Makale

Gönüller Sultanı MEVLANA

Gönüller Sultanı
MEVLANA

İsmail ÖNER
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı

Türk-İslam dünyasının yetiştirdiği büyük insan, fikir ve sevgi adamı Mevlana, denebilir ki, yer yüzünde kendisinden en çok bahsedilen mümtaz şahsiyetlerden biridir. Molla Cami’nin "Ben o ulu kişi hakkında ne diyebilirim? Peygamber değildir, lâkin kitabı vardır." dediği bu yüce insan, asırlar ötesinden kainata, Allah’a sonsuz imandan doğan sevgi, hoşgörü, şefkat ve kardeşlik mesajlan vermeye devam ediyor.
Mevlana Celaleddin-i Rumi, büyük mütefekkir ve mu- tasavvufumuz Ahmet Yese- vi’nin Anadolu’yu Türk-İslam düşüncesi ve esprisiyle yoğurmak için başlattığı mana ve gönül seferberliğinin bir mana ve gönül eridir. Hacı Bektaş-i Veli, Hacı Bayram-ı Veli, Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Yunus Emre, bu varlığın ve duyarlığın burç noktalarında görev alan alp erenlerdir.
Hazreti Mevlana, İslamiye- tin müjde çiçeklerini, yaşadığı cemiyetin insanlarına öz halinde en anlamlı, en veciz, en güzel şekilde sunmuştur.
Yazmış olduğu Mesnevisinde de "Bu kitap, Kur’an’ın bu asırdaki özlü bir tefsiridir" şeklinde bir ifade vardır. Yine Hazreti Mevlana mesnevi için; "Mesnevi bir vahdet dük- kanıdır. Bu kitapta birden başka ne görürseniz, puttur" diye seslenmiştir. Böylece İslamiyete tam manası ile bağlı, İslamiyetin prensiplerini sadece İslam alemine değil, bütün insanlık alemine yaymakla görevli bir İslam velisidir. İslamiyetin en geniş toleransı, bütün insanlık alemini kaplayan geniş manası içinde, kendi devrinde ve gelecek çağlarda saadet ve huzura giden mefküreler göstermiştir.
Hazreti Mevlana, bütün insanların hak yolunda birlik ve beraberlik içinde, mutlak ebedi saadete kavuşmalarını candan temenni eder. Mevlana’ya mâl edilen "gel, her ne olursan yine gel!.." çağrısında bu gerçek gizlidir. Mevlana bir insanın günah işlemiş olsa da Hakikin rahmetinden, mağfiretinden ümit kesmemesini, tevbe istiğfar kapısının son nefese kadar açık olduğunu, ve tekrar hak yoluna dönmesi gerektiğini vaaz ve şiirlerinde tekrar tekrar söyler. O, bütün eserlerinde İslamın yüceliğini, insanın en şerefli mahluk olduğunu, hak deryasına bir damla olarak da olsa katılmalarını diler, ve onlara sonsuz bir yaşama sevincini müjdeler.
Mevlana, mutlak varlık adını verdiği Allah’a bilgi, tefekkür, sanat heyecan ve bunların hepsinden üstün bir aşk yolu ile varmak isteyenlerin en büyüklerindendir. Mevlana’nın kendi şahsiyetinde, Şarkın büyük mütefekkiri Sadi ile, Batı romantizminin zirvesi sayılan Goethe’yi birleşmiş buluyoruz. İnsan psikolojisini çok iyi bilen Mevlana, imanını ve felsefesini hayatla aynileştirirken, bu şahane zikir ve vicdan hareketinin başına güzel sanatların tacını giydirmesini de bilmiştir. Konya ve çevresinde geniş bir manevi hayat uyandırmış olan Mevlana, bu mesut hayat ikliminin devamını sağlayacak değerli elemanları da bizzat kendisi yetiştirmiştir.
Mevlana tasavvufunun temeli, İslam dini ve bu dinin Hazreti Peygamber tarafından ortaya konan ilke ve prensipleri ile inanılıp yaşanmasıdır. Mevlana’nın amacı ise insanı ruhen mükemmelleştirerek yaratana yaklaştırmaktır. Bunun için en büyük çare, insana sevgiyi ve saygıyı hayatın vazgeçilmez bir cephesi haline getirmektir. Mevlana, insana saygıyı Hak’ka saygı bilir. Mevlana’ya göre insan, yaradanın emanetidir. Bu emanet kutsaldır. Yönetenler bu emaneti iyi idare etmelidir. Çünkü Mevtana tasavvufunda temel, insandır. İnsan, başka insanları severek düşünerek, anlayarak ve başak insanlara yardım ederek kendini ihya eder, ruhunu ebedi huzura kavuşturur.
Mevlana’nın fikir ve gönül yücelten felsefesi,
İslam’ın ve imanın bütün esaslarına, emirlerine;
İslam’ın Allah’ına ve peygamberine tam bir ihlasla bağlı bulunuyordu. Aynı yolda şiiri, musikiyi ve insan vücudunun her zerresi ve her hareketi ile bir ibadet havasına girerek Allah’a doğru kanatlanması manasında şema sanatını dile getirerek, insanın bir gün insanlıktan da üstün bir manevi dereceye yükselip büyük yaratıcıya vasıl olacağını söylüyordu.
Büyük hak aşığı Mevlana, yedi asırdan beri insanlık hizmetinde kemer kuşanmış olarak "İsteyin vereyim, sorun söyleyeyim, gelin kurtarayım" diye çırpınmakta, insana yaraşanın önce vermek olduğunu vurgulamak istemektedir. Mevlana, hayatı boyunca daima düzeltici, onancı, ihya edici bir rol oynamıştır. Müridlerinden çoğu günahkar insanlardır. Kendisine sormuşlar: "Efendim! Nedir bu çevrenizde ki seviyesiz adamlar?" Cevap vermiş: "Onlar iyi, doğru yolda olsalardı, bana ne ihtiyaçları vardı?" Nitekim Mevlana bizzat kendi hayatını, "Hamdım, Piştim, Yandım" sözleriyle özetlemekte." İki cihan bir araya gelse gene bende kötülük niyeti, dünyayı birbirine katma dileği yok" diyerek giriştiği mücadelede, hali ve istikbali fethetme dehasını göstermektedir. Bu gün dahi bütün dünyadaki insanların Mevlana’dan gelecek ilhama ve bu ilhamın vereceği şifaya ihtiyacı vardır.
Mevlana bizi şekilden ve hurafeden kurtarma, öze ve haki- kata götürmek istiyor. Onun içindir ki Mevlana, dini, dili ve ırkı ne olursa olsun bütün insanlara seslenebilmiş ve onlar günahlarla dolu olsa bile gönüllerine girip yer etmiş, insanlığın kurtuluş ümidinin sembolü olmuştur.
Böylece, Anadolu’daki gayri müslimlere bile eşsiz bir huzur ve barış örneği olmuş, Anadolu’da Türk hakimiyetinin yerleşmesinde büyük hizmeti geçmiştir. İnsanı böylesine seven, insanın sonsuz mutluluğunu dileyen Mevlana’nm cenaze töreninde şehirliler, köylüler, başı açık yalın ayak bütün insanlar caddeleri doldurmuş, tabutu kucaklayabilmek için adeta birbirlerini ezer hale gelmişlerdir.
Hıristiyan’lar ve papazla n, Yahudi’ler ve hahamlar’da Mevlana’yı baş üstünde taşıyordu. Papazlar dini ayinlerini yapıyorlar, hahamlar Tevrat okuyorlardı. Müslümanlar bu törene Hristiyan ve Yahudilerin de katılmak istemeleri üzerine feryat ettiler. Fakat papaz ve Hahamlar, bu feryatlara şöyle cevap verdiler. "O bizim Mesih’imizdir. O bizim İsa’mızdı. Musa’nın, İsa’nın sırrını biz onda gördük, onda bulduk. Güneşti o, güneş bir yeri dieğil, bütün dünyayı aydınlatır." Bir papaz gözyaşları ile hıçkırarak bağırdı: "Mevlana ekmeğe benzer, ekmekten kaçan aç varımdır ki!.."
O büyük veli, kütlelere böyle tesir etmiş büyük bir sevgi insanıydı. Mevlana insanlığı topyekün kucaklamak isteyen bir sevgiyle İslam’ın hoşgörüsünü, insana değer verişini, müsamahasını, irfan ve aklı esas alan kişidir. Peygambere bağlı vahiy sistemini hükümran kılmak İstemiş, kendisinin bu yoldan başka bir yolda görülmesi ve aranmasından bîzar kaldığını zaman zaman dile getirmiştir.
Tarihe bağlı milli temelimizi oluşturan bu zatların incelenmesi, tanınması, özellikle gençliğimize öğretilmesi sağlam ve gerçek yol olacaktır.


