Makale

HZ. PEYGAMBER’ÎN TEBLİĞDE KARŞILAŞTIĞI PROBLEMLERE ANALİTİK BİR YAKLAŞIM

HZ. PEYGAMBER’ÎN TEBLİĞDE KARŞILAŞTIĞI PROBLEMLERE ANALİTİK BİR YAKLAŞIM*

Yrd. Doç. Dr. Kemal SÖZEN**

GİRİŞ

Hz. Muhammed 20 Nisan 570 tarihinde, Pazartesi günü sabaha karşı Mek­ke’de dünyaya gelmiştir.1 Onun hayatı peygamberliğinden önceki dönem (570- 610) ve Peygamberlik devri (610-632) olmak üzere başlıca iki safhaya ayrılır.

Birinci dönemi; çocukluk devresi (8 yaşına kadar), gençlik devresi (8-25 yaş arası) ve evlilik safhası (25-40 yaş arası) olmak üzere üç devreye ayırabiliriz, ikinci dönemi ise; Mekke (610-622) ve Medine devri (622-632) olmak üzere iki döneme ayırmak mümkündür.2

Biz, burada kategorik olarak ifade ettiğimiz bu safhalardan özellikle Pey­gamberlik dönemi üzerinde duracağız. Zira âlemlere rahmet olarak gönderilen bir şahsiyetin3 hayatını kısa bir zaman dilimi içinde tahlil etmenin zorluğunu da gözden uzak tutmamak kaydıyla, özellikle O’nun tevhid mücadelesinde karşı­laştığı problemleri, bu alanlardaki tebliğ metodunu ve uslûbunu ortaya koy­mak suretiyle, çağımız insanına İslâmî hakikatleri sunmada Resûlullah’ın mo­delini örnek alma açısından bir ışık tutmanın mümkün olacağı kanaatindeyiz.

Hz. Peygamber’in hayatının 610-632 yılları arasındaki safhası, özellikle bir mücadele dönemidir. Bu mücadele, batıla karşı Hak adına verilen zorlu bir uğ­raş karakteristiğini taşımaktadır. Bu bağlamda mücadele, adeta bütün peygam­berlerin ortak özelliğidir. Zira, vahiy kültürünün tebliğinde bütün peygamber­lerin tevhid adına mücadele vermiş oldukları gözlenmektedir.4 Bilindiği gibi bu keyfiyyet, Kur’an-ı Kerim’de geniş ölçüde yer almaktadır. Örneğin; Hz. Nuh’un kendi toplumuyla5, Hz. Hud’un Ad kavmiyle6, Hz. İbrahim’in Babil hükümdarı Nemrud’la7, Hz. Musa’nın Firavun’la olan mücadelesi8, peygam­berlerin görevlerinin zorluğunu açık bir şekilde sergilemektedir.

Ancak Hz. Peygamber’in tevhid mücadelesi, diğer peygamberlerle kıyaslan­dığında, saha ve sınırları itibariyle hiç kuşkusuz en zor mücadele olma özelliği­ni taşımaktadır. Zira, diğer peygamberlerin tebliğ görevi sadece lokal bir özel­lik taşırken, O’nun, bütün insanlığa yönelik hakikat ve hidayete davet görevi­ni kapsayan bir çağrısı,9 biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, üniversel bir özellik taşımaktadır.10 Çünkü O, son peygamberdir, muhatabı ise bütün insanlıktır.”

Hz. Peygamber’in insanlık tarihinde yaptığı değişimi kavrayabilmek için, O’nun, içinde yaşadığı toplumun siyasal, sosyal ve kültürel yapısını sergilemek suretiyle bir karşılaştırma yapmanın bile yeterli olacağı düşüncesindeyiz. Zira, Islâmın zuhurundan önce, Kur’an-ı Kerim’de de ifade edildiği gibi;12 bütün alanlarda düzen bozulmuş ve bu dönemin " Cahiliyyet Devri" olarak adlandı­rılması adeta bir zorunluluk halini almıştır. Şimdi bu devrenin genel karakte­ristiğini ana hatlarıyla sergileyelim.

