İNSANIN DİNE OLAN İHTİYACI VE DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ
Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ*
GİRİŞ
Yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak var edilen insan; yaratıkların çoğundan üstün kılınmış, kendisine şan ve şeref verilmiş ve çok ikramda bulunulmuş bir varlıktır.1
İbadet etmesi için yaratılan,2 İlâhî emaneti yüklenen,3 daha dünyaya teşrif etmeden Allah’ın Rab oluşunu kabul eden4 insan, akıl5 ve vicdan6 ile mücehhez kılınmış, din konusunda kendisine rehberlik etmesi için peygamber ve kitaplar gönderilmiştir.
“Din”, insanlık tarihi ile başlar. Adem peygamberden itibaren vardır. Bu sebeple tarihin hiçbir devrinde dinden habersiz bir topluluğa rastlanmamıştır. Nerede insan varsa orada hak veya batıl bir din var olmuştur.
Bu yazımızda Kitap ve Sünnetin ışığında insanın dine olan ihtiyacını, din ve vicdan hürriyetini ele alacağız.
I. İNSANIN DİNE OLAN İHTİYACI
İnsanın dine olan ihtiyacını anlayabilmek için, dinin muhatabı olan insanı, onun yapısını, karakterini, mizacını ve gereksinimlerini tanımamız gerekmektedir.
1. İnsanın Genel Yapısı
Yaratıkları genel olarak iki kısma ayırabiliriz: İnsan ve diğer varlıklar.
Allah, gökleri ve yeryüzünü7, madenleri, bitkileri, hayvanları8, melekleri9 ve cinleri,10 en son olarak da insanı yaratmıştır.
İnsan, Allah’ın yeryüzünde halifesidir. Yüce Allah bu hususu şöyle bildirmektedir: “Hatırla ki Rabb’in meleklere; ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. ”11
Allah, varlıkların en sonuncusu ve yeryüzünde halifesi olan insanı; özene bezene yaratmış ve diğer varlıkların tamamını onun hizmetine sunmuştur. İnsan, Allah’ın en kıymetli ve en değerli yaratığıdır. Bu değeri anlayabilmemiz için; insanın yaratılışını ve kainatın insanın hizmetine verilişini bilmemiz gerekir.
2. İnsanın Yaratılışı
a- Âdem ve Eşi
Allah, ilk insanın fiziki yapısını toprak ve sudan yaratmış, hayatiyeti/canlılığı için de kendi ruhundan ona üflemiştir. Kur’an’da ilk insan Âdem’in yaratılışının farklı boyutları anlatılmıştır. Bu hususu özet olarak şöyle sunabiliriz.
Allah insanı;
- Topraktan,12
- Çamurdan,13
- Çamur süzmesinden,14
- Yapışkan çamurdan,15
- Değişmiş cıvık balçıktan,16
- Kömür gibi pişmiş çamurdan,17
- Sudan,18 yarattığını bildirmiştir.
Allah, Kur’an’da ilk insanı bizzat iki eliyle yarattığını bildirmektedir:
“Allah, ’Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir?’... dedi”19
Allah, Âdem’in fiziki yapısını toprak su karışımının çeşitli aşamalardan geçirilip elde edilen bir özden yaratıp onu tesviye ettikten sonra hayatiyetini /canlılığını vermek için “kendi ruhundan ona ruh vermiştir”:“Rabb’in meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Ounun fiziki yapısını tesviye ettiğim (mükemmel bir şekil verdiğim) ve içine de ruhumdan iifürdüğüm zaman derhal ona secdeye kapanın. ”20
Allah, ilk insan Adem’i yarattıktan sonra ondan (hücresinden) de eşi Havva’yı yaratmıştır: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratan ve ikisinden bir çok erkek ve kadın üretip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. ”21
b- Diğer İnsanlar
Allah, insanların tamamını Adem ve Havva’nın soyundan getirmiş, erkek ve dişinin evliliği sonucu insanları bir damla sudan yaratmıştır:
“Sonra onun (Adem’in) zürriyetini dayanaksız bir suyun özünden vâr etmiştir”22
Bu özün, insanın beli ile kaburga kemikleri arasından çıktığı bildirilmiştir:
“İnsan neden yaratıldığına bir baksın. O atılan bir sudan yaratıldı. O su, bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar. ”23
Bu su, kadının ve erkeğin spermi ve tohumun birleşimidir:
“Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden yarattık" 24
Bu nutfe,25 ana rahminde insana dönüşmektedir:
“Andolsun biz insanı çamurdan26 (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargahta27 nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka (döllenmiş yumurta/embriyo) yaptık. Sonra alaka ’yi bir parçacık et (mudğa) haline getirdik. Sonra mudğa’yı kemik/iskelet yaptık ve bu kemikleri et ile kapladık. Sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik. ”28
Bu ayet, insanın sadece fiziki yapıdan ibaret olmadığını açık olarak ifade etmektedir.
Allah Âdem’de olduğu gibi her insana hayatiyetini vermesi için ruhundan iiflemiştir: “Sonra onun zürriyetini değersiz bir suyun özünden vâr etmiştir. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş ve ona kendi ruhundan iiflemiştir. ”29
Peygamber, nutfenin insana dönüşünü şöyle bildirmiştir:
“Sizden biriniz annesinin karnında 40 gün kalır sonra alaka olur. Aynı şekilde 40 gün alaka olarak kalır sonra mud- ğa olur. Aynı şekilde 40 gün mudğa olarak kalır sonra Allah ona bir melek gönderir. Melek o kimsenin amelini, ecelini, rızkını şakı veya said olduğunu yazar. Sonra ona ruh iifler:”30
İnsana canlılığını, gerçek yaşamını veren bu “ruh"im. Bu ruh verildikten sonra ana kamında çocuk canlanmaktadır. “Öliim” gerçeği de insanın Allah tarafından belirlenen dünyadaki yaşama süresinin sonu gelince bu ruhun bedenden ayrılması ile gerçekleşmektedir:
“Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak odur (Allah’tır). ”31
“Allah, sizi (önce) topraktan, sonra meniden yarattı. Sonra sizi çiftler (er- kek-dişi) yaptı.
