Makale

TARİH BOYUNCA ANADOLU’DA YAŞAYAN GAYR-İ MÜSLİMLERE GENEL BİR BAKIŞ

TARİH BOYUNCA ANADOLU’DA YAŞAYAN GAYR-İ MÜSLİMLERE GENEL BİR BAKIŞ

Doç. Dr. Osman Cilâcı*

Çok geniş bir zaman dilimini kapsamakla beraber bu konu, ana hatlanyla ele alınacak, ülkemizde yaşamış ve yaşamakta olan gayr-i müslimler hakkında özlü bilgiler verilecektir.
İslam inancına göre Hristiyanlık, Hz. İsa’nın peygamberi olduğu, Havarileri ve inananları Kur’an-ı Kerim’de övülen Hak bir dindir. Hz. İsa’dan sonra St. Paul Hristiyanlığın yayılması için büyük gayret sarfetmiştir. Bu bakımdan O’nu Hristiyan kaynaklan bu dinin kurucusu olarak nitelendirmektedirler. Tarsuslu bir Yahudi olan St Paul, Yunan ve İskenderiye felsefesine vakıftır. Bir gün Şam’da sinagogda Hristiyanlan kötülemek isterken, gördüğü rüya üzerine onları övmeğe başlamıştır. Hristiyanlığa maledilen Hz. İsa’nın Mesihliği ve Teslis inancı da O’nun eseridir. Yahudiliği Hristiyanlık’tan ayırmak için Yahudilerin Cumartesi günü yerine, Mitrahaizm’in Pazar’ım tatil günü olarak kabul eden de O’dur.
Hristiyan Teslis inancı, Yunan felsefesi ve Yeni Eflatunculuğun tesiriyle Hristiyan ilahiyatında önemli bir yer işgal etmiş, ayrıca mezhepler arası problemlerin esas mihverine oturmuştur. İznik Konsili (325)’nde Ruhu’l-kuds’ün ve Hz. İsa’nın tabiatı konusu müphem bırakıldığından, yıllarca sonra toplanan İstanbul Konsili (869) bu konuda şu kesin kararlan almıştır:
1. Ruhu’l-kuds Baba ve OğuFdan çıkmıştır,
2. Hristiyanlık inancıyla ilgili hüküm verme mercii Roma Kilisesi’dir,
3. Roma Kilisesi’nin kararlan bütün Hristiyanlan bağlayıcı nitelik taşır.

Bundan böyle bu Konsil’e Yunan-Şark Konsili denmiş, İstanbul-Roma rekabeti dini inançlara da tesir edince 1054’de iki kilise birbirinden resmen ayrılmıştır.
Hristiyaıılık bugün şu üç mezhepten oluşmaktadır: 1. Katolik, 2. Ortodoks, 3. Protestan. Türkiye’de Ortodoksların, merkezleri İstanbul Fener Patrikanesi’dir. İstanbul’dan başka Antakya Kilisesi de önemlidir.
Teslis’ten kaynaklanan cereyanlardan biri de Nasurilik’tir. Bunlar daha çok Hz. İsa’nın insan tabiatı üzerinde durmuş ve Hz. İsa’yı ilahlaştırrruşlardır. Bu hareketin öncüsü Merorius (o. 450) ve takipçileri Diodoru ile Tehedoreni’dir*.
Efes Konsili’nden sonra Nasturiliğe karşı koyan Monofizitler, Hz. İsa’nın iki tabiat değil monofızit yani tek karakteri bulunduğuna inanırlar. Bu akımın fikir babası, Aristo felsefesinin tesiri ile İncil metinlerini yorumlayan Apoline’dir.
Anadolu’da IX. yüzyılda başlayan İslâmlaşma ve Türkleşme hareketi yaklaşık beş asır sürmüştür. IX. yüzyılda Anadolu’yu Türklerin fethi sıralarında Bizans, Hıristiyan teb’aya ağır vergiler yükleyerek ülkede huzursuzluk meydana getirmişti. Ayrıca Bizans’taki mezhep çatışmaları, imparatorluğun tarafgir tutumu ayn bir huzursuzluk teşkil ediyordu. Diğer taraftan Ortodoks Rumlar, Monofızit Ermeniler’le Süryanilere dinî ve siyasi baskı uygulayarak onlan Rumlaştırmaya çalışırken, Hz. İsa’nın uluhiyetinden kaynaklanan dini problemler de Ruhban sınıfını çekişme içine itiyordu2.
