Makale

SELÇUKLULARIN İSLAMA DAVET POLİTİKASI VE GAYR İ MÜSLİMLERLE İLİŞKİLERİ

SELÇUKLULARIN İSLAMA DAVET POLİTİKASI VE GAYR İ MÜSLİMLERLE İLİŞKİLERİ

Doç. Dr. Osman CİLÂCI*

Bilindiği üzere XI. yüzyılda Ortadoğu’da kurdukları büyük imparatorlukla Türk-İslam ve dünya tarihi üzerinde devamlı tesirleri olan Türk topluluğuna Sel­çuklular adı verilmektedir1.

Her millet istikbalini düşünerek onu sağlam temeller üzerine oturtmak ister. Milletlerin istikbali için tarih yazmanın, yapmak kadar önemli olduğu tartışma gö­türmez bir gerçektir. Büyük bir özveri ile tarih araştırmalarına girişen milletler bu çalışmalarını en üst düzeye çıkarmak için gayret gösterirler. Bu bağlamda Türk ta­rihinin manevi ve mefkurevî âmillerinin tetkiki bir zaruret halinde ilim adamları­mızı beklemektedir. Zira, milletlerin tarihleriyle siyasi düşünce ve inançları arasın­da birtakım münasebetler bulunmaktadır2.

Tarihin her döneminde Türk milleti İslam’dan aldığı manevi güç ve Cenab-ı Hak’kın cihan hakimiyetini kendilerine emanet ettiği inancı ile bu dini bütün dün­yaya yaymak için büyük gayret göstermiştir.

Türklerin İslam’ı din olarak kabul etmeleri, hem kendi, hem de dünya tarihi için önemli bir hadisedir. Türkler İslam’dan aldıkları üstün İnsanî, dinî ve adlî değerle­ri aynen diğerdin mensuplarına da aktarmışlardır. Bizans İınparatorluğu’nun baskı ve zulmüne maruz kalan Hristiyanlar, Papalığın tahakkümünden bunalan Alman Protestanları Müslüman Tiııklerden yardım istemişlerdir.

İslam Dini’ni kabul ederek yeni bir medeniyetle tanışan Türkler, özellikle Sel­çuklular onu umumi ve millî din statüsüne kavuşturmuşlardır. Türklerin karakterle­rine en uygun din İslam Dini’dir. Tonyukuk, “Buda dini insanlara yumuşaklık ve meskenet telkin ettiğinden Türklerin yaşayışlarına ve savaşçı ruhlarına aykırıdır”3 sözleriyle bir gerçeği vurgulamıştır.

Türk-İslam kültür ve medeniyetinin teşekkülünde Anadolu Selçuklularının bü­yük emeği geçmiştir. Bir bakıma Türkleşme ve İslamlaşma vâkıasıyla birlikte ince­lenebilecek olan bu özgün durum, sayısız âlim, şair, sanatkâr, mutasavvıf ve devlet adamının himmetleriyle vücut bulmuştur.

Türklerin İslam’a kitleler halinde girmeleri X. yüzyılın en önemli olaylarından biridir. Süryani tarihçi Mihael’e göre tek bir tanrıya inanmak, onların İslam Dini’ni kabul etmelerine en büyük sebeptir. Bu bakımdan İslamiyet’in Oğuz ve Karluklar arasında yayılması, Türk tarihi açısından olduğu kadar İslam ve dünya tarihi açısın­dan da önemli sonuçlar tevlid etmiştir.

İslamiyet’i gönül hoşluğu ile kabul eden Oğuzlar’a Türkmen denilmekle bera­ber, Kaşgarlı Mahmud, Müslüman olan Karluk, Çiğil ve Yağmalar’a da başlangıç­ta Türkmen adının verildiğini açıklamıştır4. Dikkate şayan bir diğer nokta da, Ka- rahanlıların İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra bu dini yaymayı yürekten benim­semiş olmalarıdır. O kadar ki, Uygur soydaşlan onlara göre Müslüman bile sayıl­mamışlardır5.