O’nun bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır ne de doğurur. Bir canlıya ömür verilmesi de onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapda (yazılı) dır. Bunlar Allah’a kolaydır:”32
Topraktan yaratılan, sonra tekrar toprağa döndürülen insan, kıyametin kopmasıyla yeniden topraktan çıkarılacaktır:
“Sizi ondan (topraktan) yarattık, yine sizi ona (toprağa) döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan (topraktan) çıkaracağız.”33
Allah, gerek ilk insana gerekse onun zürriyetinden çoğalan bütün insanlara en güzel suret vermiş ve onları “ahsen-i takvim" üzere yaratmıştır. Şu ayetler bunu ne güzel ifade etmektedir:
“O Allah ki rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiriyor:”34
“Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi güzel yaptı ”35
“Andolsun biz insanı en güzel biçimde yarattık”.36
Bütün bu ayetlerden anlıyoruz ki; insanın yaratılışında iki unsur vardır: Madde ve Ruh. İnsanın maddî kısmı, toprak ve sudan, manevî (gözle görünmeyen) kısmı ise ruh, yetenek ve duygulardan oluşmaktadır.
Mü’minun suresinde; insanın ana rahminde fiziki kısmının oluşumu tamamladıktan sonra “biz onu başka bir yaratılışla inşa ettik” denilmiştir. Bu; insana beden ve ruhunun dışında birtakım kabiliyetler verildiğini, duygularla yüklendiğini, fiziki yapısının şekillendirildi- ğini, boyunun, poşunun, endamının ve organlarının güzelleştirildiğini ifade eder.37
3- İnsanın İhtiyaçları
İnsan beden ve ruhtun /maddî ve manevî unsurlardan oluştuğuna göre onunu ihtiyaçları da maddî ve manevîdir.
Allah, insanın maddî ihtiyaçlarını karşılaması için kâinatta sayısız varlıkları insanların hizmetine sunmuş ve ona sayısız nimetler vermiştir.
Allah yerde ve gökte ne varsa hepsini insan için yaratmıştır. Şu ayetler bunun açık delilidir:
“O Allah ki yerde olanların hepsini sizin için yaratmıştır ”38
“(Allah) yerde ve göklerde olanların hepsini sizin hizmetinize sunmuştur. ”39
“Allah’ın göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi?”40
“Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. ”41
İnsan, Allah’ın bu nimetleri ile maddi ihtiyaçlarını karşılamakta ve hayatını sürdürmektedir. İnsanın maddî ihtiyaçları, genelde 4 şeye inhisar etmektedir: Oksijen (temiz hava), su, gıda ve ısı/ateş. Kâinat, insanın yaşamasına elverişli olarak yaratılmıştır. Dünyanın kendi ekseni ve güneş etrafında dönmesi, güneşe olan uzaklığı, ay ve yıldızlar, kara ve denizler, bitkiler, madenler ve hayvanlar hep insan içindir. Yeşil bitkilerin oksijen üretip karbondioksit tüketmesi, insan ve hayvanların ise oksijen tüketip karbondioksit üretmesi insan yaşamının devamı için konulmuş ilahi bir nizamdır.
İnsanın maddî ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için genel olarak 4 şeye ihtiyacı olduğu gibi manevî/ruhî ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için de genelde dört şeye ihtiyacı vardır. Bunlar; Akıl, Vicdan, Peygamber ve İlâhî Kitap ’tır.
Akıl;
- “Varlığın hakikatini idrak eden cevher”,
- “İlâhî emirler karşısında insanı sorumlu kılan manevî varlık”,
- “Bilgi edinmeye yarayan güç”,
- “Düşünce ve davranışa yön veren bilgi, fazilet ve ahlakın kaynağı, din ve sorumluluğun esası, dünyevi işlerin temel dayanağı” şeklinde tanımlanmıştır.42
Peygamber (s.a.v), “Akıllı kimseyi ölümden sonrasını düşünen kimse” olarak tanımlamıştır.43
Allah insanı akıllı yaratmıştır. Aklı olmayanın dinî sorumluluğu da yoktur.
Allah, Kur’an’da; her türlü rezilliği ve ilahi azabı aklını kullanmayanlara verdiğini bildirmiştir.44 Allah, kafirleri; kör, sağır, dilsiz ve akıllarını kullanmayan kimseler olarak nitelemiştir 45
Vicdan ise; insandaki; iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, hakkı batıldan ve hayrı şerden ayırt edebilme kabiliyetine denir. Bu kabiliyet, eğitim ve terbiye ile gelişebileceği gibi kötü alışkanlıklarla ve olumsuz telkinlerle körleşip yok olabilir. Dolayısıyla tek başına vicdan, insanın erdemli olmasına yetmez ve dinin yerini de tutamaz. Ayrıca iyi bir vicdana sahip olabilmek için iyi bir din terbiyesi alınması gerekmektedir. Vicdan, işlenen kötülüklerle köre- lebilmektedir. Yüce Allah, Kur’an’da;
“Hayır bilakis onların (günahkârların) işlemekte oldukları (kötülükleri) kalplerini kirletmiştir" 46 buyurmuştur.
Peygamber (s.a.s), “Hiç şüphe yok ki kul bir hata (günah) işlediği zaman, kalbinde kara bir leke oluşur. Eğer, sahibi onlardan vazgeçer, af diler ve pişman olup tevbe ederse, kalbi parlar, (günahını) tekrar ederse kalbindeki (o kara leke) artar. Öyleki, giderek bu leke kalbini tamamen kaplar" buyurmuş ve yukarıdaki ayeti okumuştur47. Dolayısıyla vicdan, terbiye ve rehbere muhtaçtır. Bu rehber de dindir.
Akıl ve vicdan, insanın Yaratan’ını bilmesi ve tanıması, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik konulan, bazı ahlâkî ve insânî görevlerini ifa edebilmesi için yeterli ise de Allah’ın sıfatları, yaratılış gayesi olan “ibadet” görevi, iman esasları, ahiret hayatı, haramlar ve benzeri konulan tam olarak bilmesi için yeterli değildir. Milli Şairimiz Mehmet Akif Er- soy, bu gerçeği bir şiirinde şu şekilde dile getirmiştir:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır,
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Çekilmiş farz edilsin yüreklerden havf-i Yezdan’ın
Ne irfanın kalır tesiri katiyen ne vicdanın.
Bu sebeple Allah, ilk insandan itibaren örnek ve önder olması için peygamberler, rehber olması için de kitaplar göndermiştir.
