Makale

DİNLER ARASI DİYALOG SÜRECİ VE ETKENLERİ

DİNLER ARASI DİYALOG SÜRECİ VE ETKENLERİ

Dr. Abdullah TÜMSEK*

Dinler arası diyalogdan gerçek anlamda ne kasd edildiği çok önemlidir. Dinler arası diyalogdan kasıt; aynı dinden grupların kendi aralarında olduğu gibi, farklı dinlere mensup insanların, inanç ve düşüncelerini zorla birbirine kabul ettirme yo­luna gitmeden birbirlerine sıcak ve hoş görüyle bakabilmesi, ortak meseleler etra­fında konuşabilmesi, tartışabilmesi ve işbirliği yapabilmesi anlamına1 geliyorsa bu diyalogda bir sakınca görülmez.

Diyalog ortamında kuşkular doğuran, diyalog sürecini başlatma girişimlerinin altındaki art niyetlerdir. İyi niyetli yaklaşımlar varsayılsa da yeterli hazırlık olma­dan ve tarafların aynı derecede güçlü olmadığı durumlarda girişilecek diyalogun sonuçlan kuşkusuz olumsuz olacaktır.2 Hıristiyan dünyasının diyalogla birlikte sunduğu evrensel medeniyet davası fikri de evrensel din fikri gütmekte. Bu fikir içinde dinleri arıtma amacı güdülmektedir.3

DİNLER ARASI DİYALOG KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI

Dinler arası diyalog çalışmaları resmi anlamda Hıristiyanlar tarafından başlatıl­mış olmasından hareketle, bu diyalogdan kastımız Hıristiyan-Müsliiman Diyalogu şeklinde olacaktır.

Tarihte bazı Hıristiyanların kendi aralarında, hem Müslümanlarla diğer din mensuplan arasında “diyalog” faaliyetlerine rastlanmaktadır.4

Ancak ciddi anlamda diyalog çağrıları 1962-1965 tarihleri arasında üç yıl sür­müş olan II. Vatikan Konsilin’de olmuştur.

Aslında Hıristiyan dünyası, Kur’ân’ın 9. hicri yılında indirilen “De ki: “Ey Ehl- i kitap! Geliniz bizimle sizin aranızda müşterek olacak bir sözde birleşelim. Yani Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım. Al­lah’tan başka kiminiz kiminizi rab edinmesin. Şayet bundan yüz çevirirlerse deyin ki, Şahit olun ki biz Allah’a itaat eden Müslümanlarız” (Âl-i İmrân, 64) mübahele âyeti ile onun Hz. Peygamberin (a.s.) tarafından tatbiki ile noktalanmış bulunan akümenik çağrısına, işin başından beri fikir plânında cevap vermedi.5 Batı ortaça­ğının az çok kapalı bir hayat yaşayan ahâlisini İslâm’dan nefret ettirmek gayesiyle, onun ve tebliğcisi Hz. Peygamber’in aleyhinde sayısız iftiralar uydurdu. Varlığını koruma imkanını fırsat buldukça maddî kuvvet kullanmakta gördü.6 Hıristiyan dünyasının, Müslümanlara karşı Haçlı Seferleriyle başlattığı ve Misyonerlik Faali­yetleriyle devam ettirdiği soğukluk ve düşmanlık II. Vatikan Konsilinde giderilme­ye çalışılmıştır.7

Hıristiyanlık ondört asırlık tutumunu değiştirerek II. Vatikan Konsilindeki be­yanı ile Müslümanlarla diyalog çağrısında bulununca bu durum tabiatıyla şaşkınlı­ğa yol açtı.8 Çünkü Hıristiyanlar öteden beri İslâm ve Müslümanlar hakkında hep menfi davranmışlardır. Bunun sebebi de kilisenin kendisini emniyette hissetmeme­si idi.9 Onun içindir ki İslâmî ilimlerle bu dinin mensupları uğraşmış ve ciddi ça­lışmalar ortaya koymuşlardı. Birçok oryantalistin çalışmalarında belirli saptırmalar bulunmasına karşılık İslâm hakkında bilgilerinde samimi olan bilginler de buluna- gelmiştir.10 XX. yüzyılın başlangıcından itibaren dünyada meydana glene siyasî ve ekonomik gelişme ve değişmelerden Hıristiyan kiliseleri, özellikle Katolik Kilise­si de etkilenmiştir. Bundan dolayı Katolik Kilisesi, kiliseler arasında var olan anlaşmazlıkları ve düşmanlıkları gidermek, bazı alanlarda işbirliği yapabilmek için bir “konsil” toplamaya karar vermiştir. Yapılan görüşmeler neticesinde üç yıl süre­cek olan (1962-1965) konsilin Vatikan’da toplanması sağlanmıştır. Konsile 141 ül­keden 2860 kadar temsilci katılmıştır. Papa XXIII. Jean, konsili açılış konuşmasın­da, kilisenin çemberini kırmasını, dışarıya açalmasını, dışarıyla ilgilenmesini iste­miş ve bütün insanlarla diyaloga girmenin önemini belirtmiş. Böylece 1962 yılın­da başlayan II. Vatikan Konsilinde kiliselerarası diyalog yanında, diğer din men­suplarıyla diyaloga girmenin önemi üzerinde durulmuş ve 1964 yılında “Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası” kurulmuştur. Bu sekreteryaya üst seviyede bir Kardinal başkanlık etmektedir.11 Sekreterya, devamlı olarak Roma’da bulunan bir ekiple, bölgesel piskoposlar ve çeşitli uzmanlarla işbirliği yaparak çalışmasını sürdürmek­tedir. İlk başkanlığını Kardinal Marella (1964-1973) yapmıştır. Daha sonra, sırasıy­la Kardinal Pignedoli (1973-1980) ve Mar Jean Jadot (1980-1984), günümüzde de bu görevi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tertiplediği II. Din şurasında ülkemize da­vet edilen Kardinal Arinze yürütmektedir.

