Makale

HZ. PEYGAMBER’DEN DAVRANIŞ MODELLERİ (Buhâri'nin Kitabu'l-İmân, İlim ve Edeb Bölümlerinden Seçme Hadisler)

HZ. PEYGAMBER’DEN DAVRANIŞ MODELLERİ

(Buhâri’nin Kitabu’l-İmân, İlim ve Edeb Bölümlerinden Seçme Hadisler)

Yrd. Doç. Dr. Cemal AĞIRMAN*

GİRİŞ

"Peygamber-Mümin ilişkisi" ve "Peygamberin Hayatından Davranış Mo­delleri" seçmek, Müslümanın hayatında birbirine bağlı iki temel unsurdur. Peygambere inanan insanlar öncelikle Müslüman olarak Peygamberle olan mü­nasebetlerini ve bu münasebetten doğan sorumluluklarını bilmek durumunda­dırlar; daha sonra bu bağlamda Peygamberin hayatını model olarak seçme lidir­ler. Bir kimsenin peygamberin konumunu ve icra ettiği fonksiyonu yeterince bilmeden sorumluluğunu idrak etmesi; bu bilince ulaşmadıkça da onun haya­tını model olarak seçmesi zordur.

Allah Teâlâ elçisini bütün insanlığa uyulması gereken güzel bir örnek1 ola­rak göndermiştir. Bu sebeple her zaman ve her çağda olduğu gibi, gittikçe va­hiyden uzaklaşılan günümüz dünyasında onun tebliğ ettiği mesaja ve kendisi­nin örnekliğine daha çok ihtiyaç vardır. Onun hayatı ve mesajı, inançla ve ya­şantı modellerinin seçiminde meydana gelecek sapmalar için bir süzgeç vazife­si görecek, Müslümanların hayatı için bir kıstas veya bir mihenk taşı olacaktır, insanlık onu tanıdıkça, daha iyi bilinmesi ve tanınması neticesinde, zaman za­man Müslümanlar arasında görülen inanç ve davranış sapmaları görülmeyecek veya en azından asgari bir seviyeye inecektir.

Hz. Peygamber’in hayatından davranış modelleri sunmadan önce, "model alma ihtiyacı "nın olup olmadığını, -varsa- bu ihtiyacın nereden kaynaklandığı­nı sorgulamak gerekir.

"Bilimsel ve teknik alanda bu denli ilerlemenin kaydedildiği bu çağda, in­sanların ne gibi davranışlarda bulunacaklarına dair kendi kendilerine karar ve­remezler mi?"; diğer bir ifade ile; "insanlar hep başkalarına bağımlı olarak mı yaşayacaklar?"; ya da, "Bin dört yüz küsur sene önce farklı bir coğrafyada, farklı bir iklimde ve değişik sosyo-kültürel şartlar içinde yaşanmış bir hayattan davranış modelleri çıkarmaya ihtiyaç var mıdır, varsa böyle bir ihtiyaç nereden doğmaktadır? Böyle bir uygulama çağın gerisinde kalmak anlamına gelmez mi?" şeklinde, gelebilecek muhtemel sorulara cevap aramak konunun önemini kavrama açısından yararlı olacağı kanaatindeyiz. Şurası muhakkak ki, model seçilecek hayat bir peygamber hayatı ve Allah’tan gelen İlâhî mesajın bizâtihi canlı bir uygulaması ise, mesaj da bütün insanları ilgilendiriyorsa elbette ki bu sorulara verilecek cevap farklı bir anlam kazanacaktır. Bu durumda söz konu­su soruların sağlıklı cevabını; ancak varlıklara gerçek makam ve konumlarını ve varlık aleminde icra ettikleri fonksiyonları idrak etmekte bulabiliriz.

Zaman ve mekândan münezzeh olan Yüce Allah, kavram ve düşünsel ola­rak idrakimiz dahilindedir, idrak ve düşünce alanında varlıklar için bir konum ya da fonksiyonel bir derecelendirme söz konusu olduğunda en yüce mevki Al­lah’a aittir. Çünkü O, her şeyin yaratıcısı, kâinatın tek sahibi ve hükümranıdır. O’nun dışında var olan her şey, yaratılandır. Yaratanla yaratılan diğer bir ifa­de ile Rab ile kul arasındaki bağ ve kul açısından bu bağdan doğan sorumlu­luklar, bu çerçevede düşünülmesi gerekmektedir. Çünkü, kul Rabbinin maka­mını, azametini, gücünü, her şeye kâdir olduğunu bilir, idrak ederse, sorumlu­luk bilinci içerisinde hem kulluk hem de toplumsal görevini daha bir özenle ye­rine getirecektir.

Varlık aleminde Allah Teâlâ’nın yarattığı sayısız, varlıklar içerisinde en üst konuma sahip olanlar, insan nesli içinden seçilen peygamberlerdir, insanın bu konumu, Allah’ın ona vermiş olduğu akıl sayesindendir. Onun için Allah Te- âlâ onu, "şan ve şeref sahibi"2 ve "yeryüzünün halifesi"3 olarak yaratmış; diğer bir ifade ile insana, yeryüzünde Allah’ın iradesini hakim kılma, yani O’nun ira­desi doğrultusunda yaşama görevini vermiştir, insanın yaratılış gayesi olan "kulluk"4» Allah’ın iradesi doğrultusunda yaşamakla mümkündür. Yaptıkla­rından sorumlu tutulacak olmasının sebebi de yine akıldır. Çünkü ancak bu sa­yede yaptıklarını düşünerek, bilerek ve aklederek, bilinçli bir şekilde yapabil­mektedir.

"Peygambere karşı Müslümanların taşıdığı sorumluluklar" konusunun odak noktası, Peygamberin konumudur. Bu nokta hakkıyla idrak edildiğinde, sorumlulukların yerine getirilmesine o oranda olumlu etki sağlayacaktır.

Her şeyden önce Peygamber bir beşerdir5; yani melek değil insandır. Ancak alelade bir insan da değildir. Peygamberlerin, insanlık tarihinde icra ettikleri fonksiyon gereği, bazı farklı özelliklerinin bulunması tabiidir. Aksi halde, pey­gamberlerin icra ettikleri fonksiyonu herkes yapabilecek, dolayısıyla onlara ih­tiyaç kalmayacaktı. Bundan dolayıdır ki, yaratılmışlar içerisinde en yüce ko­num onlara verilmiştir.

Şunu da belirtmek gerekir ki, peygamberlik kesbî değil, vehbî dir. Hiç kim­se çalışarak, gayret sarfederek peygamber olamaz. Peygamberler bu görevi, an­cak Allah’ın bildirmesi ile üstlenirler.

I. PEYGAMBERİN KONUMU

Peygamberin konumunu belirtirken olaya vahiy perspektifinden ve insanlık tarihinde ifa ettiği fonksiyon açısından bakmak gerekir. Bu durumda Hz. Peygamber’in konumuna, biri, şahsiyet olarak değeri; diğeri; insanlık tarihinde ifa ettiği görev ve bizi ilgilendiren yönü itibarı ile değeri noktalarında bakmak ge­rekir.

A. Peygamber Kavramı

Farsça bir sözcük olan peygamber, sözlükte, “tanrıdan haber getiren, elçi”6 anlamındadır. Terim olarak Türkçede, "Yüce Allah’ın, kullarına haber ilet­mek, dinini onlara bildirmek için bizzat seçip görevlendirdiği kimse", "Allah elçisi, resul, nebi"7 anlamına gelmektedir.

Peygamber, bir taraftan, Allah’tan vahyi olduğu gibi insanlara ulaştıran, di­ğer taraftan da İlâhî vahyi en iyi şekilde uygulayarak diğer insanlara örneklik edendir. Peygamberi örnek almak da, onun hayatını iyi öğrenmek, daha sonra doğru değerlendirmekle mümkündür.

B. Peygamberlere Duyulan İhtiyaç

Peygamberlere duyulan ihtiyaç, insanın yaratılış, gayesi ile doğrudan ilgili­dir. Kur’an’da Allah Teâlâ, "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsin­ler diye yarattım"8 buyurarak, insanın yaratılış gayesinin "Allah’a kulluk et­mek" olduğunu belirtmektedir.

insan akıl yürütme yöntemi ile bir yaratıcının var olduğu hükmüne varabi­lir. Allah Teâlâ akla bu yeteneği vermiş, Kur’an’da da, Hz. İbrahim’in şahsın­ da akıl yürütme yöntemi ile Allah’ı bulma örneğini göstermiştir9. Yine insan, fıtrî bir meleke ve iç saik ile yaratıcıya kulluk etmenin gereğini de idrak edebil­mektedir. Ancak yaratıcısı hakkında ve O’na nasıl kulluk edeceğine dair sağ­lıklı ve doğru bir bilgiye akıl yürütme ile varması mümkün değildir. Çünkü iba­detle ilgili meseleler aklî değil, vahyidir; yani akıl yürütme ile keşfedilen değil, vahy yoluyla bilinebilen hususlardır. Zira hak dinler, akıl kaynaklı değildirler; vahy, yani İlâhî kaynaklı olup akılla uyum halindedirler. Akıl kaynaklı olsalar­dı şâri yani din koyucusu akıl, diğer bir ifade ile insan olurdu. Bu da kulun, ku­la kul olması anlamına gelir. Halbuki mutlak şâri Allah’tır. Bu durumda Allah ile kul arasında yaratılış gayesi olan "kulluk" un nasıl olacağını bildirecek bir vasıtaya ihtiyaç vardır. Kula kul olmaktan kurtulmanın tek yolu da Allah’a kul olmak, yani iradesine uymaktır.