İnanma ve Tapınma İhtiyacı
(Din duygusu)
Yeme, içme ve barınma gibi biyolojik ihtiyaçlar doğuştan olduğu gibi “inanma ve tapınma" ihtiyacı da doğuştandır. Bu gerçeği şu ayetlerden öğreniyoruz:
“Yüzünü Allah’ı birleyen olarak (ha- nîf) dine, Allah’ın dinine çevir ki Allah insanları o din üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmez. ”48
“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabb’in Adem oğullarından, onların bellerinden zürrıyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da evet buna şahit olduk (Rabbimizsin) dediler. ”49
Peygamberimiz, “Her doğan çocuk (İslâm) fıtratı üzerine doğar” buyurmuştur.50
Bu, “insan doğuştan dinsiz, kâfir, fa- sık ve âsi değildir, tevhîd dinini kabule hazır ve kabiliyetlidir” demektir. İnsan yetiştiği çevrede aldığı terbiye, eğitim ve öğretime göre müslüman olur veya başka bir inanca sahip olur. Nitekim peygamberimiz.
“Doğan hiçbir çocuk yoktur ki (İslâm) fıtratı üzerine doğmuş olmasın. (Daha sonra) anası ve babası çocuğu yahudi, hristiyan veya mecusi yapar” demiştir.51 Ebu Hüreyre bu hadisi rivayet ettikten sonra yukarıdaki ayeti (Araf, 7/172) okumuştur.
İnsanın yaratılışında var olan bu “kabiliyet” insan büyüdükçe gelişir. Belli bir yaşa gelince Yaratanını bilir, bulur ve tanır, İlahî teklifleri anlar. Doğuştan gözleri ve kulakları sağlıklı olan bir insanın eşyayı görmemesi ve sesleri duymaması nasıl mümkün değilse harici müdahaleye maruz kalmayan bir insanın da Yaratanını tanımaması mümkün değildir. Göz ve kulak görmüyor ve işitmiyorsa onda bir arıza var demektir. Bunun gibi Yaratanını tanımayan, “Tevhîd Dini”ni kabul etmeyen insanın yaratılışında var olan bu kabiliyetine “arıza” peyda olmuş demektir.
“Din duygusunun kaynağı", fıtrattır. Dolayısıyla din duygusu insanla birlikte doğmuştur. İnsanla birlikte devam edecektir. Dünyada insan bulundukça din de var olacaktır.
“Din duygusu”, fitrî olduğu için yeme, içme, giyinme ve barınma gibi her insanın dine ihtiyacı vardır. İnsan; iyi ve kötü, sevgi ve şehvet, kin ve nefret... gibi bir çok duygu ile yüklüdür. İnsan, nefis (arzu, heva ve heves) sahibidir. Nefis, daima kötülüğü emreder52, insana vesvese verir53. İnsanın nefsânî ve şeytanî duyguları kontrol altında tutabilmesi için dînî/ahlâkî kurallara ihtiyaç vardır. Bu itibarla Din her türlü ahlâkî faziletlerin başıdır, dolayısıyla fert ve toplum hayatında dine gerek vardır.
İnsanın Dine Olan İhtiyacı
“Din", Allah tarafından vaz’ olunmuş İlâhî bir kanundur.
Amacı; insanlara mutluluk yollarını göstermek, yaratılış gayelerini ve Allah’a nasıl ibadet edeceklerini bildirmek, kendi arzuları ile dini kabul eden akıl sahiplerini hayır olan işlere sevk etmektir.54
İnsan, “FıtrîDin” ile “dindar” olma kabiliyetinde yaratılmıştır. Asla dini terbiye görmemiş, çevrenin ve yetiştiği kültürün etkisinde kalmamış “aklı selim” sahibi bir kimse “şevki tabi” ile kendisini ancak İslâm Dini’nin kaidelerine tabi
kılar. İnsan kendisini doğru yoldan çıkaran birtakım telkinlerle saptırılmazsa vicdanen başka bir inanca meyletmez. Yaratılışındaki var olan kabiliyet ile Yüce Yaratıcı’yı bilir ve tanır. Fıtrata fesat karışınca o insan irşada ihtiyacı olur.
Şirk, küfür, nifak ve isyandan salim ve iman üzere yaratıldığı için ister mü’min, ister kafir ana babadan doğsun büluğa ermeden ölen her çocuk İslâm bilginlerinin çoğunluğunun ittifakı ile cennete gidecektir.
4. Fıtrî Din (İslâm)
“Din duygusu” yaratılıştan var olduğu için tamamen dinsiz insan ve dinsiz toplum yoktur. Hak veya batıl, doğru veya yanlış her insanda bir “inanç” vardır. Peygamber (a)’in peygamber olarak gönderildiği Hicaz bölgesinde, Allah’ın birliğine iman eden, İbrahim (a)’in tevhit dinini benimseyen hanifler, Hıristiyan- lar, Yahudiler ve putperestler vardı.
İnsanlar din duygusu gereği, inanma ve tapınma ihtiyacı hissettikleri için kimisi tek Allah’a, “Hak Din”e, kimisi de yaratıklara, batıl dinlere; taşa, puta, ağaca, insana, aya, güneşe, hayvana, tabiata, ateşe... vb. şeylere inanıp tapınışlardır.
Bu, insanın yaratılışındaki “din duygıı- j«”nun varlığının delilidir.
İnsanın; beden ve ruhtan oluştuğunu söylemiştik. Bedenin sağlıklı olması için tehlikelerden ve hastalıklardan korunması, muhtaç olduğu su ve gıda gibi, ihtiyaçlarını yeterince alması gerektiği gibi, maneviyatın sağlıklı olması için de sapık inanç, söz, fiil ve davranışlardan korunması, din duygusunun tevhid inancı ile beslenmesi gerekir.
İnsanın doğasında birine sığınma ihtiyacı vardır. Bunun için her insan, bir tehlike ile karşılaşınca dua eder. İnandığı yüce varlığını korumasını ve yardımını ister. Bu yüce varlık, gerçekte Allah’tır.
Dinler tarihi araştırmacısı Max Müller (1823-1900) araştırmaları sonucunda; “Dinin insan ruhunda fıtrî bir duygu" olduğunu söylemiştir.