HIRİSTİYANLARIN İSLÂMA BAKIŞI

Özellikle Katolik Kilisesi’nin İslâm’a ve Müslümanlara bakışı, Yahudiliğe ve Yahudilere bakışından farklılık gösterir. Hıristiyanlık’tan sonra farklı bir coğrafî ve kültürel ortamda ortaya çıkan İslâm, Yahudilik’ten ve Hıristiyanlık’tan bağımsız bir şekilde gelişmiştir. Bununla birlikte, İslâm’ın bu dinlerle dinî gelenek’ bakımından müşterekliği bulunmaktadır. Esas bakımından her üç dinin referans kaynağı aynı­dır. Fakat bu müştereklik, tarih üstü olup, vahiy yoluyla tesis edilmiştir. Bu neden­le, Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında, Hıristiyanlar açısından, Yahudulirle oldu­ğu gibi, bugüne kadar taşınan ve halledilmesi pek mümkün görünmeyen ciddî te­olojik problemler yaşanmamıştır. Her şeyden önce, Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında’kinin doğmasına sebep olan teolojik bir çatışma söz konusu değildir. Baş­ka bir ifadeyle İslâm, Hıristiyanlığın teolojik yapısıyla ilgili doğrudan bir problem oluşturmamıştır. Bu bakımdan, II. Vatikan Konsili’ne kadar hiçbir konsil doküma­nında İslâm’dan ve Müslümanlardan söz edilmemiştir.12 Ancak bu, Müslümanlar­la Hıristiyanlar arasında teolojik tartışmaların cereyan etmediği anlamına gelme­mektedir.

1. II. Vatikan Konsili Öncesinde İslâm ve Müslüman Anlayışı

Hıristiyanların Müslümanlarla ilk teması, Hz. Muhammed’in İslâm’ı tebliğ et­tiği dönemlere kadar geriye gitmektedir. Arapça konuşan Necran’lı Hıristiyanların Medine’ye gelerek Hz. Muhammed’Ie tartışmalarını (MS 631), ilk Hıristiyan-Müs- lüman diyalogu olarak değerlendirmek mümkündür.

Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında ciddi sıcak tartışmalar, İslâm’ın Yunanca konuşan (buna Süryanice Kıptice konuşanlar da dahil) Hıristiyanların topraklarına girmesiyle başlamıştır. Yunanca konuşan Doğulu Hıristiyan teologlar İslâm’la ilk karşılaştıklarında, onu, Hıristiyanlığa ait ayrılıkçı (heretik) bir hareket olarak gör­müşlerdir. Fakat, İslâm’ı daha yakından tanıyınca, onun, zannettiklerinden farklı bir inanç yapısına sahip olduğunu farketmişler ve Hıristiyanlığı ona karşı savunma­ya çalışmışlardır. Bunu yaparken, İslâm’a hücum etmekten geri durmamışlardır. İs­lâm’ın peygamberi Hz. Muhammed’i olumsuz sıfatlarla tanımlamaya kalkmışlar ve ona bir takım ahlâkî zayıflıklar isnat etmekten çekinmemişlerdir.13

Batı Hıristiyanlığı ise, ilk dönemlerde henüz İslâm’dan ve Müslümanlardan ha­bersizdir. Çünkü, VIII. yüzyılın başlarında İspanya’mn fethi ile IX. yüzyılda Sicil­ya’nın alınmasına kadar Batılı Hıristiyanlar Müslümanlarla yakın temasa geçme­mişlerdir. Bu yüzden, Doğulu Ortodoks ve Monofizit ilahiyatçıların çalışmaları on­ları ilgilendirmemiştir. IX. yüzyıldan itibaren, bu bölgelerde ve Akdeniz’in güney kıyılarında kültürce kendilerinden çok daha üstün olan ve büyük bir askerî güce sa­hip olan Müslümanlarla karşılaşınca, İslâm’ın ve Müslümanların kendileri için bü­yük bir tehlike olduğunu anlamışlardır. Müslümanlar, onlar için bir korku vasıtası olmuştur. Hz. Muhammed’in adından bozulma Mahound, Hıristiyan halk arasında şeytanla bir tutulmuştur. Daha sonra, Haçlı Seferleri sırasında, Hıristiyan bilginler İslâm’ı daha yakından tanıma imkanı bulmuşlardır. Fakat, bu bilgilenme neticesin­de, genel olarak, İslâm’ı olduğu gibi Avrupa’ya sunmanın yerine, çarpıtılmış bir İs­lâm ve Müslüman imajı sunmayı tercih etmişlerdir. Montgemory Watt’a göre bu­nun sebebi, Hıristiyan bilginlerin İslâm kültürü karşısında bir aşağılık kompleksine kapılmış olmalarıdır. Onlar, İslâm’ı yanlış olarak sunmak suretiyle, onun, Hıristi­yanlık’tan aşağı bir din olduğunu göstermek istemişlerdir.14

2. II. Vatikan Konsili ve Sonrasında İslâm ve Müslüman Anlayışı

II. Vatikan Konsili, bir çok bakımdan olduğu gibi, Müslümanlar açısından da önemli bir konsildir. İlk defa bu konsilde, Müslümanlardan, onların inanç ve iba­detlerinden söz edilmiştir. En önemlisi de, bu konuda olumlu ifadelerin kullanılma­sıdır. Bu ifadeler, Katolik Kilisesi’nin diğer dinlere bakışını ortaya koyan Nostra Aetate ile Türkçe’ye Tanrı’nın Ailesi15 adıyla çevrilen Lumen Gentium doküman­larında bulunmaktadır.