İslam mütefekkirleri bütün Selçuklu sultanlarının İslamiyet’e yaptıkları hizmet­lerini takdir ve şükranla anlatmışlardır. Büyük mutasavvıf Necmeddin Râzi’nin, “Müslümanlar emniyet, âsayiş ve rahatı Selçuklu hanedanının miibarak hakimiye­ti gölgesinde buldular. Bu dindar padişahlar zamanındaki kadar medrese, cami, za­viye, ribat, hastahane, köprü ve diğer hayır miiesseseleri hiçbir devirde yapılma­mıştır. Müslümanlar mübarek hanedana dua ve senâ ile meşguldürler”6 sözleri bu gerçeğin bir ifadesidir.

Selçuklu sultanları İslam’a bağlılıklarını her vesile ile ifade etmekten büyük bir haz duymuşlardır. Tuğrul Bey’in “Kendime bir saray yapıp ta yanında bir cami in­şa etmezsem Allah’tan utanırım” tarzındaki sözleri bu samimi inancın kelimelere dökülmüş bir özetidir7.

Türkler İslam dünyası ile temas kurdukça İslam peygamberi Hz. Muhammed’in hadiseleri onların dünya hakimiyeti yolundaki ideallerini kuvvetlendirmiştir.

Tuğrul Bey’in 1055’de Bağdat seferine çıkmasının en önemli sebebi, Hilâfet müessesesini Şii Büveyhoğuilarından almak suretiye, saygınlığına gölge düşürül- memesi gereken bu kurumu Râfizilerin şerrinden kurtarmaktı8.

Câlib-i dikkat bir nokta da, Müslüman Türk hükümdarlarının bütün gayr-i müs- lim milletlere karşı gösterdikleri din ve vicdan hürriyetinin, yine o dinlere mensup insanların eserlerinde yer almasıdır. Nitekim, Ermeni ve Gürcü kaynaklan söz bir­liği etmişçesine Melikşah hakkında, “Cihanın Efendisi” tabirini kullanmışlardır. Padişahın âdil sıfatı ile de insanların en seçkini olduğunu belirten bu kaynaklar, onun bütün teb’aya karşı müslim-gayrimüslim ayırımı yapmaksızın bir baba gibi muamele ettiğini, hiçbir baskı uygulanmdan gerçekleşen ihtidaların temelinde de bu davranış bütünlüğünün aranması gerektiğini özellikle vurgulamışlardır9.

Anadolu’da yeni bir vatan ve orijinal bir medeniyet kuran Türkiye Selçuklula­rı, hükümranlık hakkının da Büyük Selçukluların aksine kendilerine ait olduğunu iddia etmişlerdir10. Bununla beraber Türk-İslam tarihinin en haşmetli devrine Os­manlIlar zamanında kavuştuğunu söylemeliyiz".

Osmanlı İmparatorluğu ideal anlamdaki barış ve huzuru, bütün dinler ve mez­hepler arasında kurduğu âhenkli diyalog sayesinde gerçekleştirmiştir. Bir Hristiyan olan M. Baudier bu konudaki düşüncesini şu sözlerle dile getirmiştir: “Türkler mer­hamet, şefkat ve insanlara yardımda bütün milletlere ve hatta Hristiyanlara da üs­tündürler”.

Selçuklu ordularında hazar ve seferde daima din adamlarının bulundurulması geleneği, OsmanlIlarda da devam etmiş, gazilerde hakim olan cihad ruhu dinamiz­mini güçlendirerek böylelikle korumuştur12.

Göktürk, Uygur ve Hazar hakanlarının gayr-i müslimlere son derece toleransla yaklaştıkları, Yakın-Şark’ta, devamlı göz hapsinde tutulan birçok din ve mezhep mensubunun din ve vicdan hürriyetine kavuşmak için Türk ülkelerine sığındıkları bilinmektedir. Kendiliğinden ihtida olaylarını kolaylaştıran bu önemli konuyu ilk defa cesaretle dile getiren W. M. Ramsay, Anadolu’da yaşayan Hrisdyanların, Bi­zanslIlardan görmedikleri dini müsamahayı Selçuklular devrinde fazlasıyla gördük­lerini yazmıştır. Böylece o, konuyu kasıtlı olarak saptıran bağnaz Hristiyan tarihçi­lerine de gerekli cevabı vermiştir.

