Makale

ORTAÇAĞDA KAFKASYA İLE ANADOLU ARASINDA KURULAN KÜLTÜR KÖPRÜSÜ VE ONUN MİMARLARI

ORTAÇAĞDA KAFKASYA İLE ANADOLU ARASINDA KURULAN KÜLTÜR KÖPRÜSÜ VE ONUN MİMARLARI

Dr. Yaşar BEDİRHAN*

GİRİŞ

Büyük Selçuklu İmparatorluğunun Kafkasya bölgesini Türkleştirmesi ve İslâm­laştırmasından sonra, buralarda yetişen, Türk-İslam kültür ve medeniyetinin mi­marları olan ilim adamları, mutasavvıf ve erenler daha sonraları Anadolu’ya gele­rek Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında büyük hizmetleri olmuştur.

Anadolu da hil Balkanlar ve Afrika’ya kadar geniş coğrafi mekan üzerinde geli­şen Türk-İslam kültür ve medeniyetinin anayurdu Orta Asya olmakla birlikte, özel­likle bu büyük kültür ve medeniyetin geliştiği ve olgunlaştığı bölgeler Horasan, Azerbaycan, Cibal, Nahcivan, Tebriz gibi bölgeler olmuştur. Orta Doğu, Anadolu ve hatta Balkanlara kadar uzanan bu geniş sahada Müslüman Türk milletinin geliş­tirdiği ve zirveye çıkardığı ilim, irfan, ümran eserleri; hanlar, hamamlar, kervansa­raylar, medrese, külliye, dergah ve rasathaneler bizim tarihi şahsiyetimizin birer ay­nası olmuştur. İşte bizim geliştirdiğimiz ve her biri çağının en büyük dehaları tara-

*

fından vücuda getirilen bu eserlerin ilk tohumları Anayurt Orta Asya’da atılmış, Selçuklu İmparatorluğunun hâkimiyet sahası içerisinde bulunan Kafkaslarda ve Ön-Asya’da gelişmiş, Anadolu ve Balkanlar’da en ihtişamlı devrini yaşamıştır.

Bir ilim adamının da dediği gibi; “...değil irfan ve ümran eserlerimizin aslı, İs­lamiyet bile Anadolu’ya Arabistan’dan değil, Türkistan’dan -Horasan ve Kafkas- lar yoluyla- daha açık bir ifade ile kolektif bir heyecan ve bir iman coşkusu halin­de Orta Asya bozkırlarından gelmiştir.

Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında baş döndürücü bir şekilde çalı­şan gönül dostları yani, “Gaziyan-ı Rumlar", çilekeş Anadolu kadım “Bacıyan-ı Rumlar”, kendini bu büyük ülküye adamış “Abdalan-ı Rumlar" ve bütün bunlara ruh ve heyecan veren Horasanlı Erenler, Alpler, Alperenler yanında, Kafkasya Erenleri ve ilim adamlarından da söz etmemiz gerekir.

Çin Şeddinden Anadolu yaylalarına kadar ulaşan Türkün hâkimiyet sahası içe­risinde kalan coğrafyada yaşayan ilim ve fikir adamlarının Anadolu’nun ilim ve ir­fan hayatında ayrı bir yeri olmuştur. Orta Asya Türkü ile Anadolu Türklüğü arasın­daki ilmi irtibatı ve kültürel birliğini sağlamada Kafkasya’da yetişmiş ve daha son­ra birer altın nesil olarak Anadolu’ya gelmiş olan “Kafkasya Erenleri”nin ve "İlim Adamları”nm büyük hizmetleri olmuştur.

Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması döneminde özellikle de Anadolu’da ilim ve kültürün yükselmesinde birer gönül eri olarak çalışan alimler arasında Ka­dı Burlıaneddin Ebu Nasr b. Mesucl, Tifüsü Ebıı’l-Fadl Hüseyin Hııbeys b. İbrahim İbn Mehmed, Kadı Siraceddin Ebu’s-Senâ Mahmııd b. Ebi Bekr el- Urınevi, Ahmed b. Sadu’z-Zencâni ve Ahi Evren olarak da tanınan Şeyh Nasirü’d-Din Mahmııd el- Hoyî, Hoy’lu Tacii’d-din, Tebriz’li Eminii’d-din, Kazvin’li Sadii’d-din ve yine Kaz- vin’li Bedrii’d-din’in2 güzide yerleri vardır.