I- Arapların Durumu

Islâmiyetten önce Arap toplumu henüz bir millet haline gelemedikleri için kabileler halinde yaşantılarını sürdürmüşlerdir. Her kabile ayrı bir devlet ol­makla beraber, Hicaz ve Yemen bölgelerinde bazı şehirler kurulmuşsa da, halk genelde çadır ve göçebe hayatı yaşamaktaydı. O dönemde kabileler arasında haram aylar (Muharrem, Receb, Zilkade, Zilhicce)’ın dışında genelde kan da­vası ve sınır anlaşmazlıkları gibi sebepler yüzünden savaşın eksik olmadığı gö­rülmektedir. Ancak zikredilen aylarda merkezi yerlerde kurulan panayırlar va­sıtasıyla sosyal ve kültürel hayatın canlı olduğu görülmektedir.

Dönemin Arap toplumunun sosyal hayatı, bunalım ve çöküşün hakim oldu­ğu bir yaşantı tarzından ibarettir. Soygunculuk, faizcilik, zenginleri üstün, fa­kirleri ise hor görme, içki ve kumar düşkünlüğü, kan dökme, fuhuş gibi insan­lığın mutluluğunu olumsuz yönde tehdit eden ve toplumun yok oluş sürecini hızlandıran bu kötü davranışlar, vahiy kültüründen uzaklaşan insanların ortak paydada buluştukları bir hayat felsefesidir.13

Kadına hiçbir değer vermeyen, kız çocuğuna sahip olmayı sanki utanılacak bir olay kabul eden ve hatta ilk doğan çocuğun kız olması durumunda onu di­ri diri toprağa gömen14 bir toplum anlayışının herhangi bir insani değer hük­müne sahip olmadığı açıkça görülmektedir. Bütün bunlara rağmen, vahiy kı­rıntılarından haberdar olan insanlar da yok değildi. Ne var ki, Hanif dinini be­nimseyen bazı insanların tanrı inançları da yanlıştı.15

Kültürel açıdan dönemin toplum yapısına bakıldığında, Araplar arasında okur-yazar oranının hayli düşük seviyede olduğu görülmektedir.16 İnanç açısın­dan bakıldığında ise paganizm hakimdir. Zira, her kabilenin ayrı bir putu mev­cuttur. Öyle ki, dönemin Mekke’si adeta putperestliğin merkezi haline gelmiş­tir.

Görüldüğü gibi Arap toplumu bir zulüm, sefalet ve cehalet içindedir. Gerçi Arabistan’ın dışında da o asırlarda bütün dünyada hemen hemen benzer özel­likler mevcuttur.17 Maddi ve manevi sıkıntılar içinde bunalmış olan insanlık, bir mürşide, bir kurtarıcıya endekslenmiştir. Ve nihayet beklenen an gelmiştir. Bu an, olağanüstü olayların cereyan ettiği,18 Hz. İbrahim’in duasının kabul olunduğu,19 Hz. Isa’nın müjdesinin gerçekleştiği,20 Hz. Amine’nin rüyasının or­taya çıktığı bir andır. O dönemde bütün dünyada hüküm süren karanlık Hz. Muhammed’in peygamberliği ile aydınlığa dönüşecek; cehaletin yerini ilim, küfrün yerini inanç, putperestliğin yerini tevhid, zulmün yerini ise adalet ala­caktır.

Şimdi Hz. Muhammed’in bütün bu menfi şartlar içinde nasıl bir tevhid mü­cadelesi verdiğini görelim.

II- Tevhid Mücadelesi

Hz. Peygamber, çocukluk ve gençlik çağında hiçbir kötülüğe bulaşmamış, ahlaki normlara uymayan davranışlardan daima kaçınmıştır. O, içinde yaşadı­ğı toplumun üzücü hayat tarzına daima reaksiyon göstermiştir. Bunun yanı sı­ra doğruluğu, dürüstlüğü, güler yüzlülüğü ve hoşgörüsü ile toplum bireylerinin güvenini kazanmıştır.

Hz. Peygamber 35 yaşlarındayken, yalnız kalmayı tercih etmek suretiyle te­fekküre dalıyor, evrenin yaratılışının hikmetlerini araştırıyor, Allah’ı zikir ve tefekkürle meşgul oluyordu. Bu bakımdan zaman zaman Mekke yakınlarında­ki Nur (Hira) dağında bulunan mağaraya gidiyordu. Nihayet 40 yaşlarında iken Ramazan ayında ilk vahye mazhar olmuştur, işte bu aşamadan itibaren artık tevhid mücadelesi başlamaktadır.