Yine dinler tarihçisi Benyamin Kons- tan, “Din, insanlık tarihinde en fazla hakim olmuş bir amilidir. Dini hayat, tabiatımızın ezelî bir niteliği ve ondan ayrılmayan bir özelliğidir. İnsanın mahiyeti düşünülünce zihne derhal bir din fikrinin gelmemesi mümkün değildir. ”
Alman filozofu Max Müller, “Tapınma ihtiyacı doğuştandır. Tapınma insanlık tarihiyle başlar. Vahşi ve medeni bütün toplumlarda tapınma vardır. Geriye doğru ne kadar gidersek gidelim, dinsiz bir toplumun yaşadığını göremiyoruz.
Her yerde bir mabede veya kalıntısına rastlamamak mümkün değildir." demiştir.55
Dolayısıyla din fert ve toplumlar için gereklidir. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk, “Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz bir milletin devamına imkan yoktur", “din vardır ve lazımdır" demiştir.56
Yunan ahlâkçı ve tarihçisi Plutargue, “Dünyayı dolaşınız edebiyatsız, kanunsuz ve servetsiz şehirler bulacaksınız fakat mabetsiz ve mahutsuz şehir bulamayacaksınız” demiştir.57
“Mabetsiz şehir olmaz” sözü ne kadar doğru! Eski ve yeni bütün şehirlerde mabetler vardır. Bu mabetler, “din duygusunun” ve “ibadete olan ihtiyacın” insanda doğuştan olduğunun bir delilidir.
Fen, teknik, bilim ve sanayinin gelişmesi “din duygusunu” yok edememektedir. Amerikalı filozof William James, “İlim ile din kâinatın hâzinelerini açmak için kullandığımız iki anahtardır” demiştir.58
Doğuştan insanda var olan “din duy- gu£u”nun gelişmesi ve körelmemesi için İlahî vahiy ile desteklenmesi gerekmektedir. Bu amaçla Allah, ilk insandan itibaren peygamber ve kitaplar göndermiştir. İnsanın buna ihtiyacı vardır. Çünkü insan, “başı boş bırakılmamış”59 ve “boş yere yaratılmamış”,60 “İbadet” ile sorumlu tutulmuştur.
İlk insan Adem (a), aynı zamanda ilk peygamberdir. Allah, Adem (a)’a on sayfalık bir “kitap” vermiştir. Allah son peygamber Hz. Muhammed (a)’e kadar her topluma bir peygamber göndermiş,61 Peygamberlere de “açık âyetler ’’(mucizeler), “sahifeler” ve “aydınlatıcı kitaplar” verilmiştir.62
5. Peygamberlerin Tebliğ Ettiği Tevhid Dini
Bütün peygamberler, insanlara “tevhit dinini” tebliğ etmişler, sadece “Allah’a ibadet etip tağuttan kaçınmalarını” emretmişlerdir.63 Dolayısıyla bütün peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleri İlahi nizamın ortak adı “İslâm" ve bu nizama iman edenlerin adı da “müslü- man”dır. Kur’an’da;
“Gerek daha önce (ki kitaplarda) ve gerek bu (Kur’an)i/a size müslümanlar adını O (Allah) verdi” buyurulmuştur.64
Yine Kur’an’da;
- İbrahim (a)’in, “hanif bir müslii- man ”65 olduğunu,
- Nuh (a)’un, “Bana müslümanlar- dan olmam emrolundu ”,66
- Havarilerin, “İman ettik, şahit ol ki biz müslümanlarız”,67
- Musa (a)’nın kavmine, “Ey kav- mim! Eğer Allah’a iman ettiyseniz ve müsliimanlardan iseniz Allah’a tevekkül edin’\68
- Firavun’un Kızıl Deniz’de boğulmak üzere iken,
“Gerçekten İsrail oğullarının iman ettiği ilahtan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlarda- mm” dediği bildirilmiştir.69
Allah katında “Hak Din’in adı ’İslam’dır.70 Allah, Hz. Muhammed (a) ile Hak Dini kemale erdirmiş, değişmemek üzere son şeklini vermiştir. Yüce Allah bu gerçeği Kur’an’da şöyle bildirmektedir:
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim”,71
Allah, Âdem (a)’den Muhammed (a)’a kadar peygamberleri vasıtasıyla insanlara gönderdiği ilkelerini=emir ve ya- saklannı=tavsiyelerini=hükümlerini Hz. Muhammed (a) ile noktalamış, artık İslâm’dan başka bir dini kabul etmeyeceğini Kur’an’da bildirmiştir:
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o kimse ahirette ziyan edenlerden olacaktır”72
Hz. Âdem’den Hz. Muhammed (a)’a kadar bütün peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleri hak din beş temel hedefi amaçlamıştır. Bunlar; “Dini”, “Nefsi”, “Nesli”, “Aklı" ve “Malı” korumaktır.
6. İslâm Dininin İçeriği ve Hedefi
İslâm Dini; insanın, Allah diğer insanlar ve çevre ile olan ilişkilerinde rehber olmak üzere gönderilmiştir. Dolayısıyla İslâm Dini; insanın bütün söz, fiil ve davranışlarıyla ilgili genel kurallar getirmiştir. İslâmî kabul eden insan; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmek73, hayır ve şerrin, iyilik ve kötülüğün ve her türlü musibetin Allah’ın izni ve takdiri ile olduğunu kabul etmek74, günde beş vakit namaz kılmak75, oruç tutmak76, zengin ise zekat vermek77, imkanı varsa hacca gitmek78, Allah ve peygamberine itaat etmek79 zorundadır.
İslâm; insanın yemesinden içmesine80, evlenmesinden boşanmasına81, ticaretinden82, mirasının taksimine83, konuşmasından yürümesine84, çocuğun kaç sene emzirilmesinden85, birisinin evine nasıl girileceğine86, çocukların ana-babalarının yatak odalarına ne zaman ve nasıl gireceklerinden87, yemeğin birlikte veya ayrı ayrı yenmesine88, yaptığı sözleşmelere uymasından89, işlerini istişare etmesine90, görev ve yetkileri ehil olana verilmesi ve davaların adaletle görülmesinden,91 şahitliğin dosdoğru yapılmasına92 varıncaya kadar fert, aile ve toplum hayatı ile ilgili temel kurallar getirmiş ve insana yol göstermiştir. Çünkü Kur’an “hüde’n li’n-nâs”dır93 =insanların rehberi=yol göstericisidir. Kur’an kendine uyanları her işte en doğru yola iletir. Dolayısıyla bazılarının sandığı gibi insanın söz, fiil ve davranışlarını “dinî" ve “dünyevi” diye ayırmak mümkün değildir. Din, hem dünya hem de âhiret içindir. Din, insanın dünyada da ahirette de mutlu olması için vardır.
II. DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ
Yüce Allah’ın; insana vicdan ve akıl verdiğini, bununla yetinmeyerek örnek ve önder olması için peygamber ve rehber olması için kitaplar gönderdiğini beyan etmiştik. Ancak insanı, peygamber ve kitaplarla gönderdiği dini kabule ve ibadete zorlamamıştır. Çünkü insanı ölümü ve hayatı94, malı ve evladı95, hayır ve şer96, iyilik ve kötlük97, doğruluk ve yalan,98 Allah yolunda çalışıp çalışmama99 ve verilen nimetler100 ile “imtihana” tabi tutmuştur.101 İmtihan halinde olanın inanıp inanmamakta, ibadet edip etmemekte hür olması gerekir. Nitekim yüce Allah; “(Ey Peygamberim!) De ki: Hak Rabb’inizden (gelmişji/r. Öyle ise dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin” buyurmuştur102
Vakıa da böyledir. İnsanlardan kimi iman ediyor, kimi de inkâr. Kimi itaat ediyor, kimi de isyan. Bu husus bizzat Allah tarafından bildirilmiş bir gerçektir:
“O Allah ki sizi yarattı. Böyle iken kiminiz kafir kiminiz de mü ’mindir. ”103
“Gerçek şu ki biz insanı katışık bir nutfeden yarattık; onu imtihan edelim diye kendisini işiten ve gören yaptık. Şüphesiz biz insana (hak ve batıl) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.”104
Eğer Allah insanları imana ve ibadete zorlamış olsaydı yer yüzünde iman edip ibadet ve itaat etmeyen bir tek insan kalmazdı. Bu gerçeği yüce Allah ne güzel beyan etmiştir:
“(Ey Peygamberim!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen iman etmeleri için insanları zorlayacak mısın?”105
Peygamber insanları dine zorlamak için değil öğüt vermek, dini tebliğ ve tebyin etmek (dini kuralları sözlü ve uygulamalı olarak açıklamak) için görevlendirilmiştir:
“(Ey Peygamberim!) Sen öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. İnsanların üzerinde bir zorba değilsin”06
“(Ey Peygamberim!) Eğer (iman ve ibadetten) yüz çevirirlerse (bil ki) seni onların üzerine koruyucu olarak göndermedik. Sana düşen sadece (gerçekleri) tebliğ etmektir ”.107
“Allah ’a itaat edin, peygambere itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki Rasu- lümüzün vazifesi ancak tebliğ etmektir.”108
Doğru yola gelen de sapan da kendisi için yapmıştır. Yüce Allah;
“Kim doğru yola gelirse yalnız kendisi için gelmiş olur, kim de saparsa (ey Peygamberim!) ona de ki ‘ben sadece uyarıcılardanım ’ buyurmuştur109.
Peygamber insanları, dine zorlamaz. “Çünkii dinde zorlama yoktur. ”110 Zorla ne iman olur ne de ibadet. İmana zorlanan insan “mü’min” değil “münafık"; ibadete zorlanan insan ise “muhlis" değil “mürâî” yapılır. “İman” ve “İhlas” kalp işidir. Kalbe Allah’tan başka kimse hakim olamaz ve baskı yapamaz. Allah da din konusunda insanlara baskı yapmamaktadır. Eğer baskı=zorlama yapsaydı, insanlar melekler gibi olur111, Allah’a asla isyan etmezlerdi. Halbuki Allah insanı yeryüzünde imtihana tabi tutmuştur. İmtihanda başarılı olabilmesi
için de kendisine akıl ve vicdan vermiş, peygamber ve kitaplarla rehberlik etmiştir. Ancak insanı zorlamamış, iman ve ibadeti iradesine bırakmıştır.
“Zorlama!ikrah"; bir kimseye hoşlanmadığı bir işi tehdit ile rızası hilafına yaptırmaktadır. Bir fiili zorla ve gönülsüz olarak yapan insanın bu fili, ihlas bulunmadığı için sevabı mucip olmadığı gibi cezayı da gerektirmez. Hatta küfre zorlanan bir insan, gönlünü küfre açmadıkça diliyle inkarı gerektiren bir söz söylemesi bile imanına zarar vermez.112 Peygamber (a),
“Allah, ümmetimin zorla yaptırıldığı şeyler ile göğüslerinin kendilerine vesvese verdiği şeylerden bunlarla amel etmedikleri veya bunları (başkalarına) konuşmadıkları takdirde (kendilerini cezalandırmaktan) vazgeçmiştir." buyurmuştur. 113
Zorlama, insandaki rıza ve iyi niyeti yok eder. Rıza ve iyi niyet olmayınca hiçbir amel ibadet olmaz. Dinen yapılması istenen şeylerin hepsi zorlamasız, iyi bir niyet ve rıza ile yapılmalıdır. Zorlama ile inanç mümkün değildir. Zorlama ile gösterilen iman gerçek iman değil, zorlama ile kılman namaz, gerçek namaz değil, zorlama ile tutulan oruç, gerçek oruç değil, zorlama ile yapılan hac, gerçek hac değildir. (Diğer görevler için de aynı şey söz konusudur). Ayrıca bir insanın, bir başkasına tecavüz edip herhangi bir işi, bir görevi zorla yaptırması da dinen caiz değildir. Herkes görevini isteği ve rızası ile yapmalı ve dinini zorlamasız yaşamalıdır.114 Onun için Kur’an’da;,
‘’Kim salih amel işlerse kendisi için, kim de kötii amel işlerse kendi aleyhine işlemiş olur. ”115
“Kim (şirk, küfür ve isyandan) arınırsa kandi nefsi için arınmış olur, ”116
“Kim (Allah için) çalışırsa (cihad) kendi nefsi için çalışmış olur.’’117
