Makale

İNSANIN DİNE OLAN İHTİYACI VE DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ

İNSANIN DİNE OLAN İHTİYACI VE DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ

Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ*

GİRİŞ

Yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak var edilen insan; yaratıkların çoğundan üstün kılınmış, kendisine şan ve şeref ve­rilmiş ve çok ikramda bulunulmuş bir varlıktır.1

İbadet etmesi için yaratılan,2 İlâhî emaneti yüklenen,3 daha dünyaya teşrif etmeden Allah’ın Rab oluşunu kabul eden4 insan, akıl5 ve vicdan6 ile müceh­hez kılınmış, din konusunda kendisine rehberlik etmesi için peygamber ve ki­taplar gönderilmiştir.

“Din”, insanlık tarihi ile başlar. Adem peygamberden itibaren vardır. Bu sebeple tarihin hiçbir devrinde dinden habersiz bir topluluğa rastlanmamıştır. Nerede insan varsa orada hak veya batıl bir din var olmuştur.

Bu yazımızda Kitap ve Sünnetin ışı­ğında insanın dine olan ihtiyacını, din ve vicdan hürriyetini ele alacağız.

I. İNSANIN DİNE OLAN İHTİYACI

İnsanın dine olan ihtiyacını anlaya­bilmek için, dinin muhatabı olan insanı, onun yapısını, karakterini, mizacını ve gereksinimlerini tanımamız gerekmekte­dir.

1. İnsanın Genel Yapısı

Yaratıkları genel olarak iki kısma ayırabiliriz: İnsan ve diğer varlıklar.

Allah, gökleri ve yeryüzünü7, ma­denleri, bitkileri, hayvanları8, melekleri9 ve cinleri,10 en son olarak da insanı ya­ratmıştır.

İnsan, Allah’ın yeryüzünde halifesi­dir. Yüce Allah bu hususu şöyle bildir­mektedir: “Hatırla ki Rabb’in melekle­re; ‘Ben yeryüzünde bir halife yarataca­ğım’ demişti. ”11

Allah, varlıkların en sonuncusu ve yeryüzünde halifesi olan insanı; özene bezene yaratmış ve diğer varlıkların ta­mamını onun hizmetine sunmuştur. İn­san, Allah’ın en kıymetli ve en değerli yaratığıdır. Bu değeri anlayabilmemiz için; insanın yaratılışını ve kainatın in­sanın hizmetine verilişini bilmemiz gere­kir.

2. İnsanın Yaratılışı

a- Âdem ve Eşi

Allah, ilk insanın fiziki yapısını top­rak ve sudan yaratmış, hayatiyeti/canlılı­ğı için de kendi ruhundan ona üflemiştir. Kur’an’da ilk insan Âdem’in yaratılışı­nın farklı boyutları anlatılmıştır. Bu hu­susu özet olarak şöyle sunabiliriz.

Allah insanı;

- Topraktan,12

- Çamurdan,13

- Çamur süzmesinden,14

- Yapışkan çamurdan,15

- Değişmiş cıvık balçıktan,16

- Kömür gibi pişmiş çamurdan,17

- Sudan,18 yarattığını bildirmiştir.

Allah, Kur’an’da ilk insanı bizzat iki eliyle yarattığını bildirmektedir:

“Allah, ’Ey İblis! İki elimle yarattığı­ma secde etmekten seni men eden ne­dir?’... dedi”19

Allah, Âdem’in fiziki yapısını toprak su karışımının çeşitli aşamalardan geçiri­lip elde edilen bir özden yaratıp onu tes­viye ettikten sonra hayatiyetini /canlılı­ğını vermek için “kendi ruhundan ona ruh vermiştir”:“Rabb’in meleklere de­mişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir in­san yaratacağım. Ounun fiziki yapısını tesviye ettiğim (mükemmel bir şekil ver­diğim) ve içine de ruhumdan iifürdüğüm zaman derhal ona secdeye kapanın. ”20

Allah, ilk insan Adem’i yarattıktan sonra ondan (hücresinden) de eşi Hav­va’yı yaratmıştır: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yara­tan ve ikisinden bir çok erkek ve kadın üretip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. ”21

b- Diğer İnsanlar

Allah, insanların tamamını Adem ve Havva’nın soyundan getirmiş, erkek ve dişinin evliliği sonucu insanları bir dam­la sudan yaratmıştır:

“Sonra onun (Adem’in) zürriyetini dayanaksız bir suyun özünden vâr etmiş­tir”22

Bu özün, insanın beli ile kaburga ke­mikleri arasından çıktığı bildirilmiştir:

“İnsan neden yaratıldığına bir bak­sın. O atılan bir sudan yaratıldı. O su, bel ile kaburga kemikleri arasından çı­kar. ”23

Bu su, kadının ve erkeğin spermi ve tohumun birleşimidir:

“Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden yarattık" 24

Bu nutfe,25 ana rahminde insana dö­nüşmektedir:

“Andolsun biz insanı çamurdan26 (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargahta27 nut­fe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka (döllenmiş yumurta/embriyo) yaptık. Sonra alaka ’yi bir parçacık et (mudğa) haline getirdik. Sonra mudğa’yı ke­mik/iskelet yaptık ve bu kemikleri et ile kapladık. Sonra onu başka bir yaratılış­la insan haline getirdik. ”28

Bu ayet, insanın sadece fiziki yapı­dan ibaret olmadığını açık olarak ifade etmektedir.

Allah Âdem’de olduğu gibi her insa­na hayatiyetini vermesi için ruhundan iiflemiştir: “Sonra onun zürriyetini de­ğersiz bir suyun özünden vâr etmiştir. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş ve ona kendi ruhundan iiflemiştir. ”29

Peygamber, nutfenin insana dönüşü­nü şöyle bildirmiştir:

“Sizden biriniz annesinin karnında 40 gün kalır sonra alaka olur. Aynı şekil­de 40 gün alaka olarak kalır sonra mud- ğa olur. Aynı şekilde 40 gün mudğa ola­rak kalır sonra Allah ona bir melek gön­derir. Melek o kimsenin amelini, ecelini, rızkını şakı veya said olduğunu yazar. Sonra ona ruh iifler:”30

İnsana canlılığını, gerçek yaşamını veren bu “ruh"im. Bu ruh verildikten sonra ana kamında çocuk canlanmakta­dır. “Öliim” gerçeği de insanın Allah ta­rafından belirlenen dünyadaki yaşama süresinin sonu gelince bu ruhun beden­den ayrılması ile gerçekleşmektedir:

“Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak odur (Allah’tır). ”31

“Allah, sizi (önce) topraktan, sonra meniden yarattı. Sonra sizi çiftler (er- kek-dişi) yaptı.

