Makale

İSLAM’DA SOSYAL DAYANIŞMA VE VAKIFLAR

İSLAM’DA SOSYAL DAYANIŞMA VE VAKIFLAR

Şükrü ÖZBUGDAY
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İnsanlar hangi inanç sistemler ne bağlı olurlarsa olsunlar toplum içinde yaşamak zorundadırlar. Toplum halinde yaşadıkları için daima birbirlerine muhtaçtırlar.
İnsanca yaşayabilmek, sağlıklı bir toplumun oluşması ile mümkün olduğu için insana değer veren İslâmiyet, onu, kul olması bakımından hür ve eşit olarak yaratan Allah’tan başkasına kulluk yapmamaya çağırmıştır.
Böylece, diğer insanların zulmünden ve fenalıklarından korumak suretiyle de insanın şahsiyetini korumaya çalışmıştır. Hatta kim olursa olsun, insanın içinde bulunduğu toplumda lâyık olduğu yere ulaşması yolunda hiçbir engel tanımamıştır.
Allah, adaleti, iyiliğin her türlüsünü ve yakınlarından başlamak üzere bütün topluma, hatta insanlığa yardım etmeyi emreder. Zinâyı, kötülüğün her türlüsünü ve zulmü yasaklar. ( 1) Bu emir ve yasaklar genelleştirilirse, sosyal dayanışmayı gerçekleştiren bütün unsurlar olarak karşımıza çıkarlar. Bütün insanları kardeş sayan İslâm Dini; onların arasında her türlü kötülük ve çirkinliği kaldırıp, iyilik ve güzelliği yaygın hale getirmek suretiyle Müslüman olmasalar bile, bu toplumun üyesi olarak sosyal barış ve huzur ortamı içinde yaşayarak, insanca yaşayışı onlarla birlikte paylaşmak isteyenlerin sayısını artırmayı hedef alır.
Bu sebeple toplumu bir bütün olarak kabul eden İslâm, bu bütünlüğü sevgi, acıma, şefkat ve merhamet gibi İnsanî duygularla sağlayarak toplumun bütününe bu dayanışma, kaynaşma rûhunu yaygınlaştırıp bütün insanlığın lâyık oldukları ölçüde ve aynı seviyede yararlanmaları için gerekli tedbirlerin alınması yolunda da emir ve hükümler koymuştur.
Bu cümleden olmak üzere, zengin ile fakir arasındaki diyalogun kurulmasına yardımcı olan ve bu yolda zengine dini bir sorumluluk yükleyen İslâmiyet; fakirlik ve yoksulluk gibi toplumların en yaygın hastalıklarını tedâvi etmek için bir çok müessesenin kurulmasını teşvik etmekle kalmamış bilakis emretmiştir.
İslâm Dini sosyal yardımlaşmaya büyük önem vermiş, öldükten sonra bile insanlara faydası dokunacak, kalıcı eserler bırakmayı teşvik etmiştir. (2)
Her türlü yardımlaşmanın yaygınlaştığı toplumlarda, bunlara dayalı olarak yeni yeni müesseselerin doğması tabiidir. İslâmdaki vakıf müessesesi de böylece doğmuştur. Her sınıf insanın yararına olmak üzere tahsis olunan vakıflar, aynı zamanda toplumların, muhtaçlarına yönelik olduğu gibi, sosyal güvenlik ve sosyal sigortalan niteliği taşımaları sebebi ile de dayanışmaya imkân veren müesseselerden biri olma durumundadır. (3)
Vakıflar, insanların toplu olarak yaşadıkları köy, kasaba ve şehirler gibi yerleşme merkezlerinin teşkilatlanmasında önemli. rol oynamışlardır. Böylece bu müesseseler toplumların oluşmasında da vesile teşkil etmişlerdir denilebilir. (4)
Toplumun oluşmasına vesile olduğuna göre, o toplumun ayakta durması için de bir takım müesseseleri beraberinde getiren vakıfların, tahsis edildikleri bölgelerde yeni yerleşme merkezlerinin kuruluşu veya eski köylerin büyük şehirlere dönüşmeleri gibi önlemli bir fonksiyonu da yerine getirmişlerdir.