Hristiyan kaynaklan, Selçuklulardan çok iyi muamele gördükleri için Süryani, Ermeni ve Rumların, Bizans idaresine karşı her yönden Türk tarafını tuttuklarına dair zengin vesika ve belge bulunduğunu zikretmektedirler13. Süryani tarihçilerinin ileri gelenlerinden Mihael’in bu konudaki şu tesbiti oldukça ilgi çekicidir: Daha ön­ce Hristiyan ülkelerini ele geçiren Türkler, Hristiyanlığın mukaddes sırlarından bi­ri olan Teslis (üçleme) hakkında yeterli bilgilere sahip olmadıklarından bozguncu ve Râfizi Rumlar gibi hiç kimsenin inancına karışmıyor, gayr-i mıislımlere baskı ve zulüm yapmayı düşünmüyorlardı.

Bu kısa tesbitler ışığında Selçukluların İslâmlaştırma Poltikası’na bakıldığında Haçlı Seferleri’niıı, Kudüs’teki Hrıstiyanları Selçukluların zulmünden kurtarmak için düzenlendiği vb. iddialarının bir mana ifade etmediği anlaşılmış olmaktadır. Buınııı aksine Hristiyan kaynaklan, Haçlı ordusunun kutsal Kudüs şehrini ele ge­çirmek için 70.000’in üzerinde Müslümanın kanını akıttığını yazmaktadır. Yine ay­nı kaynaklar Ermeni ve Siiryan ilerin, Türklerin diğerdin mensuplarına karşı ne de­rece insanı muamele yaptıklarını bildikleri için yalnız Rumlar’a değil, Haçlılara bi­le Türkler’i listıin tuttuklarını kaydetmektedir14. Bu realiteye tercüman olması açı­sından Urfa’lı Mathieu’nun şu sözleri ayrı bir mânâ ifade etmektedir: “İnsanların en âdili, en akıllı ve kudretlisi olan Melikşah bütün insanlara ve Hristiyanlara kar­şı baba gibi idi. Bütün Rum ve Ermeniler kendi arzularıyla onun idaresine girdi­ler"’5.

Bu samimi ifadelerdir ki, Selçuklu Sultanlarının âdil ve müşfik idaresi yalnız Müslüman düşünür ve tarihçileri tarafından değil, Hristiyan tarihçi ve mütefekkir­leri tarafından da aynı şekilde dile getirilmiştir. Yine Urta’lı Ermeni tarihçi Mahieu sözlerine devamla şöyle diyor: “Büyük Selçuklu İmparatorluğu ’nun azamet dev­rini ve cihan hakimiyetini temsil eden Melikşah, Hristiyanlar için müstesna vasıf­lara sahip bir insan idi. O’nun saltanatı Allah’ın lutfıma mazhar oldu. Geçtiği ül­kelerin halklarına karşı bir baba gibi davrandı.”

Büyük Selçuklu İmparatoru Melikşah’ın gayr-i müslim mabetlerine ve görevli din adamlarına karşı özel bir ilgi gösterdiği-bilinmektedir. Bu konuda Ermeni Pat­riği Basil’in, kilise, manastır ve rahiplere ait vergileri kaldırılması için Sultan’dan talepte bulunması üzerine, Melişkah’ın 1090 yılında, hem de tuğralı bir fermanla bu isteğe müsbet cevap verdiğini yine gayr-i müslim tarihçiler belirtmektedirler. Melikşah’ın gayr-i müslimlere karşı âlicenap ve müşfik davranışı sebebiyledir ki, öldüğünde sadece Müslümanlar değil, Hristiyanlar da matem tutmuşlardır.