Katolik Kilisesi, II. Vatikan Konsili dokümanlarındaki ifadeler çerçevesinde, Yahudilerle olduğu gibi, Müslümanlarla da diyalogun alanlarını ve metodlarını be­lirlemek için çalışmaları sürdürmüştür. Bu amaçla, şimdiki adı Papalık Dinlerara- sı ilişkiler Konsili olan Hiristiyanlık Dışı Dinler Sekreterycısı bünyesinde 1974 yı­lında kurulan “Katolik Yahudi İlişkileri Koınisyonu”yla birlikte bir de İslâm Ko­misyonu kurulmuştur. Ayrıca, 1979-1980 yıllarında Maurice Borrmans’a bir kıla­vuz kitap hazırlatılmıştır. Orientations pour un dialogue entre Chrétiens et Musul­mans adını taşıyan kitap, Gitidelines for Dialogue Between Chrislians and Muslims adı altında İngilhizce’ye ve diğer birçok dile çevrilmiştir.16

Bir çok üst düzey Katolik uzmanın denetiminden geçen kitapta, Katolik Kilise­si’nin İslâm ve Müslümanlarla ilgili son görüşü hakkında bir kanaate varmak müm­kündür. Kitapta, Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında diyalogun imkanı ve yollan aranırken, ayrıca İslâm’ın genel ilkeleri hakkında da bir takım yaklaşımlar sergilen­miştir.

Kitapta, İslâm Tanrı anlayışının mutlak tek tanrıcılığa dayandığı belirtilmekte ve sadece Müslümanların inandığı şekliyle tasvir edilmektedir. Böyle bir Tanrı inancının Müslümanları hidayete sevkedip etmeyeceği hakkında herhangi bir şey söylenmemektedir. Kur’ân’ı Müslümanlar nezdindeki değeri hakkında bilgi veril­dikten sonra, Hıristiyanların Kur’ân’da İncil parelelinde bazı mesajlar bulabileceği ve bunları gönülden kabulleneceği ifade edilmektedir. Bu konuda, kitapta şunlar ifade edilmektedir:

“Hıristiyan, Kur’ân’ın içeriği konusunda bilgilendiği ölçüde, saygı ve açıklıkla, İn- cil’in verdiği mesaja benzeyen noktaların altını çizebilir; kendi kitabından farklı yan­ları bulabilir. Böylelikle Hıristiyan, Müslümanın ‘Ulu Tanrı diyor ki’ sözünü kabul edecektir. Kur’ân’da bir parça okunduğunda, reddedici sözcüklerden kaçınacaktır.”

15 Bkz. Tanrı’nm Ailesi, Latince’den çev: Padre Vinceıızo R. Succı, İstanbul 1984.

16 Bu kitap, Mehmet Ümit tarafından Müslümanlarla Hırıstiyanlar Arasında Diyaloga Yönelişler adı altında Türkçe’ye de çevrilmiş ve DER Yayınları arasında 1988’de yayınlanmıştır.

Hz. Muhammed’in peygamberliği konusunda yine Müslümanların inancı veril­dikten sonra Hıristiyanlık açısından bu konuda şunlar söylenmektedir:

“Hıristiyanlar, Peygamber Muhammed’in hayatında ve faaliyetlerinde, yaşadı­ğı zamanı ve çevreyi göz önüne alarak, otantik değerlerin bulunduğunu takdir et­meyi denemelidirler... Hıristiyanlar, Muhammed’in büyük bir edebî, politik ve di­nî deha olduğunu, onun çok kimseleri gerçek tanrı’ya ibadet etmeye yöneltebilecek bir takım niteliklere sahip bulunduğunu kabul etmeye meyillidirler. Fakat, aynı za­manda, onda kesin bir takım yanlışlıkların ve yanlış anlamların bulunduğuna da inanırlar. Onlar, Muhammed’de peygamberi işaretlerin farkındadırlar... Bağdat Patriği Timothy’nin zamanın halifesine dediği gibi, Muhammed, peygamberlerin yolunu takip etmiştir.”

MÜSTEŞRİKLERİN KUSUR VE ZAAF NOKTASI ARAMA DÜŞKÜNLÜĞÜ

Hıristiyan dünyasının İslâmi ilimlerle ilgili yaptırdığı çalışmalarda art niyetleri­ni sezmemek mümkün değil...

Müsteşriklerin büyük bir çoğunluğunun âdeti, İslâm hukuku, medeniyeti ve ta­rihindeki zaaf noktalarını araştırmak ve bunları siyasî veya dinî amaçlarla ortaya çı­karmaktır. Bu yönleriyle onlar, güzel, parlak, düzenli ve temiz bir şehirde sadece çöplük, mezbelelik ve pis su birikintilerini arayıp bulan, belediyelerin görevli me­murlarına benzerler. Haliyle ve işin tabiatı gereği söz konusu memurların hazırla­yıp ilgili yerlere sundukları raporlarda pislik ve çöplüklerle ilgili ifâdelerden başka bir şey bulunmaz.

İşte, müsteşriklerin birçoğunun, bütün gayret ve mesâilerini, İslâm târihi, toplu­mu ve medeniyetinde ve hatta İslâm’ın ibadet ve yasalarındaki kendilerince zaaf te­lakki ettikleri noktaları ortaya çıkarmada, bunları korkunç ve abartılı bir şekilde can­landırmada yoğunlaştıklarını görüyoruz. Onlar zaaf olarak telakki ettikleri noktala­ra âdeta büyüteçle bakar ve okuyucuya da böyle gösterirler. Böylece zerreyi dağ ve damlayı deniz olarak göstermeyi başarırlar. Birçok eserlerinde bunların, çirkin bir İslâm imajını maydana getirmedeki mahâret ve zekâları açıkça görülmektedir. Bu hareketleriyle onlar, günümüzde -Batı’nın büyük kültür merkezlerinde yetişen veya İslâm’ı Batı dillerinden öğrenmeye çalışan- Müslüman lider ve idârecilerin kalbin­de İslâm ve İslâm kaynaklan hakkında şüpheler uyandırmakta, İslâm’ın geleceği ko­nusunda kendilerine ümitsizlik, geçmişlerine karşı kötü zan, bugününe de kin aşıla­maktadırlar. Hatta, sözü edilen idârecilerden bazıları, “Dini çağdaşlaştırma”ya ve “İslâm yasalarında reform yapılmasına” var güçleriyle çağırabilmektedir.17