O’nun bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır ne de doğurur. Bir canlıya ömür verilmesi de onun ömründen azal­tılması da mutlaka bir kitapda (yazılı) dır. Bunlar Allah’a kolaydır:”32

Topraktan yaratılan, sonra tekrar top­rağa döndürülen insan, kıyametin kop­masıyla yeniden topraktan çıkarılacaktır:

“Sizi ondan (topraktan) yarattık, yine sizi ona (toprağa) döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan (topraktan) çıkara­cağız.”33

Allah, gerek ilk insana gerekse onun zürriyetinden çoğalan bütün insanlara en güzel suret vermiş ve onları “ahsen-i takvim" üzere yaratmıştır. Şu ayetler bu­nu ne güzel ifade etmektedir:

“O Allah ki rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiriyor:”34

“Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi gü­zel yaptı ”35

“Andolsun biz insanı en güzel biçim­de yarattık”.36

Bütün bu ayetlerden anlıyoruz ki; in­sanın yaratılışında iki unsur vardır: Mad­de ve Ruh. İnsanın maddî kısmı, toprak ve sudan, manevî (gözle görünmeyen) kısmı ise ruh, yetenek ve duygulardan oluşmaktadır.

Mü’minun suresinde; insanın ana rahminde fiziki kısmının oluşumu ta­mamladıktan sonra “biz onu başka bir yaratılışla inşa ettik” denilmiştir. Bu; in­sana beden ve ruhunun dışında birtakım kabiliyetler verildiğini, duygularla yük­lendiğini, fiziki yapısının şekillendirildi- ğini, boyunun, poşunun, endamının ve organlarının güzelleştirildiğini ifade eder.37

3- İnsanın İhtiyaçları

İnsan beden ve ruhtun /maddî ve manevî unsurlardan oluştuğuna göre onunu ihtiyaçları da maddî ve manevîdir.

Allah, insanın maddî ihtiyaçlarını karşılaması için kâinatta sayısız varlıkla­rı insanların hizmetine sunmuş ve ona sayısız nimetler vermiştir.

Allah yerde ve gökte ne varsa hepsi­ni insan için yaratmıştır. Şu ayetler bu­nun açık delilidir:

“O Allah ki yerde olanların hepsini sizin için yaratmıştır ”38

“(Allah) yerde ve göklerde olanların hepsini sizin hizmetinize sunmuştur. ”39

“Allah’ın göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emrinize verdi­ğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi?”40

“Allah’ın nimetlerini saymaya kal­kışsanız sayamazsınız. ”41

İnsan, Allah’ın bu nimetleri ile mad­di ihtiyaçlarını karşılamakta ve hayatını sürdürmektedir. İnsanın maddî ihtiyaçla­rı, genelde 4 şeye inhisar etmektedir: Oksijen (temiz hava), su, gıda ve ısı/ateş. Kâinat, insanın yaşamasına elverişli ola­rak yaratılmıştır. Dünyanın kendi ekseni ve güneş etrafında dönmesi, güneşe olan uzaklığı, ay ve yıldızlar, kara ve denizler, bitkiler, madenler ve hayvanlar hep in­san içindir. Yeşil bitkilerin oksijen üretip karbondioksit tüketmesi, insan ve hay­vanların ise oksijen tüketip karbondiok­sit üretmesi insan yaşamının devamı için konulmuş ilahi bir nizamdır.

İnsanın maddî ihtiyaçlarını karşılaya­bilmesi için genel olarak 4 şeye ihtiyacı olduğu gibi manevî/ruhî ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için de genelde dört şe­ye ihtiyacı vardır. Bunlar; Akıl, Vicdan, Peygamber ve İlâhî Kitap ’tır.

Akıl;

- “Varlığın hakikatini idrak eden cev­her”,

- “İlâhî emirler karşısında insanı so­rumlu kılan manevî varlık”,

- “Bilgi edinmeye yarayan güç”,

- “Düşünce ve davranışa yön veren bilgi, fazilet ve ahlakın kaynağı, din ve sorumluluğun esası, dünyevi işlerin te­mel dayanağı” şeklinde tanımlanmış­tır.42

Peygamber (s.a.v), “Akıllı kimseyi ölümden sonrasını düşünen kimse” ola­rak tanımlamıştır.43

Allah insanı akıllı yaratmıştır. Aklı olmayanın dinî sorumluluğu da yoktur.

Allah, Kur’an’da; her türlü rezilliği ve ilahi azabı aklını kullanmayanlara verdiğini bildirmiştir.44 Allah, kafirleri; kör, sağır, dilsiz ve akıllarını kullanma­yan kimseler olarak nitelemiştir 45

Vicdan ise; insandaki; iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, hak­kı batıldan ve hayrı şerden ayırt edebil­me kabiliyetine denir. Bu kabiliyet, eği­tim ve terbiye ile gelişebileceği gibi kö­tü alışkanlıklarla ve olumsuz telkinlerle körleşip yok olabilir. Dolayısıyla tek ba­şına vicdan, insanın erdemli olmasına yetmez ve dinin yerini de tutamaz. Ayrı­ca iyi bir vicdana sahip olabilmek için iyi bir din terbiyesi alınması gerekmek­tedir. Vicdan, işlenen kötülüklerle köre- lebilmektedir. Yüce Allah, Kur’an’da;

“Hayır bilakis onların (günahkârla­rın) işlemekte oldukları (kötülükleri) kalplerini kirletmiştir" 46 buyurmuştur.

Peygamber (s.a.s), “Hiç şüphe yok ki kul bir hata (günah) işlediği zaman, kal­binde kara bir leke oluşur. Eğer, sahibi onlardan vazgeçer, af diler ve pişman olup tevbe ederse, kalbi parlar, (günahı­nı) tekrar ederse kalbindeki (o kara leke) artar. Öyleki, giderek bu leke kalbini ta­mamen kaplar" buyurmuş ve yukarıdaki ayeti okumuştur47. Dolayısıyla vicdan, terbiye ve rehbere muhtaçtır. Bu rehber de dindir.

Akıl ve vicdan, insanın Yaratan’ını bilmesi ve tanıması, sosyal, siyasal, kül­türel ve ekonomik konulan, bazı ahlâkî ve insânî görevlerini ifa edebilmesi için yeterli ise de Allah’ın sıfatları, yaratılış gayesi olan “ibadet” görevi, iman esasla­rı, ahiret hayatı, haramlar ve benzeri ko­nulan tam olarak bilmesi için yeterli de­ğildir. Milli Şairimiz Mehmet Akif Er- soy, bu gerçeği bir şiirinde şu şekilde di­le getirmiştir:

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır,

Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Çekilmiş farz edilsin yüreklerden havf-i Yezdan’ın

Ne irfanın kalır tesiri katiyen ne vic­danın.