Melikşah’ın ölümünden sonra siyasi buhran devrinde hükümdar olan oğlu Berkyaruk (1094-1104) zamanında, Şarkî Anadolu’da valilik yapan Selçuklu İsma­il’in Ermenileri ve keşişleri himaye ettiği, aşırı vergilerini kaldırdığı, bu sayede hal­kın sevgisini kazandığı bildirilir. Daha sonra Şarkî Anadolu’da devlet kuran Artuk- lular ve Ahlatşahlar hakkında da ayni şükran hisleri belirtilmiştir. Artııkoğlu kahra­man Belek, isyan eden Gerger Ermenilerini 1121 ’de tehcir edip Haııazit bölgesine nakletmiş, fakat hürriyetlerine dokunmamış, çok merhametli davranmış ve onları köylerde iskân etmiştir. Onun kahramanlığı ve savaşları dolayısıyla ölümü Haçlılar arasında ne derece sevinç yaratmışsa, yerli Hristiyanlar arasında o ııisbette kedere sebep olmuştur. Artuklulardaıı Necmeddin Alpi’nin uzun süren hükümdarlığı (1152-1176) Hristiyanlar için bir refah devri sayılmıştır10.

Bir Ermeni tarihçisinin, Selçuklu hükümdarları hakkındaki stayişkâr tesbitleri, onların bir bakıma İslam Dini ve medeniyetine bakışlarını ifade etmesi açısından ayrıca önem arzetmektedir. Melikşah’la saltanat ve cihangirliğin zirvesine ulaşan Büyük Selçuklu İmaparatorluğu, adalet ve hakkaniyetle hareket ettiğinden dolayı Hristiyanlar nezdinde müstesna bir mevkie sahip olmuştur17.

Selçukluların İslâmlaştırma politikasını kolaylaştıran âmillerden biri de, fethe giriştikleri ülkelerin, erkek gayr-i müslim teb’aya karşı bir mukavemetle karşılaş­madıkları sürece silahlı müdahalede bulunmamalarıdır. Hristiyan tarihçinin, Me- likşah’ın Şarkî Anadolu ve Suriye seferini anlatırken, “Dünyanın hakimi Melikşah, sayısız askerlerden mürekkep ordusu ile Romalıların memleketi Anadolu ’yu fethe giriştiğinde kalbi Hristiyanlara karşı şefkatle dolu idi” vb. ifadeler kullanması, mevcut durumun insaflı tesbitinden başka bir şey değildir. Bu tesbitleri, birbirine yakın cümlelerle Gürcü kaynakları da vermektedir18. Selçuklu sultanlarının gayr-i müslimlere karşı sergiledikleri bu insani davranışlardan, zaman zaman isyan etme­sine rağmen Ermeni teb’a da ayni ölçüde nasibini almıştır. Nitekim Melikşah’ın ölümünden sonra tahta geçen oğlu Berkyaruk’un valilerinden İsmail Bey normal halk tabakasından ayrı olarak Ermenileri ve din adamları olan keşişleri himaye et­miş, üzerlerindeki öşür ve vergileri kaldırarak sevgi ve sempatilerini kazanmıştır. Artukoğlu kahraman Belek, kendisine karşı isyan eden Gerger Ermenileri’ni 1121 yılında tehcirle Hanazit bölgesine nakletmiş, devlete karşı baş kaldırmalarına rağ­men, kişi hak ve hürriyetlerine asla dokunmaksızın merhametle davranarak onları köylere yerleştirmiştir19.

Sultanların İslâmlaştırma politikası hiçbir zaman karşı dinlerdeki insanları zor­la ve baskı ile bu yeni dini kabule dayandırılamaz. Zaten bir baskı uygulansaydı, bu da uzun ömürlü olamazdı. İslam’ı kabul edenler eninde sonunda onu terkederek es­ki dinlerine dönerlerdi.