KİLİSEYİ DİYALOGA SEYK EDEN AMİLLER

Kilisenin Müslümanlarla diyalog çabasının birçok sebebini saymak mümkün , bunlardan bir kaçının zikredecek olursak:

1. İslâm’ın yayılması karşısında Hıristiyanların gerilemesi ve Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen yerlerin Müslümanların eline geçmesi; Hıristiyan dünyasında ikili bir “taarruz”un başlamasıra vesile olmuştur. Bunlardan birisi haçlı seferleri, di­ğerleri Misyonerlik’tir. Her iki tavır da Müslümanlar üzerinde menfi tesir meydana getirmiş, her Hıristiyan “Misyoner” görülmüş, ihtiyatla karşılanmış ve Müslüman- Hıristiyan yakınlaşmasını dondurmuş, asgarî seviyeye düşürmüştür. Bunu normal seviyeye çıkarmak, haçlı seferleriyle başlayan ve “Misyonerlik”le doruk noktasına ulaşan menfi durumu müspete çevirmek için, Hıristiyan dünyasında arayışlar baş­lamış ve yeni “oluşumlar”a ihtiyaç hissedilmiştir. Bu “oluşum”, Müslümanlar ara­sında faaliyet gösteren misyonerlerin ve Oryantalistlerin raporlarında yer almıştır. Uzun zamanın mahsulü olan raporlar ve görüşler Katolik Kilısesi’nce değerlendi­rilmiş ve “Müslüman-Hıristiyan Diyalogu” planında etkisin göstermişti. Bu tartış­malara yolaçmış ve Hıristiyanlar arasındaki farklı anlayışlardan kaynaklanan ayrı­lıkları giderme yolu da, “diyalog” tartışmalarında görülmüştür. Müslüman-Hıristi- yan münasebetlerinin yeni bir tipi olan “Diyalog”, müsbet karşılanmıştır.18

2. Kilise, varlığını sürdürebilmek için dünyaya açılmanın kaçınılmaz bir mec­buriyet olduğunu düşünmektedir. Bu telakkiye göre, kendi içine kapanmak, dünya­dan kendi kendisini silmek ile aynı mânâya gelmektedir. Hıristiyanlık diyalogla kendisine dünyanın her tarafına tanıtma amacı gütmektedir.

3. Konsil metni olsun, yetkili Hıristiyanlar olsun açıkça söylemeseler de -hatta bazen inkar da etseler- diyalogun gayelerinden biri Hıristiyanlığı yaymaktır. Her dindar, mensup olduğu dini mutlak hakikat bildiğine ve bilmesi lâzım geldiğine gö­re inancını yaymak istemesini tabiî karşılamak gerekir. R. Arnaldez’in dediği gibi “Hıristeyanlar normal olarak misyonerdirler. Zira, Hıristiyan başka insanlardan do­layı kendisini mesul bilir. Bundan ötürü inançlarını yaymakla mükelleftirler.”19

4. Hıristiyanlık dünyasını görüşmeye sevk eden sebeplerden biri de İslâm hak- kındaki eski iddia ve iftiraların iç yüzünün iyice ortaya çıkmış olmasıdır. Hz. Mu- hammed (a.s.)’ın risâleti konusu, başından beri Hıristiyanlıkta büyük bir sıkıntıya yol açmıştır. Dünyada hiçbir şahıs hakkında, Hz. Muhammed (a.s.) hakkında Hıris­tiyanlık âleminde ileri sürüldüğü kadar mütenâkız iddia ve iftiralar yapılmadığı ko­layca söylenebilir. Onun aleyhinde: Nastûrî bir rahip, Arius’çu, rahip Bahîra’nın şa­kirdi. Yahudi hahamı, sahte peygamber, ihtirasla beklediği papalığa seçilemeyinc Hıristiyanlıktan öç almak için ayrılan bir kardinal, baş olmak isteyen siyasî lider, Hz. İsa’nın karşısına çıkmış olan Deccal ve -en fenası- Müslümanların şeytan, Jupi­ter ve Apollon ile birlikte (Mahon adıyla) kendisine taptıkları bir put (Mahon:-Ma­homet, o da Muhammed isminintahrif edilmiş şeklidir) gibi birbirini tutmaz iftira­lar, bütün Ortaçağ Batısı’nı İslâm aleyhinde harekete geçiren yalanlar olmuştur. Müsteşrikliğin başlamasından sonra, nisbeten tarafsız değerlendirmeler yapıldığı söylenmesine rağmen, asrımızdaki müsteşrikler arasında bile birbirini tutmayan id­dialara rastlanmaktadır. (İslâmî incelemeler yapan muasır müsteşriklerin tutumu­nun, Ortaçağdakinden rnüsbet yönde çok uzaklaşmış bulunduğunu belirtmek gere­kir). Müsteşrikler-temayüllerine göre- İslâmiyet’i ya Yahudiliğe, ya Hıristiyanlığa mal ederler. Bazıları, Hz. Peygamberin Mekke’de samimi bir dinî lider iken Medi­ne’de sırf siyasî lider hâline geldiğini ileri sürdü (Caetani, Lammens). Diğer bir perspektif, mistik bir çözüm şekline başvurdu: Potestan Tor Andrea O’nu, Benî İs- râil peygamberlerinden Amos’a ve Martin Luther’e benzetirken, Katoliklerden De­lacroix ile R. Blachère St. Théres d’Avila’ya benzettiler. Bazılarına göre, devrinde­ki sosyal adaletsizliği görüp ezilen kitleleri harekete geçiren bir halk lideri (Alman Grimme ve anglikan din adamı M. Watt) vb. Daha yakınlardaki bazıları da çekingen tavırlarla psikanaliz metodlarına göre tahminlerde bulunmaya çalıştılar. Az önce işa­ret ettiğimiz gibi, Ortaçağ’dan bu tarafa insaf noktasına doğru yaklaşan bir temayül olduğu söylenebilir. Artık m’jsteşriklerin hemen hemen tamamı -Onu peygamber olarak kabul etmeseler de- kendisinin Peygamber olduğuna samimi olarak inandığı­nı, başka herhangi bir saikle kendisini böyle göstermediğini kabul etmektedirler.20