Bu sebeple Allah, ilk insandan itiba­ren örnek ve önder olması için peygam­berler, rehber olması için de kitaplar göndermiştir.

İnanma ve Tapınma İhtiyacı

(Din duygusu)

Yeme, içme ve barınma gibi biyolo­jik ihtiyaçlar doğuştan olduğu gibi “inanma ve tapınma" ihtiyacı da doğuş­tandır. Bu gerçeği şu ayetlerden öğreni­yoruz:

“Yüzünü Allah’ı birleyen olarak (ha- nîf) dine, Allah’ın dinine çevir ki Allah insanları o din üzerine yaratmıştır. Al­lah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmez. ”48

“Kıyamet gününde, biz bundan ha­bersizdik demeyesiniz diye Rabb’in Adem oğullarından, onların bellerinden zürrıyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da evet buna şahit olduk (Rabbimizsin) dediler. ”49

Peygamberimiz, “Her doğan çocuk (İslâm) fıtratı üzerine doğar” buyurmuş­tur.50

Bu, “insan doğuştan dinsiz, kâfir, fa- sık ve âsi değildir, tevhîd dinini kabule hazır ve kabiliyetlidir” demektir. İnsan yetiştiği çevrede aldığı terbiye, eğitim ve öğretime göre müslüman olur veya baş­ka bir inanca sahip olur. Nitekim pey­gamberimiz.

“Doğan hiçbir çocuk yoktur ki (İs­lâm) fıtratı üzerine doğmuş olmasın. (Daha sonra) anası ve babası çocuğu yahudi, hristiyan veya mecusi yapar” demiştir.51 Ebu Hüreyre bu hadisi riva­yet ettikten sonra yukarıdaki ayeti (Araf, 7/172) okumuştur.

İnsanın yaratılışında var olan bu “ka­biliyet” insan büyüdükçe gelişir. Belli bir yaşa gelince Yaratanını bilir, bulur ve ta­nır, İlahî teklifleri anlar. Doğuştan gözle­ri ve kulakları sağlıklı olan bir insanın eş­yayı görmemesi ve sesleri duymaması nasıl mümkün değilse harici müdahaleye maruz kalmayan bir insanın da Yaratanı­nı tanımaması mümkün değildir. Göz ve kulak görmüyor ve işitmiyorsa onda bir arıza var demektir. Bunun gibi Yaratanını tanımayan, “Tevhîd Dini”ni kabul etme­yen insanın yaratılışında var olan bu ka­biliyetine “arıza” peyda olmuş demektir.

“Din duygusunun kaynağı", fıtrattır. Dolayısıyla din duygusu insanla birlikte doğmuştur. İnsanla birlikte devam ede­cektir. Dünyada insan bulundukça din de var olacaktır.

“Din duygusu”, fitrî olduğu için ye­me, içme, giyinme ve barınma gibi her insanın dine ihtiyacı vardır. İnsan; iyi ve kötü, sevgi ve şehvet, kin ve nefret... gi­bi bir çok duygu ile yüklüdür. İnsan, ne­fis (arzu, heva ve heves) sahibidir. Nefis, daima kötülüğü emreder52, insana ves­vese verir53. İnsanın nefsânî ve şeytanî duyguları kontrol altında tutabilmesi için dînî/ahlâkî kurallara ihtiyaç vardır. Bu itibarla Din her türlü ahlâkî faziletlerin başıdır, dolayısıyla fert ve toplum haya­tında dine gerek vardır.

İnsanın Dine Olan İhtiyacı

“Din", Allah tarafından vaz’ olun­muş İlâhî bir kanundur.

Amacı; insanlara mutluluk yollarını göstermek, yaratılış gayelerini ve Al­lah’a nasıl ibadet edeceklerini bildirmek, kendi arzuları ile dini kabul eden akıl sa­hiplerini hayır olan işlere sevk etmek­tir.54

İnsan, “FıtrîDin” ile “dindar” olma kabiliyetinde yaratılmıştır. Asla dini ter­biye görmemiş, çevrenin ve yetiştiği kül­türün etkisinde kalmamış “aklı selim” sahibi bir kimse “şevki tabi” ile kendisi­ni ancak İslâm Dini’nin kaidelerine tabi

kılar. İnsan kendisini doğru yoldan çıka­ran birtakım telkinlerle saptırılmazsa vicdanen başka bir inanca meyletmez. Yaratılışındaki var olan kabiliyet ile Yü­ce Yaratıcı’yı bilir ve tanır. Fıtrata fesat karışınca o insan irşada ihtiyacı olur.

Şirk, küfür, nifak ve isyandan salim ve iman üzere yaratıldığı için ister mü’min, ister kafir ana babadan doğsun büluğa ermeden ölen her çocuk İslâm bilginlerinin çoğunluğunun ittifakı ile cennete gidecektir.

4. Fıtrî Din (İslâm)

“Din duygusu” yaratılıştan var oldu­ğu için tamamen dinsiz insan ve dinsiz toplum yoktur. Hak veya batıl, doğru ve­ya yanlış her insanda bir “inanç” vardır. Peygamber (a)’in peygamber olarak gönderildiği Hicaz bölgesinde, Allah’ın birliğine iman eden, İbrahim (a)’in tevhit dinini benimseyen hanifler, Hıristiyan- lar, Yahudiler ve putperestler vardı.

İnsanlar din duygusu gereği, inanma ve tapınma ihtiyacı hissettikleri için ki­misi tek Allah’a, “Hak Din”e, kimisi de yaratıklara, batıl dinlere; taşa, puta, ağa­ca, insana, aya, güneşe, hayvana, tabiata, ateşe... vb. şeylere inanıp tapınışlardır.

Bu, insanın yaratılışındaki “din duygıı- j«”nun varlığının delilidir.

İnsanın; beden ve ruhtan oluştuğunu söylemiştik. Bedenin sağlıklı olması için tehlikelerden ve hastalıklardan korunma­sı, muhtaç olduğu su ve gıda gibi, ihti­yaçlarını yeterince alması gerektiği gibi, maneviyatın sağlıklı olması için de sapık inanç, söz, fiil ve davranışlardan korun­ması, din duygusunun tevhid inancı ile beslenmesi gerekir.

İnsanın doğasında birine sığınma ih­tiyacı vardır. Bunun için her insan, bir tehlike ile karşılaşınca dua eder. İnandığı yüce varlığını korumasını ve yardımını ister. Bu yüce varlık, gerçekte Allah’tır.