Yapılan bir fiilde zorlama olursa bu ihtiyarı/rızayı yok eder veya ifsat eder. Bir görev rızasız yapılırsa, bu fiil, failin müktesebi olmaz ve fiil sonunda oluşan hayır veya şerrin sorumluluğu fiili yapana değil zorlayana ait olur. İrade dışı ve zorlama ile yapılan fiilden sorumlu olmak şöyle dursun "hata" ile yapılan fiillerden bile insan sorumlu tutulmamıştır118. Ayrıca zorlama/ikrah cezayı gerektiren bir suçtur.119
İslam’da inanç özgürlüğü vardır. Dileyen müslüman olur, dinleyen müşrik, kafir, Hristiyan, Yahudi ve Mecusi ola
rak yaşar120. Peygamber (a)’in devrinde de böyle olmuştur. İslâm’daki “cihad”m amacı da insanları baskıdan korumak, baskıyı kabul etmeyen hak dini hakim kılarak îlâi kelimetüllâh etmek (Allah’ın yüce kelimesini /tevhid inancını yüceltmek), hak dini kendi isteği ile kabul etmek isteyenlere, dinin anlatılmasına ve yaşanmasına mani olanlara, zorlama yapanlara engel olmak ve doğru yolu insanlara anlatmaktır. Dolayısıyla İslam’da savaş; intikam, öldürme ve din değiştirmeye zorlamak için yapılmaz.121
“Dinde zorlama yok” demek, teklif ve ceza yok demek değildir. Allah, insanları ibadetle sorumlu tutmuş, ancak bu görevi yapıp yapmamayı insanın iradesine bırakmıştır. Kulluk görevini yapanlara mükâfat, terk edenler ise ceza olduğunu bildirmiştir. Dünya imtihan yeridir, ceza yeri değildir. Asıl ceza yeri âhi- rettir. Onun için Yüce Allah Kur’an’da iman edip salih amel işleyenlerin cennete122, inkâr edip isyan edenlerin cehenneme123 gideceklerini bildirmiştir. Hatta Allah, iman ettiği halde namaz124 ve zekat125 gibi imanın gereği olarak yapılması zorunlu olan amelleri yapmayanlara ve insan öldürme126 gibi suç olan fiilleri işleyenlere de ahirette ceza olduğunu bildirmiştir.
Yukarıda peygamberlerin tebliğ ettiği tevhit dinin; beş şeyi {dini, malı, canı, aklı ve nesli) korumayı amaç edindiğini söylemiştik. Bu beş şey, temel insan haklarıdır. Toplum düzeninin temelini teşkil eder. Dolayısıyla kamu düzeninin sağlanması ve temel insan haklarının korunması amacıyla bu beş ilkeyi ihlal ederek suç işleyenlere dünyada da ceza-i müeyyide konulmuştur. Ancak, bu suçlara dünyada cezası uygulanması “dinde zorlama vardır" anlamına gelmez. Çünkü bir suçun, cezayı mucip olabilmesi için kişinini hür iradesi ile bu suçu işlemesi gerekir. Hür iradenin olduğu yerde baskı ve zorlama olamaz. Baskı varsa kişi o suçu zorlama ile yapmıştır. Bu takdirde o suçtan dolayı yukarıdaki cezalar verilmez.
1- Dini Anlatma Görevi
Dinde zorlama değil dini anlatma/tebliğ etme vardır. Bütün peygamberler dini tebliğ ve tebyin etmekle görevlendirilmişlerdir. Peygamberler bu görevlerini ifa ederlerken zorlama yapmamışlar, ikna etme metodunu kullanmışlardır. Allah onlara bu görevlerinde
başarılı olabilmeleri için “mucizeler” vermiştir. Bütün peygamberler insanlara; Allah’tan aldıkları vahyi anlatmışlar (tebliğ), dinin kurallarını sözlü ve uygulamalı olarak açıklamışlar (tebyin), inkar ve isyan edenleri ilahi azapla uyarmışlar (inzar), iman edip salih amel işleyenleri cennet nimetleri ile müjdelemişler (tebşir) ve iyilikleri emredip kötülükleri men etmişler (emr-i bilma’ruf ve nehy-i ani’l- münker), Kitabı, Sünneti ve insanlara bilmediklerini öğretmişlerdir.127
Aynı görevler, mü’minler için de söz konusudur. Yüce Allah;
“Siz insanlar için ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz... ”128
“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. ”129 buyurmuştur.
Mü’minlerin özelliklerinden birisi de iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyet- mektir.130 Bu görevin; “hikmet", “güzel öğüt", “en iyi mücadele”131 ve “yumuşak bir üslup”132 ile yapılması emredilmiştir.
Ana-babaların, çocuklarına dini öğretme yükümlülüğü vardır. Bu sebeple yüce Allah, “Ehline (=eşine ve çocuklarına) namazı emret ve sen de ona sabret”,133 Peygamber (a) ise “çocuklarınıza, onlar yedi yaşına geldiklerinde namazı emredin (=namazla ilgili kuralları öğretin), on yaşına geldiklerinde namazı kılmazlarsa dövün (terbiye ve te’dip edin)”134 buyurmuştur. Bu emir, buluğa ermeyen çocukları dine zorlamaya değil, eğitmeye, terbiye etmeye ve dini öğretmeye yöneliktir. Ana-baba, bu görevi yerine getirebilmek için her türlü tedbiri alabilir.
2. Dini Kabule ve Din Kurallarını Uygulamaya Mani Olma Yasağı
Dine girmekte ve dini kuralları uygulamakta zorlama olmadığı gibi, dini kabul etmek ve dinin kurallarını uygulamak isteyen kimseye mani olmak da yoktur. Din ve vicdan hürriyeti, din seçme ve din kurallarını uygulama hürriyetini de ifade eder.