MEVLÂNA CELALEDDİN-İ RÛMÎ KİMDİR?

Horasan’ın Belh şehrinde 1184’te doğan Mevlana Celaleddin, Hz. Ebubekir’in soyundan geldiği rivayet edilen BahaCıddin Veled’in oğludur. Moğol akınları sebebiyle aile batıya doğru göç etmeye mecbur kalmıştır. Anadoluya yönelen Mevlana ailesi, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’ın daveti üzerine Konya’ya yerleşmişlerdir. Burada halka vaaz vermeye devam eden Bahaüddin Veled’in ölümü üzerine yerine oğlu Celaleddin geçti. Celaleddin-i Rumfnin derslerine gösterilen ilgi ve şöhreti kısa zamanda arttı. Fakat onun için asıl dönüm noktasını Şemsi Tebrizi ile karşılaşması oluşturmuştur.O günden sonra medreseyi ve ders vermeyi bırakan Mevlana, yalnızca Şemsi Tebrizi ile birlikte oluyor, kendisini gerçeğin bilgisini öğrenmeye ve aşka adamış görünüyordu.Fakat etraftan gelen baskılar yüzünden Şems, önce Şam’a gider, Mevlana’nın oğlu Veled tarafından geri getirilmesine rağmen, kısa bir zaman sonra tamamen ortadan kaybolur. 1273’te Konya’da vefat eden Mevlana, duygu ve düşüncelerini günümüze kadar ulaştıran üç önemli eser bırakmıştır: Mesnevi, Fihi Mafih, Divan.