Dinler tarihi araştırmacısı Max Mül­ler (1823-1900) araştırmaları sonucunda; “Dinin insan ruhunda fıtrî bir duygu" olduğunu söylemiştir.

Yine dinler tarihçisi Benyamin Kons- tan, “Din, insanlık tarihinde en fazla ha­kim olmuş bir amilidir. Dini hayat, tabia­tımızın ezelî bir niteliği ve ondan ayrıl­mayan bir özelliğidir. İnsanın mahiyeti düşünülünce zihne derhal bir din fikrinin gelmemesi mümkün değildir. ”

Alman filozofu Max Müller, “Tapın­ma ihtiyacı doğuştandır. Tapınma insan­lık tarihiyle başlar. Vahşi ve medeni bü­tün toplumlarda tapınma vardır. Geriye doğru ne kadar gidersek gidelim, dinsiz bir toplumun yaşadığını göremiyoruz.

Her yerde bir mabede veya kalıntısına rastlamamak mümkün değildir." demiş­tir.55

Dolayısıyla din fert ve toplumlar için gereklidir. Nitekim Mustafa Kemal Ata­türk, “Din lüzumlu bir müessesedir. Din­siz bir milletin devamına imkan yoktur", “din vardır ve lazımdır" demiştir.56

Yunan ahlâkçı ve tarihçisi Plutargue, “Dünyayı dolaşınız edebiyatsız, kanun­suz ve servetsiz şehirler bulacaksınız fa­kat mabetsiz ve mahutsuz şehir bulama­yacaksınız” demiştir.57

“Mabetsiz şehir olmaz” sözü ne ka­dar doğru! Eski ve yeni bütün şehirlerde mabetler vardır. Bu mabetler, “din duy­gusunun” ve “ibadete olan ihtiyacın” insanda doğuştan olduğunun bir delilidir.

Fen, teknik, bilim ve sanayinin geliş­mesi “din duygusunu” yok edememekte­dir. Amerikalı filozof William James, “İlim ile din kâinatın hâzinelerini açmak için kullandığımız iki anahtardır” de­miştir.58

Doğuştan insanda var olan “din duy- gu£u”nun gelişmesi ve körelmemesi için İlahî vahiy ile desteklenmesi gerekmek­tedir. Bu amaçla Allah, ilk insandan iti­baren peygamber ve kitaplar göndermiş­tir. İnsanın buna ihtiyacı vardır. Çünkü insan, “başı boş bırakılmamış”59 ve “boş yere yaratılmamış”,60 “İbadet” ile sorumlu tutulmuştur.

İlk insan Adem (a), aynı zamanda ilk peygamberdir. Allah, Adem (a)’a on say­falık bir “kitap” vermiştir. Allah son pey­gamber Hz. Muhammed (a)’e kadar her topluma bir peygamber göndermiş,61 Peygamberlere de “açık âyetler ’’(muci­zeler), “sahifeler” ve “aydınlatıcı kitap­lar” verilmiştir.62

5. Peygamberlerin Tebliğ Ettiği Tevhid Dini

Bütün peygamberler, insanlara “tev­hit dinini” tebliğ etmişler, sadece “Al­lah’a ibadet etip tağuttan kaçınmaları­nı” emretmişlerdir.63 Dolayısıyla bütün peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleri İlahi nizamın ortak adı “İslâm" ve bu ni­zama iman edenlerin adı da “müslü- man”dır. Kur’an’da;

“Gerek daha önce (ki kitaplarda) ve gerek bu (Kur’an)i/a size müslümanlar adını O (Allah) verdi” buyurulmuştur.64

Yine Kur’an’da;

- İbrahim (a)’in, “hanif bir müslii- man ”65 olduğunu,

- Nuh (a)’un, “Bana müslümanlar- dan olmam emrolundu ”,66

- Havarilerin, “İman ettik, şahit ol ki biz müslümanlarız”,67

- Musa (a)’nın kavmine, “Ey kav- mim! Eğer Allah’a iman ettiyseniz ve müsliimanlardan iseniz Allah’a tevekkül edin’\68

- Firavun’un Kızıl Deniz’de boğul­mak üzere iken,

“Gerçekten İsrail oğullarının iman ettiği ilahtan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlarda- mm” dediği bildirilmiştir.69

Allah katında “Hak Din’in adı ’İs­lam’dır.70 Allah, Hz. Muhammed (a) ile Hak Dini kemale erdirmiş, değişmemek üzere son şeklini vermiştir. Yüce Allah bu gerçeği Kur’an’da şöyle bildirmekte­dir:

“Bugün size dininizi ikmal ettim, üze­rinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim”,71

Allah, Âdem (a)’den Muhammed (a)’a kadar peygamberleri vasıtasıyla in­sanlara gönderdiği ilkelerini=emir ve ya- saklannı=tavsiyelerini=hükümlerini Hz. Muhammed (a) ile noktalamış, artık İs­lâm’dan başka bir dini kabul etmeyece­ğini Kur’an’da bildirmiştir:

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o kimse ahirette zi­yan edenlerden olacaktır”72

Hz. Âdem’den Hz. Muhammed (a)’a kadar bütün peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleri hak din beş temel hedefi amaçlamıştır. Bunlar; “Dini”, “Nefsi”, “Nesli”, “Aklı" ve “Malı” korumaktır.

6. İslâm Dininin İçeriği ve Hedefi

İslâm Dini; insanın, Allah diğer in­sanlar ve çevre ile olan ilişkilerinde reh­ber olmak üzere gönderilmiştir. Dolayı­sıyla İslâm Dini; insanın bütün söz, fiil ve davranışlarıyla ilgili genel kurallar getirmiştir. İslâmî kabul eden insan; Al­lah’a, meleklerine, kitaplarına, peygam­berlerine ve ahiret gününe iman etmek73, hayır ve şerrin, iyilik ve kötülüğün ve her türlü musibetin Allah’ın izni ve tak­diri ile olduğunu kabul etmek74, günde beş vakit namaz kılmak75, oruç tut­mak76, zengin ise zekat vermek77, imka­nı varsa hacca gitmek78, Allah ve pey­gamberine itaat etmek79 zorundadır.