Anadolu’da ilim ve kültürün yükselmesinde, Kafkasya ile Anadolu arasında meydana getirilen kültür köprüsünün bu eşsiz mimarları ile ilgili Selçuklular dev­rinin ünlü müverrihlerinden Aksaraylı Kerimiiddin Mahmud şu sitayişkâr ifadeler­de bulunmaktadır: "...Bunların her türlü ilim ve ferideki yüksek mevkileri karşısın­da sema, bir kürsüden daha engin görünürdü. O zamarı memleketin adalet, işlerini yürüten bu seçkin insanların din ve dünya ilimlerinden âleme çektikleri manevi zi­yafet sofrası göz öniine getirilecek olursa, şimdiki cahil ve hünersizler onların mut­faklarında bulaşıkçılık yapmaya bile lâyık görülmez. Onların zengin ve cömert ruh­larından taşan ilini nimetleri karşısında kepçe bile tutamazlardı!

Büyük Selçuklu Devletinin inkırazı dolayısıyla, doğuda büyük bir otorite boş­luğu doğmuş, bunun yanında ve en önemlisi de Selçuklu devletinin bu bölgelerde yerini doldurmaya çalışan Harizmşahlar İmparatorluğunun doğu hudutlarında bir­den bire Moğol tehlikesinin belirmesi ve istilanın başlaması, buralardaki şehirler­den bir çok alim ve sanatkârların, zengin tacirlerin, sofilerin Anadolu’ya göçlerini ve böylece, Anadolu şehirlerindeki fikri ve iktisadi faaliyetin birden bire artmasını mucip olmuştur.

XII. asrın son yarısından başlayarak bilhassa XIII. asırda Anadolu’da -bazıları Arapça ve en çoğu da Farsça olmak üzere- bir çok eser yazılmış, bu eserlerden ba­zıları, bütün İslam dünyasında şöhret kazanarak asırlarca büyük bir rağbet görmüş­tür. Çünkü o devirlerde Anadolu, İslam dünyası ve Kafkasya’nın birçok kültür mu­hitiyle sıkı münasebet içerisinde bulunmakta idi. Bu eserler arasında Selçuklu Sul­tanları veya devlet adamları namına yazılmış bir takım eserler de bulunmaktadır ki, bunların büyük bir kısmı kaybolmakla birlikte bazıları da zamanımıza kadar kala­bilmiştir.4 Bir fikir vermesi açısından bu büyük ilim adamı ve alimlerden temel kaynaklarda isimlerine tesadüf edebildiğimiz bazıları ile ilgili malumat vermeye çalışalım.

1- Kadı Burhaneddin Ebu Nasr b. Mesud Anevî

Bir zamanlar Ermeni krallığının, bin bir kilisesiyle meşhur merkezi olup Bizans hâkimiyeti altında iken Alp Arslan tarafından fethedilen Ani şehrinde doğup büyü­müştür. Bundan dolayı “AnevT’ diye şöhret bulmuştur. Ani’nin Gürcüler tarafından ele geçirilmesiyle birlikte (1161) Ani’den ayrılan Ebu Nasr Mesud Anadolu’ya gel­miştir. Tahsilini Tebriz’de yapan Kadı Burhaneddin, kadılık makamına kadar da yükselmiştir. O’nun adına, İzzeddin Keykavus’un meşhur Sivas hastanesi vakfiye­sinde hem kadı hem de o vakfiyenin kâtibi olarak rastlanılmaktadır.5

Türlü maceralarla geçen hayatının son yıllarını Konya sultanlarının himayesi altında, Anadolu’nun artık siyasî istikrara kavuşmuş sakin ve mesut muhitinde ge­çirmek isteyen Kadı Burhaneddin, 1166’da yazmaya başladığı “Anis al-Kuliib” ad­lı Farsça manzum tarihini, 46 yıl sonra 1211/ 12’de yetmiş yaşında iken tamamla­yabilmiş ve Anadolu Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykâvus’a takdim etmiştir.6 Bu eser Peygamberler tarihi ile İslam tarihi olup, Abbasiler devrine kadar yazılmış ve son kısımda da Gaznevilerin, Büyük Selçuki’lerle ilk zamanları gösterilmiştir.7

