığımda iki kadın gelip bir ihtiyara ellerindeki kilidi, kulpundan iple bağlı olan anahtarla açtırdılar. Daha o zamandan beri olayları takip etme konusunda biraz meraklıyımdır. Yanlarına gidip sebebini sordum, kadınlar söylemedi de ihtiyar; "Kızların kısmetini açmak için" dedi.
Eee böyle cinlerle-perilerle evlenenler olur da, bunları bu cin- lerden-perilerden kurtaranlar olmaz mı? Onlar zaten piyasada: Üfürükçüler, muskacılar... Hani çokta kanaatkar insanlar. Fazla birşey istemiyorlar hasta sahiplerinden: Yapacakları ilaçlar için tereyağı, bal, kara tavuk... Eh, biraz daha kanaatkarları koyun, keçi, dana veya o günün beyninde bir dönüm tarla parası olan 50 lira...
Peki bundan 40 yıl önce böyleydi de bugün nasıl acaba?
Kalkıp "Hacı Bayram-ı Veli"
türbesine gittik bunun araştırmasını yapmak için. Türbenin içi kalabalık. Kadınlı-erkekli insanlar Hacı Bayram-ı Veli’nin tür-1 besinin baş ve yan tarafına! durmuşlar dua ediyorlar. Ne geçiriyorlar içlerinden? Ne istiyorlar? Dua edip çıkanlara sorduk. Genellikle sorular ve cevaplar şu şekilde gelişip devam etti:

Nebahat YERİŞ (Ev hanımı)
Hanımefendi, sizinle kısa bir söyleşi yapabilir miyiz?
Siz hangi gazetedensiniz?
Diyanet Aylık Dergisi’nden.
Eveet, biliyorum! Her ay okuyorum.
Nasıl, beğeniyor musunuz bizim dergimizi?
Çok güzel. Dini konularda bize çok faydalı oluyor. Çekinmeden, rahatlıkla okuyoruz.
Sağolun efendim. İşte o dergi için yapacağız sizinle bu kısa söyleşiyi. Çekinmenize gerek yok. Bize yardımcı olabilir misiniz Lütfen?
(Yine de tedirgin)
Oluur...
■ Efendim, neden ziyaret ettiniz burasını? Yani ne istediniz Hacı Bayram-ı Veli’den?
Zenginlik mi? Çocuk mu?
Veya başka birşey mi?
Hacı Bayram-ı Veli Allah’ın çok sevgili kuludur. Ben çocuklarımın sağlığını, sıhhatini, geleceklerinin iyi olmasını istedim.
Peki, bir insandan böyle şeyler istemek doğru mu?
Doğru değil.
Neden istiyorsunuz öyleyse?
Bu zat Allah’ın büyük bir kulu olduğu için biz onu Allah’a ricacı olarak gönderiyoruz.
Aysel BOZKURT (Van PTT’si abonman servisinde çalışıyor)
Ben Ankara’ya gezmeye geldim. Gelmişken burasını da ziyaret edeyim dedim. Allah’ın böyle Veli kullarından öbür dünyada bize şefaatçi olmalarını istiyoruz.
Hastalıklarımıza şifa olsun; kaza- dan-beladan korunalım, çocuklarımız sağlıklı büyüsün, gelecekleri iyi olsun... işte böyle şeyler için dua ettim.
Veli de olsa bir insandan böyle şeyler istemek doğru mu?
Doğru değil ama böyle zatları Allah ile arada ricacı olarak görüyoruz.
Şener ERGÜLEÇ (Çankaya-Ankara)
Böyle iyi insanların yüzü-suyu hürmetine yaşıyoruz. Buralara gelince huzur buluyoruz. Allah’tan sağlık, sıhhat, birlik- beraberlik; çocuklarımızın evlenmesi, geleceklerinin iyi olması; iş bulabilmeleri, yuvalarını kurabilmeleri... İşte bunları istiyorum ve bunların olması için de bu muhterem Zatı Ailah’a aracı olarak görüyorum.
Hacı Bayram’da bu röportajları yaparken birisi, "Gül Baba"ya gittiniz mi? diye sordu. Gitmediğimizi söyledik, tarif etti. Hemen Hacı Bayram Camiisi’nin altındaki yolun ortasında, dışı ve demir parmaklıkları yeşile boyanmış, "Gül Baba Türbesi". Arabalara sağdan ve soldan geçiş verilmiş, türbeye dokunulmamış. Dışı ve içi tertemiz. Bu durumu şöyle izah ediyor Gül Kitabevi sahibi Hayati YEŞİL:
O Ekrem BARLAS’ın Belediye Başkanlığı zamanında yol çalışmaları sırasında dozerler gelip türbeyi kaldırmak istediler. Fakat dozerin kepçesi, dişlileri parçalandı, teneke gibi yırtıldı. Gözlerimle gördüm. Sonra burada bıraktılar.