İslâm; insanın yemesinden içmesi­ne80, evlenmesinden boşanmasına81, ti­caretinden82, mirasının taksimine83, ko­nuşmasından yürümesine84, çocuğun kaç sene emzirilmesinden85, birisinin evine nasıl girileceğine86, çocukların ana-babalarının yatak odalarına ne za­man ve nasıl gireceklerinden87, yemeğin birlikte veya ayrı ayrı yenmesine88, yap­tığı sözleşmelere uymasından89, işlerini istişare etmesine90, görev ve yetkileri ehil olana verilmesi ve davaların adalet­le görülmesinden,91 şahitliğin dosdoğru yapılmasına92 varıncaya kadar fert, aile ve toplum hayatı ile ilgili temel kurallar getirmiş ve insana yol göstermiştir. Çün­kü Kur’an “hüde’n li’n-nâs”dır93 =insanların rehberi=yol göstericisidir. Kur’an kendine uyanları her işte en doğ­ru yola iletir. Dolayısıyla bazılarının san­dığı gibi insanın söz, fiil ve davranışları­nı “dinî" ve “dünyevi” diye ayırmak mümkün değildir. Din, hem dünya hem de âhiret içindir. Din, insanın dünyada da ahirette de mutlu olması için vardır.

II. DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ

Yüce Allah’ın; insana vicdan ve akıl verdiğini, bununla yetinmeyerek örnek ve önder olması için peygamber ve reh­ber olması için kitaplar gönderdiğini be­yan etmiştik. Ancak insanı, peygamber ve kitaplarla gönderdiği dini kabule ve ibadete zorlamamıştır. Çünkü insanı ölü­mü ve hayatı94, malı ve evladı95, hayır ve şer96, iyilik ve kötlük97, doğruluk ve yalan,98 Allah yolunda çalışıp çalışma­ma99 ve verilen nimetler100 ile “imtiha­na” tabi tutmuştur.101 İmtihan halinde olanın inanıp inanmamakta, ibadet edip etmemekte hür olması gerekir. Nitekim yüce Allah; “(Ey Peygamberim!) De ki: Hak Rabb’inizden (gelmişji/r. Öyle ise dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin” buyurmuştur102

Vakıa da böyledir. İnsanlardan kimi iman ediyor, kimi de inkâr. Kimi itaat ediyor, kimi de isyan. Bu husus bizzat Allah tarafından bildirilmiş bir gerçektir:

“O Allah ki sizi yarattı. Böyle iken ki­miniz kafir kiminiz de mü ’mindir. ”103

“Gerçek şu ki biz insanı katışık bir nutfeden yarattık; onu imtihan edelim di­ye kendisini işiten ve gören yaptık. Şüp­hesiz biz insana (hak ve batıl) yolu gös­terdik. İster şükredici olsun ister nan­kör.”104

Eğer Allah insanları imana ve ibade­te zorlamış olsaydı yer yüzünde iman edip ibadet ve itaat etmeyen bir tek insan kalmazdı. Bu gerçeği yüce Allah ne gü­zel beyan etmiştir:

“(Ey Peygamberim!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbet­te iman ederlerdi. O halde sen iman et­meleri için insanları zorlayacak mı­sın?”105

Peygamber insanları dine zorlamak için değil öğüt vermek, dini tebliğ ve tebyin etmek (dini kuralları sözlü ve uy­gulamalı olarak açıklamak) için görev­lendirilmiştir:

“(Ey Peygamberim!) Sen öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. İnsanla­rın üzerinde bir zorba değilsin”06

“(Ey Peygamberim!) Eğer (iman ve ibadetten) yüz çevirirlerse (bil ki) seni onların üzerine koruyucu olarak gönder­medik. Sana düşen sadece (gerçekleri) tebliğ etmektir ”.107

“Allah ’a itaat edin, peygambere ita­at edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki Rasu- lümüzün vazifesi ancak tebliğ etmek­tir.”108

Doğru yola gelen de sapan da kendi­si için yapmıştır. Yüce Allah;

“Kim doğru yola gelirse yalnız ken­disi için gelmiş olur, kim de saparsa (ey Peygamberim!) ona de ki ‘ben sadece uyarıcılardanım ’ buyurmuştur109.

Peygamber insanları, dine zorlamaz. “Çünkii dinde zorlama yoktur. ”110 Zorla ne iman olur ne de ibadet. İmana zorla­nan insan “mü’min” değil “münafık"; ibadete zorlanan insan ise “muhlis" de­ğil “mürâî” yapılır. “İman” ve “İhlas” kalp işidir. Kalbe Allah’tan başka kimse hakim olamaz ve baskı yapamaz. Allah da din konusunda insanlara baskı yap­mamaktadır. Eğer baskı=zorlama yap­saydı, insanlar melekler gibi olur111, Al­lah’a asla isyan etmezlerdi. Halbuki Al­lah insanı yeryüzünde imtihana tabi tut­muştur. İmtihanda başarılı olabilmesi

için de kendisine akıl ve vicdan vermiş, peygamber ve kitaplarla rehberlik etmiş­tir. Ancak insanı zorlamamış, iman ve ibadeti iradesine bırakmıştır.

“Zorlama!ikrah"; bir kimseye hoş­lanmadığı bir işi tehdit ile rızası hilafına yaptırmaktadır. Bir fiili zorla ve gönül­süz olarak yapan insanın bu fili, ihlas bu­lunmadığı için sevabı mucip olmadığı gi­bi cezayı da gerektirmez. Hatta küfre zorlanan bir insan, gönlünü küfre açma­dıkça diliyle inkarı gerektiren bir söz söylemesi bile imanına zarar vermez.112 Peygamber (a),

“Allah, ümmetimin zorla yaptırıldığı şeyler ile göğüslerinin kendilerine vesve­se verdiği şeylerden bunlarla amel etme­dikleri veya bunları (başkalarına) konuş­madıkları takdirde (kendilerini cezalan­dırmaktan) vazgeçmiştir." buyurmuş­tur. 113

Zorlama, insandaki rıza ve iyi niyeti yok eder. Rıza ve iyi niyet olmayınca hiçbir amel ibadet olmaz. Dinen yapıl­ması istenen şeylerin hepsi zorlamasız, iyi bir niyet ve rıza ile yapılmalıdır. Zor­lama ile inanç mümkün değildir. Zorla­ma ile gösterilen iman gerçek iman de­ğil, zorlama ile kılman namaz, gerçek namaz değil, zorlama ile tutulan oruç, gerçek oruç değil, zorlama ile yapılan hac, gerçek hac değildir. (Diğer görevler için de aynı şey söz konusudur). Ayrıca bir insanın, bir başkasına tecavüz edip herhangi bir işi, bir görevi zorla yaptır­ması da dinen caiz değildir. Herkes göre­vini isteği ve rızası ile yapmalı ve dinini zorlamasız yaşamalıdır.114 Onun için Kur’an’da;,

‘’Kim salih amel işlerse kendisi için, kim de kötii amel işlerse kendi aleyhine işlemiş olur. ”115