2- Tiflisli Ebu’I-Fadl Hüseyin Hubeyş b. İbrahim İbn Mehmed

Kafkasya’dan Anadolu’ya gelip yerleşen ve Anadolu’da meşhur eserler veren değerli alim Tiflisli Ebu’l-Fadl Hüseyin Hubeyş b. İbrahim İbn Mehmed, Selçuklu Sultanlarının etrafında bulunmuş ve özellikle II. Kılıçarslan ile oğlu Kutbeddin için tıp, (Selçuklularca çok geliştirilmiş olan) astroloji, düş yorumculuğu ve edep (ge­nel kültür) konularında bazı derlemeler hazırlamıştır.8

II. Kılıçarslan namına müteaddit eser sahibi değerli alimin Arapça’dan Fars­ça’ya çevrilmiş bir Melheme kitabı bulunmaktadır.9 Yine bu zatın “Kâmilü’t-Tahir” ismiyle II. Kılıçarslan namına bir rüya tabirnamesi görülmektedir.10 H. 629/ M. 1231 tarihinde vefat etmiş olan bu alimin II. Kılıçarslan’ın oğullarından Sivas va­lisi Kudbeddin Melikşah namına “Kıyafetü’t-Tıb” isimli bir eseriyle “Kanunu’l- Edeb,”n “Beyanii’n-Nücum"12 ve “Sıhhatü’l-Ebdârı” adlı eserleri de vardır. Arap­ça olan “Sıhhatü ’l-Ebdân ” Abbasi Halifesi el-Muktefi liemrillah (1136- 1160) na­mına yazılmış olup bir nüshası Milli Kütüphanede 4210 numarada kayıtlıdır.13

Ebu’l-Fazl Hüseyin b. İbrahim’in ailesinden gelen bu Tiflisli ailenin ileriki yıl­larda Sivas’ta tavattun ettiği hususunda muhtelif beyanlar bulunmaktadır.14

3- Şeyh Evhadü’d-Din el-Kirmâni (1164 - 1238)

Anadolu Selçukluları devrinin en tanınmış ve en çok müessir olmuş mutasav­vıf, şair ve fikir adamlarından olan; ünü Irak, Kafkasya, Suriye ve Mısır’da yayıl­mış güçlü bir fikir ve aksiyon adamı olarak tarihe geçmiş bulunan Şeyh Evhadüd- din el-Kirmânî (1164 - 1238) Selçuklular döneminde, Anadolu ile Kafkasya arasın­da kültür köprüsünün kurulmasında önemli rol oynayan alimlerin en önde gelenle- rindendir. Kaynakların verdikleri bilgilere bakılırsa, Şeyh Evhadüddin Kirmânî’nin 1190’lı yıllarda Tebriz’den Nahcivan, Gence ve Şirvan’a gitmiş olduğu anlaşılmak­tadır. Şirvan hâkimi olan Ahistan b. Menuçehr ile aralarında muarefe ve muhabbet hasıl olmuş, onun ölümünden sonra da Şirvan’da ve Nahçivan’da uzun süre ikamet etmiştir.

Prof. Dr. M. Bayram’a göre, “bu iki beldede büyük bir üne sahip olan Evhadüd­din’in geniş bir mürit halkası meydana gelmiştir. Nahçivan’da Ahmed-i Nahçivânî, Şirvan’da Aziz adlı halifeleri bulunuyordu. Özellikle Nahçivan’da daha uzun süre ikamet etmiş ve çevre edinmiş olduğu fark edilmektedir. Nahçivan ’da Şeyhülislam olan Kemalü’d-Din Abdü’l-Kâdir-i Nahçivâni ( öl. 1301) Evhadüddin’in oğludur.

Bundan başka Evhadüddin ’in Kafkaslara iki sefer elçi olarak gittiğini görüyo­ruz. Bunlardan ilki 1210 yılında Abbasi halifesi en -Nâsır Lidinillah tarafından el­çisi olarak Azerbaycan atabeylerinden Özbek ’e gönderilmiştir. İkincisinde ise Tif­lis’e bir elçilik seyahati olmuştur. Tiflis’te Gürcü Melikesi Rahsudan ile görüşmele­ri olmuştur. Rahsudan hatun ile aralarında bir aşk macerası dahi anlatılmaktadır. Evhadüddin’in Tiflis’e gidişi Gürcülerin 1209 yılında Erciş ve Ahlat’a baskın dü­zenleyip yağma etmeleri olayından hemen sonra vuku bulduğu anlaşılmaktadır ”.15