Hz. Peygamber’in tevhid mücadelesinde takip edeceği metod ana hatlarıyla şudur: Birincisi; öncelikli olarak, açık veya gizli şekilde tehid ilân edilecek, İkin­cisi ise; zihinler her çeşit putlardan temizlenecektir. Şayet bu metoda karşı bir tepki söz konusu olursa, bir yandan her çeşit delil ortaya konulmak ve diğer yandan da hücum edilmek suretiyle, onların kendilerini bile savunmaktan aciz oldukları, dolayısıyla ilâh olamayacakları fiilen gösterilecektir. Ama bütün bunlar yapılırken sabırla mukabele edilecek ve kesinlikle şiddet gösterilmeye­cektir. Sonuçta; mü’minler, inananları bekleyen parlak gelecek gözler önüne se­rilmek suretiyle müjdelenecek, müşrikler için de inanmayanları bekleyen kor­kunç akıbet geçmişdeki örnekleriyle dile getirilecektir, ikinci gruba mensup olan insanların hak yola girmeleri için ise tebliğe devam edilecektir. Ne var ki, bütün bunlar imkansızlaşırsa, Hz. Peygamber memleketinden hicret edecek, ama asla bu mücadeleyi terk etmeyecektir. Aksine bu mücadele süreci daha ge­niş çapta aktif usullerle devlet bazında sürdürülecektir. Kısaca; Islâmın Pey- gamber’i, insanlığın fikrine ve gönlüne en köklü şekilde tevhidi yerleştirecek­tir.21

Ancak Allah Resulü, davet ettiği insanlara, bu yolun uzun, çetin ve dikenli olduğunu bildirmiş; ahiret kurtuluşundan başka hiçbir şey vadetmemiştir.22 Hz. Peygamber’in, anılan metod çerçevesindeki uygulamalarına müşriklerin tepki gösterdikleri bilinen bir gerçektir. Zira, İslam’ın doğuşuyla Mekke halkı inanç yönünden, müslüman olanlar ve müslümanlığı kabul etmeyen müşrikler olmak üzere iki gruba ayrılmıştır.

ikinci grubun, yani müşriklerin Müslümanlara karşı menfi davranışları bel­li başlı devrelere ayrılabilir.

a) Alaycı Tavır Sergileme Dönemi: Kureyşliler, başlangıçta Hz. Muham- med’in peygamberliğini önemsememiş göründüler. Onlar iman etmemekle bir­likte, putlar aleyhine söz söylemediği sürece Hz. Peygamber’in davetine ses çı­karmamışlardır. Ancak Hz. Peygamber’i gördüklerinde "İşte gökten kendisine haber geldiğini iddia eden" sözleriyle onunla alay ettiler. Bununla da kalmayıp, bu davranışı bütün Müslümanlara genelleştirdiler; onları alaya alıp küçümse­diler. Müşrikler bu davranışlarıyla mü’minler üzerinde psikolojik bir baskı un­suru oluşturmayı hedeflemişlerdir. İşte Kur’an-ı Kerim, müşriklerin bu alaycı tavırlarını açık bir şekilde sergilemektedir.23

b) Hakaret ve İşkence Dönemi: Müşrikler, putlarla ilgili Enbiya sûresinin 98., 99. ve 100. ayetleri nazil olduğunda son derece hiddetlendiler. Bu durum onların alaycı yaklaşımlarının sınırlarını da zorlayan bir tutum içine girmeleri­ne sebep olmuş ve netice itibariyle tepkilerini yüksek sesle dile getirmelerine yol açmıştır. Bu tepkilerinin sonucu olarak müslümanlara karşı saldırıya başlamış­lardır. 24