Ayrıca Allah Teâlâ, hükmü gereği insanlarla tek tek konuşmaz; mesajını in­sanlara ancak peygamberler aracılığı ile bildirir10.

Peygamber, Allah’ın insanlık için seçmiş olduğu dini getiren ve öğreten in­sandır. Allah’ın bizler için seçtiği ve razı olduğu din ise Islâm’dır11. Islâm, genel manada Hz. Adem’den günümüze kadar gelen hak dinlerin ortak adı, özel ma­nada da Hz. Muhammed’in, tebliği ile görevlendirildiği son dinin adıdır.

ilk insan Hz. Adem’in aynı zamanda peygamber olması, insanoğlunun ilk andan itibaren din ile diğer bir ifade ile vahiy ile içice yaşadığını gösterir. Bu demektir ki din insanlık tarihi kadar eskidir ve fıtrî bir ihtiyaçtır, insanın, din olmadan insanlığını tam olarak gerçekleştiremeyeceği, İlmî bir gerçektir. Dine ve ahlâka ihtiyaç duymadan hayatın sürdürülemeyeceği de bir gerçektir. Bunun aksini düşünmek, insan gerçeğini ve insanın varlık yapısını gözardı etmek de­mektir. insanın dinsiz olarak yapamaması, hayatını sürdürememesi insanın ka­rakteristik özelliğidir. Dinsiz olduklarını sananlar aslında hiçbir şeye inanmı­yor değillerdir.

Din, insanın ahlâkîleşmesi, bir başka deyişle insanileşmesi içindir. Zira di­nin amacı, insanı her yönüyle, "insân-ı kâmil" olgunluğuna ulaştırmaktır. Onun için din insan içindir ve insanlık için vazgeçilmez bir unsurdur. O kadar ki, din insanı ilgilendiren her alana girer. Bu sebeple dini yalnız Allah ile insan arasında bir ilişkiye indirgemek de doğru değildir, insanın, yaratıcısı Allah ile her zaman ilişkisi vardır. Dinin öncelikle düzenlediği ilk alan, insanın Allah ile kurduğu ilişkiler alanıdır, insanın bir de kendi cinsleri ve fiziki çevresiyle girdi­ği ilişkiler vardır ve din bu ilişkilerin de nasıl olacağım belirler.

insan sadece bilgi sahibi olan değil, aynı zamanda eylemde bulunan bir var­lıktır ve hangi eylemlerinin iyi, hangisinin kötü olduğuna; neleri yapıp, neleri yapmaması gerektiğine karar vermesi bir zarurettir. lyi-kötü, sevap-günah, he- lâl-haram gibi kavramlar, söz konusu karara etki etmekle beraber, aynı zaman­da bize var olanın değil, var olması veya var olmaması gerekenin bilgilerini ve­ren anahtar terimlerdir. Olgu ve hadiseler hakkındaki bilgileri, bilim; olması gereken veya değerler dünyasıyla ilgili ilk bilgi kaynağımız dindir.

insan aynı zamanda sosyal bir varlıktır. Karşılıklı bir takım kurallara uyma mecburiyeti vardır, insanlar arasında İnsanî bir hayatın te’sisi için gerekli olan nizam ve düzen; din, ahlâk ve hukûkun koymuş olduğu değerler ile sağlanabi­lir. Günah, ayıp ve yasak gibi değerler insan hayatını disipline ve sistematize eden önemli unsurlardır. Sosyal barış ve huzuru sağlamak bu sayede mümkün­dür.

Akıl, duygu ve telkin insanın davranışlarına etki eden unsurlardır. Duygu, insan ile Allah arasında bir ilişki kurma ihtiyacını uyandırır. Akıl bu ilişkiyi ta­nımlar; telkin de kişiyi bu ilişkiden doğan davranışlara sevkeder. Ayrıca dinin insana ulaşması ve öğretilmesi konusunda peygamberlerin önemi tartışılmaz­dır. Dini koyan Allah’tır; ancak onu eksiksiz bir şekilde beşeriyete sunan, pey­gamberdir. Bu sebeple gerçek dindarlık, peygamberi doğru anlamak ve onu la- yıkıyla örnek almakla mümkün olabilir.

Şunu da iyi bilmek gerekir ki, Peygamberin hayatı; İslâmî bütün değerlerin hayat bulup müşahhas hale geldiği bir alandır. Her ahlâkî değer, gerektiği ka­dar ve gerektiği şekilde onun hayatında yer almıştır. Bütün bu gereklilikler pey­gamberin varlığını zorunlu kıldığı gibi konumunu da belirtmektedir.

C. Hz. Peygamber’in Üstün Şahsiyeti

Burada Hz. Peygamber’in insan olarak sergilediği üstün şahsiyet söz konu­sudur. O, zaman ve coğrafî sınırları aşan, kıyamete kadar da bütün zaman, coğrafya ve iklimler de geçerli olacak olan üstün bir şahsiyet sergilemiş, İlâhî vahiy ile özdeşleşerek, Yüce Allah’ın murat ettiği ideal insan prototipini numu­ne olarak insanlığa sunmuştur.

Peygamberin bütün insanlığa numune-i imtisal olarak sunulması, üstün ah­lâk ve şahsiyette onu aşan birinin bulunmamasını zorunlu kılar. Tabiî olarak uyulan, uyanlardan her zaman ve her yönüyle üstün olmalıdır. Aksi halde uyanlar yükselecekleri yerde alçalmış olurlar. Bu sebeple Yüce Allah elçisini en güzel yaratılış ve ahlâkî vasıflarla donatmış, onun bu üstün ahlâkını; "Gerçek­ten sen, pek yüce bir ahlâka sahipsin! 1,12 ifadesiyle tescil ederek bütün insan­lığa duyurmuş, Hz. Peygamber’in kendisi de bizatihi bu üstün ahlâkı tamamla­mak için gönderildiğini ifade etmiştir.13

Numune sunmada veya birine benzeme arzusunun temelinde, madden veya manen daha yüce noktalara ulaşma hedefi vardır. Birileri gibi olma arzusu onun kendisinde bulundurduğu bir takım üstünlüklerinden veya üstün görülen bazı hususiyetlerinden dolayıdır, ideal hiç bir insan kendisinden daha aşağı olan birisine benzemek istemez. Müsbet manada benzeme her zaman aşağıdan yukarıya doğru cereyan eder. Daha açık bir ifade ile benzeme, daha alt vasıflı birinin daha üst vasıflı biri gibi olma faaliyeti olmaktadır. Allah Teâlâ: "Ger­çekten Allah’ı, Ahiret Günü’nü arzulayanlar ve Allah’ı çok zikredenler için si­ze, Allah’ın Rasülunde (takip edeceğiniz) pek güzel bir örnek vardır"14, ifade­siyle Rasûlünü, uyulmaya değer örnek bir şahsiyet olarak sunmaktadır.

Bu ifade, şahsiyet yarışında peygamberlere ulaşılamayacağının, ancak örnek alınarak mümkün olduğu oranda onlara yaklaşma gayreti içinde bulunmanın gereğini vurgulamaktadır. Yüce Allah insan için gerekli olan her şeyi, bir taraf­tan vahiy ile insana bildirmiş, diğer taraftan da peygamberler vasıtasıyla bildir­diklerinin sosyal hayata nasıl geçirileceğinin canlı ve somut örneğini göstermiş­tir.

Peygamber aynı zamanda müminlere son derece düşkündü. Hz. Peygamber hiçbir ayırım yapmadan ve hiçbir İlâhî kriterin dışına çıkmadan ümmetine eşit mesafede yaklaşmış, her hâl ü kârda yücelmeleri, dünyada ve ahirette sıkıntıya düşmemeleri için olağanüstü bir çaba sarfetmiştir. O bu gayretini sadece ina­nanlar için değil, inanmayıp dâvet pozisyonunda olanlar için de sarfetmiş, hiç­bir maddî karşılık almaksızın ömrü boyunca insanların hidâyete ermeleri için çalışmış, bu uğurda nice eziyetlere maruz kalmıştır. Bu onun müminlere olan düşkünlüğünü, aynı zamanda üstün şahsiyetini ortaya koymaktadır. Hiçbir maddî karşılık almaksızın insanlığın ebedî saadeti için çaba sarfetmek, üstün bir şahsiyet örneğidir. Yüce Allah onun müminlere son derece düşkün olduğu­nu şu âyetiyle belirtir: " Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiş­tir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. Çünkü o, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir."15

O aynı zamanda müminlere öz canlarından daha yakındır. Hz. Peygamber Allah’ın elçisi olması hasebiyle müminlere anne, baba, evlât, hatta kendi öz canlarından da daha yakındır. Çünkü iki cihanın saadeti ancak onun tebliğ et­tiği dine uymakla mümkündür. Bir insan bırakalım anne, baba ve evladını, kendi canını ne kadar severse sevsin, bu sevgi onu ebedî saadete ulaştırmaya yetmez; bu saadet için Peygambere inanmak ve onun yolunda yürümek zorundadır. Onun müminlere olan yakınlığını Yüce Allah şöyle ifade eder. "Peygam­ber, müminlere: (her hususta) kendi canlarından daha üstündür. Peygamberin zevceleri müminlerin anneleri hükmündedir"16. Hz. Peygamber de bunu te’yi- den, "Ben müminlere kendi öz nefislerinden daha yakınımdır"17 demiştir.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber, peygamberlikle görev­lendirilmeden önce de çevresine güven ve itimat veren üstün bir kişiliğe sahip­ti. Onun "Muhammedü’l-emîn/Güvenilen Muhammed" vasfı, bi’setten önce Mekkeli müşrikler tarafından verilmiş, bi’setten sonrada onun bu vasfını inkâr etmemişlerdir. Hz. Peygamber, o dönemde bile putlara tapmamış, onlardan hep uzak durmuştur. Netice itibarı ile bütün bunlar Hz. Peygamber’in uyulma­ya değer üstün bir şahsiyete sahip olduğunu gösterir.