5. Diyalog çağrısının, siyasî bir gaye taşıdığı da söylenebilir. Bazı Sömürgeci Hıristiyan devlet adamları, sömürülen Müslüman ülkelerdeki istiklâl hareketlerini zayıflatmak ve onları, kendi lehlerine olacak bir barışa çekebilmek için sertlikleri yumuşatacak diyalog çağrısında fayda ummuş olup, bu fikri bazı din adamlarına da telkin etmiş olmalıdırlar. Öyle anlaşılıyor ki, başta Fransız ve İngilizler olmak üze­re bazı sömürgeci Batı ülkelerinin hakimiyetlerindeki ahâlisinin ekserisi Müslüman olan ülkelerde istiklâl irade ve mücadelelerinin yoğunluk kazandığı 1950-1960 ve bilhassa 1955-1960 yılları arasında diyalog teşebbüsleri de son derece fazlalaşmış­tır. Fas, Tunus, Libya, Fildişi Sahili, Gine, Kamerun, Malaya, Mali, Moritanya, Ni­cer, Nijerya, Orta Afrika, Senegal, Cezayir bu tarihlerde mücadele verip istiklâlle­rini elde eden Nüslüman ülkelerdendir. Diyalog arzusunda şüphesiz ki, 1954-1962 yılları arasında bir milyondan fazla kurban veren Cezayir’lilerin Fransa ile olan sa­vaşlarının büyük tesiri vardır.21

II. VATİKAN KONSİLİNDEN SONRA YAPILAN

HIRİSTİYAN-MÜSLÜMAN DİYALOĞU

TOPLANTILARINDAN BAZILARI

II, Vatikan Konsilini takiben, bu ve benzeri kuruluşlar vasıtasıyla pek çok diya­log toplantıları yapılmıştır. Bu toplantılardan bazılarını şu şekilde sıralamak müm­kündür:

1. 2-16 Mart 1969: Foi et Constitution Komisyonu tarafından İsviçre Cenevre Cartingny’de düzenlendi.

2. 16-20 Aralık 1970: Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası tarafından Roma’da düzenlendi. Kahire Yüksek İslâm Konseyi’nin delegeleri ile sekreterya’nın temsil­cileri biraraya geldiler.

3. World Council of Churches’in organizasyonu ile Lübnan (Ajoltoun)’da 1970’de Budist, Hıristiyan, Hindu ve Müslüman temsilcileri biraraya geldiler.

4. 12-18Temmuz 1972: Kilise ÖkümenlikKonseyi’ne bağlı olarak 1971 ’deCe­nevre’de kurulan, Zamanlınızın İdeoloji ve İnançlarıyla Diyalog Komisyonu’nun (D.C.I.) girişimi ile Lübnan (Brumana)’da 25 Hıristiyan ve 20 Müslüman biraraya gelerek “İnsânî bir işbirliği için arayış” konusunda çalışmalar yapmışlardır.

5. 17-21 Temmuz 1974: Acra-Gana’da D.C.I.’nın teşebbüsüyle 20 kadar Müs­lüman ve Hıristiyan Afrikalı biraraya gelerek, Afrikalı Müslüman ve Hıristiyanla­rın çeşitli konulardaki işbirliğini incelemişlerdir.

6. 10-15 Eylül 1974: 1968’de Madrid’te kurulan “Müslüman-Hıristiyan Dostlu­ğu İspanyol Derneği” tarafından Kıırtuba’da tertip edilen toplantıda, İslâm’ın Hı- ristiyanlar tarafından ve Hıristiyanlığın Müslümanlar tarafından algılanışı, her iki dinin ortak noktaları gibi hususlar tartışılmıştır.

7. 9-16 Eylül 1974: Kahire’de Yüksek İslâm Konseyi’nin dâveti üzerine Hıris­tiyan Olmayanlar Sekreteryası temsilcileri ile bir toplantı yapılmıştır.

8. 24-27 Ekim 1974: Suudî Arabistan Adalet Bakanı başkanlığında bir heyet ile Vatikan temsilcileri arasında Vatikan’da “İnsan Hakları" konusu görüşülmüştür.

9. 11-17 Kasım 1974 Tunus Üniversitesi Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (CERES)’in teşebbüsüyle 28 Müslüman ve 13 Hıristiyan temsilci tarafın­dan, “Gelişme Sorunu Karşısında Müslüman ve Hıristiyan Vicdan ve İnancı” ko­nusu ile Kur’ân ve İncil üzerinde çalışmalar yapıldı.

10. 1-16 Şubat 1976: Libya Trablus’ta 350 Müslüman ve 150 Hıristiyan temsil­ci, “İdeoloji ve Din; Her İki Dinin Ortak Noktaları, Sosyal Adalet ve İnanç" konu­larını tartışmıştır.

11. 1976’da İngiltere Birmingham’da Müslüman-Hıristiyan diyalogu çerçeve­sinde “Laik Toplumda Kilise ve Cami” konusu tartışılmıştır.