Eziyet ve işkence görenlerin başında Hz. Peygamber gelmektedir. Bu mana­da yollarına pislikler atılmış, dikenler serilmiş, evi taşlanmıştır. Yine bu bağ­lamda Bilal-i Habeşi, bir müşrik tarafından kızgın kumlara yatırılmış, göğsüne taşlar yığılarak inkârcı olması isteğine karşılık "Allah birdir" diye haykırmış­tır. Yasir ailesinin yaşadıkları olaylar da son derece acıklıdır. Çünkü Ammar b. Yasir ve eşi, İslam uğruna işkence görerek ilk şehitler arasına katılmışlardır. Sü- heyb Rûmî, Habbab b. Eret, Ebû Fukeyhe gibi ilk Müslüman olan Ashabın pek çoğu benzer acı kaderi paylaşmışlardır.25

c) Toplumdan Soyutlama Dönemi: Müşriklerin Islâm’ı engellemelerinin di­ğer bir şekli de Müslümanlarla ilişkileri kesme girişimleridir. Müslümanları toplumdan soyutlama kararına varan müşrikler, Haşimoğulları ile her çeşit iliş­kiye son vermek bakımından; kız alıp vermeme, ticaret yapmama, görüşüp ko­nuşmama gibi yöntemlere başvurmuşlardır.26 Müslümanlara yönelik ambargo neticesinde gıda ve ilâçsızlık yüzünden büyük ızdıraplar çekmişlerdir. Günü­müz dünyasında da zaman zaman benzer örneklerini gördüğümüz bu gibi yan­lış davranışların ve uygulamaların insanlık ve medeniyet adına tasvip edilmesi asla mümkün değildir.

d) Hicrete Zorlama Politikası Dönemi: Müşriklerin işkenceleri dayanılmaz bir noktaya ulaştığında, 615 ve 617 yıllarında olmak üzere Habeşistan’a iki de­fa hicret gerçekleştirilmiştir. Bu hicretten arzulanan neticenin bütünüyle hasıl olduğunu söyleyebilmek mümkün gözükmemektedir. Müslümanların huzurlu bir yaşantıya kavuşturulmasını gerçekleştirebilmek için sürekli bir arayış için­de olan Hz. Peygamber’in, 620 yılında Taif’e gittiğini görüyoruz. Burada da benzer işkencelerle karşılaşan Hz. Muhammed’in, hazin bir dua yaptığını ve bu yakarışında çektiği belâ ve sıkıntılara aldırmadığını, önemli olan hususun Al­lah’ın hoşnutluğunu kazanmak olduğunu ifade etmesi,27 tebliğ metodunun han­gi temellere dayandığını göstermesi bakımından önemli bir ipucudur.

Hz. Peygamber, günden güne İlâhî çağrının tebliği yönünden halkaları ge­nişletmeye devam etmiştir. Bu bağlamda, özellikle hac mevsiminde Mekke dı­şına çıkarak çevre kabilelerden gelenlerle sohbet etme yoluyla onları İslama da­vet etmiştir. Akabe biatlarıyla28 Medine’de alt yapıyı oluşturan Hz. Peygamber, nihayet 622 yılında insanlık tarihinde görülenlerin hepsinden farklı ve tesirleri kıyamete kadar devam edecek bir hicrete karar vermiştir.29

Hicret yolculuğu bile birçok sıkıntı ve problemlerle gerçekleştirilebilmiştir.30 Böylece İslâmiyet ilk defa ciddi manada bir yayılma alanı bulmuş ve Müslü- manlar, Mekke dönemine kıyasla rahat bir yaşama ortamına kavuşmuşlardır.31 Ancak Medine’de Müslümanların belli bir kuvvete ulaştıktan sonra, tekrar Mekke’yi ele geçireceklerini düşünen müşriklerin silaha sarılmaları neticesinde, savaş izni ile ilgili olan, "Size savaş açanlarla siz de Allah yolunda çarpışın..."32 meâlindeki ayetin nâzil olmasıyla, Medine döneminde müşriklerle bazı savaş­lar yapılmıştır. Burada dikkate alınması gereken husus şudur ki; saldırgan du­rumda olanlar müşrikler, savunmaya mecbur kalanlar ise daima Müslümanlar olmuştur.