Rumların zulüm ve terörü, diğer azınlıklar gibi Ermeni ve Süryanileri Bizans- tan soğutmuş, bu topluluklar Alparslan’ın sınırsız toleransı ile elde edilen din ve vicdan hürriyeti sayesinde serbestçe ibadet ve ayinlerim yapabilmişlerdir3.
Türkler Anadolu’ya yerleştiklerinde buradaki Rum, Ermeni, Süryani ve Yahudilerle karşılaşmışlardı. 1054’de Bizans Ortodoks Kilisesi Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılmış, Ortodoksluğu resmen kabul ederek Rumlaştırma ve Orto- dokslaştırma siyaseti içine girmişti. Bunun tabii sonucu olarak Ermenilerin küçük prensliklerini ortadan kaldırmış, İstanbul’daki kendi kiliseleride Süryanilerin kutsal kitaplarım yakmışlardı4. Buna karşın Malatya’daki Süry aniler, dini ve sosyal hayatlarını hiçbir kontrole tabi olmaksızın Türklerin himayesinde devam ettirmekte idiler. Malatya Süryani patriği Mihael, Sultan II. Kılıçarslan (1153-1192) ile iyi bir diyalog kurmuştu. Bu sırada Anadolu’daki gayr-i müslimler arasında Yahudiler de bulunuyordu. Büyük şehirlerde, müstakil mahallelerde yaşayan Yahudiler Antalya’da daha kesif olarak ticaretle uğraşıyordu. Bunlar Moğol hükümdarı Argun Han devrinde vezir Saduddevle aracılığı ile devlete nüfuz etmişler, böylece kurdukları Yahudi-Moğol iktidarı sayesinde Müslümanların inançlarını bozmaya çalışmaşlardır5.
XIII. yüzyıl Tiirkiyesi’nin kültürel ağırlığını şehirli tabakası teşkil ediyordu. Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum, Erzincan vb. büyük şehirlerde Müslüman Türk- lerin yanında Rum, Ermeni, Süryani ve Yahudiler uyumlu bir mozaik oluşturmuşlardı6. Hal böyle olmakla beraber nüfus yoğunluğu itibariyle Hristiyan teb’a çoğunlukta idi. Hristiyan halk şehirlerdeki sanayi, köylerdeki ziraat, maden işçiliği, dokumacılık ve inşaat ustalığında Türkler’e etki etmişlerdi7. Bu tür bir sosyal hayatın Müslümanlarla Hristiyanlar arasında sağladığı kültürel atmosfer on-ları birbirine yaklaştırıyordu. Kökü Hıristiyanlık’tan önceki devirlere uzanan birçok gelenek bu iki cemaat arasında çoğu kere müştereken yaşamakta idi. Aralarında düşmanlık ve mücadele yok denecek kadar azdı. Şeyhzadeler ve halk tabakası, Ermeni ve Rumlarla evlenmekte idiler. Kutalmış oğlu Süleyman Bey’den beri Antakya’da Bizans Kilisesi Hz. İsa’daki insani cevherin uluhiyet cevheri tarafından özümsendiğine inanan monofızit (Yakubi)’lerin elinde bulunuyordu8.
Bu asırda Hristiyanlar arasında yaşayan pagan kültürünün izleri, Tarsus’lu Pa- ulus’un ortaya koyduğu (Oziris, îzis, Jüpiter) gibi kökü eski Mezopotamya’ya dayanan bir sistemden kaynaklanmakta idi9.
Osmanlı İmparatorluğu hudutları içinde yaşayan Süryaniler, Hz. Nuh’un oğlu Şam’ın oğlu Arsam’ın soyundan gelmekte idiler. Bunlar yıldızlara ve çeşitli putlara taparlarken Hristiyanlaşmışlar ve kendilerine Süryani adım vermişlerdir.