D. İfa Ettiği Görev İtibarı ile Hz. Peygayamber’in Konumu

Peygamberin ifâ ettiği fonksiyon, özellikle bizi ilgilendirmesi açısından önemlidir. Çünkü o, Allah’ın elçisidir. Peygamber, Allah ile insanlar arasında iletişimi sağlayan vasıtadır. Vasıtanın değeri; ulaştıracağı hedefin önemi ile doğru orantılıdır.

O Alemlere rahmettir. Allah’ın dinini ve ona kulluk şeklini öğrenmek, an­cak bir peygamber vasıtasıyla mümkündür, iki cihanın saadeti, onun tebliğine bağlıdır. O sulh döneminde rahmet olduğu gibi, savaşta da rahmettir. Müslü- manlar için rahmet olduğu kadar, inanmayanlar için de rahmettir. Allah Teâ- lâ onun bu vasfı hakkında: "(Rasûlüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik"18 buyurmaktadır.

Hz. Peygamber’in bir özelliği de bütün insanlara gönderilmiş olmasıdır. Onun risâleti zaman ve mekanla sınırlı değildir. Bütün insanların, hatta cinle­rin de peygamberidir. Bu durumda o, herkesi birinci derecede ilgilendirmekte­dir. Onun bu özelliği Kur’an’da şöyle ifade edilir: "Biz seni bütün insanlara an­cak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bil­mezler"19.

Peygamber, Allah’ın evrensel mesajı Kur’an’ın tebliğcisidir. Onun bu vasfı Kur’an’da şöyle ifade edilir: "Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlar­dan koruyacaktır"20.

Yüce Allah’ın Peygambere yüklediği en önemli görev, tebliğ görevidir. Peygamberin konumunu belirleyen ve bizi birinci derecede ilgilendiren yönü bu- dur. En değerli varlıklarımız olan anne ve babamız bütün imkanlarını seferber edecek olsalar bizim belki sadece dünyamızı kurtarabilirler; âhiretin kurtuluşu ise ancak peygamberlerin tebliği sayesinde mümkündür. O halde peygamber bizim için önemlidir.

Yüce Allah tarafından Hz. Peygambere tevdî edilen en önemli ikinci görev, Kur’an’ı açıklama görevidir. Onun bu görevi Kur’an’da şu şekilde ifade edil­mektedir: "...insanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana da bu Kur’an’ı indirdik..."21.

Hz. Peygamber’in Kur’an’ı açıklama görevini ifa ederken -gerek sözlü gerek fiilî olarak-ortaya koyduğu hususlar da genel manada sünneti oluşturmaktadır.

II. PEYGAMBERE KARŞI MÜSLÜMANLARIN SORUMLULUĞU

Burada Peygamberin icra ettiği fonksiyon çerçevesinde genel olarak mümi­nin reaksiyonu ne olmalıdır? noktası üzerinde durmaya çalışacağız. Bu reaksi­yonun en özlü ifadesi ve Müslümanların Peygambere karşı birinci derecedeki sorumlulukları ona itaat etmeleridir.

A. Peygambere itaat

1. Peygambere İtaatin Anlamı

Her şeyden önce Peygambere itaatin Müslümana farz olduğunu burada ifa­de etmek gerekir. Müteaddit âyetlerde Yüce Allah kendisine itaati emrederken, hemen arkasından peygambere itaati da emretmiştir. O kadar ki, peygambere itaati kendisine itaat saymıştır: "Ey iman edenler! Allah’a itaat edin! Peygam­bere de itaat edin!...22 "Kim Rasûle itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur."23

Peygambere itaatin Allah’a itaat sayılması, Peygambere tabi olmadan ve onun izlediği yolu takip edip uygulamalarını örnek almadan, Kur’an-ı Kerîm’e hakkıyla uyarak Allah’a itaat etmenin mümkün olmaması sebebiyledir. Dola­yısıyla peygambere itaatin Allah’a itaat sayılması, tevhîd inancına da aykırı de­ğildir.

Peygambere itaat, şüphesiz öncelikle onun sünnetine uymayı ifade eder, ita­at denilince ilk etapta akla gelen, verilen bir emre uymak veya yasaklanan bir şeyden sakınmaktır.

itaati, âmir-memur ilişkisinde bu şekilde telakkî etmek mümkündür. Ayrı­ca buradaki itaat, âmirin ya makamında bulunduğu sürecedir veya ölünceye kadardır. Ancak kanun veya prensiplere uymak böyle değildir. Hayatta olsun veya olmasın, bir kanun veya prensibe uymak, aslında o kanun veya prensibin koyucusuna uymaktır. Peygambere itaat bu kabil bir itaattir. Hayatta iken, biz­zat verdiği emir ve yasaklara uymak, koyduğu prensiplere bağlı kalmak; vefa­tından sonra da sünnetine tabi olmaktır.

Burada kastedilen sünnet, Hz. Peygamber’in Kur’an’a bağlı olarak din adı­na ve yaşam tarzı olarak ortaya koyduğu ilke ve kurallardır. Tabii ki burada sünnetin bağlayıcılığı da söz konusudur; çünkü Hz. Peygamber’in her davranı­şı sünnet ya da bağlayıcı bir kural olmayabilir. Ancak bir sünnet kuralı hüküm itibarı ile müstehap da olsa, onun müstehap oluşu bu kabil bir kurala uyulma­yacak anlamına gelmez; Peygambere "örnek model" gözüyle bakılmalıdır. Zi­ra Yüce Allah Peygamberi bize "numune-i imtisal/örnek model" olarak sun­maktadır: Gerçekten Allah’ı, Ahiret Günü’nü arzulayanlar ve Allah’ı çok zik­redenler için, size, Allah’ın Rasülünde (takip edeceğiniz) pek güzel bir örnek vardır"24 ayeti bunu ifade eder.

Peygambere itaatin prensipler bazında uymayı öngören bir itaat olduğuna yukarıda işaret etmiştik. Yani Peygambere itaat onun sadece emir ve yasakla­rına uymak değil, örneklik kapsamına giren her prensip ve uygulamayı da kap­sar. Bir başka deyişle Peygambere itaat, her konuda onu model almaktır. Pren­sipler bazında da her konuda onun hayatında örnek bulmak mümkündür. Ay­rıca Kur’an’ın prensiplerini onun örnek uygulamalarına baş vurmadan uygula­mak da her zaman mümkün olamamaktadır.

"(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın!"25 âyeti, peygambere ittibayı da emretmek­te, böylece emir ve yasaklar dışında, her türlü ahlakî kural, prensip ve uygula­maları da itaat kapsamına almaktadır.

Peygambere itaatin Allah’a itaat sayılması, Kur’an’a uymanın bir yönüyle peygambere itaatten geçtiğini göstermektedir. Çünkü mesajın kaynağı Allah Teâlâ olmakla beraber, ilk tebliğci Peygamber olmakta, mesaja peygamber va­sıtasıyla ulaşılmaktadır.

Bunun bir diğer yönü tebliği kabul edip uymaya karar verme noktasında itaat Allah’a; uygulama biçiminde peygamberi örnek alma noktasında itaat, peygamberedir. Zira Allah Teâlâ, "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan sakının."26 buyurarak, hem sünnetin, hem peygambe­re itaatin anlam ve kapsamını belirtmiş olmaktadır. Gerçi ayetin bu şekilde yo­rumu alimler arasında tartışmalı olmakla beraber27 "ne verdiyse" ve "neyi ya­sak ettiyse" ifadeleri mutlaka geneldir28.

2. Sünnet’in Önemi ve Dindeki Yeri

Sünnetin önemi ve dindeki yerini ifade eden bir kaç ayet şöyledir:

"Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir kadın ve erke­ğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasülüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"29.

"De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve gü­nahlarınızı bağışlasın!"30

"Kim Rasûle itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, se­ni onların başına bekçi göndermedik"31.

"De ki: Allah’a ve Rasülüne itaat edin! Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Al­lah kafirleri sevmez"32-

"Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan emir sahip­lerine (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Al- lah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız-onu Allah’a ve Rasûle götürün (onla­rın talimatına göre halledin): bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha iyidir"33.

Buna benzer daha pek çok ayet mevcuttur. Bütün bu ayetler bize genel ola­rak sünnetin önemini belirtmesi yanısıra sünnetin dindeki yerini de belirtmek­tedir. Ayetleri değerlendiren âlimler, sünnetin Islâm Hukukunun ikinci kayna­ğı olduğu noktasında görüş birliği içindedirler.