Bütün bunlar bize göstermektedir ki, tevhid mücadelesi Mekke dönemi ile sınırlı kalmamış, savaşlar bazında Medine döneminde de devam etmiştir. Baş­ta Hz. Peygamber olmak üzere Müslümanları pek çok menfi şartlar zorladığı ve tehdit ettiği halde, onlar bu duruma direnç göstermişler, inandıkları din yo­lundaki umut dolu beklentilerinde ümitsizliğe kapılmamışlardır. Gerçekten de onların, kendilerini bekleyen parlak bir geleceğin varlığına inançları, sarsılmaz bir iman manzarası sergilemektedir, işkence ve zulümler karşısındaki eşsiz ce­saret, engin sabır ve mükemmel metanet gibi sergiledikleri manzara ve ortaya koydukları tablo gerçekten anlamlıdır. Hz. Muhammed; "Bu yolda gördüğüm eza ve korku hiç kimsenin başına gelmemiştir. "33 sözleriyle, çekmiş oldukları sı­kıntının ne kadar büyük olduğuna işaret etmektedir.34

Kaldı ki, tarih boyunca bütün peygamberler ve inanan insanlar, yüce duy­gular içinde, batıla karşı daima hakkın mücadelesini vermişlerdir. Onların ha­yatları âdeta sürekli bir mücadele içinde geçmiştir.35

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Müslümanların böylesine yüce duygular taşı­yarak Islâma gönül vermelerinde acaba Hz. Peygamber’in rolü ve etkisi ne ol­muştur? Bu başarıyı nasıl gerçekleştirmiştir? Bütün bunların cevabını, herhal­de tevhid mücadelesi esnasında takip etmiş olduğu tebliğ metodunda aramak gerekir. Şimdi bu metodun özelliklerini ana hatlarıyla ele alalım.

III-Tebliğ Metodu

Kur’an-ı Kerim’deki Mekke döneminde nâzil olan ayetleri incelediğimizde, bu dönemin müjdeleme, uyarma, ikna etme ve öğüt verme usullerine dayandı­ğı görülmektedir. Müjdeleme mü’minlere yönelik olurken, uyarma ve öğüt ver­me ise müşrikleri hedef almaktadır.36

Müzemmil suresinin 10. ve 11. ayetlerinde müşriklere karşı nasıl bir tavır takınılacağı Hz. Peygamber’e bildirilmektedir. "Ve inkârcılarm diyeceklerine (sana iftira ve yalanlarına) sabırlı ol ve onları güzel bir şekilde terk edip ayrıl." (10. ayet) ifadesiyle müşriklerin söylediklerine sabredilmesi ve güzellikle onla­rın terkedilmesi emir ve tavsiye buyurulmaktadır. Ancak bu durum hiçbir za­man tebliği kesmek anlamını içermemektedir. Çünkü davete devam edilecek, ama bu belli bir usûle göre yapılacaktır. Nitekim aynı surenin 11. ayetinde in- kârcıları Allah bizzat kendisinin cezalandıracağını deklare etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de tebliğin nasıl yapılacağı hususu geniş şekilde yer almak­tadır. Şayet bunlardan birkaç ayet meali sunarsak; bu takip edilecek usûlün ana hatlarını ortaya koymamız mümkün olacaktır.

"Ey Kesûlüm, insanları Kur’an’la, güzel söz ve nasibatla Rabbinin yoluna (İslama) davet et. Onlara karşı, en güzel olan bir mücadele ile mücadele yap... "37

"Artık sen (ey Resûlüm, deliller göstererek) nasihat et. Sen ancak bir öğüd vericisin.38

"Sen onlar üzerinde bir zorlayıcı değilsin. "39

Bütün bu ve benzeri ayetlerden anlaşılıyor ki, davet sırasında şiddete başvu­rulmayacak, gösterilen şiddete asla karşılık verilmeyecektir. Zaten Hz. Pey­gamber, tebliğini İlâhî bir kontrol altında gerçekleştirmiştir. Zira Kur’an’da, "Rabbinin hükmüne sabret; çünkü sen, bizim muhafazamız altındasın...1,40 bu- yurulmaktadır. Bütün bu İlâhî uyarılar çerçevesinde hareket eden Hz. Peygam­ber, başta belirlemiş olduğu hedeflere ulaşmayı başarmıştır. Zaten bu durum da mücadelenin ağırlık noktasını teşkil etmektedir.

Yine Hz. Muhammed’in Medine dönemini kapsayan devrede de zikredilen tebliğin daha kapsamlı bir şekilde yürütüldüğünü görüyoruz. Başka bir ifadey­le; bu tebliğin devletler bazında gerçekleştirilmeye çalışıldığı ve bu manada her çeşit diplomasi kurallarının işletildiği tarih kaynaklarında yer alan bir husus­tur.