Süryaniler Hristiyanlığı Havarilerden Şem’un ile arkadaşları Thoma ve Mara vasıtasıyla 38 yılında kabul etmişlerdir10. Süryani Kadim Kilisesi’nin ilk genel merkezi Antakya’dır. Kalkedon (Kadıköy) Konsili (451)’nde monofızit kiliseler (Süryani, Ermeni), Rum Ortodoks Kilisesi’nden ayrılmışlardır.
Süryaniler Allah’a, meleklere, vahiy ile gelen kitaplara, peygamberlere, ölüm, kıyamet, cennet, cehennem’e, insanı Allah’ın yarattığına, şeytanın insana düşman olduğuna, Allah’ın şefkatli, merhametli Baba olduğuna, 0’ndann hiçbir kötülük gelmeyeceğine, ancak inayet ve iyiliklerin O’ndan sadır olduğuna inanmaktadırlar. Bunlardan ayrı olarak Süryani Kadim cemaatinin Türkiye’de iki din merkezi vardır:
1. Mardin Merkez Metropolitliği (Merkezi Mardin Deyru’z-za’feran manastırıdır. Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Adıyaman, İskenderun, Ankara ve İstanbul bu merkeze bağlıdır).
2. Mardin Midyat Episkoposluğu (Midyat, İdil, Nusaybin ilçeleriyle bu ilçelere bağlı köyler bu merkeze bağlı bulunmaktadır)12. Ayrıca İstanbul’da Beyoğlu Tarlabaşı Meryemana Süryani Kilisesi, Karaköy Kilisesi, Papa Eftim’e ait bir kilise, Gedikpaşa Süryani Kilisesi de bu cemaata dinî hizmet veren kiliselerdir. Halen İstanbul’da yaşamakta olan Süryani Kadim Cemaati, Kurtuluş, Yeşilyurt, Şişli, Beyoğlu, Kumkapı, Gedikpaşa, Kadıköy ve Yeşilköy’de oturmaktadır13.
Mardin bölgelerindeki Süryaniler genel olarak ziraat, inşaat, terzilik, kuyumculuk ve ticaretle uğraşmaktadırlar. Süryani cemaatinin büyük çoğunluğu Mardin’i bir din merkezi kabul etmişlerdir. Bu itibarla Deyru’z-za’feran vazgeçilmez ziyaret yerlerinden biri olma özelliğim hala korumaktadır; her ne kadar diğer bazı dini merkezler varsa da...14.
Hristiyanlık tarih sahnesine çıktıktan sonra uzun yıllar dinî ve idari yönlerden hiçbir bölünmeğe uğramamış, Antakya, Kudüs, İskenderiye, Roma ve İstanbul’daki beş ayrı kilise tarafından temsil edilmiştir. Ancak çok sonraları ortaya çıkan mezhep ve tarikat cereyanlarının tesiriyle yeni kiliseler kurulmuş, bundan sonra Roma ve İstanbul kiliselerinden ayrılmalar olmuştur. B Öylece Roma’ya inanç ve ibadet yönünden bağlı Hristiyanlar Katolik diye adlandırılmıştır.
1054’de Ortodoks Kilisesi’nde Hz. İsa’daki İnsanî ve İlahî cevherler yüzünden çıkan anlaşmazlık, İstanbul Patriği’nin aforozu ve Roma’dan ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. İstanbul Patrikhanesi’nin Roma’dan ayrılması ile Balkanlardaki Hristiyanlann büyük bir kısmı (Macarlar hariç) Ortodoksluğu kabul etmiştir.
Çukurova Ermeni Devleti yıkıldıktan sonra Ermenilerin ruhanî merkezi Kütahya olmuştur. OsmanlIların Bursa’yı fethetmesiyle bu merkez Bursa’ya nakledilmiş, fetihten sonra (1461) Fatih, Bursa Ermeni Metropoliti Ovakim’i çağırarak O’na İstanbul’da bir Ermeni Patrikhanesi kurdurmuş tur.