Sünnet, Kur’an’ın yanında üç şekilde bulunur:

a) Sünnet her bakımdan Kur’an’a uyar ve onun aynı olur; bu takdirde bir konuda iki delilin takviye için birleşmesi söz konusudur.

b) Kur’an’da kastedilen şeyi açıklamak için gelmiş bulunur. Mücmel du­rumlarını giderir, nasıl yapılacağını açıklar.

-Bu kapsamda kayıtsız, yani mutlak olan âyetleri şart ve kayda bağlar.

-Genel bir ayeti tahsis eder, özelleştirir.

-Müşkil yani maksut olan mana kapalı olan ayetleri açıklar.

c) Kur’an-ı Kerîm’in temas etmediği bir bilgi ve hükmü getirir.34

Suphi Salih’in ifadesiyle sünnet her mevzuda teşri vasıtasıdır. Bu husus; iba­det, muamelât, helâl ve haram gibi İslâm Hukukunun bütün mevzularına şa­mildir. Hz. Peygamber, bütün bu mevzuları; kah kıyas yoluyla, kah birbirine benzeyen iki şeyi mukayese etmek, bazan da, karşılıklı iki şey arasında bir mu­vazene kurmak suretiyle mükemmel bir şekilde açıklar35.

Netice itibarı ile sünnetin iki temel fonksiyonu bulunduğu görülür. Buna göre sünnet ya Kur’an-ı Kerîm’de bulunmayan meselelerin teşriinde müstakil­dir; yahut da Kur’ân-ı Kerîm’deki mücmel ayetlerin açıklayıcısıdır. Mücme­lin/kapalılıkların açıklanmışı [tafsil], mutlak ifadelerin kayıtlanması [takyîd], genellik bildiren ifadelerin özelleştirilmesi [tahsîs] gibi hususlar bu açıklama kapsamına dahildir.

B. Peygambere İtaatin Keyfiyeti

Peygambere itaatin anlamını ve bu bağlamda sünnetin anlam ve önemini, Müslümanın hayatındaki yerini kısaca belirttikten sonra, burada peygambere itaatin keyfiyet noktasını da özetle belirtmeye çalışacağız. Konuyu şu ayetin ışı­ğında bir kaç cümle ile izah etmeye çalışalım:

"Hayır! Rabbine and olsun ki, aralarında .çıkan anlaşmazlık hususunda se­ni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksı­zın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar"36.

Peygamber-Müslüman ilişkisinde, peygambere itaatin yanısıra sözkonusu itaatin keyfiyetinin ayrı bir yeri vardır. Peygambere itaat etmek ve bu çerçeve­de onun sünnetine tabi olmak Müslümanın görevidir. Bu aynı zamanda Müs­lüman olmanın da tabii gereğidir.

Allah Teâlâ Kur’an’da; "Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah’a ve Rasülüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"37, buyurmaktadır.

Bu âyet, bir müminin Allah ve Peygamberinin koymuş olduğu bir hükmü kendi istekleri doğrultusunda değiştirme veya kendi arzularını tercih etme hak­kını vermezken, yukarıdaki âyette de peygamberin verdiği bir hükme uyarken, sadece uymak yetmediğini, gönülde en küçük bir rahatsızlığı duymayacak de­recede bir teslimiyetin sergilenmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu teslimiyetin peygambere uymada, peygamber-mümin ilişkisi çerçevesinde özenle üzerinde durulması gereken bir husustur.

III. Hz. PEYGAMBER’İN HAYATINDAN DAVRANIŞ MODELLERİ

Bu bölümde Buhârî’nin Sahihinin imân, ilim ve Edeb bölümlerini esas ala­rak Peygamberden bazı davranış modelleri sunmaya çalışacağız.

Hz. Peygamber’in hayatından davranış modelleri seçerken, ondan bize, sa­dece, "Rasûlullah şöyle yaptı" şeklinde intikal eden veriler değil, sözlü olarak ortaya koyduğu ilkelerin de bu kapsama dahil olduğunu öncelikle belirtmek gerekir. Çünkü peygamberin örnekliği sadece fiilî olarak ortaya koyduğu dav­ranışlarda değil, aynı zamanda sözlü olarak, hatta sözlü veya sözsüz tasvîb yo­luyla kabulüne mazhar olmuş söz ve uygulamalar şeklinde oluşan ilkeler de onun hayatından örnek alınacak modellerdir. Aksi halde Kur’an’ın bahsettiği "örnek" lik gerçekleşmiş olmaz. Bu prensipten hareketle, "Hz. Peygamber’in Hayatından Davranış Modelleri" örneklemesine öncelikle Rasûl-i Ekrem’in "müslüman"a getirdiği evrensel tanımı naklederek başlamak istiyoruz.

A. İMAN VE İBADET ALANINDA

1. İslâm Nedir? Müslüman Kimdir?

Cebrâil (a.s.)’ın Hz. Peygamber’e sorduğu "Islâm nedir?" sorusuna, "Al­lah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan O’na kulluk etmek, namazı kılmak, farz olan zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak"18 şeklinde cevap verirken, müslü- manı da,"müslümanların dilinden ve elinden zarar görmediği kimse "39olarak tanımlamış, böylece Islâmiyetin sadece ibadetler dini olmadığını, bütün hayatı kucaklayan bir din olduğunu göstermiştir. Bu tanımın ortaya koyduğu iki prensip, müslümanın eğitim ve ahlâkını hatta bütün davranışlarını terbiye altı­na alması açısından son derece önemlidir. Bu ifade "müslüman olma" kimliği­nin evrensel yorumudur. Özellikle bu kimliğe ve kimliğin ihtiva ettiği ruhu be­nimsemeye, günümüzde, özellikle sosyal barışın sağlanması açısından her za­mankinden daha çok ihtiyaç vardır.

Hz. Peygamber’in kıyamete kadar geçerliğini kaybetmeyecek bu evrensel yorumuna göre, müslümanım diyen bir kimse diğer bir müslümana ne "diliy­le" ne de "eliyle", zarar vermemelidir. Bu konuda herkes kendini sorgulamalı ve bu çizginin neresinde durduğuna, peygambere ve onun getirdiği ilkelere ne kadar yakın olduğuna bir bakmalıdır. Aksi halde kuru bir peygamber sevdasından bahsetmenin bir faydası olmayacaktır. Peygamberin hayatından davra­nış modelleri seçmek ve onu örnek almanın mânâ ve gereği de budur.

2. İslâm Kolaylıktır, Mutedil Olmayı Emreder

Dinin bizatihi kendisi kolaylıktır, "kraldan kralcı kesilme" misali onu zor­laştırmak hiç kimsenin hakkı değildir. Hz. Peygamber bu noktayı; "Din bizati­hi kolaylıktır. Bu dinde işi sıkı tutarak aşırı giden hiç kimse yoktur ki din ona galebe etmesin! Öyle olunca ortalama gidin. (Eğer en kamilini yapamazsanız, ona) yaklaşın; (az olsa da devamlı amel ve ibadetten dolayı) sevinin!..."40 söz­leriyle dile getirmiş, her hususta itidal olan yaşantısıyla da bunu model olarak insanlığa sunmuştur.

3. İbadetlerde Aşırı Gitmemek

Peygamber hayatının hiçbir noktasında ve hiçbir alanında aşırılık yoktur. Onun ibadet hayatını Hz. Aişe’den sorup öğrenen bir grup sahâbi, ibadetini azımsadılar; kendilerinin peygamber gibi olmadıklarını ifade ederek kimisi ge­ce uyumayacağını, kimisi bütün seneyi oruçlu geçireceğini, kimisi daha et ye­meyeceğini, kimisi de fiili evlilik hayatını sona erdireceğini söylemiş, bunu du­yan Hz. Peygamber kendisinin herkes gibi yiyip içtiğini, yatıp uyuduğunu ve evlilik hayatını devam ettirdiğini ifade ederek, Allah’tan en çok korkan ve yine onu en iyi bilen kendisi olduğu halde neden kendisini örnek almadıkları için onları azarlamıştır41.

4. Namazda Cemaatı Usandırmamak

Hz. Peygamber, namazda okuyacağı Kur’an ya da sûrenin uzunluk mik­tarını arkasındaki cemaate göre ayarlar, onlara eziyet vermek ya da nefret et­tirmek istemezdi42. Zira arkada hasta, zayıf ve ihtiyaç sahibi kimselerin bulu­nabileceğini ifade ederek cemaatle kılınan namazlarda uzun zammi sûre koş­mayı hoş görmemiştir.

5. Az da Olsa Amelde Devamlılık Esastır

Hz. Aişe, yanında bulunan bir kadının kim olduğunu soran Hz. Peygam- ber’e, kimliği yanısıra çok namaz kılışından bahsedince, o; "Daima elinizden gelecek şeyleri yapınız. Yoksa Allah’a yemin olsun ki, siz usanmadıkça Allah (sevap vermekten) usanmaz (vazgeçmez)" buyurdu ve Hz. Aişe; "Rasûlullah’ın en çok sevdiği din (yani taat)43, sahibinin devamlı olarak yaptığı ameldi" demiştir .