Hz. Peygamber, tebliğ sırasında sanat gösterisinden uzak bir hitabet yolunu tercih etmiştir. Sözü kalplere te’sir etmiş, ruhlara işlemiştir. Konuşurken sözle­rinin açık ve seçik olmasına özen göstermiştir. Gerekmedikçe konuşmamayı tercih etmiştir. Sözleri hep bir hikmete yönelik olmuştur. Çünkü Resulûllah’ın konuşmaları, dinleyenlere tebliğ maksadını taşımaktaydı.41

işte Kur’an’da ağırlıklı olarak yer alan metotlar çerçevesinde Hz. Peygam­ber, zikrettiğimiz bütün menfi şartlara rağmen Islâm dininin, kısa süre diyebi­leceğimiz bir zaman diliminde coğrafi açıdan yayılmasını sağlamıştır.

SONUÇ

Hz. Muhammed’in peygamberlik hayatı, bir tevhid mücadelesi özelliğini ta­şımaktadır. Kendinden önceki peygamberlerle kıyaslandığında, saha ve sınırla­n itibariyle bu mücadelenin en zor bir mücadele olma karakteristiğini taşıdığı görülmektedir. Zira, O’nun bütün insanlığa yönelik çağrısı sebebiyle bu üni­versel davete paralel olarak zorlu bir mücadele özelliğini beraberinde taşıya­caktır.

Hz. Peygamber’in kültür ve medeniyet açısından yapmış olduğu değişimin, " Cahiliyyet Devri" diye adlandırılan dönemin analiz edilip, bu değişimlerle kı­yaslandığında kavranılabilmesi mümkündür. Çünkü bu dönem, zulmün, sefa­letin ve cehaletin ağırlıklı olduğu bir dönemdir. Fakat, Hz. Muhammed’in pey­gamberlik görevine başlamasıyla beraber müspet yönde bir değişim süreci ya­şanmıştır. Bu süreçte O, rasyonel bir yaklaşımla Müslümanlar aleyhine cereyan eden bütün menfi şartlan ortadan kaldırmaya çalışmıştır.

Hz. Peygamber, pek çok zorluklara rağmen, tevhid mücadelesini başarıyla gerçekleştirmiştir. O, insanlığın dünyada ve ahirette mutluluğunu sağlayacak bir hayat felsefesinin modelini çizmiştir. Bu manada bize değerli bir miras bı­rakmıştır. Bu miras Islâm dinidir; Kur’an-ı Kerim’dir; O’nun sünnetidir. Yine bu miras, Islâm ahlâk ve faziletidir; hoşgörüye dayalı bir kardeşlik anlayışıdır.

Bütün bunlardan hareketle diyebiliriz ki; Hz.Peygamber’in hayatının tevhid mücadelesi açısından iyi analiz edilmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Böylece Islâm’ın Hz. Peygamber faktörüne bağlı bir şekilde nasıl ortaya çıktığını ve ya­yıldığını tespit etmek mümkün olacaktır. Diğer taraftan, O’nun hangi metod ve usûllerle tevhid mücadelesini başarıyla gerçekleştirdiği sergilenecektir. Ancak bu hususun, Islâm tarihiyle ilgili bilgi ve belgeleri felsefî bir yaklaşımla, yani ta­rih felsefesi açısından değerlendirmek suretiyle gerçekleştirilebilmesi mümkün gözükmektedir.

*Bu tebliğ Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle 20 Nisan 1998 tarihinde İsparta’da; 21 Nisan 1998 tarihinde de Burdur’da sunulmuştur.

** Süleyman Demirel Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.

1 Ahmed Cevdet, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa, cüz* I-II, Hilal Matbaası, Dersaadet 1339, s. 56; Heykel, Muhammed, Hazreti Muhammed Mustafa, (çev: Ö. Rıza Doğrul), Hürriyet Yayınları, İstanbul 1972, s. 105.

2 Yücel, irfan, Peygamberimizin Hayatı, Diyanet işleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara 1987, s. 22.

3 "Seni de (ey Resulüm), ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Kur’an-ı Kerim, Enbiya, 107).

4 Solmaz, N. Mehmed-Çakan, I. Lütfi, Kur’an-ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, C. II, Ensar Neşriyat, İstanbul 1983, s. 98.

5 Mesela bkz. Nuh, 1-28; Hud, 25-34, 36-49; Şuara, 105-122.

6 bkz. A’raf, 65-72; Hud, 50-60; Şuara, 123-140.

