Makale

GAZZALİ VE AHLAK

GAZZALİ VE AHLAK

Prof. Dr. Hayrani ALTINTAŞ
A.Ü. İlahiyat. Fak. Öğr. Üyesi

İslâm Düşünce Tarihinde önemli bir yer işgal eden Gazzali, iki yönden dikkati çekmektedir. Birincisini İslam ilimlerini canlandırmak ve İslâmî itikadı sağlamlaştırmak için gösterdiği gayret ve çalışmalar teşkil eder. İkincisini de, Islâm Düşünce Tarihinde gerçekleştirdiği tesir şekillendirir.
Gazzali’nin birinci konuda yazdığı eserler arasında, şüphesiz en önemlisi, İhyau ulumi’d-Din adlı geniş incelemesidir. Ama bunun yanında, bir diğer önemli eseri de, kendi fikrî hayat hikayesini dile getirdiği "el-munkız mine’d-Dalal" adlı kitabıdır.
Tasavvufî yol, Gazzali’ye o kadar ço|f tesir etmiştir ki, o, uzun yıllar süren bir uzlet hayatına girme mecburiyetini hissetmiştir.
İşte bu sebepledir ki, İhya’sında ve diğer eserlerinde sergilediği ahlâk anlayışı tasavvufî özellik taşır. Elbette, bu tasavvuf! ahlâk telakkisi, İslâm Ahlâkından ve Hz. Peygamberin yaşadığı Kur’an ahlâkından farklı bir şey değildir.
Gazzali’ye göre ahlâk, insanı, yaratılış gayesine uygun hale getirir. Esasen ahlâkın gayesi, tam bir mü’mini veya kamil insanı şekillendirmek olduğu gibi, ubudiyetin hedefi de aynı şekilde olgun ve ahlaklı bir varlığı gerçekleştirmektir.
Bu anlamda, Gazzali’ye göre; din ve ahlak aynı gayeye yönelirler. Bu sebeple de, dini ahlaktan, ahi?’" da dinden ayn düşürmek mümkün değildir. Çünkü gerçekte Is m Dini, insanın hayatının her sahnesine nüfuz eder. Allah düşüncesinden kaynaklanan her fiil, gerçekleştiği an ahlak! bir davranış olur. Bu sebepledir ki, İhya her konuda inanç ve ibadet bütünlüğünü vurgular. Tasavvuf! ahlakın ilk gayesi, insanı nefsin tasallutundan ve hakimiyetinden kurtarmaktır. Bir başka ifade ile insanda aklî davranışların ortaya çıkmasına imkân hazırlamaktadır. Çünkü, aklî her davranış, ahlakî bir davranıştır. Bundan dolayıdır ki Gazzali İhyasında akla büyük önem verir. Akıl, ruh ve kalp kelimeleri birbirinin müteradifi olarak kullanılır. Ahlakın teşkil etmek istediği en son gaye kemaldir. Tasavvuf bu gayeyi temin etmek için kullanılan bir vasıtadır. Gazzali’nin ifadesi ile tasavvuf ve onun şekillendirmeye çalıştığı ahlak, insanı Allah’a götüren bir yol, bir vasıta veya bir tekniktir. Gazzali, İhyasında tevekkül, tezlim, rıza, sabır gibi, tasavvufi konulardan bahsederken, ulaşmak istediği gaye; olgun insan veya ahlakî insan tabirinden kastedilen mana ise Hz. Peygamberin örnek olarak takdim ettiği şahsiyettir. Muhasibi’nin Er- Riaya’sında bahsettiği "Hakkul- lah" yani Allah’ın hakkı, Gazzali’nin eserlerinde hemen hemen aynen yer alır. Tabiiki Gazzali bunları değişik açılardan inceler, örnekler ve tatbik edilebilmesi için gerekli kolaylıklan gösterir. Gazzali’nin ahlakı inceleyen bir başka eseri de Mearicu’l Kudstiur. Gazzali bu eserinde felsefî bir ahlak anlayışı sergiler. Şu hususu hemen açıklığa kavuşturmak icab eder ki, İslâm alimlerinin ele aldıkları felsefî ahlâk ile tasavvufî ahlâk birbirlerinden farklı konular değillerdir. Bu yüzden Gazza- li’deki tasavvufî ahlak anlayışı ve felsefî ahlak anlayışı dediğimiz zaman birbirinden tamamen ayn iki ayn ahlak telakkisi anlaşılmamalıdır. Her İki ahlak telakkisinin de gayesi, kâmil insanı şekillendirmektir. Bu insan, Peygamber Efendimizin örneklediği tarzda, kendine ve topluma faydalı, yüce Allah’a hakiki manada kul olan, yani "Hakku’l İbad"a (kulların haklarına) ve "Hakkullaha" (yani Allah’ın haklarına) katiyetle ve mutlak olarak riayet eden kimsedir. Yani Kur’an-ı Kerim’de ifadesini bulan "orta ümmet"in ferdidir.