6. Büyük Günahlar ve Onlardan Kaçınmak

Bir defasında Hz. Peygamber, "Büyük günahları size haber vereyim mi? de­di. "Evet ya Rasülellah" dediler. "Allaha ortak koşmak, ana-babaya âsi ol­mak" .buyurdu. Bu noktadan sonra yaslanmış halinden doğrulup oturdu ve; "Dikkat edin ha! Bir de yalan söz ve yalan yere şahitlik" dedi. Olayı nakleden sahabînin ifadesine göre Hz. Peygamber, "Keşke sussa!" denilinceye kadar bu sözü tekrar etti45. Onun bu tavrından da yalan yere şahitliğin ne kadar büyük bir günah olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

B. İLİM ALANINDA

1. İlme ve Ahlâka Değer Yermeyen Toplum İntihar Etmiş Gibidir

Hz. Peygamber, ilmin yok olmasını, cehlin kökleşmesini, içki içme ve zina olaylarının çoğalmasını kıyametin kopması olarak değerlendirmiş, onunla eş değerde tutmuştur46-

2. İlimsiz İrşad Olmaz

Hz. Peygamber, ilimsiz fetva vermekten sakındırmış, böyle yapanların hem kendilerini hem de halkı saptıracaklarını ifade etmiştir47-

3. İslâm İnancında Yargısız İnfaz Yoktur

Zina suçuyla suçlanan bir kadın, suçlandığı kimseye benzeyen bir çocuk dünyaya getirince, Hz. Peygamber, kadın hakkında, "Eğer ben bir kimseye de­lilsiz ceza verecek olsaydım bu kadını zina cezasıyla cezalandırırdım" diyerek, makamı ne olursa olsun, delilsiz hiçbir infazın yapılmayacağı ilkesini va’zetmiş, bunun insan hakları ve hukuk ilkelerine aykırı olduğuna işaret etmiştir48.

4. Hüküm Zahire Göre Verilir

Hz. Peygamber, "Ben insanların kalplerini açmaya, içlerine nüfuz etmeye memur değilim" buyurarak kalbe nüfuz etmenin mümkün olmadığını, biri hakkında hüküm verirken zahire göre hüküm verilmesinin gerektiğini belirt­miştir49. Bu da birileri hakkında kanaat sahibi olurken oldukça önemlidir.

5. Muhatabın Anlayacağı Dilden Konuşmak

Hz. Peygamber bir şeyi anlatırken bazan teşbihlerle, meseleyi basite indir­geyerek insanların anlayacağı dil ile anlatır50 konuşmalarında da tane tane ifa­deler kullanırdı51.

C. AHLÂK ALANINDA

1. Edeb ve Haya İmandandır

Hz. Peygamber’in ifadesiyle edeb ve haya imanın bir tezahürüdür52.

2. En Hayırlı Kimse Ahlâkı Güzel Olandır

Hz. Peygamber, Kur’an’ın da belirttiği gibi53 ahlakça insanların en üstünüy­dü. Çünkü o, Kur’an ahlâkı ile ahlâklanmış ve yine o, yüce ahlâkı tamamlamak için gönderilmişti. Bu meyanda, "Ahlâkça en güzel olanınız, sizin en hayırlıla­rınızda" buyurdu54.

3. Hırsızlık, Zina ve İftiradan Kaçınmak

Hz. Peygamber’in hayatında, sözlü olarak va’zettiği evrensel ilke ve davra­nış modelleri arasında, "Hırsızlık yapmamak, zina etmemek, kendi çocukları­nı öldürmemek, yoktan yere başkalarına iftirada bulunmamak, gerekli ma­kamlara maruf olan konularda saygılı olup isyan etmemek"55 gibi ilkelerde var­dır.

Burada kendi çocuklarını öldürmeme konusunda kürtaja işaret etmek gere­kir. O günün cahiliye toplumunda dünyaya gelen kız çocuklarını diri diri top­rağa gömme vahşeti sergilenirken, bugünün bilgi çağının modern toplumunda modern aletlerle kürtaj yoluyla öldürme vahşeti sergilenmektedir. Hem de ço­ğu aynı gerekçelerle: Ekonomik endişeler!.. Bilgi çağının modern toplumunda nüfus planlaması yapılacaksa -ki bunun da makul gerekçeleri olması gerekir- bunun yolu kürtaj değil döllenmeye meydan vermeden ön tedbirler olmalıdır.

4. Her An ve Her Davranışta İyi Niyet Sahibi Olmak

Örnek davranış sergileyebilmek için kalbin temiz olması, kötü hasletlerden arındırılması, niyetlerin saflaştırılması, her hususta iyi niyet taşınması gereği vurgulanmış, bütün davranışların bu sayede ancak güzel olabileceği belirtilmiş­tir. Çünkü onun ifadesiyle, "herkes ancak niyetinin karşılığım görecektir"56.

5. Hiç Kimseyi Ayıplamamak, Herkese Hakkını Tam Vermek

Ebû Zer’in (r.a.) birine, "siyahın oğlu" diye hitap ederek annesinin siyahlı­ğından dolayı tahkir etmesini gören Hz. Peygamber; “Ey Ebû Zer sen bu ada­mı annesinden dolayı ayıplıyor musun" Sen, kendisinde cahiliye adeti bulunan bir kimsesin. Hizmetçileriniz sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin elinizin altına (yönetiminize emanet olarak) vermiştir. Kimin sorumluluğu altında böy­le bir kardeşi varsa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin ve ona gücü­nün yetmeyeceği bir iş yüklemesin; eğer ona ağır bir iş yüklerse ona yardım et­sin!57 buyurarak, evrensel hukuk ilkeleri ve davranış modelleri va’zetmiştir.

Bunlar, sadece hizmetçilerle alakalı değil amir-memur, patron-işçi münase­betlerini tanzim eden evrensel davranış ve hukuk modelleridir. Ev sahibi hiz­metçisine amir memuruna, patron işçisine gücünü aşan bir görev vermeyecek, onu ezmeyecek, hakkını tam verecektir. Ona tepeden bakmayacak, minnetle ve kardeş gözüyle bakacaktır. Çünkü o onun kardeşidir. Ona giydiğinden giydi­recek, yediğinden yedirecektir. Bunun anlamı şudur: Patron işçisine, devlet me­muruna, daha genel bir ifade ile yönetenler yönetimi altındakilere kendi hayat standartları ölçüsünde yaşayabilecek imkan sağlamalılar.

6. Hiç Kimseye Kötü Söz Söylememek, Haksız Yere Öldürmemek

Hz. Peygamber’in sunduğu örnek yaşam tarzında bir müslümanın diğer bir müslümanı öldürmesi yoktur. Müslüman olmayanların da hayatı garanti altın­dadır. Hz. Peygamber, birbirlerini öldürmek için karşı karşıya gelen iki müslü- manın, ölenin de öldürenin de cehennemde olacağını, çünkü ölenin de öldürme kastı bulunduğunu ifade etmiştir58. Peygambere inanmış bir insan, savaş gibi meşru hususlar dışında, gerekçesi ne olursa olsun, diğer bir kimseyi öldüremez. Adam öldürmek, Peygamber modeline uygun bir davranış değildir. Onun sun­duğu anlayış modelinde; "müslümana sövmek fısk, onunla savaşmak küfür­dür"59.

7. Emanete İhanet, Yalan Söylemek, Verilen Sözden Caymak Yoktur

Peygamberden daha yüce konumda bir şahsiyet tasavvur etmek elbette mümkün değildir. O peygamberlikle görevlendirilmeden önce bile hiç yalan konuşmamış, peygamberlikle görevlendirildikten sonra da; birine bir şey ema­net edildiğinde ona ihanet etmeyi; konuştuğunda yalan söylemeyi, verilen söz­de durmamayı, tartışmada aşırı gitmeyi nifak alameti olarak nitelemiş, bu davanışlardan birinde bulunanın kendisinde nifak alameti bulunduğunu belirt­miştir60.

Onun bu eşsiz şahsiyeti ve çevresine vermiş olduğu güven ve emniyet duy­gusu, Islâmiyetin yayılmasında etkin rol oynamış, kabulüne yardımcı olmuş, ona hız kazandırmıştır. Dürüst bir şahsiyet sergilemek fiilî bir tebliğdir. Bu, tebliğ için oldukça önemlidir.

8. Emanete İhanet Kıyametin Kopması Kadar Kötüdür

Hz. Peygamber emanete riayet etmeye önem vermiş, emanetin zayi edilme­sini kıyamet alameti olarak nitelemiştir. Bir toplumda güven ve itimat kalma­dığı zaman o toplum kendi eliyle kıyametini hazırlamış demektir61.

9. Dul ve Kimsesizlerin Yardımına Koşmak

Hz. Peygamber, dul ve kimsesizler için çalışanın, Allah yolunda cihad eden veya gündüz oruç tutup geceleri ibadet eden kimse gibi olduğunu müjdelemiş­tir62.

10. Yetimleri Gözetmek

Yine Hz. Peygamber, fiilî uygulamada yetimlere her zaman sahip çıkmakla beraber, yetimlere sahip çıkanların Cennette kendisiyle beraber olacaklarını da ifade etmiştir63.

D. AİLE İLİŞKİLERİNDE

1. Sorumluluk Bilincinde Olmak

Hz. Peygamber, "Herbiriniz birer yöneticisiniz ve herkes yönettiklerinden mesuldur" buyurarak toplumda herkesin, üzerine düşeni yapması gerektiğini ısrarla belirtmiştir64.