Devlet bu görevleri tek başına yüklenmekle beraber, daha toplumun oluşmaya başladığı ilk anlardan itibaren, devletin görevlerini hafifletici ve destekleyici müesseseler doğmuştur. İslâm dünyasında en gelişmiş ve yaygınlaşmış olan bu müesseselerden biri de şüphesiz vakıflardır. Günlük hayatla sıkı bir bağlılığı bulunan, sosyal yaşayış Özerinde derin etkiler yapan ve kurucuları tarafından dünya ve ahirette mutluluğa kavuşma, manevi ve sosyal mevkiini yükseltme, adını kendisi öldükten sonra da yaşatma, kıyamet günü için azık hazırlayıp Cehennem azabından korunma, Cennet nimetlerini elde etme ve mümkün olduğu ölçüde Allah’a yaklaşma gibi dini, psikolojik ve sosyolojik düşünce ve niyetlerle kurulan vakıfların, toplumun sosyal dayanışmasını da temin eden kurumlar olduğunda şüphe yoktur. (5)
Bu durumda vakıfları, devlet- halk münasebetten açısından değerlendirdiğimizde, İslam toplumunda, halkın devlete olan desteğini hiç bir zorlama olmaksızın yerine getirdiği müesseseler olarak görmekteyiz. Aynı zamanda yalnız devlete desteği bakımından değil, zengin ve hâli vakti yerinde olan kimselerin halk içinde kazandıktan mevkilerini ve itibarlarını da korumak düşüncesiyle veya içinde yaşayıp sayesinde zengin oldukları topluma karşı bir vicdan borcunu yerine getirmek niyetiyle bu müesseseleri kurmuş olmaları, toplumda karşılıklı sevgi ve saygı bağlarını güçlendirdiği gibi, insanların birbirleri ile kaynaşmalarına da vesile olmuştur. Böylece toplumun sosyal dayanışması açısından önemli bir fonksiyonu olduğunu gördüğümüz vakıfların, insan şahsiyetinin ve hayatının korunması, kurtarılıp geliştirilmesi, insanların hayatta karşılaşabilecekleri maddi ve manevi zorlukların, ızdırap ve sıkıntıların giderilmesi, hayatın güzelleştirilip insan haysiyetinin korunması, sosyal düzenin her türlü tehlike ve sarsıntılardan kurtarılmasına yardım ettiği görülür. (6) Bu maksat ve gayelerle tarih boyunca çok çeşitli alanlarda vakıflar yapılmıştır; cami, mektep, medrese, namazgâh, kütüphane, imaret yani aşevi, kervansaray, hastahane, esnaf loncaları, çeşme, sebil, kuyu, su yolu, dükkan, misafirhane, yol, köprü, kaldırım, helâ, çamaşırhane, han, hamam, bedesten, türbe, iskele, deniz feneri, zorhâne, okçu ve güreşçi meydanları yani spor sahaları yapmak, borçlulara yadım, esir ve köleleri azad etmek, esirleri münasibiyle evlendirmek, fakir kızlara çeyiz vermek, yoksullara odun, kömür almak, gıda yardımı yapmak, hizmetçilerin efendileri tarafından azarlanmaması için kırdıkları kâse ve kapların yerine yenisini almak, hayvanları korumak, kuşlara yem parası ayırmak, hasta leyleklere bakmak, koyun cinsinin ve tohumların ıslahına çalışmak, gazilere at yetiştirmek, sanata teşvik etmek, kumaş ütüsü için mengene tesis etmek, ağaç dikmek, hapistekilere et ve karlı su vermek, borçtan hapse girenlerin borcunu ödemek, istihkâm, kale, top döküm, askeri teçhizata, donanmaya yardım etmek, baharda öğrencileri kır gezisine götürmek, kitapların tashihini sağlamak, dağlara, ıssız yerlere geçit kurmak, insanın neye ihtiyacı varsa onu yapmak gibi daha akla gelmeyen ve fakat vakfiyeler okunduğu zaman hayretle karşılanan birçok vakıflar vardır. (7)
Her konuda insanlığa hizmeti gaye edinen vakıflar, bir takım tabiat varlıklarını korumayı da ihmal etmemişlerdir. Bu arada ağaç dikmeye ve yetiştirmeye özel bir itina gösterilmiştir. Öyle ki, vakıfların yasal dayanağı ve kuruluş senedi niteliğinde olan vakfiye ve benzeri belgeler incelendiğinde, vakfedilen mal varlıkları arasında bol miktarda bağ, bahçe ve çiftliklerin de yer aldığını görmekteyiz. Kavak, söğüt, ceviz, dut, elma, armut, erik, şeftali, kiraz, vişne, kaysı gibi birçok meyveli ve meyvesiz ağacın sözkonusu vakıf bahçelerle çiftliklerde itina ile yetiştirildiği görülmektedir. Vakfın kurulduğu bölgeye göre vakıf ağaçlarda değişiklik göze çarpmaktadır. Misal olarak, Marmara ve Ege bölgelerinde daha çok zeytin ve incir ağaçlarının vakfe- dildiği görülürken, Akdeniz kıyılarında portakal, limon ve mandalina gibi narenciye türünden ağaçların çoğunluk arzettiği müşâhede edilmektedir. Bunların yanında diğer vakıf arazilerinde elma, armut, ayva, kayısı, nar, fındık ve fıstık gibi ağaçların da yetiştirildiği bilinmektedir.