12. 26-30 Haziran 1976: İsviçre, Cenevre’de D.C.I.’nın teşebbüsü ile 9 Hıristi­yan ve 4 Müslüman temsilci “Hıristiyân Misyonerliği ve İslâm dâvâsı” konusunu tartışmıştır.

13. 21-27 Mart 1977: İspanya Kurtuba’da, Müslüman-Hıristiyan dostluğu İs­panyol Derneği’nin teşebbüsü ile ikinci Beynelmilel Müslüman-Hıristiyan kongre­si toplanmış, 200 kadar temsilci “Hz. Muhammed ve Hz. İsa’nın Peygamberlik Bo­yutları" konusunu tartışmıştır.

14. 14-18 Kasım 1977: Lübnan Beyrut’ta D.C.I.’nın teşebbüsüyle 20 kadar Müslüman ve Hıristiyan temsilci, “İnsanlığın Geleceği Açısından İnanç, Bilim ve Teknik" konusunu tartışmıştır.

15. 12-13 Nisan 1987: Kahire’de Ezher Üniversitesi ile Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası temsilcileri arasında “Hıristiyanlar ve Müslümanlar Arasında Bir Kar­şılaşmanın İmkânı” konusu tartışıldı.

16. 12-14 Mart 1979: Cenevre-Chambésy de D.C.I.’nın teşebbüsü ile 5 Müslü­man ve 10 Hristiyan, “Birarada Yaşayan Hıristiyanlar ve Müslümanlar” konusu­nu görüşmüştür.

17. 30 Nisan - 4 Mayıs 1979: Tunus’ta CERES’in organizasyonu ile 60 kadar Müslüman ve Hıristiyan, “Her İki Dinde Vahyin Anlam ve Düzeyi" konusunu tar­tışmıştır.

18. 3-6 Kasım 1980: Cénacle Libanais ile D.C.I.’nin teşebbüsüyle 30 Hıristiyan ve Müslüman biraraya gelerek, 15 yıllık gelişmeleri değerlendirmişlerdir.

19. 30 Mart - 1 Nisan 1982: D.C.l. ve Müslüman Dünya Kongreleri’nin işbirli­ği ile mülteciler, fakirler ve muhtaçlarla ilgili işbirliği konusu incelendi.

20. 24-29 Mayıs 1982: Tunus’ta CERES’in teşebbüsüyle 60 kadar Müslüman ve Hıristiyan temsilci, insan hakları, barış ve halklar arasındaki kardeşlirk konusu­nu tartıştı.

21. 6-7 Mayıs 1982: Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası ile Delhi Vidyajyoti Enstitüsü’nün müştereken hazırladıkları toplantıda 11 Müslüman ve 11 Hıristiyan temsilci “Hıristiyanlıkta ve İslâm’da Azizlik” konusunu tartıştı.

22. 3-7 Mart 1986: Porta-Novo (Benin)’de D.C.I.’nin teşebbüsü ile 30 kadar Müslüman ve Hıristiyan, “Afrika’da Din-Devlet İlişkileri, Aile ve Eğitimi” konula­rını tartışdı.

23. 21-26 Nisan 1986: Tunus’ta CERES’in düzenlediği toplantıda 20 Müslüman ve 20 Hıristiyan “İlâhiyat ve Günümüzün Maddi Zorlamaları” konusunu tartıştı.

24. 21-23 Kasım 1986: Cenevre’de Ürdün Kraliyet Akademisi ve Chembésy Ökümenik Merkezi’nin işbirliği ile 40 Müslüman ve 40 Hıristiyan öğretim üyesi “Bugün ve Tarihsel Süreç İçinde Müslüman ve Hıristiyan Cemaatlerin birarada ya­şama modelleri, Çalışma, Özgürlük” konularını tartıştı.

25. 17-18 Eylül 1988: Ürdün’de Anglikanlar ile Ürdün’lü Müslümanlar arasın­da dördüncü kollokyum yapıldı. Konu “Banka Uygulaması” idi.

26. 25-27 Ekim 1988: İtalya (Assise)’da Hıristiyanlarla çeşitli ülkelerden (Mı­sır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas, Moritanya) gelen Müslümanlar, söz konusu ülke­lerdeki Müslüman-Hıristiyan ilişkilerini dile getirdiler.

27. 12-15 Aralık 1988: Cenevre (Chamésy)’de beşinci Müslüman-Hıristiyan Danışma toplantısı yapıldı. Chamésy Grek Ortodoks Merkezi ile Ürdün İslâm Me­deniyeti Araştırmaları Vakfı’nın ortaklaşa yaptığı toplantıda “Barış ve Adalet" ko­nusu tantışıldı.

28. 26-28 Ocak 1989: İtalya (Trento)’da İstituto di Scienze Religiose tarafından “İslam ’ın Manevî Değerleri, Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, Müslümanlarla Hıris- tiyanlar Arasındaki İşbirliği" konuları tartışıldı.

29. 31 Mart - 2 Nisan 1989: Toronta’da W.C.C.’nin tertiplediği Müslüman-Hris- tiyan Kollokyum’u yapıldı.

30. 10-14 Eylül 1989: İstanbul’da altıncı Müslüman-Hıristiyan toplantısı yapıl­dı ve “Dinî Çoğulculuk” konusu tartışıldı.

31. 6-8 Aralık 1989: Vatikan’da dinlerarası diyalog için Papalık Konsili ile Ür­dün Âlü’l-Beyt Müessesesi’nin ortaklaşa düzenledikleri Danışma toplantısında ‘Modern Cemiyette Dinî Eğitim" konusu tartışıldı.

32. 4-7 Ocak 1990: Stone-mountain (Amerika)’da Yahudi Hıristiyan ve Müslü­manların “Vahyin Anlamı" konusunda tartıştılar.