Şeyh Evhadüddin’in Kafkasya’da bulunduğu sırada ona intisap etmiş olan bir­çok müridinin olduğunu söylemiştik. İşte onlardan biri de Şeyh Şemsüddin Ömer b. Ahmed et-Tiflîsî’dir. Babası Ahmed büyük bir tacir olan et-Tiflîsî, babasından kalan servetini tasavvuf yolunda harcamıştır. Anlatılanlara göre et-Tiflisi, Kafkas- lardan kalkıp Sivas’a gelmiş ve şeyhine yakın olabilmek için oraya yerleşmiştir. Çok sık Kayseri’ye gelip gittiği ve Evhadüddin ile ilgisi ve münasebeti o ölünceye kadar devam etmiştir. Yine iddialara göre Evhadüddin’in en son vefat eden halife­si Şemsü’d-Din Tiflîsı’dir. Evhadüddin’i öven Farsça birçok rubâisinin olduğu bi­linmektedir. Bundan başka onun halifeleri arasında olan ve Anadolu’ya gelerek hiz­met eden diğer şahıslar ise şunlardır: Sadu’d-Dîn-i Nahçevâni, Yusuf-u Sürmâri, Ömer el-Ahlâtî, Muini’d-Din Tebrîzî, Tacu’d-Dîn Muhammed b. Huseyn el-Urme- vi’dir.

Bütün bunlardan başka bu altın halkaya dahil olan bir başka güzide kişi de, Mevlânâ Celaleddin Rûmî’nin şeyhi ve üstadı olan Şems-i Tebrîzi’dir. Aslen Teb- rizli olan Şems-i Tebrîzi, Anadolu’nun İslamlaşması ve Türkleşmesi uğrunda ken­di vatanını bırakarak Diyar-ı Rûm’a gelmiş gönül erleri kahramanlardandır. Onun Kıpçak Türklerinden olduğunu bildiren kaynaklar, buna delil olarak da, Mevlâ- nâ’nın bir şiirinde ona, “Şah-i Kıpçak-i Divâne" dediğini ileri sürerler. Hatta Mev- lânâ’nın Şems-i Tebrîzî’ye hitaplarının Kıpçakça olduğu kaydedilmektedir.16

4- Geyikli Baba

Tüık alemindeki üstün nüfuz ve tesir gücünden dolayı Pir-i Türkistan denilen, kurduğu tarikatı ile Horasan, İran, Kafkaslar ve Anadolu’da estirdiği kolektif heye­canı halifeleri ve dervişleri vasıtasıyla Anadolu yaylalarına kadar uzanmış olan Ah- med Yesevî, Kafkaslar ve Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında çok büyük bir rol oynamıştır.

Türk dünyasında estirdiği bu kolektif heyecan fırtınasının birer elçileri olarak Anadolu’ya gelen “Horasan Erenleri” diye de bilinen onun halifeleri arasında yer alan biri vardır ki, bu “Geyikli Baba” namıyla bilinmektedir. Ahmed Yesevi’nin ha­lifelerinden olan Bursa’da metfun Geyikli Baba, “Fıtkara-yt Yesevi’den Azerbay­can şehrinden Çeri Haşan sitlalesindendir.”xl

Bunlar Horasan Erenleri gibi, Kafkasya Erenleri olarak aynı hamurun mayasın­dan mayalanmışlar, öncelikle Kafkasların Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılmasını sağlamışlar, daha sonıa da Anadolu ve Balkanlara kadar olan bölgenin Türkleştir­me ve İslamlaştırılmasında en ulvî görevle mücehhez olarak gelmişlerdir. Böylece bunlar Anadolu ile Kafkasya arasında kurulan kültür köprüsünün mimarları arasın­da yerlerini alarak isimlerini tarihin şeref sayfalarına altın harflerle yazdırmış gö­nül erleri, kahramanlardır.

5- Kadı Siraceddin Ebu’s-Sena Mahnıud b. Ebi Bekr el-Urmevi

Kafkasya’dan Anadolu’ya gelip yerleşen ve Anadolu’da ilim ve kültür hayatı­nın yükselmesinde önemli rol oynayan büyük Türk alimlerden bir diğeri de, Alaad- din Keykııbad devrinin alimleri arasında yer almış olan Kadı Siraceddin Ebu’s-Se- na Mahmud b. Ebi Bekr el-Urmevi’dir. Urmiyeli Kadı Siraceddin, h. 595/m.l 198 - h.682/m,1283yılları arasında yaşamış ve Musul’da tahsil gördükten sonra Kon­ya’ya gelerek büyük şöhret kazanmıştır.