Türbenin yanına vardığımızda, ellerinde kitapları, sırtlarında okul çantaları bulunan 3 kız öğrenciyi dua ederken bulduk.
Af edersiniz!
Öğrenci misiniz?
Evet! Atatürk Kız Meslek Lisesi ’nde okuyoruz.
M Neden bu türbeye gelip dua ettiniz? Yani bir şey mi istediniz"Gül Baha’dan?
Tuba KUTLUCA
Yazılılarım var. Bildiğim duaları okudum. Okuduğum dualar yüzünden dileklerimi kabul et, yazılılarım iyi geçsin. Allah’ım bana yardım etsin dedim. Sonra arkadaşlarıma dayardım etsin dedim. Bütün herkesin gönlüne göre ver dedim.
Peki bunları bir insandan isteyeceğiniz yerde Allah’tan isteseniz olmaz mı?
Tabi Allah’dan istiyoruz da, "Gül Baba"yı Allah’a bir aracı olarak gördüm. Onun yüzü suyu hürmetine Allah’a dua ettim, dileklerde bulundum.
Özlem KÜPÇÜK
Ben, Allah’ım bize sevap yaz dedim. Böyle bir velinin mezarı başında dua edersek daha çok kabul olur diye düşündüm. Herhangi bir isteğim olmadı.
Gülden KOPARAN
Ben, Cenab-ı Allah’tan bizim için en hayırlısını istedim. Gelecek yaşantımda mutlu bir hayat ve benim için, arkadaşlarım için, Milletimiz-Devletimiz için hayırlar diledim. Derslerimde daha iyi olabilmem için de dilek diledim.
Kendi hayatımın hep imanla dolu, mutlulukla dolu geçmesini temenni ettim. Zaten Allah’tan hep dualarım bu. Allah yolunda gideyim, O’na yakışır bir kul olayım. Derslerim, sonra vazifelerim iyi gitsin... işte böyle...
Hemen türbenin karşısında, yaya geçidinin kenarındaki duvarın üzerinde iki kişi oturuyor. Ellerinde ve yerde Hz. Ali’nin, Hacı Bektaş-ı Veli’nin resimleri var. ilgimizi çekti ve yanlarına gittik.
Biz Diyanet Aylık Dergisindeniz. Bid’at ve
Hurafeler ile ilgili röportajlar yapıyoruz. Sizinle de yapabilir miyiz, kabul eder misiniz?
Olur, konuşalım.
Önce adınızı soyadınızı alabilir miyim?
Benim adım Haydar DEMİR! Bunun ki de Haşan DEMİR!
Devamlı burada oturup bu resimleri mi satıyorsunuz?
Evet, gündüzleri burada oturuyoruz.
Gül Baba’yı çok insan ziyaret ediyor mu? Ne gibi isteklerde bulunuyorlar?
Kimisi çoluk-çocuk istiyor, kimisi hasretine kavuşmak istiyor, dualar yapıyorlar, kurban adıyorlar.
Ne gibi kurban adıyorlar?
Dört ayaklı hayvan. Koyun, keçi, dana gibi.
Tavuk-Horoz da adıyorlar mı?
Horoz da kurban ediyorlar.
mNerede kesiyorlar bu horozları?
(Türbenin alt kısmındaki yağmur suyunun kanalizasyona akması için yapılan ızgarayı göstererek)
İşte orada. 0 ızgaranın üstünde.
Etlerini ne yapıyorlar?
Buradaki fakirlere, garibanlara veriyorlar. Kimisi yurtlara, kimisi de kendi mahallelerine götürüyor.
Neden kesiyorlar bunları?
Eğer dileği yerine gelmişse, hasretine kavuşmuşsa, hastalığı iyi olmuşsa kesiyor.
Pekala adak adamakla veya böyle insanlardan istemekle oluyor mu bütün bunlar?
Onu bilmiyorum ama, bazısı olduğunu söylüyor. Önce buraya gelip dilekte bulunuyorlar. "Dileğim kabul olursa dana, koç veya horoz kurban edeceğim" diyorlar. Mesela çocuk istemiş, çocuğu olunca gelip buraya kurban kesmiş.