İstanbul Ortodoks Rum Patrikhanesi’nin sınırlan Osmanlı Avrupası ve Ana- dolusu idi. İstanbul Ermeni Patrikhanesi de aynı sınırlar içinde idi ve Ermeniler- den sorumlu bulunuyordu15. İstanbul Başpiskoposluğu dahilinde bulunan okullar bir metropolitin başkanlığındaki komisyon tarafından idare olunuyordu. Bu komisyon 4 cismanî ve 4 ruhanî olmak üzere 8 kişiden müteşekkildi.
Ortodoks Kilisesi Hz. İsa’nın beşerî ve İlahî tabiatını kabul etmekle beraber O’na Tann-Adam olarak ontolojik birlik içinde ayrı bir statü veriyor, dinî mahiyetteki âyinleri de İlahî sır kavramıyla açıklıyordu.
Bilinen bir gerçektir ki, küçük bir azınlık dışında kalan Ermeniler de Orto- dokstur; bunlar Fener Rum Patrikliğine değil, Eçmiyazin (Erivan) Patrikliği5ne bağlıdır. Mezhepleri, Ortodoksluğun eski bir şekli olan Gregorion’dur.
Ermeni Piskoposlukları ve Başrahiplikleri 1984 yılı itibariyle şu şehirlerde bulunmaktadır: Van, Eğin (Kemaliye), Amasya, Merzifon, Gaziantep, Edime, Antalya, İzmir, Elazığ, Kayseri, Gürün, Kütühya, Haçin, Malatya, Maraş, Erzurum, Tercan, Kiği, Şanlıurfa, Erzincan, Tokat, Niksar, Zile, Yozgat, Adana, Arapkir, Bayburt, Palu, Ankara, Muş, Bitlis, Çemişkezek, Afyon, Trabzon, İzmit, Balıkesir, Bandırma, Bilecik, Tekirdağ, Silvan, Siirt, Diyarbakır, Divriği, Ergani, Çermik, Çüngüz, Gediz, Antakya.
Ermeni Patriği İstanbul’da oturmaktadır. İstanbul’daki patrik vekilinden ayrı olarak şu şehirlerde merhaza vekilleri bulunmaktadır: Malatya, Mardin, Halep, Erzurum, Şanlıurfa, Harput, Adana, Sivas, Maraş, Diyarbakır, Trabzon, Kayseri, Van, Bitlis, Bursa, Ankara, Şam, Bağdat, Aydın, İzmit, Adıyaman, Amasya, Besni, Kütahya, Nevşehir, Gürün, Yozgat, Arapkir.
Azınlıkta olan Katolik Ermeniler Papalığa bağlıdırlar16. 1907 yılı itibariyle Ermeni Kilisesi’ni İstanbul Ermeni Patriği Mehekya Durumanyan Efendi idare etmektedir. Katolik Ermeni Patrikliği’ne bağlı olan Başpiskoposluk ve Başrahip- likler şu yerleşim merkezlerinde bulunmaktadır: Mardin, Sivas, Tokat, Malatya, Halep, Erzurum, Elazığ, Adana, Maraş, Diyarbakır, Trabzon, Van, Bitlis, Muş, Bursa, Ankara, Şanlıurfa, Van, Şam, Aydın, İzmit, Adıyaman, Bandırma, Amasya, Besni, Kütahya, Gürün, Bilecik, Bayburt, Yozgat, Arapkir17.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çekirdeğini teşkil eden uç beylikleri devrinin Er- tuğrul Beg döneminde (1231-1281) devletin Hıristiyan teb’asının büyük bir kısmim Ortodokslar teşkil ediyordu. Merkezin beyni Fener Patrikhanesi idi. Patrik protokolda vezirlere eşit bir statüde bulunuyordu.