7 bkz. En’am, 74-89; Saffat, 85-98.

8 A’raf, 103-137; Yunus, 76-92.

9 Şibli, Mevlana, (İslam Tarihi) Asr-ı Saadet, C. I (müt. ö. Rıza Doğrul;, sad. O. Zeki Mollamehmedoğlu)* Toker Matbaası, İstanbul 1974, s. 153.

10 bkz. 2 no’lu dipnot.

11 Solmaz, N. Mehmed-Çakan, 1. Lütfi, A.g.e., C. II, s. 99.

12 "insanların kendi ellerinin (irade ve ihtiyarlarıyla) yaptıkları işler (günahlar) yüzünden, karada ve denizde fesad meydana çıktı..." (Rum, 41)

13 Yücel, irfan, A.g.e, s. 11 vd.

14 Kur’an-ı Kerim bu hususa şöyle işaret etmektedir: "Verilen müjdenin bıraktığı kötü tesirle utanıp kavmin- den gizleniyor; acaba o çocuğu zillet ve horluğa katlanarak saklayacak mı, yoksa toprağa mı gömecek? Bak ki hüküm verdikleri şeyler ne körü..." (Nahl, 59)

15 bkz. Kur’an-ı Kerim, Zümer, 3.

16 Geniş bilgi çin bkz. Ansarî, Said Saib, (Büyük İslam Tarihi), Asrt Saadet, {haz. Eşref Edib), Sebüürreşad Neşriyyatı, İstanbul 1963, s. 112 vd.

17 Ahmet Cevdet, A.g.e., cüz’ I-II, s. 45; Arapların akli, dini ve sosyal yapısı hakkında geniş bilgi için bkz. Kazancı, Ahmet Lütfi, Peygamberimize Neden İnanmadtlarf, Nil Yayınları, İzmir 1990, s. 1-68.

18 Canan, Mehmet Zeki, İslam Tarihi, I, Yelken Matbaası, İstanbul 1977, s. 139 vd.

19 bkz. Kur’an-ı Kerim, Bakara, 129.

20 bkz. Kur’an-ı Kerim, Saff, 6.

21 Solmaz, N. Mehmed-Çakan, I. Lütfi, A.g.e., C. II, s. 99.

22 Çağrıcı, Mustafa, "Nebevi Öğretide ideal Birey, Toplum ve Devlet", Hz. Peygamberin Hayatından Davranış Modelleri, T.D.V. Yayınları, Ankara 1998, s. 69.

23 Kur’an-ı Kerim, Mutaffifin, 29-32.

24 "Haberiniz olsun, siz (Ey Mekke halkı) ve Allah’dan başka taptıklarınız (putlarınız) hep Cehennem odunusunuz. Siz hep beraber Cehenneme gireceksiniz." (98. ayet)

"O taptıklarınız (putlar) eğer ilah olsalardı, Cehenneme girmezlerdi. Halbuki hepsi ebedi olarak orada ka­lacaklardır." (99. ayet)

"Öyle ki, o putlara tapanların, orada iniltileri vardır ve onlar orada hiçbir merhamet sesi duymazlar."(100. ayet)

25 Yücel, irfan, A.g.e., s. 62.

26 Algül, Hüseyin, "Adım Adım Hicret", Nesil Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 37-38, İstanbul 1979, s. 11.

27 Aynı eser, s. 79.

28 Akabe biatlanmn hicret için önemi hakkında bkz. Özaydm, Abdülkerim; "Hicret’e Doğru", Nesil Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 37-38, Istanbu 1979, s. 9.

29 Hicretin sebepleri hakkında bkz. Özaydın, Abdülkerim, A.g.m., s. 8 vd.

30 Algül, Hüseyin, A.g.m., s. 11 vd.

31 Harman, Ö. Faruk, "Hicretle Kucaklaşanlar", Nesil Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 37-38, İstanbul 1979, s. 27.