Ne diyorlar kurban adarken? Yani kimin adına adıyorlar?
Canlı-cansız herşeyi Allah yarattı. Sadece yalanı yaratmadı. Böyle velileri, Allah’la kul arasında bir vasıta olarak görüyorlar.
İnsanlar gelip buraya Ta Allah, Ya Muhammed Mustafa, Ya Şâhı Merdan-ı Ali, Pîrim Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, Ya Gül Baba! Yetişmiş ol. Benim şu isteğimi yerine getirirsen dört ayaklı kurbanla geleceğim" diyorlar. Gücü yetmeyenler de: “Sana horoz adağım olsun" diyor.
Hacı Bektaş-ı Veli’ye de buradan adakta bulunanlar oluyor mu? Oluyorsa bu adakları nerede kesiyorlar?
Oluyor. Hacı Bektaş’a götürüp orada keseceklerini söylüyorlar. "Delikli Taş" var Hacı Bektaş’ta. 0 delikli taşa girerler. Kimilerini sıkarmış delikli taş. Sıkınca kurban adar. Adayınca ileri doğru değil de geri bırakır o taş o insanı. Yani ileri çıkamaz, geri doğru çıkar. Eğer adağını yerine getirmezse, ikinci gelişinde "Delikli Taş"a giremez. Öyle söylüyorlar.
Haydar DEMİR bir ara, "Şu aşağıda bir türbe daha var, Şeyh İzzettin Türbesi. Oraya gittiniz mi?“ diye sordu. Gitmediğimizi ve yerini bilmediğimizi söyleyince, yanlarında bulunan iki çocuğu bize rehber verdi ve "İzzet-1 tin Mahallesindeki Şeyh İzzettin Türbesi’ne gittik. Bu mahalle, bu zat sebebiyle bu adı almış.
Türbe odası tadilat yapılarak genişletilmiş.
Mahalle Muhtarı Fevzi ALTUN çok emek harcamış burasını bu hale getirebilmek için.
O ’Buraya özellikle Perşembe ve Cuma günleri çok ziyaretçi gelir, kurban adarlardı. Koç, Horoz getirip burada keserlerdi. Burasını "Buğday Baba Türbesi" diye ararlardı.
Buraya gelip kırkbir tane buğday sayıyorlar, 41 gün sonra bir kilo buğdayla geliyorlar. Falcılar, muskacılar, üfürükçüler çoktu..." diye başlıyor konuşmasına Muhtar Fevzi ALTUN.
Neden 41 tane buğday?
Bunun anlamı ne acaba?
Bilemiyorum, fakat evde kalmış kızlar koca bulmak için, huzuru bozulan karı-kocanın arası düzelsin diye; hasta olanlar şifa bulmak için falan yapıyorlar. Ben artık yaptırmıyorum böyle şeyler. Gelen duasını yapar, namazını kılar ve gider. Kurbanı da mahallemizdeki fakirlere dağıtmak şartıyla kestiriyorum.
Buralarda hep bez bağlıydı, hepsini kaldırdım, temizledim.
Bu mahallenin 32 senelik çocuğuyum. Muhtar olduktan sonra ele aldım burasını ve gördüğünüz hale getirdim. "Hizmet ve Eğitim Vakfı" yardım etti. Bilhassa eski pehlivanlarımızdan "Deli Haşan" var, %60 onun katkısı ile bu hale geldi. Bütün müracaatıma rağmen başka bir kuruluştan yardım alamadım.
Pekala buraya gelip dua etmiş, kurban adamış da dileği olmuş olan var mı?
Olduğunu duyuyoruz. Gelenlerin %30‘u "Bekardım evlendim, evde huzursuzluk vardı şimdi huzurluyum, hastalığım iyi oldu"
gibi şeyler diyorlar, ikinci gelişlerinde.
Bir arkadaşımla dergimiz üzerine sohbet ederken, Temmuz sayısının gündemi olarak "Bid’at ve Hurafelerin işleneceğini söyledim. "Memlik Köyü"nde "Abalı Baba Türbesi" var. Felç, sarılık, yılancık hastalığına yakalananlar oraya gidiyorlar" dedi.
Demet, Yahyalar’dan ileri 20. km. kadar mesafede. Yol, bizi doğruca oraya götürdü. Bir ev büyüklüğünde tek odalı bir yer. Dış duvarın yanında ayakları bağIı, beyaz bir horoz. Belli ki kurbanlık. "Kimin bu? satılık mı, yoksa birisi kurbanlık olarak mı getirmiş?" diye sordum, fakat sahiplenen çıkmadı.