Ermeniler çoğunluk itibariyle Gregoryan’dırlar. Habeşistan ve Mısır’daki Hristiyanlar Ortodoks olmakla beraber Patrikleri Yakubi’dir. Bu bağlamda XVI.- XVII. yüzyıllarda Türkiye Ortodoksları dünya Ortodokslannm bir üst birimini teşkil etmekte idi. İmparatorluk, politik olarak Ortodoksluk ve Protestanlığı himaye etmekle beraber Katoliklere karşı iyi gözle bakmıyordu; çünkü devletin en büyük düşmanlan Katolik olan Avrupa devletleri idi. Osmanlı imparatorluğu Katolik teb’asını Hırvat, Solev, Popen ve Lübnan’daki Mârûnî Araplar teşkil ediyordu. XVI. yüzyılda ortaya çıkan Protestan teb’a Macarlann bir kesimi ile her devletteki azınlıklardan oluşuyordu. Gerektiği zamanlarda İmparatorluk bunlan Katoliklere karşı desteklemiştir. Devletin en büyük düşmanlan Almanya İmparatoru, İspanya kralı ve Malta şövalyeleri vb. hep Katoliktir. Süryanî, Nasturi ve Âsû- rî gibi küçük Hristiyan teb’a da imparatorluk hudutlan içinde yaşamakta idi. Ay- nca devletin Yahudi teb’ası bozuk bir İspanyolca konuşmaktadır. Yahudiler Kanuni devrinde İspanya’dan kovularak İstanbul’a sığmmaşlardır. Ruhanî reisleri İstanbul Hahambaşısı’dır. Bunlardan aynlarak dönme adını alan Sabataistler de soy itibariyle Yahudi ırkından gelmekte idiler18.
Osmanlı Devleti gayr-i müslim azınlığa insanca yaşamın gereği olan her çeşit hakkı tanımıştır. Avrupa’da din ve vicdan hürriyeti yokken azınlıklar devletin kendilerine bahşettiği haklardan daima memnun olmuşlardır. Anadolu’ya Türk- ler gelmeden Önce ülke asayiş ve emniyetten yoksundu.
Balkanlardaki Hristiyan teb’a da Osmanlı sayesinde huzur ve refah içinde idi. Halkın en iyi müşterisini askerler oluşturuyordu. Bu teb’adan alman cizye adlı vergi Bizarısın Hristiyanlardan aldığı vergiden daha azdı. Bu vergi karşılığında reaya askerlikten muaftı.
Osmanlı Devleti şehirlerdeki Hristiyan esnafın dükkan ve tezgâhına dokun- mamıştır. Bu bakımdan gayri-i müslimler müreffeh bir hayat içinde yaşıyor kadınlan Avrupa prensesleri gibi giyinip süslenebiliyordu. Hristiyan teb’adan bir hayli tâcir, banker ve mültezim vardı. Bunlardan ayn olarak gayr-i müslim azınlığa, aralanndaki her tür davayı kendi dini mahkemelerinde görebilme hakkı verilmişti. Hristiyan din mahkemelerinden memnun olmayanlar ise Türk mahkemelerine, kadıya müracaat etme imkânına sahipti. Bir Türk’le bir Hristiyan arasında ortaya çıkan davaya kadı bakardı. Medeni hukuk sahasında kendi davalannı halleden Hıristiyan ve Museviler amme ve ağır ceza davalarını da kadıya götürebili-yorlardı19.
XVI. yüzyılda İstanbul’un çeşitli semtlerinde oniki Katolik Kilisesi vardı. Rum, Ermeni, Ortodoks ve Gregorien kilisesi sayısı yüze yakındı. Protestan Kilisesi nadir olmakla beraber yeterli sayıda sinagog mevcuttu.
İstanbul’daki Ermeni, Rum ve Yahudi mahallelerinde yaşayan gayr-i müslim- lerin birbirlerinden memnun olduklarını söylemek mümkün değildir. Ortodoks Patriği Ermenilerden, Musevi Hahambaşısı da Yahudilerden devlete karşı birinci derecede sorumlu idi.
İstanbul Rumlarının bir kısmı Fatih devrinde Edirne, Gelibolu, Bursa, Filibe, İzmir, Samsun, Sinop, Trabzon, Midilli, Taşoz, Semendirek, Mora, Yunanistan ve Trakya’dan gelmişlerdi. Yaşadıkları başlıca mahalleler, Kumkapı, Samatya, Fener, Balat, Cibali, Galata, Hasköy, Kasımpaşa, Tophane, Kuruçeşme, Arnavut- köy, İstinye, Trabya, Büyükdere, Çengelköy vb. yerlerdi20.