Yüksek ilmi kudretiyle şöhret bulan ve Konya’da uzun süre medrese hocalığı yapmış olan zat, ilmiye rütbesinin en yükseği olan Kâdilkudât makamına kadar yükselmişti. En meşhur eseri “Metailü’l-Envar fı’l-Maniık” olup birinci kısmı man­tığa, ikinci kısmı ise kelama aittir. Bu eser, Kudbeddin-i Razi tarafından şerh edil­miş ve uzun zaman medreselerde okutulmuştur.18 Siraceddin Urmevi, Kelam ile ta­savvuf arasındaki fark dolayısiyle Mevlânâ Celaleddin Rûmi ile daimi surette fikri muhalefet halinde bulunmuştur. Ancak Eflaki’ye göre O, ömrünün son yıllarında önceleri Mevlâna’yı inkâr etmiş olsa da daha sonra onun büyüklüğünü görmüş, Mevlâna’yı tanımış ve onun muhiplerinden olmuştur.19

Selçuklu devrinin vakanüvislerinden olan ve devrin olaylarına ışık tutması açı­sından vazgeçilmez temel kaynak niteliğinde olan eseriyle şöhret bulan Aksaraylı Kerimuddin Mahmud, Müsamarat al-Ahyar adlı eserinde Siraceddin el-Urmevi için şu bilgileri vermektedir:

“Urmiyeli Kadı Siraceddin ilimde, fazilette engin bir deniz gibi idi. Şeriat sema­sının güneşi, hakikat ve tarikat alanının merkez noktası sayılırdı. Akıl ve nakle ait bilgilerde biitiin cihan alimlerinin en iistünii olan bu zatın yüksek ilminden fayda­lanmak için dünyanın her bucağından bir çok kimseler akın eder, Konya’da Ülker yıldızları gibi bir bilginler cemaatı toplanırdı. Siraceddin’in ölümünden sonra bun­lar da darmadağın oldular. ”20

Siraceddin Mahmud el-Urmevi “Konya Kadılığı” yaptığı sıralarda bu sıfatla h. 652/ 1254-55 senesinde Konya’da Karatay’ın vakıflarını ve h. 678/ 1279-80 sene­sinde de Sahib Fahreddin Ali’nin büyük hayratının vakıflarını tescil etmiştir. Onun aynı zamanda bütün Selçuklu Türkiye’sinin baş kadısı olması, Anadolu’nun Mo­gollar tarafından istila edildiği döneme rastlamaktadır. O bu unvanını ölünceye ka­dar sürdürmüştür.21

Siraceddin Urmevi, Mevlânâ’nın yakın dostu olmuş, hayatı boyunca ona hizmet etmiş, Mevlânâ öldükten sonra da onun cenaze namazını kıldırmıştır.22

6- Ahmed b. Saidu’z-Zencâni

Ahmed b. Saidu’z-Zencâni, Güney Kafkasya bölgesinde yer alan Zencan’da doğmuştur. Ahilik tarikatının mürşidi Ahi Ebu’l-Farac el-Zencâni’nin hemşehrisi­dir. Büyük bir ihtimalle Moğol istilası önünden kaçarak Anadolu’ya gelen ve Ana­dolu’nun kültürel gelişmesinde büyük emeği geçen alimlerin önde gelenlerinden sayılır. Moğol baskısı sonucu ailesiyle birlikte Anadolu’ya gelerek yerleşen ez- Zencâni, 1228 tarihinde “Kitabü’l-Letâifii’l-Alaiyye Fi’l-Fezâili’s-Seniyye” ismin­deki siyasete müteallik eserini Alaeddin Keykubad adına kaleme almış ve Alaaddin Keykubad’a takdim etmiştir.23

Anadolu’da Selçuklular devrinde mimari eserlere imza atan ustaların, kahir ek­seriyeti ya Ahlatlı ya da AzerbaycanlI Türk sanatkârlardır. Mesela Konya’da yapıl­mış camilerden birinin mihrabında, ki bu Ahlatlı bir ustanın yapıtıdır, 550/1155 ta­rihi görülmektedir.24

7- Urmiye’li Kadı İzüddin

Selçuklular devrinde yetişmiş ve Anadolu’da ilmin ve kültürün yükselmesine hizmet etmiş büyük alim ve ilim adamları arasında saymamız gereken şahıslar ara­sında haklı olarak yerini alması gereken kişilerdendir. Aslen Urmiye’li olup, Kon­ya’da Kâdilkudâtlık görevinde bulunmuş olan Kadı Siraceddin el-Urmevi’nin hem­şehrisidir. Anadolu’ya ne zaman geldiği hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Ancak Anadolu - Kafkasya arasında oluşturulan kültür köprüsünün önemli mimar- larındandır. Muhtemelen ailesiyle birlikte Moğol istilası arifesinde Anadolu’ya ge­lip yerleşmiştir.