Yüzyıllardır vakfa gelir ve halka gıda kaynağı olan vakıf bahçelerle çiftlikler bir taraftan millî tarım ve ekonomiye katkıda bulunmuş, diğer taraftan da güzel yurdumuza bir başka güzellik katarak ağaç üretimine örnek olmuştur. (8)
Vakıf müessesesinin Türklerde ve bilhassa Osmanlı İmparatorluğu zamanında en mükemmel noktaya ulaşmasının temelinde Türk Milletinin karakteri yatmaktadır. Türk Milletinin cihangirlik, vatanseverlik, teşebbüs ve devlet teşkilatı kurma kabiliyeti, şecaat ve üstünlük şuuru gibi özelliklere sahip olması yanında, düşküne yardım, yoksulu himaye etme ve hayırseverlik gibi meziyetleri de vardır. Bir garbimin (Comte de Bonneval’in) Türkler hakkındaki şu sözleri şâyan-ı dikkattir: "Hiç bir istisnâsı olmamak şartıyla bütün Türkler hayırseverdirler; ne din farkına ne de ihtiyaç sahiplerinin geçmiş fiil ve hareketlerine bakmaksızın bütün muhtaçlara yardım ederler.. Fakat şunu da itiraf etmelidir ki, bu dindârane hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. Çünkü onlar bu iyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve hatta cansız mahlûkata bile teşmil ederler." (9) Tarihçilerin kaydettiğine göre, muhtelif şehirlerde ve meselâ Şam’da Türk eserleri olan hayvan hastaneleri kurulmuştur. Ağaçların kesilip yok olmamaları ve bunlara su vermek için vakıflar tesis edilip, elemanlar tayin edilmiştir. (10)
İşte Türk Milletindeki bu karakter ve inanç, vakıf müessese- sinin, hiç bir millette ve hiç bir zaman görülmeyen bir tekâmüle ulaşmasına sebep olmuştur, öyle ki, padişahından en mütevâzi vatandaşına kadar, herkes âdeta iyilik ve fazilet kazanma yolunda yanşa girmişlerdir. Bu yarış sonunda cihanşümul medeniyetler kurulmuş, tarihe ve insanlığa eşsiz sanat eserleri kazandırılmış, kalıcı âbideler armağan edilmiştir. Bugün ülkemizi ziyarete gelen yabancılara öğünerek gösterdiğimiz tarihi eserler, göğe yükselen kubbeler ve minareler, bizi mazimize bağlayan ve ecdadımızın yâdigân olan sanat ve kültür varlıklarımızın büyük bir kısmı vakıf yoluyla meydana getirilmiştir. Bunların hepsi birer tarih ve sanat hazinemizdir, mimari gururumuzdur, medeniyetimizdir.
Bu paha biçilmez varlıklarımızı korumak, İmâr ve İhyâ etmek, bunlara yenilerini de ilâve ederek gelecek nesillere intikal ettirmek, milletçe görevimiz olmalıdır.
Kaynaklar.
(])- Bkz. Kur’an-ı Kerim, Nahl Sûresi; Ayet:90
(2j- Bkz. Müslim, Vesiyye 14; Ebû Dâvud, Vasâyâ: 14; Ahmed b. Hanbel, 11: 372
(3)-Doç. Dr. Mehmet ŞEKER; Islâm’da Sosyal Dayanışma Müessesele ri; D/B Yayınlan, Ankara 1991, S: 187 v.d.
(4)-Vakıflar Dergisi, C.19, S:21; Doç. Dr. Mehmet ŞEKER, a.g.e. S: 137
(5)-Vakıflar Dergisi, C:15, S:27
(6)-Doç. Dr. Mehmet ŞEKER, a.g.e. S: 139
(7)-Osman KESKİOĞLU, Vakıf Hizmetlerinin Çokluğu ve Önemi, Diyanet Gazetesi, Sayı:85
(8)-Diyanet İlmi Dergi; C.23, S:1
(9)-İsmail Hami DANIŞMEND: Garp Menbalanna Göre Eski Türk Seciye ve Ahlâkı, S:101; Diyanet İlmi Dergi; C.22, S3
(10)-Bkz. a.g.e.; S.-lll v.d.
* * *