Kur’an’da insanların Allah yolundan men edilmesi şiddetle kınanmaktadır:
“Şiddetli azaptan dolayı kafirlerin vay haline. Onlar dünya hayatını ahirete tercih ederler, (insanları) Allah yolundan alıkoy arlar ve onu (dini) eğriltmek ister
ler. İşte bunlar derin bir sapıklık içindedirler, ”135
Allah, insanların dinlerini yaşamalarına mani olanları fesatçılık/ bozgunculukla nitelemektedir:
“İnkâr edip insanları Allah yolundan alıkoyanlar var ya işte onlara yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle azaplarını kat kat artıracağız,”136 Bir müslümanın, İslâm’ı kabul etmek ve İslâm’ın kurallarını uygulamak isteyen kimseye herhangi birşekilde engel olması düşünülemez. Böyle bir davranış, iman gerçeği ile bağdaşmaz. Müslüma- nın kendisi, dinin birtakım kurallarını hayatında uygulayamasa bile başkalarını dindar olmaya teşvik eder, fakat asla onların dini yaşamalarına engel olmaz ve insanları kötülüklere teşvik etmez. Yüce Allah Kur’an’da, ancak kafir137 ve münafıkların138 insanları Allah yolundan alıkoyduklarını bildirmiştir. İyilikleri men etmek ve kötülükleri emretmek münafıkların vasfıdır.139
3. Din ve Vicdan Hürriyetinin Kapsamı
Din ve vicdan hürriyetinden söz edilebilmesi için şu dört şeyin birlikte bulunması gerekir:
1. İnanç hürriyeti:
a- Kişinin inancı konusunda herhangi bir baskı bulunmamalıdır. (Herkes vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 1982 Anayasası m. 24)
b- İnanan insana inancından ötürü baskı olmamalıdır. (Kimse dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz. 1982 Anayasası m. 24)
Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi (1948), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950) aynı hükümleri içermektedir.
2- İnandığı değerleri hayata geçirme hürriyeti. (İbadet, dini ayin ve törenler serbesttir. 1982 Anayasası m. 24)
3- İnandığı değerleri öğrenme, öğretme ve anlatma hürriyeti. (Din ve ahlak e- ğitimi ve öğretimi devletin denetimi ve gözetimi altında yapılır. 1982 Anayasası m. 24)
4- Aynı değerlere inanan insanlarla birlikte olabilme hürriyeti.
SONUÇ
Allah’ın en mükemmel varlığı olan,’ ruh ve bedenden oluşan insan, birtakım kabiliyetlerle donatılmıştır. İnsan; akıllı, vicdan sahibi, okuma, öğrenme, anlama, düşünme, konuşma, dinleme ve yazma, iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı birbirinden ayırabilme yeteneğine sahip;
Bunlara mukabil insan; nankör, aceleci, zayıf, kıskanç, kaba, azgın, tartışmacı, sabırsız, ümitsiz, riyâkar, cimri, kibirli ve şehvetine düşkün;
İlâhî emanetleri yüklenmiş, ezelde Allah’ın Rab oluşunu ikrar etmiş, yeryüzünde halife olmuş, iman ve ibadetle, mal, evlat, hayır ve şerle imtihana tabi tutululmuş bir yaratıktır.
Allah, maddî varlığını oluşturan bedeni için insanı; hava/oksijen, su, gıda ve belirli bir ısı/sıcaklıkta yaşamaya muhtaç kılmıştır. İnsanın bedenî ihtiyaçlarını karşılaması için gerekli olan her şeyi var etmiş ve insana sayısız nimetler lütfetmiştir.
Manevî varlığı için de yine onu dört şeye muhtaç kılmıştır. Bunlar; akıl, vicdan, peygamber ve İlahî kitaplardır. Allah her insana akıl ve vicdan vermiş, akıl vermediklerini ibadetle sorumlu tutmamıştır. Akıl ve vicdan tek başına insana “kulluk” görevinde yeterli olmadığı için peygamberleri örnek, uyarıcı, müjdeleyi- ci, hak dini tebliğ ve tebyin edici olarak, kitapları da rehber olarak göndermiştir.
Yemeye, içmeye, giyinme ve barınmaya ihtiyacı olduğu gibi insanın inanma ve tapınmaya da ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç, insanda doğuştan vardır. Doğuştan var olan “din duygusu” mn doğru şekillenip neşvünema bulabilmesi için hak dine ihtiyacı vardır. Allah ilk insandan itibaren peygamberleri vasıtasıyla hak dini insanlara tebliğ etmiştir. Bütün peygamberlerin tebliğ ettiği din tevhid dinidir. Tevhid dinin adı İslâm’dır. Bu dine iman edenlerin adı da müslümandır.
Allah, insanları ölümü ve hayatı ile iman ve ibadetle, malı ve evladıyla, hayır ve şerle imtihana tabi tuttuğu için hak dini kabule zorlamamıştır. Hak dini kabul etmeyi ve dinin kurallarını uygulamayı insanın iradesine bırakmıştır. Çün
kü zorlama iradeyi yok eder. İrade dışı hareketinden insan sorumlu değildir. Zorlama ile iman olmaz, zorlama ile ibadet olmaz. Zorlama ile insan mü’min değil münafık yapılır. Zorlama ile ibadet riya olur. Riya ise şirktir.
İnsan, dini kabule ve din kurallarını uygulamaya zorlanamayacağı gibi hür iradesiyle İslâm’ı kabul etmek ve İslâm’ın kurallarını uygulamak isteye engel de olunamaz. Her iki devranış din ve vicdan özgürlüğüne ters düşer.
Hak dini kabul etmek kurallarını yaşamak isteyen insanın; dinini öğrenmesi, şartlarına uygun iman etmesi, emir ve yasaklara uyması/salih ameller işlemesi İslâmî insanlara anlatması/ hakkı tavsiye etmesi (emri bilma’ruf ve nehy-i ani’l- münker görevini yapması) ve bütün bu görevlerde başarılı olabilmesi için sabretmesi gerekmektedir.
*Diyanet İşleri Başkanlığı Teftiş Kurulu Üyesi.
1 İsra, 17/70.
2 Zariyat, 51/56.
3 Ahzab, 33/72.
4 A’raf, 7/172.
5 Maide, 5/100.
6 Şems, 91/7.
7 En’am, 6/1
8 Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, V, 3434. Eser yay. İstanbul, 1971.
9 Bakara, 2/30.
10 Hicr, 15/27.
11 Bakara, 2/30.
12 Al-i İmran, 3/59.
13 Secde, 32/7.
14 Mii’minun, 23/12. “Sülale", birşeyden sıyrılıp çıkartılan bir netice demektir. Yazır, V, 3431-3432.
15 Sâffat, 37/1 i.
16 Hicr, 15/26. “Hame", uzun müddet su ile yumuşayıp değişmiş cıvık, kokmuş çamur, balçık; "Mesnun" . değişmiş, musavver; “Ha- me-i mesnun", değişmiş, şekil verilmiş, kalıba dökülmüş cıvık çamur, balçık; “Salsal" ise vurulduğu zaman tıngırdayan, kurumuş, pişmiş çiğ çamur demektir. Yazır, V, 3057- 3058.