Osmanlı Devleti Türk ve Müslümanlara tanıdığı okul açma iznini gayr-i müs- limlere de aynen tanımıştır. İstanbul’un fethinden sonra yerli ahali olan Rumlar, patriğin idaresinde Rum cemaatinin okullarını idare selahiyetini haizdi. Devlet Rum cemaatine bu konuda verdiği haklan Ermeni ve Musevilere de aynen vermiştir.
Osmanlı okullan içinde gayr-i müslim öğrencilere ilk açılan eğitim kurumu Tıbbiye?dır. Burada eğitim Fransızca yapılıyordu ve bir kısım öğretim üyesi gayr-i müslimlerden oluşmakta idi. Tıp Fakültesi’nden sonra diğer eğitim kurum- lanmn kapısının gayr-i müslimlere açılması Islahat Fermanı (1852) ile olmuştur.
Tanzimat’tan sonra gayr-i müslimler devletin gösterdiği toleranstan faydalanarak kendi okullanm geliştirmişler, yabancı okullara öğrenci göndererek daha üstün mevkiler ve maddi imkânlar elde etmişlerdir. Makedonya, Trakya, Trabzon, Kayseri illeriyle, Kudüs, Suriye ve Filistin başta olmak üzere, Rumlann bulunduğu her yerde kendi okulları faaliyet göstermekte idi.
Rumlar şehir ve kasabalarda her yıl seçtikleri birer Dimyurent vasıtasıyla cemaatlerini ve okullanm bağımsız olarak idare ediyorlardı. Patrikhane ayrıca (Galata) İstanbul’da İngilizce, Fransızca ve Almanca eğitim veren bir okul açmıştı21. Bundan ayrı olarak 1905 yılı itibariyle Patrikhane’ye bağlı 11788 öğrencisi olan okullar şunlardı: Heybeliada Ruhban Okulu, Fener Zoğlafyan, Hacı Hristo, Yu- vakimyon. Bu okullardan Zopyan yatılı, Yuvakimyon yatısız kız okulları idi. Heybeliada’daki Ruhban ve Ticaret okulları da yatılı idi22.
İstanbul’da en ileri seviyede üç okul bulunuyordu. Bunlardan ikisi Fener Rum okulları idi. Bu okulların amacı ruhanî ve cismanî makam sahipleri ile Fanaryot denilen Voyvoda Saray ve Bâb-ı Âli’ye tercüman yetiştirmekti. Okul programlarında edebiyat, felsefe, ilahiyat ve üp ilimlerine yer verilmişti. Rumların kültür merkezi de olan bu okul, XIX. yüzyılda Yunan kültürünün gelişim ve yayılışına büyük ölçüde katkı sağlamışür. Bu okulun bir diğer adı Patrikhane Mektebi’dir23. Bu okul paralelinde eğitim-öğretim veren Heybeliada’daki Papaz Okulu, IX.yüz- yılda Patriklik görevinde bulunmuş olan Fatiyos’un Ayatiriyada Manastın’nda faaliyetlerini sürdürüyordu. Bu okulun da gayesi papaz yetiştirmekti. II. Mahmud devrinde 1844’de Yüksek Ortodoks Mektebi adıyla orta derecede ihtisash Rum rahipleri yetiştiren bu okul da idari ve mali yönden Patrikhane’ye doğrudan bağlı idi. Bunlardan ayrı olarak Kuruçeşme (İstanbul)’da dil, edebiyat, hendese, riyaziye ve üp bölümlerini içine alan bir Rum Daru’l-Fünunun 1803’ten 1820’ye kadar faaliyet gösterdiğini belirtmeliyiz. Ancak Patrikhane’ye bağlı olmadığı ve lâik anlayış taşıdığı için patriklerin hoşuna gitmeyen bu Daru’l Fünunun kapatılması için kendi mensuplan (ruhanîler) tarafından kapatılması için Bâb-ı Âlî’ye şikayet edilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu hudutlan içerisinde yaşayan Ermeniler Osmanlımn hoşgörüsünden en fazla yararlanan azmlıklann başında gelmektedir. Ancak hemen belirtelim ki, İstanbul’un fethinden sonra XVIII. yüzyıla kadar İmparatorluk içerisinde okul hüviyetinde Ermeni kuramlarına rastlanmamıştır. 