2. Çocukları Sevmek, Seviyelerine İnip Oynamak, Şefkat Göstermek

O çocukları kucağına alır, öper, okşardı65. Bazan da onların seviyesine ine­rek onlarla oynar, şakalaşırdı. Mahmûd Îbnu’r-Rabî anlatıyor. O; "Beş yaşım­da iken Peygamber (s.a.)’in bir kere bir kovadan (ağzına su alıp) yüzüme püs­kürttüğünü hatırlıyorum" demektedir66. O yine bu konuda; "Kureyş kadınları­nın iyisi, çocuğa küçüklüğünde en şefkatli olandır" buyurdu67.

Hz. Peygambere gelen bir badiyeli on tane çocuğu olduğunu fakat hiç biri­ni kucağına alıp öpmediğini söylemiş. Rasûlullah (s.a.) ona dönüp baktı, son­ra da, "merhamet etmeyene merhamet olunmaz"; diğer bir rivayete göre; "Al­lah kalbinden merhameti söküp almışsa ben ne yapabilirim!" buyurdu68.

3. Ana-B abaya Karşı İtaatli Olmak

Hz. Peygamber, Anne-babaya itaate büyük önem vermiş69, onlara âsî olma­yı büyük günah olarak nitelemiştir70.

4. Akrabaları Gözetmek, Sıla-ı Rahim Yapmak

Hz. Peygamber, ayrıca sıla-i rahme, yani akrabalık ilişkilerinin özenle yürü­tülmesine de büyük önem vermiş, bu konuda herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini sıkısıkıya emrederken71 akrabalık bağlarını kesenlerin Cennete gire­meyeceğini de ifade etmiştir.

5. İsraftan Kaçınmak

Hz. Peygamber,"Altın ve gümüş kaplarda içmeyin halis ipek giymeyin.”72 buyurarak, gurur ve kibre sebebiyet verecek, sosyal ahlâkın ve sosyo-ekonomik dengelerin bozulmasına yol açacak altın ve gümüşün eşya olarak kullanımım yasaklamış, ayrıca israfı ve israfa giden yollan da bu şekilde tıkamış olmakta­dır. Burada Hz. Peygamber’in altın ve gümüşün ekonomiye kazandırılması ge­reğine dikkat çektiğini de söylemek mümkündür.

E. KOMŞULUK İLİŞKİLERİNDE

1. Komşuya Eziyet Etmemek, Her Alanda Güvenilir Olmak

Hz. Peygamber, bir defasında üç kere üst üste; "Vallahi iman etmiş olmaz!" buyurdu. "Kim ya Rasûlellah?" dediler. "Komşusu kendisinden emniyette ol­mayan kimse!" buyurdu73.

2. Komşunun Namusuna Göz Dikmek Büyük Günahlardandır

Hz. Peygamber ayrıca, "En büyük günah hangisidir?" sorusuna verdiği ce­vapta, Allah’a ortak koşmak, sonra ekonomik endişelerle çocukları öldürmek, daha sonra da komşunun namusuna göz dikmek olduğunu belirtmiştir74.

3. Komşuyu Hakir Görmemek

Müslüman kadınlara hitaben, Hz. Peygamberin, “Hiç bir komşu diğer komşusunu hakir görmesin!" şeklindeki uyarısı75, onun, komşu hak ve ilişkile­rine ne kadar önem verdiğini gösterir.

4. Her İyilik ve Güzel Söz Sadakadır

Hz. Peygamber, "her iyilik sadakadır" buyurarak, iyiliğe ibadet vasfı ka­zandırmıştır. O, "güzel söz de sadakadır" buyurdu76.

5. Kötülükten Sakınmak da Sadakadır

Bir ifadesinde, "Her müslümanın sadaka vermesi gerekir" buyurdu. Ya im­kan bulamazsa? dediler. "Çalışarak kendi eliyle kazanır. Hem kendisi için har­car, hem ondan sadaka verir" buyurdu. Ya çalışacak gücü yoksa? dediler. "Sı­kışmış ihtiyaç sahibine yardım eder" buyurdu. Buna da gücü yetmezse? dedi­ler. "Hayrı veya marûfu emreder" buyurdu. Bunu da yapamazsa? dediler. "Kendisini başkasına kötülük yapmaktan alıkor, zira bu da kendisi için bir sa­dakadır" buyurdu77.

6. Sadaka Belaları Defeder

Hz. Peygamber. "Bir hurma ile bile olsa cehennem ateşinden sakının! Bula­mazsa güzel sözle kendisini korusun!" buyurdu78. Bu ifade de Hz. Peygam- ber’in beşerî münasebetlere verdiği önemi yansıtmaktadır.

F. SOSYAL İLİŞKİLER ALANINDA

1. Müslüman Her Zaman Çevresine Yararlı Olur

Hz. Peygamber, Müslümanı yaz-kış faydalanılan hurma ağacına benzetmiş, burada, müslümanım diyen herkesin her zaman ve her hal ü kârda çevreye ya­rarlı olması gerektiğinin altını çizmiştir79.

2. Kolaylaştırmak, Zorlaştırmamak, Müjdelemek, Nefret Ettirmemek

"Kolaylaştırmak, zorlaştırmamak, müjdelemek, nefret ettirmemek" Hz. Peygamber’in davranış modelleri ve sözlü olarak ilkeleştirdiği düsturlardan­dır. Halka va’z u nasihatta bulunurken onlara usançlık gelmesinden endişe eder, durumlarına uygun zamanlar seçerdi80.

3. Yemek Yedirmek, Selam Vermek

Hz. Peygamber, yemek yedirmeyi ve selamı yaygınlaştırmayı da İslâmî dav­ranışların en hayırlıları gurubunda saymış81; sosyal barışın, karşılıklı sevgi ve saygının gerekliliğini sadece dilde söylemekle yetinmemiş, fiilî olarak yerleşip kökleşmesinin yolunu ve eğitimini göstermiş, kısa zamanda neticesini de almış­tır. Çünkü akıllı insan, fıtrî bir duygu ile "yemek yediği sofraya nankörlük et­mez".

4. Misafire İkram Etmek

Hz. Peygamber, "İki kişinin yemeği üç kişiye yeter, üç kişinin yemeği de dört kişiye yeter"82 buyurarak, kapıların misafire her zaman açık tutulması ge­rektiğini belirtmiştir.

Diğer bir hadiste, "Allah’a ve ahiret gününe inanan komşusuna eziyet etme­sin. Allah’a ve ahiret gününe inanan misafirine ikram etsin, Allah’a ve ahiret gününe inanan hayır söylesin, yahut sussun"81 buyurdu.

5 . Hayırlı İşlere Vesile Olmak

Hz. Peygamber, Allah Teâlâ’nın her işte yumuşak ve merhametle davran­mayı sevdiğini84 ve hayırlı bir iş için aracılık edenin ondan kendisine bir pay ayrı­lacağını ifade buyurmuştur85.

6. Şerrinden Korkulan Kimse En Kötü İnsandır

Yine Hz. Peygamber’in ifadesiyle, kıyamette derece bakımından Allah ka­tında insanların en kötüsü, insanların şerrinden korktukları kimselerdir86.

7. Sabırlı Olmak En Güzel Hasletlerdendir

Enes (r.a) Peygamber (s.a.)’in yanında on sene kaldığını, bir defa bile onu “öf” yahut "niçin böyle yaptın?" veya "niçin böyle yapmadın?" demediğini be­lirtmektedir87". Bu da Hz. Peygamber’in sabrını yansıtan örnek bir davranıştır.

8. Sinirlendiğinde Bile Kötü Söz Söylememek

Yine Enes (r.a), Hz. Peygamber’in kötülük yapan, lanet eden, kötü söz söy­leyen biri olmadığını, bunaldığı zaman "sevenin hasretine yansın!" ifadesinden başka bir söz sarfetmediğini belirtir88.

9. Birine Lanet Etmek Onu Öldürmek Gibidir.

Hz. Peygamber bir ifadesinde, "Kim bir mü’mine lanet ederse onu öldür­müş gibidir. Kim birini küfürle itham ederse yine onu öldürmüş gibidir"89 de­mektedir.

G. ÜSTÜN ŞAHSİYET ÖRNEKLERİ

1. Sevdiğini Allah İçin Sevmek

Hz. Peygamber, kişi sevdiğini Allah için sevmedikçe imanın manevî hazzına ulaşamaz90 ifadesiyle, karşılıklı sevgiyi, Allah için olma gibi ulvî bir gayeye bağ­lamış, dünyevî bir beklentiye dayanan bir sevginin sosyal barışı sağlayamaya­cağı gibi geçici olacağına da işaret etmiş olmaktadır. Bu ilkeyi daha da genel­leştirerek, sevdiğini Allah için sevip sevmediğini de Allah için sevmemek, en fa­ziletli amellerden biri olduğunu belirtmiş91, sevginin amacını evrensel bir gaye­ye bağlamıştır.

2. Başkasını Kendine Tercih Etmek

Sosyal barışın temininde ve kardeşlik duygularının yerleşmesinde etkin rol oynayan model uygulamalardan biri de kişinin kendi nefsi için arzu ettiğini başkaları için de arzu etmedikçe kamil manada iman etmiş olamayacağı92 ilke­sidir. Bunun tersi de doğrudur: yani kişi aynı zamanda kendi nefsi için isteme­diklerini başkası için de istemeyecektir.