33. 27-28 Ocak 1990: Strasbourg’da, Miislüman-Hıristiyan ilişkileri servisi ta­rafından “Fransız Toplumımda Hıristiyanlar ve Müslümanlar” konusu işlendi.

34. 14-15 Şubat 1990: Vatikan’da, Dinlerarası Diyalog Papalık Konseyi ile Dünya İslâmî Davet Cemiyeti (Libya) işbirliği ile “İslam’a Davet ve Misyonerlik" konusu incelendi.

35. 24-25 Mart 1990: Fransa’da (Mouvaux), “Beraberce Barış ve Adâıleti Des­teklemek" konusunda Müslüman ve Hıristiyanlar görüşlerini açıkladılar.

36. 13-15 Aralık 1990: Amman’da “İslâm ve Hıristiyanlıkta Çocukların Hakla­rı ve Eğitimi" konusunda Müslüman ve Hıristiyan temsilcilerine Kollokyum yapıl­dı.

37. 27-28 Temmuz 1991: Fransa’da Efes’in yedi uyurları anısına Müslüman-Hı- ristiyan ortak toplantısı yapıldı.

38. 4-8 Ağustos 1991: Nijarya’da 24 Müslüman ve Hıristiyan temsilcinin katıl­dığı bir toplantı yapıldı.22

SONUÇ

Katolik Kilisesi, II. Vatikan Konsili öncesinde ilkel olarak gördüğü Yahudiliğin ve İslâm’ın müntesiplerini “Tann’nın evrensel kurtuluş plânı”na dahil etmiştir. Bu dinlerin, bugün helen manevî fonksiyonlarının bulunduğunu kabullenmiştir. Fakat, Hıristiyanlığın tek gerçek kurtuluş dini olduğu iddiasından vazgeçmemiştir. Buna bağlı olarak, bütün insanların İsa Mesih’in bedenini temsil eden Kilise aracılığıyla kurtuluşa ulaşmasını sağlamak için misyonerlik faaliyetlerinin sürdürülmesini ka­rarlaştırmıştır. Diğer taraftan, kötü geçmişin unutularak Yahudiler ve Müslümanlar­la diyaloga girilmesini benimsemiştir.

Katolik Kilisesi’nin bu tutumu, teolojik açıdan bir çok soruyu gündeme getir­miştir. Misyonerlikle diyalogun Kilise öğretisi çerçevesinde nasıl uzlaştırılacağı, Katolik teologlar arasında tartışma konusu olmuştur. Papalık Dinlerarası İlişkiler Konsili, yaptığı açıklamalarla, misyonerlikle diyalogun birbirine alternatif olmadı­ğını, ikisinin birbirini tamamlayacak şekilde yürütüleceğini belirtmiştir.

Katolik Kilisesi, diyalog yaklaşımını misyonerlikle uzlaştırmıştır. Bu nedenle, hem Yahudiler hem de Müslümanlar, Katolik Kilisesi’nin diyalog çağrılarına şüp­heyle bakmaktadırlar. Özellikle Müslümanlar, geçmişteki misyonerlik faaliyetleri­ni göz önüne alarak bu konuda aşırı şüpheci davranmaktadırlar. Katolik Kilisesi, bu şüphenin giderilmesi için, diyalogla misyonerliği birbirinden ayırmalı, diyalogu misyonerlik amacıyla istismar etmeyeceğini açıklamalıdır. Bunu sadece sözde açıklamakla kalmamalı, Kilise öğretisi açısından da teolojik olarak temellendiril- melidir.23

Baştan beri “Kilise dışında kurtuluş yoktur” parolasını benimseyen kilise, II. Va­tikan Konsili’nde aldığı bir kararla Hıristiyanlık dışındaki dinlerde de hakikat un­surlarının bulunduğunu ifade etmiş ve Müslümanları, geçmişi unutarak birlikte mü­cadeleye çağırmıştır. II. Vatikan Konsili’nin İslâm’ın değerlerini kısmen tasdik edi­şinden sonra ise, İslâm dini ve Hz. Muhammed ile ilgili olarak daha insaflı görüş­ler ifade edilmeye başlanmıştır.

Netice olarak Hıristiyanlar tarih boyunca Hıristiyanlığı yayma hareketini sür­dürmüşlerdir. Misyonerlik faaliyeti öylesine teşkilâtlı ve güçlü bir şekilde sürdürül­müştür ki, en ilkel kabileler de dahil bütün milletler bu faaliyetten etkilenmiştir. Hatta Hıristiyan mezhepleri, diğer Hıristiyan mezheplerini de kendi gruplarına kat­mak için faaliyet yapmışlar ve hâlâ da yapmaktadır. İslâm ülkeleri de bu faaliyet­ten yeterince nasibini almaktadır. Katolik kilisesinin İslâm ülkeleriyle ilgili bu Hı- ristiyanlaştırma faaliyetleri “peres blancs” denilen din adamları tarafından organi­ze edilip yönlendirilmektedir.

Ortodoks kilisesinin propagandası yanında Protestanların ve özellikle de Protes­tanlık içinde ortaya çıkan çeşitli isimlerdeki dinî grupların misyonerlik faaliyetleri oldukça güçlü ve teşkilâtlı bir şekilde sürmektedir. Yehova şahitlerinin bu konuda Türkiye’deki faaliyetleri herkes tarafından bilinmektedir.

Türkiye’de hemen hemen bütün Hıristiyan mezheplerine mensup kişiler ve ce­maatler, Katolikler, Rum Ortodoks Kilisesi (Fener Patrikhanesi), Türk Ortodoks Cemaati, Kaldâııîler, Süryânîler, Ermeniler, çeşitli Protestan fırkaları mevcut olup, Hıristiyanlaştırma faaliyetlerini sürdürmektedirler. Yurtdışında yapılan radyo ya­yınlarıyla broşür, kitap ve dergilerin Türkiye’ye gönderilmesi yanında,Türkiye’de­ki Hıristiyanlarda çeşitli yayınlarla Hıristiyanlığı yegâne kurtuluş yolu olarak gös­termeye çalışmaktadırlar. Bu tür yayınlarda İslâm’ın Hz. İsa’yı büyük peygamber­lerden saymasından faydalanarak, İslâm’la ters düşen inançları biraz daha makul göstermek suretiyle bilgili ve yeterince şuurlu olmayan Müslümanları kendilerine çekmeye çalışmaktadırlar.