1790’da sadece şahsi din eğitimi göze çarpmakla beraber, Ermenilerin ilk kültürel faaliyetini, Kumkapı Ermeni Kilisesi’nde Mateos adındaki bir rahibin çocuklara yönelik verdiği dersler teşkil etmekte idi. Diğer yandan XV. yüzyılın başlannda Bitlis civarlanndaki Anlorü Manastın’nda ilahiyat, felsefe ve mantık okutuluyordu. Bitlis’teki bu okul Daru’l-fünun adıyla anılıyordu. Yine 1790 yılında Mıgırdıç Mircanyan resmen izin alarak Kumkapı Langa ve Balat’ta Ermeni okullan açmıştır. Bundan ayn olarak Ortaköy, Kuruçeşme, Samatya ve Üsküdar’da ilkokullar açılmıştır. Bu tarihlerde gözde okullardan biri de İzmir’deki Mesropyan Okulu’dur24.
Tanzimat’ın ilanı (1839) ile Yahudiler de hoşgörüden istifade ederek okullarını açmışlardır. İlki Ali Yans İsraillit adıyla açılan (1875) bu okullardan sonra da Yahudi yerleşim merkezlerinde okullar açılmıştır. Bu okullardan başka Balat’ta Menba-ı Maarif ile Şule-i Maarif adlı okullar da haham yetiştirmek için açılmıştır.
Şu noktayı da belirtelim ki, Yahudi toplumu eğitim-öğretimde oldukça mutaassıp davranmışlar, İbranca’dan başka bir dil öğrenmeği din değiştirmekle eşit saymışlardır. Bu yüzden Tıp Fakültesi’ne, açılışından 34 yıl sonra İbranca bilen bir Yahudi genci girebilmiştir. Bunlar Fransızca eğitim yapan Galatasaray Sultanisi’ne de rağbet etmemişlerdir. 1854 yılında ilk Musevi asrî okulu açıldığı zaman burada Türkçe, İbranca ve Fransızca okutuluyordu. Fanatik Yahudilerin eğitim anlayış lanna bakın ki, hahamlar burada bu dili öğrenmeği bile günah saymışlardır25.
Ispanya’dan sürülerek Türkiye’ye gelen Yahudiler ikiyüz yıl kadar okullarda İbranca ve dini eğitimden başka matematik, geometri, tarih ve coğrafya okuttukları halde Sabatay Sevi’nin irticai hareketleri sonucu olarak Tanzimat’ın başlangıcında okullarında gramersiz İbranca’dan başka sadece dört işlemli matematik okutmuşlardır26.
Alparslan’ın 1071’de Anadolu’yu fethinden sonra Müslüman Türkler, başta Süryaniler olmak üzere Rum, Ermeni, Yahudi ve Hristiyanlara dini, siyasi ve sosyal alanlarda kendi ülkelerinde göremedikleri son derece toleranslı davranışları göstermişler, kendi ülkelerinden çok hürriyetler vermişlerdir.
X. yüzyıl ve onu takibeden yıllarda süregelen mezhep çatışmaları Hristiyan- lan rahatsız etmekte idi. Bizans’ın Ortodoks ve Rum olmayan Hristiyan gruplara karşı sürdürdüğü Rumlaştırma ve Ortodokslaştırma planlan Süryanileri ve Erme- nileri kendilerinden soğutarak Alparslan’a ve O’ndan sonra gelen Selçuklu hü- kümdarlanna daha fazla yaklaştırmıştı. Bu gruplar son derece iyi ve medenî münasebetlerin en güzel Örneklerini Fatih Sultan Mehmed Han’ın kendilerine tanıdığı din ve vicdan hürriyetinde bulmuşlardı.