Urmiye’li Kadı îzüddin, Sivas gibi Selçuklu devletinin o zamanlarda en büyük ve önemli şehrinde kadılık görevinde bulunmuş, Selçuklu devri kadılarının en meş­hurlarından biri olmakla, haklı olarak şöhretinden bahsettirmiştir. Temel kaynaklar onun hakkında bilgi verirken; “Ululukta felekler derecesine varmıştır. Meclisinde su ile ateş birbirinden ayrı edilemezdi. Şeriat ve hikmet ilimlerinde, diğer fazilet­lerde eşsizdi. Kadı İzüddin âlim ve edib bir zat idi”25 demektedirler.

BELGE- 3: Kur’an tefsiri ve hadis tercümeleri yapılması için verilen takrir (önerge)’nin metni ve bu önergeye imza veren mebusların isimleri.

BELGE- 2: Diyanet İşleri Reisliği 1341 (1925) Yılı Bütçe Müzakeresinin başlan­gıç kısmı.

(Arapça ve Osmanlıca Metinler incelenemedi)

*Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği.

1 Zekeriya Kitapçı, Orta Asya Türklüğünün İslam Kültür ve Medeniyetindeki Yen, Konya 1996, s. 143.

2 Aksaraylı Keriıneddiıı Mahmud, Miisamerat al-Alıyar (Nşr. M. N. Gençosmaıı, F.N. Uzluk). Ankara 1943, s. 174.

3 Aksarayı, Mılsamerat al-Ahyur, s. 174.

4 M. Fuat Koprulu, “Anadolu Selçuklu Tarihinin Yerli Kaynakları," Belleten, c. VII. sy 27, 1943, s. 386.

5 1. Hakkı Uzunçarşılı, “XI. ve XIII. Asırlarda Aııadoludaki Fikir Hareketleri ile İçtimai Muesseseiere Bir Bakış”, III. T T. Kongresi iiıldiı iler, s. 296.

6 M. Fuat Köprıilu, A.g m., I, s 459 - 474; M. F. Kırzıoğlu, Kıpçaklar, T. T. K. Ankara 1992. s. 125.

7 İ. Hakkı Uzunçarşılı, III. T T. Kongresi Bildiriler, s. 296.

15 M. Bayram, Şeyh Evhadü’d-Din el-Kirmânt ve Evhadiye Tarikatı, Konya, 1993, s. 27.

16 Zeki V. Togan, Giriş, s. 200, 459.

17 M. Fuat Köprülü, Titrk Edebiyatımla İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1984, s. 46.

18 Tiirksözii Gazetesi, 35, 538, Konya, 27 Kanun-ı Evvel 1336, s. 3.

19 Ahmed Eflaki, Arijlenn Menkıbeleri (Sadeleştiren. Talisin Yazıcı), M.E.B. Yayınları, c. 11, 2. baskı, İstanbul 1966.

20 Aksarayı, Miisanıar al-Ahyar, s. 202.

21 İbni Bibi, el-Evamirii’l-Ala’iye Fi’l-Umurı’l-Alaıye, c. II (Haz. M. Oztürk). Kultur Bakanlığı 1000 Eser, Ankara 1996, s. 212; O. Turan, “Celaleddin Karatay ve Vakfiyeleri”, Belleten , Sy. 47, 1948. s. 40; O. Turan, Selçuklular Zamanında Tıirkıye, İstanbul 1993, s. 556 h 77.

22 I. H. Uzunçarşılı’ya gore; “O Mevlânâ ile daimi surette fikri muhalefel halinde bulunmuş ve garip bir tesadüf eseri olarak Mevlânâ Celaleddin-i Rumi’nin cenaze namazını kıldırmıştır. Uzunçarşılı, a. g. m., s. 300.

23 Uzunçarşılı, a.g.m., s. 299.

24 CI.,Cahen, a.g.e., s. 257, 241.

25 Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, Müsamarat at-Ahyar, s. 203.