Türbenin alt ve yan bahçesinde yolunmuş tavuk tüyleri var. Yaşı otuz-otuzbeşlerde bir bayanla kısa bir söyleşi yaptık:
Tülay DİNÇER (Ev hanımı)
Biz ziyaret için geldik. Buraya
felçli ve saralı hastaları getiriyorlar. İçerdeki Türbelerin sağına- soluna, ortalarına yatırıyorlar. Eğer hasta iyileşecekse yatar- yatmaz hemen uyuyor. İyileşeceğini rüyasında görüyormuş. Eğer iyileşmeyecekse uyuyamıyor- muş.
Şu aşağı düzlükte üç büyük ağaç var, Abalı Baba orada ateşte yemek pişiriyormuş. Yanan bir odun almış, yere gömmüş. O odundan üç ağaç yeşillenmiş.
Ondan sonra o ağaçlar kutsal olmuş. İşte görülüyorlar.
(Dalları ve kökleri kurumuş yan- yana üç büyük ağaç.)
Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli buraya gelmişler. Biri horozun üzerinde gelmiş, diğeri değneğin üzerinde gelmiş. Abalı Baha’ya misafir olmuşlar. Şimdi buraya gelip adak adayıp, kurban kesiyorlar.
Neler kurban ediyorlar?
Horoz falan kesiyorlar. Etlerini buradaki fakirlere veriyorlar. Pişirip buraya gelen ziyaretçilere yediriyorlar veya bakıcı kadına bırakıyorlar.
Horozdon kurban olur mu?
Bence olmaz. Ama "bir kan akıt yeter" diyorlar. Bir de ucuz olduğu için galiba.
Horozları getirenler bir sene sonra mı, iki sene sonra mı artık bilmiyorum, "Dileğim oldu" diye getiriyorlar.
Bu her tarafa bağlanmış bez parçalarının anlamı nedir?
Dileklerini bir bez çapulla pekiştiriyorlar. Sağa-sola, aşağıdaki ağaçlara bağlıyorlar.
Haşan BALCI (Doğramacı)
Kız kardeşim bir yıldan beri hasta. Durup dururken bayılıyor. Son bayılmada bileklerini kesti.
Doktora götürmediniz mi?

Çok götürdük. "Bizim yapacağımız bir şey yok" dediler. Hocalara götürdük düzelmedi. Tanıdıklarımız burasını tavsiye ettiler, geldik. Bir umut, bakalım Allah ne gösterecek.
Şu ana kadar daha adak adamadık. Yeter ki şifa bulsun, onu da yapacağız.
Hasta kaç gün kalıyor burada?
Şöyle söylüyorlar; Buraya gelen hasta abdestini alıp içeri giriyor. Bildiği dualardan okuyup, yatıp uyuyormuş. Uyanınca kalkıp gidiyormuş. Uykusunda rüya görürse iyi olurmuş. Yatar- yatmaz uykusu gelirse şifa bulacak demekmiş.
Meliha ÇELİK
(Aynı köyden türbe bakıcısı)
O Buraya daha çok felç, sara gibi hastalar geliyor. Koyun, horoz kesiyorlar. "Horozdan kurban olmaz" diyoruz ama kesiyorlar.
Evlenemeyen kızlar; ev, araba almak isteyenler dilek dileyip bez bağlıyorlar.
Biz bu türbeye 25 kadın birer hafta ara ile bakıyoruz.
Ne kadar ücret alıyorsunuz?
Para almıyoruz. Allah rızası için buraya hizmet ediyoruz.
Peki, şu ayakları bağlı horoz sizin mi? Satmak için mi getirdiniz?
Yok, bizim değil.
(Ziyaretçi kadın-erkek herkes başımıza toplanmış. Hepsine soruyoruz):
Bu horoz kimin?
Bilmiyoruz. Birisinin, ama kimin?
Biraz daha soruştursak, daha nelerle karşılaşacağız, neler göreceğiz kimbilir?
Hem de sadece Başkent Ankara’da...
Ya koca Türkiye’yi düşünürsek?..
2000’e 5 kala nelerle uğraşıyoruz. Falcıdan-cinciden, bezden-çaputtan medet umuyoruz.
Artık kesin olarak bilmemiz gereken "Ne çaputtan, ne faldan, yardım Yalnız Allah’tan" gerçeğini kafalarımıza yerleştirmenin zamanı gelmedi mi?..