“Kim (şirk, küfür ve isyandan) arı­nırsa kandi nefsi için arınmış olur, ”116

“Kim (Allah için) çalışırsa (cihad) kendi nefsi için çalışmış olur.’’117

Yapılan bir fiilde zorlama olursa bu ihtiyarı/rızayı yok eder veya ifsat eder. Bir görev rızasız yapılırsa, bu fiil, failin müktesebi olmaz ve fiil sonunda oluşan hayır veya şerrin sorumluluğu fiili yapa­na değil zorlayana ait olur. İrade dışı ve zorlama ile yapılan fiilden sorumlu ol­mak şöyle dursun "hata" ile yapılan fiil­lerden bile insan sorumlu tutulmamış­tır118. Ayrıca zorlama/ikrah cezayı ge­rektiren bir suçtur.119

İslam’da inanç özgürlüğü vardır. Di­leyen müslüman olur, dinleyen müşrik, kafir, Hristiyan, Yahudi ve Mecusi ola­

rak yaşar120. Peygamber (a)’in devrinde de böyle olmuştur. İslâm’daki “cihad”m amacı da insanları baskıdan korumak, baskıyı kabul etmeyen hak dini hakim kılarak îlâi kelimetüllâh etmek (Allah’ın yüce kelimesini /tevhid inancını yücelt­mek), hak dini kendi isteği ile kabul et­mek isteyenlere, dinin anlatılmasına ve yaşanmasına mani olanlara, zorlama ya­panlara engel olmak ve doğru yolu in­sanlara anlatmaktır. Dolayısıyla İs­lam’da savaş; intikam, öldürme ve din değiştirmeye zorlamak için yapılmaz.121

“Dinde zorlama yok” demek, teklif ve ceza yok demek değildir. Allah, in­sanları ibadetle sorumlu tutmuş, ancak bu görevi yapıp yapmamayı insanın ira­desine bırakmıştır. Kulluk görevini ya­panlara mükâfat, terk edenler ise ceza ol­duğunu bildirmiştir. Dünya imtihan yeri­dir, ceza yeri değildir. Asıl ceza yeri âhi- rettir. Onun için Yüce Allah Kur’an’da iman edip salih amel işleyenlerin cenne­te122, inkâr edip isyan edenlerin cehen­neme123 gideceklerini bildirmiştir. Hatta Allah, iman ettiği halde namaz124 ve ze­kat125 gibi imanın gereği olarak yapıl­ması zorunlu olan amelleri yapmayanla­ra ve insan öldürme126 gibi suç olan fiil­leri işleyenlere de ahirette ceza olduğunu bildirmiştir.

Yukarıda peygamberlerin tebliğ ettiği tevhit dinin; beş şeyi {dini, malı, canı, aklı ve nesli) korumayı amaç edindiğini söylemiştik. Bu beş şey, temel insan hak­larıdır. Toplum düzeninin temelini teşkil eder. Dolayısıyla kamu düzeninin sağ­lanması ve temel insan haklarının korun­ması amacıyla bu beş ilkeyi ihlal ederek suç işleyenlere dünyada da ceza-i müey­yide konulmuştur. Ancak, bu suçlara dünyada cezası uygulanması “dinde zor­lama vardır" anlamına gelmez. Çünkü bir suçun, cezayı mucip olabilmesi için kişinini hür iradesi ile bu suçu işlemesi gerekir. Hür iradenin olduğu yerde baskı ve zorlama olamaz. Baskı varsa kişi o suçu zorlama ile yapmıştır. Bu takdirde o suçtan dolayı yukarıdaki cezalar veril­mez.

1- Dini Anlatma Görevi

Dinde zorlama değil dini anlat­ma/tebliğ etme vardır. Bütün peygam­berler dini tebliğ ve tebyin etmekle gö­revlendirilmişlerdir. Peygamberler bu görevlerini ifa ederlerken zorlama yap­mamışlar, ikna etme metodunu kullan­mışlardır. Allah onlara bu görevlerinde

başarılı olabilmeleri için “mucizeler” vermiştir. Bütün peygamberler insanlara; Allah’tan aldıkları vahyi anlatmışlar (tebliğ), dinin kurallarını sözlü ve uygu­lamalı olarak açıklamışlar (tebyin), inkar ve isyan edenleri ilahi azapla uyarmışlar (inzar), iman edip salih amel işleyenleri cennet nimetleri ile müjdelemişler (teb­şir) ve iyilikleri emredip kötülükleri men etmişler (emr-i bilma’ruf ve nehy-i ani’l- münker), Kitabı, Sünneti ve insanlara bilmediklerini öğretmişlerdir.127

Aynı görevler, mü’minler için de söz konusudur. Yüce Allah;

“Siz insanlar için ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz... ”128

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emre­dip kötülüğü men eden bir topluluk bu­lunsun. ”129 buyurmuştur.

Mü’minlerin özelliklerinden birisi de iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyet- mektir.130 Bu görevin; “hikmet", “güzel öğüt", “en iyi mücadele”131 ve “yumuşak bir üslup”132 ile yapılması emredil­miştir.

Ana-babaların, çocuklarına dini öğ­retme yükümlülüğü vardır. Bu sebeple yüce Allah, “Ehline (=eşine ve çocukla­rına) namazı emret ve sen de ona sab­ret”,133 Peygamber (a) ise “çocuklarını­za, onlar yedi yaşına geldiklerinde na­mazı emredin (=namazla ilgili kuralları öğretin), on yaşına geldiklerinde namazı kılmazlarsa dövün (terbiye ve te’dip edin)”134 buyurmuştur. Bu emir, buluğa ermeyen çocukları dine zorlamaya değil, eğitmeye, terbiye etmeye ve dini öğret­meye yöneliktir. Ana-baba, bu görevi ye­rine getirebilmek için her türlü tedbiri alabilir.

2. Dini Kabule ve Din Kurallarını Uygulamaya Mani Olma Yasağı

Dine girmekte ve dini kuralları uygu­lamakta zorlama olmadığı gibi, dini ka­bul etmek ve dinin kurallarını uygula­mak isteyen kimseye mani olmak da yoktur. Din ve vicdan hürriyeti, din seç­me ve din kurallarını uygulama hürriye­tini de ifade eder.