Ancak, ahlak konusu, farklı açılardan ele alınmaktadır. Değişik metodlar tavsiye edilmektedir. Ama her iki ahlak telakkisi de faziletli bir insanı teşekkül ettirme çabasındadır. Felsefî ahlâk telakkisi başlangıçta, nazari ahlak adını verdiği ahlakla ilgili bilgileri sunmakta, daha sonra da bu bilgilerin ışığında, insanın nasıl olması gerektiği hususunda bilgileri ihtiva eden tatbikî ahlak prensipleri itibariyle teker teker açıklanmaktadır. Tasavvuf, "Kendini bilen Rabbini bilir" sözünün tahakkuku için, şahsi ahlakı ön plana alır. Felsefî ahlak ise ferdî önce iki türlü bilgiyi ihtiva eden bu sözün, birincisi hakkında şuurlandırmayı gaye edinir. Daha sonra bu bilgi çerçevesinde ahlakı kazanmasına yardımcı olur. İşte Gazzali’nin Mearicu’l-Kuds adlı eserinde yaptığı budur. Bu eserde Gazzalî insanı insana tanıtır. İnsanda ahlâkın şekillendiği yer nefistir. Nefis, insanda bulunan bir cevherdir. Bu cevher, şekilleri külli bir tarzda kabul eder. O her türlü şekli almaya kaabiliyetlidir.Bu yüzden cisimden ayn bir cevherdir. Onun bir mekanı ve bir ciheti olmadığından kendisine işaret edilemez. Yani o, aklî bir varlıktır. Bu yönden o, aklî seçimleriyle fiilleri işler, kendi görüşüyle hüküm çıkanr ve külli işleri idrak eder. Nefsin harekete geçirici kuvvetleri ya fiili işlemeye sevk edici kuvvetlerdir veya bizzat fiili işleyen kuvvetlerdir. Fiili işlemeye sevk edici kuvvetler, bu sevk işini, ya bir menfaati celbetmek ve bir mazarratı defetmek için yaparlar. Bu sebepten bu kuvvete iştiha veya nefsi eğilim denir. İnsana zararlı olan bir şeyi defetme kuvvetine gazab veya öfke adı verilir. Bizzat fiili işleyen kuvvetler adelelerde ve damarlarda vücuda gelir. Bu kuvvet tesir ettiği şeyi ya kendine doğru çeker veya kendinden uzaklaştırır. Bu kuvvete kudret denir. İdrak edici kuvvetler, dışardan idrak edici kuvvetler ve içerden idrak edici kuvvetler olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Dıştaki bu kuvvetler, herkesçe bilindiği gibi beş duyudur, insanın idrak edici iç kuvvetleri ise;
1- Manayı idrak eder ve saklarlar.
2- Manayı saklarlar, ama akletmezler.
3- Hem idrak ederler hem de idrak edilenleri tasarruf ederler. Bunlar; hayal kuvveti, vehim kuvveti, hafıza kuvveti, tahayyül kuvvetidir. İnsan nefsine has en önemli kuvvet akıl kuvvetidir. Aklın bilmek ve işlemek gibi iki önemli özelliği vardır.
Akıl,*Kur’an-ı Kerim’in tanıdığı meşru otoritedir. Ahlakî emirler akla yöneliktir.Ancak akıl her zaman doğruyu bulamamaktadır. Zaman zaman müşkilatla karşılaşmaktadır. İşte böyle bir anda kendisine yol gösterecek olan vahiydir. Akıl ancak vahiy ile hidayete ulaşabilir, doğruyu bulabilir. Vahiy de ancak akıl ile açıklığa kavuşabilir. Akıl ile vahyin birbirine olan münasebeti göz ile ışığın birbirlerine olan münasebetine benzer. Akıl, göz, vahiyde ışık yerindedir. Dışarıdan ışık gelmedikçe gözün görmesi imkânsızdır. Göz olmayınca da yalnızca ışıklı görme olayı hasıl olmaz.
Gazzali’ye göre Allah, aklı din kelimesiyle isimlendirmiştir. Akıl ve Kur’an birbirini tamamlayan iki nurdur. Kur’an aklı kaybederse ondan bir şey meydana gelmez. Eğer akıl Kur’an-ı kaybederse bir çok şeylerin hakikatlerini bulmaktan aciz olur.
Gazzali’ye göre ahlâk, sözü edilen nefsin fiilleri, davranışları ve eylemleridir. Akıl, Kur’an nuruyla bu fiilleri yönlendirmektedir. Akıl ahlakî hayatta faziletler denilen üstün ahlakın prensiplerini kazanma vasıtasıdır. Yani akıl Kur’an-ı Kerim’de belirtilen "orta ümmet" olma halinin ölçüsüdür. İnsan aklı sayesinde ve Kur’an’ın gösterdiği nurla ifrat ve tefritten uzak orta bir hal olan, faziletleri elde eder. Ahlakî bir davranış olarak cömertlik bir fazilettir. Bunun ifratı olan davranış israftır. İsraf faydasız bir eylemdir. Cömertlik dediğimiz faziletin tefriti ise cimriliktir. Bu da faydasız bir haldir.
İşte akıl, bu faydasız davranışların kötülüğünü idrak ederek, insanı ahlakî bir fazilet olan cömertliğe sevkeder.
Görülüyor ki Gazzali’nin ahlâk telakkisi, Kur’an’la nurlanmış, akılla yönlendirilmiş bir ahlak anlayışıdır. Öyle ise aklın kontrolünden geçmeyen hissi davranışlar din namına da olsa ahlakî bir davranış özelliğini taşıyamazlar. Bu anlamda Gazzali’nin ahlâk anlayışı Kur’an’i ve felsefî temellere dayanmaktadır. Allah’ın tanınması ve bilinmesi ancak insanın kendi iç dünyasına dönmesi, kendini nefs ve beden olarak tanıyıp bilmesi, aklın ve Kur’an’ın nuruyla iyi olanı seçmesiyle mümkündür.
* * *