17 Rahman, 55/14.
18 Nur, 24/45; Enbiya, 21/30; Fürkan, 25/54.
19 Sad, 38/75.
20 Sad, 38/70-71.
21 Nisa, 4/1.
22 Secde, 32/8.
23 Tarık, 86/5-7.
24 İnsan, 76/2.
25 “Nutfe”, meni içindeki tohum. Yazır, V, 3434.
26 Modem ilim; insan vücudunun yer yüzünün içerdiği elementleri bünyesinde taşıdığını ispat etmiştir. Toprağın içerdiği elementler şunlardır: Karbon, oksijen, hidrojen, kükürt, azot, kalsiyum, potasyum, sodyum, klor, mağnazyum, demir, bakır, iyot, florin, kobalt, çinko, silisyum. (Seyit Kutup, Fî Zılâli’l- Kur’an, cilt, VII, cüz, 27, s. 117. Beyrut, 1968.)
27 Ayette geçen “Kararı mekîn" sağlam, aldığını tutan, korunmuş rahim demektir. Yazır, V, 3434.
28 Mü’minun, 23/12-14.
29 Secde, 32/8-9.
30 Bııhari, Enbiya, 1 (IV A, 103, 104). Benzeri için bkz. Ahmed, I, 374.
31 En’am, 6/2.
32 Fatır, 35/11.
33 Taha, 20/55.
34 Âl-i Imran, 3/6.
35 Teğabıin, 64/3.
36 Tin, 95/4.
37 Yazır, V, 3436.
38 Bakara, 2/29.
39 Casiye, 45/13.
40 Lokman, 31-20.
41 Nahl, 16/18.
42 TDV İslam Ansiklopedisi, Akıl Maddesi.
43 Tirmizi, Kıyame, 14; Tecrid, IV, 261.
44 Yunus, 10/100.
45 Bakara, 2/171.46 Mutaffıfîn, 83/14.
47 Tirmizi, Tefsir 83/14 ayetin tefsiri; Ahmed,
II, 297, V, 434.
48 Rum, 30/30.
49 Ar’af, 7/172.
50 Müslim, Kader, 23; Tirmizi, Kader, 5.
51 Buhari, Cenaiz; 80. Müslim, Kader, 23. Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 29.
52 Yusuf, 12/53.
53 Kaf, 50/16.
54 Ahmed Haindi Akseki, İslâm Dini, Diyanet işleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, s. 7.
55 Ahmed Hamdi Akseki, İslâm Diııi, s. 12.
56 Ahmet Gurtaş, Atatürk ve Din Eğitimi, s.8.
Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara, ty.
57 Ahmet Kahraman, Dinler Tarihi, s. 20.
58 Ahmet Kahraman, a.g.e., s. 20.
59 Kıyame, 75/36.
60 Miı’minun, 23/115.
61 Fatır, 35/24.
62 Fatır, 35/25.
63 Nahl, 16/151.
64 Hac, 22/78.
65 Âl-i Imran, 3/67.
66 Yunus, 10/72.
67 Maide, 5/111.
68 Yunus, 10/84.
69 Yunus, 10/90.
70 Âl-i Imran, 3/19.
71 Maide, 5/3.
72 Âl-i İmran, 3/85.
73 Bakara, 2/177.
74 Hadid, 57/22.
75 Isra, 17/78.
76 Bakara, 2/185.
77 Nur, 24/56.
78 Âl-i imran, 3/97.
79 Nur, 24/54.
80 Araf, 7/31.
81 Bakara, 2/221, 229. 225-234, Nisa, 4/23-25.
82 Bakara, 2/275.
83 Nisa, 4/7, bkz. Nisa, 4/11-12, 176.
84 Lokman, 31/19, bkz. Lokman, 31/18.
85 Bakara, 2/233; Nur, 24/27.
86 Nur, 24/27.
87 Nur, 24/59, Bkz, Nur, 24/58.
88 Nur, 24/61.
89 Maide, 5/1.
90 Şura, 42/38.
91 Nisa, 4/58.
92 Nisa, 4/135.
93 Bakara, 2/186.
94 Mülk, 67/2.
95 Enfal, 8/28.
96 Enbiya, 21/35.
97 A’raf, 7/168.
98 Ankebut, 29/3.
99 Muhammed, 47/31.
100 Bakara, 2/155; Maide, 5/48; Kehf, 18/7.
101 Mülk, 67/2.
102 Kehf, 18/29.
103 Teğabun, 63/2.
104 İnsan, 76/2-3.
105 Yunus, 11/99.
106 Ğaşiye, 88/21-22.
107 Şura, 42/48.
108 Maide, 5/92. Bkz. Teğabiin, 64/2.
109 Nemi, 27/92.
110 Bakara, 2/256.
111 Tahrim, 66/6.
112 Nahl, 16/106.
113 ibn Mace, Talak, 16, No: 2044 (1, 659).
114 Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, 11, 861.
115 Fussılet, 41/46.
116 Fatır, 35/18.
117 Ankebut, 29/6.
118 Ahzab, 33/5.
119 Yazır, a.g.e., II, 862.
120 Bkz. Yazır, a.g.e., II,. 863.
121 Yazır, a.g.e., II, 864-865.
122 Bakara, 2/82.
123 Bakara, 2/39.
124 Meryem, 19/59.
125 Tevbe, 9/34-35.
126 Nisa, 4/93.
127 Bakara, 2/155.
128 Âl-i İmran, 3/110.
129 Âl-i imran, 3/104.
130 Tevbe, 9/71.
131 Nahl, 16/125.
132 Âl-i İmran, 3/159. Musa ve Harun (a)’a, Na- ziat, 79/24; Tâha, 20/43-44.
133 Taha, 20/132.
134 Ebu Davud.
135 İbrahim, 14/2-3.
136 Nahl, 16/88.
137 Muhammed, 47/1. Bu konu ile ilgili bkz. En- fal, 8/36; Nisa, 4/167-168; Muhammed, 47/32.
138 Münafikûn, 63/2-3.
139 Tevbe, 9/67.