Bugün dünya nüfusunun beşte biri Hıristiyandır ve Hıristiyanlık sadece kıta Av- rupasına münhasır kalmamış, asırlar boyu süren misyonerlik faaliyetleri neticesin­de dünyanın dörtbir tarafına yayılmıştır.

Fizikî mesafenin hemen hemen yok olduğu dünyamızda, bir taraftan iletişim araçları, diğer taraftan basın-yayın organları vasıtasıyla toplumumuz, oldukça yo­ğun bir şekilde Hıristiyanlık Propagandası altındadır. Bu sebeple Hıristiyanlığı bü­tün yönleriyle ele alıp inceleyecek, bilimsel yönden değerlendirilmesini ve İslâm’la karşılaştırmasını yapacak bir merkeze ihtiyaç vardır.

Sahasında daimî hizmet verecek olan bu merkezde Batı dilleri ve Arapça bilen mütehassıs elemanlar görevlendirilmek suretiyle Hıristiyanlık, çeşitli yönleriyle ve kendi öz kaynaklarına inilmek suretiyle tetkik edilmelidir.

*İstanbul, Maltepe Vaizi.

1 Gunay Tumer, Dinler Tarihi, s. 396.

2 Maurice Borrmans, Müslümanlarla Hıristiyanlar Arasında Diyaloga Yönelişler, s. V.

3 M. Muhammed Hıiseyn, Modenüznıin İslam damasına girişi, s. 144. Geniş bilgi için aynı eser, s. 119-145.

4 Günay Tümer, Dinler Tarihi, s. 396.

5 Suat Yıldırım, Kiliseyi İslam ile Diyalog İstemeye Sevk Eden Sebepler, s. 17.

6 Suat Yıldırım a.g.e., s. 17.

7 Günay Tümer, a.g.e., s. 396.

8 Suat Yıldırım, a.g.e., s. 18.

9 Sencer Tonguç, “Ortaçağ Avrupası ve İslam Dünyası”, Cüney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi (İ. Ü. Ed. Fak. 1973), s. 1.

10 Seyyid Hüseyin Nasr, Modern Dünyada Geleneksel İslam.

11 Gunay Tümer, a.g.e., s. 379.

12 Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki teolojik tartışma konuları hakkında detaylı bilgi için bkz. Mehmet Aydın, Müslümanların Hıristiyanlığa Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, S.U. ilahiyat Fakültesi Yayınları, Konya 1989, s. 113-229.

13 Bkz. Walt, Günümüzde Islâm ve Hıristiyanlık, çev Turan Koç, İz yayıncılık, İstanbul 1991, s 21. Doğu Hıristiyanlarının yazdığı reddiyeler hakkında bkz. Omer Faruk Harman, "Hıristiyanların İs­lâm’a Bakışı", Asrımızda Hıristıyaıı-Muslııman Münasebetleri, s. 97-101.

14 Bkz. Vatt, Günümüzde Islâm ve Hıristiyanlık, s. 21.

15 Bkz. Tanrı’nın Ailesi, Latince’den çev: Padre Vincenzo R. Succı, istanbul 1984.

16 Bu kitap, Mehmet Ümit tarafından Müslümanlarla Hıristiyanlar Arasında Diyaloga Yönelişler adı

altında Türkçe’ye de çevrilmiş ve DER Yayınları arasında 1988’de yayınlanmıştır.

17 Ebu’l-Hasan en-Nedvi, Asrımızdaki İslâm Tetkikleri, trc. Abdulaziz Hatip, s. 4-5.

18 Gunay Tümer, a.g.e., s. 412.

19 Suat Yıldırım, a.g.e., s. 25.

20 Suat Yıldırım, a.g.e , s. 28-29.

22 Ömer Faruk Harman, Müslüman-Hıristiyan Münasebetleri Üzerine, s. 147-150, Maurice Borr- nıans, Müslümanlarla Hıristiyanlar Arasında Diyaloga Yönelişler, (lıc. E.Melımet Ümit), s. 141- 144.

23 Katolik Kilisesi’ııiıı yuruttiığu diyalog faaliyetlerinin gerçekçi olabilmesi ıçııı alınması gereken tet- birler hakkında bkz. Abdurrahman Küçıık, "Muslumaıı-Hıristiyaıı Diyaloguna Genel Bir Bakı^", Asrımızda Hu istiyan-Miıslıiman Münasebetleri, s. 58-59.

BİBLİYOGRAFYA

Borrmans, Maurice, Müslümanlarla Hıristiyanlar Arasında Diyaloga Yönelişler (trc. E. Mehmet Ümit), İstanbul 1988.

Harman, Ömer Faruk, Asrımızda Hıristiyan-Müslüman Münasebetleri, İstanbul 1993. Hüseyin, M. Muhammed, Modernizmin İslâm Dünyasına Girişi (trc. Sezai Özel), İstanbul 1986.

Nasr, Seyyid Hüseyin, Modern Dünyada Geleneksel İslâm (trc. S. Şafak Barkçm-Hüsamettin Arslan), İstanbul 1989. en-Nedvî, Ebu’l-Hasan, Asrımızdaki İslâm Tetkikleri (trc. Abdulaziz Hatip), İzmir 1993. Tümer, Günay - Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara 1993.

Yıldırım, Suat, Asrımızda Hıristiyan-Müslüman Münasebetleri, İstanbul 1993.