3. Başkasına Gücü Üstünde Bir Şey Yüklememek

Hz. Peygamber’in en belirgin vasıflarından biri, ibadetle ilgili konularda ol­duğu gibi hukuki ve sosyal ilişkilerde de mutedil olmak ve bu çizgiyi muhafa­za etmek olmuştur. Hz. Aişe’nin ifadesiyle "Rasülullah (s.a.) ashabına bir şey emrettiği zaman onlara güçleri yetecek şeyleri emrederdi". Bazıları; "Ya Rasû- lellah, bizim durumumuz, sizin gibi değildir. Senin geçmiş ve gelecek hataların affedilmiştir" dediklerinde, bu ifadeden son derece rahatsız olmuş ve onlara; "sizin Allah’tan en fazla korkanınız ve Allah’ı en iyi bileniniz benim!”93 diye­rek bu düşünce ve davranışlarını tasvip etmemiştir.

4. Veren El Alan Elden Üstündür

Hz. Peygamber, verme konusunda en güzel örneği sergilerken; "Veren el,alan elden üstündür" veciz ifadesiyle de vermeyi üstün bir ilke haline getirmiş­tir54.

5. Her Şeyi Güzel Yapmak, Hayvanlara Karşı Merhametli Davranmak

Hz. Peygamber, bir merhamet timsali idi. O sadece insanlara karsı değil hayvanlara karşı da son derece merhametli olmuştur. Savaşta bile öldürmenin işkence ile değil güzel yapılmasını; hayvanları boğazlamanın, bıçağın bilevlen- miş olup fazla eziyet çektirmeden gerçekleştirilmesini emretmiştir95.

6. Her Davranışı Allah’ın Görüyor Bilinci İle Yapmak

Hz. Peygamber’in kulluğun icrasında da sergilediği keyfiyet, "Allah’ı görü­yor gibi kulluk etmek"96 şeklindedir. Bu, insanın Rabbı katında kul olarak ula­şabileceği en yüce makam olan ihsan makamıdır. Her davranış için geçerli ve aranan standart olup herkesçe benimsenmesi gereken bir keyfiyettir. Kişi her davranışında Allah’ın kendisini o an murakabe etmekte olduğunu düşünür ve bu inançla hareket ederse bütün davranışı ölçülü ve kontrollü olacaktır.

7. Çevreyi Temiz Tutmak

Hiç kimseye eziyet etmemek de Hz. Peygamber’in davranış modellerinden- dir. O kadar ki, yolda insanlara eziyet veren bir nesneyi kaldırıp atmayı, en se­vimli davranışlardan biri olarak nitelemektedir97.

SONUÇ

Hz. Peygamber’in hayatı Allah’tan gelen İlâhî mesajın bizâtihi canlı bir uy­gulamasıdır. Onun varlığının ve sunduğu hayat modelinin bütün insanları ilgi­lendirmesinin temel sebebi budur. Bu da Hz. Peygamberin gerçek makam ve konumunu, varlık aleminde icra ettiği fonksiyonu iyi ve doğru kavramayı ge­rektirmektedir.

Hak dinler, akıl kaynaklı değil, İlâhî kaynaklı olup akılla uyum halindedir. Bu durumda mutlak manada şârî Allah olmakta, bu da Allah ile kul arasında, yaratılış gayesi olan "kulluk"un nasıl olacağını bildirecek bir vasıtayı zorunlu kılmaktadır. Bu vasıtalar da peygamberlerdir. Dolayısıyla Peygamberin insan­lık için değeri, İlâhî vahiyden ibaret olan dinin değeri ile orantılıdır.

Fıtrî bir ihtiyaç olan din, insanlık tarihi kadar eskidir. İlmî bir gerçek ola­rak, din olmadan insanlığın tam olarak gerçekleşmesi mümkün değildir. Bunun aksini düşünmek, insan gerçeğini ve varlık yapısını gözardı etmek, insanı ahlâk ve "kemâl" olgunluğuna ulaştırmak için var olan dinin amacını kavrayama­mak demektir. Çünkü din insan içindir ve insanlık için vazgeçilmez bir unsur­dur.

Netice itibarı ile ebedî bir hayat olan âhiretin kurtuluşu, peygamberin teb­liği sayesinde mümkün olduğu için, peygamber herkes için önemlidir. Bu yüz­den de gönlümüzde müstesna bir yeri vardır.

Onun risâleti zaman ve mekânla sınırlı değildir. O, bütün insanlığın pey­gamberi olması hasebiyle bizi de birinci derecede ilgilendirmektedir. Bu bağdan doğan itaat sorumluluğu, şüphesiz öncelikle onun sünnetine uymayı ifade eder.

Hz. Peygamber’in hayatı tümüyle bir örnektir. Onun hayatının tamamını anlatmak mümkün değildir. Bu araştırmamızın davranış modelleri örnekleme bölümünde herhangi sistemli bir sıralama yolu izlemeden bizler için öncelikli olarak önem arz eden hususlarda bazı seçmeler yapmaya çalıştık. Önemli olan ve mümin olarak bize düşen onun örnekliğini tam manasıyla benimsemek, her konuda onu rehber ve örnek edinmektir. Çünkü ona tabi olmadan kulluk va­zifesini gerçekleştirmek mümkün olmamaktadır. Dün olduğu gibi bugün de ya­rın da bütün insanlık ona her zaman ihtiyaç duyacaktır. Ona duyulan ihtiyaç hiçbir zaman azalmadı ve azalmayacaktır. Ancak günümüz dünyasında onun örneklik ve önderliğine dünden daha çok ihtiyaç duyulduğu da bir gerçektir.

*Cumhuriyet Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı öğretim Üyesi.

1 Ahzab, 33/21.

2 el-Isrâ, 17/70; et-Tîn, 95/4.

3 el-Bakara, 2/30.

4 ez-Zâriyat, 51/56.

5 el-lsrâ, 17/93; el Kehf, 18/110; Fussılet, 41/6.

6 Arif Etik, Farsça-Türkçe Lügat, İstanbul 1968, s. 115.

7 TDK, Türkçe Sözlük, s. 1182, Ankara 1988; Mehmcd Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, byy. 1996, İz Yayın­cılık, s. 902.

8 ez-Zariyat, 51/56.

9 el-En’âm, 6/75-81.

10 "Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle dile­diğini ona vahyeder. O, yücedir, hakimdir" (Şûra: 42/51).

11 Âl-i Imrân, 3/19.

12 el Kalem, 68/4,

13 Muvattâ, Hüsnü’l-huluk, 8.

14 Ahzab, 33/21.

15 Tevbe, 9/128.

16 Ahzab, 33/6.

17 Buharı, Nafakât, 14.

18 Enbiya, 21/107.

19 Sebe, 34/28.

20 Maide, 5/67.

21 Nahl, 16/44.

22 Nisa, 4/59.

23 Nisâ, 4/80.

24 Ahzabi, 33/21.

25 Al-i İmran, 3/31.

26 Haşr, 59/7.

27 Bk. Kırbaşoğiu, Hayr’u Islâm Düşüncesinde Sünnet-I, Ankara 1996, s. 247-250.

28 Mevdûdî’nin bu yöndeki değerlendirmeleri için bk. Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an, İstanbul 1986, VI, 191.

29 Ahzab, 33/36.

30 Al-i îmran, 3/31.

31 Nisa, 4/80.

32 Al-i Imran, 3/32.

33 Nisa, 4/59.

34 Hallâf, Abdulvehhâb, Umu Usûli’l-fıkh, İstanbul 1991, 29-30; Ebû Zehra Muhammed, İslâm Hukuku Me­todolojisi, (Fıkıh Usûlü), çev. Abdulkadir Şener, Ankara 1981, s. 99-100; Karaman, Hayreddin, Hadîse Dâ­ir İlimler ve Hadîs Usûlü, İstanbul 1965, s. 6.

35 Subhi Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, (trc. M. Yaşar Kandemir), Ankara 1981, s. 254.

36 Nisa, 4/65.

37 Ahzab, 33/36.

38 Buhârî, îmân 37, Zekât 1; Tefsir sûre, (31) 2, Edeb, 10; Ayrıca bk. Müslim, îmân, 5, 12, 14, 15; Neseî, imân, 6, Salât, 10; tbn Mûce, Fİten, 12; Ahmed b. Hanbel, II, 107, 342, 426; III, 472, IV; 76, 202, 357, 358, 363, 367, 417, 418; V. 231, 269, 373.

39 Buhârî, îmân, 4-5, Rikâk, 26; Ayrıca bk. Müslim, imân, 64-66; Ebû Dâvûd, Cihad, 2; Tirmizî, Kıyâme, 52, imân, 12, Neseî, imân, 8, 9, 11; Dârimî, Rİkâk, 4, 8; Ahmed b. Hanbel, II, 160, 163, 187, 191, 192...

44 Buhâri, imân, 32, Rikâk, 18. Ayrca bk. Müslim, Musafirin, 215, 218; Munafıkîn, 78; Ebû Dâvûd, Tatav- vu, 27; Neşet, Kıyamu’Meyl, 19, Kıble, 13; Ibn Mace, Zühd, 28; Ahmed b. Hanbel, II, 350, V; 219, VI, 40, 61, 125, 165, 176...

45 Buhârî, Edeb, 6.

46 Buhârî, Ilm, 21.

47 Buhârî, Ilm, 34; Müslim, ilim, 13; Tirmizî, ilim, 5; îbn Mâce, Mukaddime, 8; Dârimî, Mukaddime, 26; Ah­med b. Hanbel, II, 162, 190, 203.