32 Kur’an-ı Kerim, Bakara, 190.

33 Kandehlevi, Muhammed Yusuf, Hayatü’s-Sahabe, C. I, Divan Yayınları, İstanbul 1980, s. 327.

34 Müslümanların çekmiş oldukları eziyet ve işkenceler hakkında geniş bilgi için bkz. Ibnü’l-Esir, el-Kamil fi’t- Tarih Tercümesi, C. II, (çev: M. Beşir Eryarsoy), Bahar Yayınları, İstanbul 1991, s. 68 vd; Mevlana, Muhammed Ali, Peygamberimiz (A.S), (müt: Ömer Rıza), Mahmud Bey Matbaası, İstanbul 1341/1342, s.72 vd; Ansarî, Said Saib, Büyük İslam Tarihi, Asrı Saadet, (haz: Eşref Edib), Sebilürreşad Neşriyyatı, İstanbul 1963, s. 117 vd; Şibli, Mevlana, İslam Tarihi, C. I, (müt: Ö. Rıza Doğrul, sad: O. Zeki Mollamehmedoğlu), Torker Matbaası, İstanbul 1973, s.169 vd.

35 Bu mücadelenin tarihi seyri için bkz. Mevdudî, Seyyid Ebu’l-Ala, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, C. III, (çev: Ahmed Asrar), İstanbul 1983, s. 93 vd.

36 Solmaz, N. Mehmed-Çakan, 1. Lütfi, A.g.e., C. II, s. 148.

37 Kur’an-ı Kerim, Nahl, 125.

38 Kur’an-ı Kerim, Gaşiye, 21.

39 Kur’an-ı Kerim, Gaşiye, 22.

40 Kur*an-ı Kerim, Tur, 48.

41 Kazancı, Ahmet Lütfi, Peygamber Efendimizin Hitabeti, Marifet Yayınları, İstanbul 1980, s. 144 vd; Ayrıca bkz. Şibli, Mevlana, A.g.e., C. II, s. 30 vd.

BİBLİYOGRAFYA

Kur’an-ı Kerim ve Meali Alîsi, (haz: A. Fikri Yavuz) Sönmez Neşriyat, İstanbul tarihsiz.

Ahmed Cevdet, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa, cüz :I-II, Hilal Matbaası, Dersaadet 1339.

Algül, Hüseyin, “Adım Adım Hicret", Nesil Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 37-38, Istan- bul-1979.

Ansarî, Said Saib, (Büyük İslam Tarihi), Asrı Saadet, (haz. Eşref Edib), Sebilür- reşad Neşriyyatı, İstanbul 1963.

Canan, Mehmet Zeki, İslam Tarihi, I, Yelken Matbaası, İstanbul 1977.

Çağrıcı, Mustafa, “Nebevi Öğretide ideal Birey, Toplum ve Devlet", Hz. Pey­gamberin Hayatından Davranış Modelleri, T.D.V. Yayınları, Anka­ra 1998.

Harman, Ö. Faruk, “Hicretle Kucaklaşanlar", Nesil Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 37- 38, İstanbul 1979.

Heykel, Muhammed, Hazreti Muhammed Mustafa, çev: Ö. Rıza Doğrul, Hür­riyet Yayınları, İstanbul 1972.

İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi, C. II, (çev: M. Beşir Eryarsoy), Ba­har Yayınları, İstanbul 1991.

Kandehlevî, Muhammed Yusuf, Hayatü’s-Sahabe, C. I, Divan Yayınları, İstan­bul 1980.

Kazancı, Ahmet Lütfi, Peygamber Efendimizin Hitabeti, Marifet Yayınları, İs­tanbul 1980.

___ , Peygamberimize Neden İnanmadılar?, Nil Yayınları, İzmir 1990.

Mevdudî, Seyyid Ebu’l-AIa, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygam­ber’in Hayatı, C. III, (çev: Ahmed Asrar), İstanbul 1983.

Mevlana, Muhammed Ali, Peygamberimiz (A.S.), (müt: Ömer Rıza), Mahmud Bey Matbaası, İstanbul 1341-1342.

Özaydın, Abdülkerim, “Hicret’e Doğru", Nesil Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 37-38, İs­tanbul 1979.

Solmaz, N. M.-Çakan, I. L., Kur’an-ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, C. II, Ensar Neşriyat, İstanbul 1983.

Şibli, Mevlânâ, (İslam Tarihi) Asr-ı Saadet, C. I, (müt. Ö. Rıza Doğrul, sad. O. Zeki Mollamehmedoğlu), Toker Matbaası, İstanbul 1974.

Yücel, İrfan, Peygamberimizin Hayatı, Diyanet işleri Başkanlığı Yayınları, An­kara 1987.