Kur’an’da insanların Allah yolundan men edilmesi şiddetle kınanmaktadır:

“Şiddetli azaptan dolayı kafirlerin vay haline. Onlar dünya hayatını ahirete tercih ederler, (insanları) Allah yolundan alıkoy arlar ve onu (dini) eğriltmek ister­

ler. İşte bunlar derin bir sapıklık içinde­dirler, ”135

Allah, insanların dinlerini yaşamala­rına mani olanları fesatçılık/ bozguncu­lukla nitelemektedir:

“İnkâr edip insanları Allah yolundan alıkoyanlar var ya işte onlara yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle azaplarını kat kat artıracağız,”136 Bir müslümanın, İslâm’ı kabul etmek ve İs­lâm’ın kurallarını uygulamak isteyen kimseye herhangi birşekilde engel olma­sı düşünülemez. Böyle bir davranış, iman gerçeği ile bağdaşmaz. Müslüma- nın kendisi, dinin birtakım kurallarını hayatında uygulayamasa bile başkalarını dindar olmaya teşvik eder, fakat asla on­ların dini yaşamalarına engel olmaz ve insanları kötülüklere teşvik etmez. Yüce Allah Kur’an’da, ancak kafir137 ve mü­nafıkların138 insanları Allah yolundan alıkoyduklarını bildirmiştir. İyilikleri men etmek ve kötülükleri emretmek mü­nafıkların vasfıdır.139

3. Din ve Vicdan Hürriyetinin Kapsamı

Din ve vicdan hürriyetinden söz edi­lebilmesi için şu dört şeyin birlikte bu­lunması gerekir:

1. İnanç hürriyeti:

a- Kişinin inancı konusunda herhangi bir baskı bulunmamalıdır. (Herkes vic­dan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sa­hiptir. 1982 Anayasası m. 24)

b- İnanan insana inancından ötürü baskı olmamalıdır. (Kimse dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz, di­ni inanç ve kanaatlerinden dolayı kına­namaz. 1982 Anayasası m. 24)

Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi (1948), Avrupa İn­san Hakları Sözleşmesi (1950) aynı hü­kümleri içermektedir.

2- İnandığı değerleri hayata geçirme hürriyeti. (İbadet, dini ayin ve törenler serbesttir. 1982 Anayasası m. 24)

3- İnandığı değerleri öğrenme, öğret­me ve anlatma hürriyeti. (Din ve ahlak e- ğitimi ve öğretimi devletin denetimi ve gözetimi altında yapılır. 1982 Anayasası m. 24)

4- Aynı değerlere inanan insanlarla birlikte olabilme hürriyeti.

SONUÇ

Allah’ın en mükemmel varlığı olan,’ ruh ve bedenden oluşan insan, birtakım kabiliyetlerle donatılmıştır. İnsan; akıllı, vicdan sahibi, okuma, öğrenme, anlama, düşünme, konuşma, dinleme ve yazma, iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı birbirin­den ayırabilme yeteneğine sahip;

Bunlara mukabil insan; nankör, ace­leci, zayıf, kıskanç, kaba, azgın, tartış­macı, sabırsız, ümitsiz, riyâkar, cimri, ki­birli ve şehvetine düşkün;

İlâhî emanetleri yüklenmiş, ezelde Allah’ın Rab oluşunu ikrar etmiş, yeryü­zünde halife olmuş, iman ve ibadetle, mal, evlat, hayır ve şerle imtihana tabi tutululmuş bir yaratıktır.

Allah, maddî varlığını oluşturan be­deni için insanı; hava/oksijen, su, gıda ve belirli bir ısı/sıcaklıkta yaşamaya muhtaç kılmıştır. İnsanın bedenî ihtiyaçlarını karşılaması için gerekli olan her şeyi var etmiş ve insana sayısız nimetler lütfet­miştir.

Manevî varlığı için de yine onu dört şeye muhtaç kılmıştır. Bunlar; akıl, vic­dan, peygamber ve İlahî kitaplardır. Al­lah her insana akıl ve vicdan vermiş, akıl vermediklerini ibadetle sorumlu tutma­mıştır. Akıl ve vicdan tek başına insana “kulluk” görevinde yeterli olmadığı için peygamberleri örnek, uyarıcı, müjdeleyi- ci, hak dini tebliğ ve tebyin edici olarak, kitapları da rehber olarak göndermiştir.

Yemeye, içmeye, giyinme ve barın­maya ihtiyacı olduğu gibi insanın inan­ma ve tapınmaya da ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç, insanda doğuştan vardır. Doğuş­tan var olan “din duygusu” mn doğru şe­killenip neşvünema bulabilmesi için hak dine ihtiyacı vardır. Allah ilk insandan itibaren peygamberleri vasıtasıyla hak dini insanlara tebliğ etmiştir. Bütün pey­gamberlerin tebliğ ettiği din tevhid dini­dir. Tevhid dinin adı İslâm’dır. Bu dine iman edenlerin adı da müslümandır.

Allah, insanları ölümü ve hayatı ile iman ve ibadetle, malı ve evladıyla, ha­yır ve şerle imtihana tabi tuttuğu için hak dini kabule zorlamamıştır. Hak dini ka­bul etmeyi ve dinin kurallarını uygula­mayı insanın iradesine bırakmıştır. Çün­

kü zorlama iradeyi yok eder. İrade dışı hareketinden insan sorumlu değildir. Zorlama ile iman olmaz, zorlama ile iba­det olmaz. Zorlama ile insan mü’min de­ğil münafık yapılır. Zorlama ile ibadet ri­ya olur. Riya ise şirktir.

İnsan, dini kabule ve din kurallarını uygulamaya zorlanamayacağı gibi hür iradesiyle İslâm’ı kabul etmek ve İs­lâm’ın kurallarını uygulamak isteye en­gel de olunamaz. Her iki devranış din ve vicdan özgürlüğüne ters düşer.

Hak dini kabul etmek kurallarını ya­şamak isteyen insanın; dinini öğrenmesi, şartlarına uygun iman etmesi, emir ve yasaklara uyması/salih ameller işlemesi İslâmî insanlara anlatması/ hakkı tavsiye etmesi (emri bilma’ruf ve nehy-i ani’l- münker görevini yapması) ve bütün bu görevlerde başarılı olabilmesi için sab­retmesi gerekmektedir.

*Diyanet İşleri Başkanlığı Teftiş Kurulu Üye­si.

1 İsra, 17/70.

2 Zariyat, 51/56.

3 Ahzab, 33/72.

4 A’raf, 7/172.

5 Maide, 5/100.

6 Şems, 91/7.

7 En’am, 6/1

8 Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, V, 3434. Eser yay. İstanbul, 1971.