48 Buhârî, Talâk, 36.

49 Buhârî, Edeb, 17.

50 Buhârî, llm, 20.

51 Buhârî, llm, 30; Tirmizî, Isti’zân, 28; Ebû Dâvûd, İlim, 6.

52 Buhârî, Edeb, 38.

53 “Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin!” [Kalem: 68/4].

54 Buhârî, Edeb^38.

55 Buhârî, iman, 11.

56 Buhârî, îmân, 41, Bed’ü’l-vahy, 1, Itk, 6, Menâkıbu’l-Ensâr, 45, Talâk, 11 (tercemede), Eymân, 23, Ikrâh (kitab tercemesinde), Hiyel, 1; Müslim, îmâre, 155; Ebû Dâvûd, Talâk, 10, 11; Nesei, Taharet, 60, Talâk, 24, Eymân, 19; Ibn Mâce, Zühd, 26.

57 Buhâfî, imân, 22.

58 Buhâfî, imân, 22. Ayrıca bk. Neseî, Tahrîm, 28; Ibn Mâce, Fiten, 11.

59 Buhârî, imân, 36; Edeb, 44, Fiten, 8. Ayrıca bk. Müslim, imân, 116; Tirmizî, Birr, 51, imân, 15, Nesâî, Tah- rim, 27; Ibn Mâce, Mukaddime, 7, 9, Fiten, 4; Ahmed b. Hanbel, I, 176, 178, 385, 411, 433, 454, 417, 439, 446, 460.

57 Buhâfî, imân, 22.

58 Buhâfî, imân, 22. Ayrıca bk. Neseî, Tahrîm, 28; Ibn Mâce, Fiten, 11.

59 Buhârî, imân, 36; Edeb, 44, Fiten, 8. Ayrıca bk. Müslim, imân, 116; Tirmizî, Birr, 51, imân, 15, Nesâî, Tah- rim, 27; Ibn Mâce, Mukaddime, 7, 9, Fiten, 4; Ahmed b. Hanbel, I, 176, 178, 385, 411, 433, 454, 417, 439, 446, 460.

60 Buhârî, imân, 24.

61 Buhârî, îlm, 2, Rikâk, 35; Ahmed b. Hanbel, II, 361.

62 Buhârî, Nafakât, 1; Edeb, 25-26; Müslim, Zühd, 41; Tirmizî, Birr, 44, Neseî, Zekât, 78.

63 Buhârî, Edeb, 24.

64 Buhârî, Vesâyâ, 9.

65 Buhârî, Edeb, 22.

66 Buhârî, Ilm, 18.

67 Buhârî, Nafakât, 9.

68 Buhârî, Edeb, 22«

69 Buhârî, Edeb, 1.

70 Buhârî, Edeb, 6.

71 Buhârî, Edeb, 8.

72 Buhârî, Eşribe, 27.

73 Buhârî, Edeb, 20.

74 Buhârî, Edeb, 20.

75 Buhârî, Edeb, 30.

76 Buhârî, Edeb, 34.

77 Buhârî, Edeb, 33.

78 Buhârî, Edeb, 35.

79 Buhârî, llm, 5.

80 Buhârî, Hm, 11, Meğâzî, 60, Edeb, 80. Ayrıca bk. Müslim, Cihâd, 4; Ebû Dûvûd, Edeb, 17; Ahmed b. Han- beh L 239, 283. 365. III. 131. 209. IV, 399. 412. 417.

81 Buharı, imân, 6, 20, Isti’zân, 9. Ayrıca bk. Müslim, imân, 63; Ebû Dâvûd, Edeb, 131; Nesei, imân, 12.

82 Buhârî, Et’inıe, 10, 11; Ayrıca bk. Müslim, Eşribe, 179, 180, 181; Tirmizî, Et’ime, 21; Ibn Mâce, Et’ime 2; Dârimî, Et’ime, 14; Muvattâ’, Sıfatu’n-Nebî, 20; Ahmed b. Hanbel, II, 244, 407, III, 301, 305, 382.

83 Buhârî, Edeb, 31.

84 Buhârî, Edeb, 35,

85 Buhârî, Edeb, 36-37.

86 Buhârî, imân, 3.

87 Buhârî, Edeb, 39.

88 Ebû Dâvûd, Edeb, 1.

89 Buhârî, Edeb, 44.

90 Buhârî, İmân, 9, Edeb, 42. Ayrıca bk. Müslim, İmân, 67, 68; Tirmizî, İmân, 10; Ahmed b. Hanbel, III, 103, 140, 141, 150, 156, 230, 241, 248, 272...

91 Ebû Dâvût, Sünnet, 2.

92 Buhârî, îmân 7; Müslim, İmân, 71, 72.

93 Buhârî, İmân, 13.

94 Buhârî, Nafakât, 1,2, Vesâya, 9, Rikâk, 11, Zekat, 18, 50. Ayrıca bk. Müslim, Zekat, 94-97,106; Ebû Dâ- vûd, Zekât 28; Tirmizî, Zühd, 32, Kıyâme, 29; Nesaî, Zekat, 50, 52, 53, 93; Muvattâ, Sadaka, 8; Dârimî Zekat, 22; Ahmed b. Hanbel, II, 4, 67, 98, 122, 243, 275, 288, 319, 362, 334, 475..., III, 330, 446..., V, 262.

95 Müslim, Sayd, 57; Ebû Dâvûd, Edâhî, 11; Neseî, Dahâyâ, 22, 26, 27; Tirmizî, Diyâd, 14; İbn Mâce, Zebâ- ih , 3; Dârimî, Edâhî, 10.

96 Buhârî, imân, 37, Tefsir sûre, (31) 2. Ayrıca bk. Müslim, İmân, 7; Ebû Dâvûd, Sünnet, 16; Tirmizî, imân, 4; Neseî, imân, 5, 6; Ibn Mâce, Mukaddime, 9; Ahmed b. Hanbel, I, 27, 51, 53, 319, II, 107, 426, IV, 129, 164.

97 Müslim, Mesâcid, 57.

BİBLİYOGRAFYA

ABDULBÂKÎ, Muhammed Fuâd: el-Mu ’cemu’l-mufehres li-elfâzi’l-Kur’ân’i’l- Kerîm, İstanbul 1982.

AHMED b. HANBEL: el-Müsned, Beyrut 1405/1985.

BUHÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buhârî: el-Câmiü’s-Sahîh, İs­tanbul ts., 1315’den ofset.

DOĞAN, Mehmed: Büyük Türkçe Sözlük, byy, 1996, Iz Yayıncılık.

DÂRİMÎ, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahmân en-Dârimî: Sünenü’d Dâ­rimî, (th. Mustafa el-Biğâ), Dımaşk, 1412/1991.

EBÛ DÂVÛD, Süleyman Ibnü’l-Eş’as es-Sicistânî: Sünenü Ebî Dâvûd, İstanbul ts. ofset.

EBÛ ZEHRÂ, Muhammed, Islâm Hukuku Metodolojisi, (Fıkıh Usûlü), çev. Ab- dulkadir Şener, Ankara 1981.

ETlK, Arif, Farsça-Türkçe Lügat, İstanbul 1968.

HALLÂF, Abdulvehhâb, Umu Usûli’l-fıkh, İstanbul 1991.

ITR, Nureddin: Menhecu’n-nakd fî ulûmi’l-hadîs, Dımaşk 1401/1981.

IBN HACER, Ebu’l-Fadl Şihabuddin Ahmed b. Ali el-Askalânî, Fethu’l-bârî bi- Şerhi Sahîhi’l-Buhâri, nş., Abdurrahman Muhammed, Beyrut 1402.

IBN MANZÛR, Ebu’l-Fadl Cemaluddîn Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’l- arab, Beyrut ts.

IBN MÂCE, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî, Sünenü Ibn Mâce, (th. Muhammed Fuad Abdülbâkî), Beyrut ts.

KARAMAN, Hayreddin, Hadîse Dâir ilimler ve Hadîs Usûlü, İstanbul 1965.

KUR’ÂN-I KERÎM.

MÂLlK b. ENES: el-Muvatta’, (th. M. Fuâd Abdülbâkî), Beyrut 1406/1985.

MEVDÛDÎ, Tefhîmu’l-Kur’an, İstanbul 1986.

MÜSLİM, Ebu’l-Hüseyn Müslim Ibnü’l-Haccac el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim (el- Câmi’u’s-sahîh), I-V, (nşr. Muhammed Fuad Abdülbâkî), İstanbul ts. ofset.

NESÂÎ, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şu’ayb en-Nesei; Sünenü’n-Neseî: Beyrut ts.

SALİH, Subhî: Ulûmu’l-hadîs ve mustalahuhû: Hadîs İlimleri ve Hadîs Istılahla­rı, (trc. M. Yaşar Kandemir), Ankara 1981.

TÜRK DlL KURUMU: Türkçe Sözlük, (haz. Haşan Eren, Nevzat Gözaydın, İs­mail Parlatır, Talat Tekin, Hamza Zülfikar), Ankara 1988.

TlRMlZÎ, Ebû Isa: el-Câmiu’s-sahîh (Sünenü’t-Tirmizî), Beyrut ts.

WENSINCK, Concordance A. J. Wensinck v.dğr.: Concordance Et İndices De La Tradition Musulmane, İstanbul 1986, VIII: haz. -W. Raven-J.J. Witkam 1988, (Çağrı Yayınları).