Selçuklulardan itibaren Anadolu’daki sosyal hayat vetiresi Müslüman ve Hristiyan grupları karşılıklı kültürel etkileşime sürüklemiş, gayr-i müslimlerin dini, medeni ve sosyal haklar çerçevesinde örnek bir hayat sürmelerine çok geniş imkânlar hazırlanmıştı. Bu sosyal şart ve imkânların tesis ettiği yapı Osmanlı Devleti’nde de, - Sultan II. Mahmut devrindeki Papaz Gregori’nin isyanı hariç- karşılıklı iyi münasebetler çerçevesinde Cumhuriyet’e kadar devam etmiştir.
Anadolu Selçukluları devrinden günümüze kadar müstakil gruplar halinde ve kendi yerleşim yerlerinde dini, ticarî ve sosyal hayatlarını devam ettiren bu cemaatler din ve vicdan hürriyeti sayesinde dinî ve kültürel faaliyetlerini sürdürerek ayrıca tanınan ticari imtiyazlarla her yönden gelişmişlerdir.
Kanuni Sultan Süleyman devrinde Ispanya’dan sürülerek Türkiye’ye gelen Yahudiler, bugün bile ülkemizde ticari faaliyetlerini hiçbir sınırlandırma olmaksızın devam ettirdikleri gibi, dinî ve sosyal alanda da gayet müreffeh bir hayat yaşamaktadırlar. Ayni durum diğer gayr-i müslim azınlıklar için de bütünüyle ge- çerlidir. Yüzyılların birikimi olan bu gerçeği bütün dünya en az bizim kadar bilmektedir.

* Süleyman Demirel Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
1 Mehmet Aydın, “Teslis Doktrini ve Hristiyan ltizalleri", Ankara Üniversitesi Hulliyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 1976, c. XXV, s. 142 vd.
2 Mehmet Aydın, Tarihi Gerçeğinden Saptırılan Ermeni Sorunu (Sempozyum Bildirileri), Konya 1987.
3 A.g.e., s. 5 vd.
4 Osman Turan, Selçuklular Zamunttultı Türkiye, İstanbul, 1971, s. 542.
5 M. Fatih Keşler, Kur’an’da Yahudiler ve Hristiyanlar, Ankara, 1992, s. 121.
6 Fuat Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, İstanbul, 1983.
7 Mustafa Akdağ, Türkiyenin iktisadi ve İçtimai Tarihi. İstanbul, 1979, s. 4, vd.
S C. Chan, Osmanhlardan Önce Anadolu’da Tiirkler. çev. Y. M oran, İstanbul, 1979, s. 2i).
9 H. Ziya Ülken, “Anadolu Örf ve Âdetlerinde Eski Kültürlerin İzleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. Yıl: 1970, e. XVIII, s. 2 vd.
10 Aziz Günel, Türkiye Süryanileri Tarihi, Diyarbakır, 1970, s. 30.
11 A.g.e., s. 35.
12 A.g.e., s. 330.
13 A.g.e., s. 324.
14 Hanna Dolapiinii, Tarihte Mardin, İstanbul, 1972, s. 167.
15 A.g.e., s. 39.
16 Yılmaz Ö/tuna, Büyük Türkiye Tarihi. İstanbul, 1988, X, 231.
17 A.g.e., X, 234.
18 A.g.e., X, 205.
19 Levent Öztürk, İslâm Toplumıınıla Biramda Yaşama Tecrübesi, İstanbul, 1995, s. 246.
20 Meydan Luroıısse, İstanbul, 1972, VIII, 419.
21 Osıııan Ergin, Türk Maarif Tarihi, İstanbul, 1977, 111, 1033.
22 İlknur Haydar Pulat, Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, İstanbul, 1990, s. 67.
23 Halit Ertuğrul, Azınlıklar ve Yabancı Okullar, İstanbul, 1988, s. 75.
24 Nihal Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul, 1958, s. 27.
25 Hidayet Vahapoğltı, Osnmnhdtın Günümüze Aztnlık ve Yabancı Okullun. İstanbul, 1992, s. 71.
26 E. Kırşehirlioğlıı, Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri. İstanbul, 1963, s. 97.1