9 Bakara, 2/30.

10 Hicr, 15/27.

11 Bakara, 2/30.

12 Al-i İmran, 3/59.

13 Secde, 32/7.

14 Mii’minun, 23/12. “Sülale", birşeyden sıyrı­lıp çıkartılan bir netice demektir. Yazır, V, 3431-3432.

15 Sâffat, 37/1 i.

16 Hicr, 15/26. “Hame", uzun müddet su ile yu­muşayıp değişmiş cıvık, kokmuş çamur, bal­çık; "Mesnun" . değişmiş, musavver; “Ha- me-i mesnun", değişmiş, şekil verilmiş, kalı­ba dökülmüş cıvık çamur, balçık; “Salsal" ise vurulduğu zaman tıngırdayan, kurumuş, pişmiş çiğ çamur demektir. Yazır, V, 3057- 3058.

17 Rahman, 55/14.

18 Nur, 24/45; Enbiya, 21/30; Fürkan, 25/54.

19 Sad, 38/75.

20 Sad, 38/70-71.

21 Nisa, 4/1.

22 Secde, 32/8.

23 Tarık, 86/5-7.

24 İnsan, 76/2.

25 “Nutfe”, meni içindeki tohum. Yazır, V, 3434.

26 Modem ilim; insan vücudunun yer yüzünün içerdiği elementleri bünyesinde taşıdığını is­pat etmiştir. Toprağın içerdiği elementler şunlardır: Karbon, oksijen, hidrojen, kükürt, azot, kalsiyum, potasyum, sodyum, klor, mağnazyum, demir, bakır, iyot, florin, kobalt, çinko, silisyum. (Seyit Kutup, Fî Zılâli’l- Kur’an, cilt, VII, cüz, 27, s. 117. Beyrut, 1968.)

27 Ayette geçen “Kararı mekîn" sağlam, aldı­ğını tutan, korunmuş rahim demektir. Yazır, V, 3434.

28 Mü’minun, 23/12-14.

29 Secde, 32/8-9.

30 Bııhari, Enbiya, 1 (IV A, 103, 104). Benzeri için bkz. Ahmed, I, 374.

31 En’am, 6/2.

32 Fatır, 35/11.

33 Taha, 20/55.

34 Âl-i Imran, 3/6.

35 Teğabıin, 64/3.

36 Tin, 95/4.

37 Yazır, V, 3436.

38 Bakara, 2/29.

39 Casiye, 45/13.

40 Lokman, 31-20.

41 Nahl, 16/18.

42 TDV İslam Ansiklopedisi, Akıl Maddesi.

43 Tirmizi, Kıyame, 14; Tecrid, IV, 261.

44 Yunus, 10/100.

45 Bakara, 2/171.46 Mutaffıfîn, 83/14.

47 Tirmizi, Tefsir 83/14 ayetin tefsiri; Ahmed,

II, 297, V, 434.

48 Rum, 30/30.

49 Ar’af, 7/172.

50 Müslim, Kader, 23; Tirmizi, Kader, 5.

51 Buhari, Cenaiz; 80. Müslim, Kader, 23. Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 29.

52 Yusuf, 12/53.

53 Kaf, 50/16.

54 Ahmed Haindi Akseki, İslâm Dini, Diyanet işleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, s. 7.

55 Ahmed Hamdi Akseki, İslâm Diııi, s. 12.

56 Ahmet Gurtaş, Atatürk ve Din Eğitimi, s.8.

Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara, ty.

57 Ahmet Kahraman, Dinler Tarihi, s. 20.

58 Ahmet Kahraman, a.g.e., s. 20.

59 Kıyame, 75/36.

60 Miı’minun, 23/115.

61 Fatır, 35/24.

62 Fatır, 35/25.

63 Nahl, 16/151.

64 Hac, 22/78.

65 Âl-i Imran, 3/67.

66 Yunus, 10/72.

67 Maide, 5/111.

68 Yunus, 10/84.

69 Yunus, 10/90.

70 Âl-i Imran, 3/19.

71 Maide, 5/3.

72 Âl-i İmran, 3/85.

73 Bakara, 2/177.

74 Hadid, 57/22.

75 Isra, 17/78.

76 Bakara, 2/185.

77 Nur, 24/56.

78 Âl-i imran, 3/97.

79 Nur, 24/54.

80 Araf, 7/31.

81 Bakara, 2/221, 229. 225-234, Nisa, 4/23-25.

82 Bakara, 2/275.

83 Nisa, 4/7, bkz. Nisa, 4/11-12, 176.

84 Lokman, 31/19, bkz. Lokman, 31/18.

85 Bakara, 2/233; Nur, 24/27.

86 Nur, 24/27.

87 Nur, 24/59, Bkz, Nur, 24/58.

88 Nur, 24/61.

89 Maide, 5/1.

90 Şura, 42/38.

91 Nisa, 4/58.

92 Nisa, 4/135.

93 Bakara, 2/186.

94 Mülk, 67/2.

95 Enfal, 8/28.

96 Enbiya, 21/35.

97 A’raf, 7/168.

98 Ankebut, 29/3.

99 Muhammed, 47/31.

100 Bakara, 2/155; Maide, 5/48; Kehf, 18/7.

101 Mülk, 67/2.

102 Kehf, 18/29.

103 Teğabun, 63/2.

104 İnsan, 76/2-3.

105 Yunus, 11/99.

106 Ğaşiye, 88/21-22.

107 Şura, 42/48.

108 Maide, 5/92. Bkz. Teğabiin, 64/2.

109 Nemi, 27/92.

110 Bakara, 2/256.

111 Tahrim, 66/6.

112 Nahl, 16/106.

113 ibn Mace, Talak, 16, No: 2044 (1, 659).

114 Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, 11, 861.

115 Fussılet, 41/46.

116 Fatır, 35/18.

117 Ankebut, 29/6.

118 Ahzab, 33/5.

119 Yazır, a.g.e., II, 862.

120 Bkz. Yazır, a.g.e., II,. 863.

121 Yazır, a.g.e., II, 864-865.

122 Bakara, 2/82.

123 Bakara, 2/39.

124 Meryem, 19/59.

125 Tevbe, 9/34-35.

126 Nisa, 4/93.

127 Bakara, 2/155.

128 Âl-i İmran, 3/110.

129 Âl-i imran, 3/104.

130 Tevbe, 9/71.

131 Nahl, 16/125.

132 Âl-i İmran, 3/159. Musa ve Harun (a)’a, Na- ziat, 79/24; Tâha, 20/43-44.

133 Taha, 20/132.

134 Ebu Davud.

135 İbrahim, 14/2-3.

136 Nahl, 16/88.

137 Muhammed, 47/1. Bu konu ile ilgili bkz. En- fal, 8/36; Nisa, 4/167-168; Muhammed, 47/32.

138 Münafikûn, 63/2-3.

139 Tevbe, 9/67.