Selçukluların fethettikleri hemen bütün ülkelerdeki yerli halkın, kendi idareci­lerinden zulüm gördükleri, çeşitli şekillerde idari, mâlî ve dinî baskılara maruz kal­dıkları bilinmektedir. İşte bu faktörler Selçukluların fetih gayretlerini kolaylaştırdı­ğı gibi, onların şahsında İslam’ın kabulüne imkân ve zemin hazırlamıştır. Nitekim Dânışmend Gümüştekin Ahmet Gazi’nin Malatya’yı fethetmesi de bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir hadisedir. Süryani tarihçi Mihael ve Ermeni tarihçi Mathieu, durumun böyle olduğunu ittifakla belirtmişlerdir20.

Selçukluların, gayr-i müslim bir toplum olan Yahudilerle diyalogları da gayet dostane bir şekilde gerçekleşmiştir. Büyük şehirlerde yaşayan, iktisadi ve ticari ha­yatın önemli kollarını kontrolleri altında bulunduran Yahudiler, ticari ve ekonomik faaliyetlerinde kolaylık gösteren Selçukluların bu centilmen davranışları karşısında dinlerini terkederek Müslümanlığı kabul ediyordu.

İlhanlı hükümdarı Argun (1284-1291)’un veziri, Sa’duddevle’nin himayesinde Yahudilerin büyük mevkiler işgal ettiğini, onun otoritesini kötüye kullandığını, böylece Yahudiler aleyhine bir havanın oluşmasına zemin hazırlıdığını bazı mühim tarihler belirtmişlerdir21.

Selçukluların kendilerine özgü seciyeleri ve görev anlayışları onlara, Anadolu Türkleri arasında önemli bir misyon yüklemiştir. Bizans karşısında cihad ruhunu daima ayakta tutmak mecburiyetinde oluşları onların, gerek ülkelerindeki, gerek hudutları çevresindeki Hristiyanlara karşı daha dikkatli ve hassas davranmalarını zaruri kılmıştır. Selçuklu sultanları, göçebeler yanında çalışarak istihsale katkıda bulunan, ancak henüz toprağa yerleşmemiş olan Hristiyanları himaye etmenin ken­di iktisadi, siyasi ve ekonomik politikaları için gerekliliğine inanmışlardır. Böyle yapmak suretiyle Selçuklular, kendi hudutları dışında, Bizans vb. ülkelerde yaşa­yan ve kendi dindaşlarından büyük tazyik gören Hristiyanlar için kurtarıcı gibi gö­rülmüşler, bu da ihtida hareketlerinin doğup gelişmesine zemin hazırlamıştır. Hiç­bir ön hazırlık ve gayret sarfedilmeden yürüyen bu hareketin sonucunda vücut bu­lan İslamlaşma olgusu, aynı zamanda Selçukluların fetih politikalarına da imkân hazırlamıştır. Fethedilen topraklar önce devlete malediliyor, bilahare âdilâne bir vergi karşılığında halka dağıtılıyordu. Bu taksimden nasibini alan gayr-i müslim teb’a da toprağa ve mülkiyetle birlikte hürriyete kavuşmak suretiyle Selçuklu Dev- leti’ne bağlanmış oluyordu. Bu da Selçukluların İslâmlaştırma politikasına büyük ölçüde kolaylıklar sağlıyordu.

Selçukluların İslâmlaştırma politikasını kolaylaştıran önemli sâiklerden biri de, fethedilmek istenen ülkede yaşayan ruhban sınıfının durumu idi. Nitekim Bizans ve Haçlılarla girişilen savaşları büyük bir alakayla takibeden Malatya halkı, özellikle de Süryaniler, her bakımdan kendisine güvendikleri için şehri Süleyman Şah’ın oğ­lu Kılıçarslan’a teslim etmek istiyorlardı. Malatya Metıopoliti’nin bu devir-keslim- de başrolü oynadığını farkeden şehrin Hristiyan hakimi Gabriel, bu davranışından dolayı metropolitin hayatına son vermiştir. Aynı şekilde İmparator Alexis 1., Antak­ya’daki Ermeni ve SüryanilerinTürklere çeşitli yönlerden kolaylıklar sağladıklarını öğrenince, kendi payitahtındaki Ermeni ve Süryani kiliselerini yaktırarak cemaat­lerini sürgüne göndermiş, kovulmaktan yakasını kurtaranları da zorla Ortodoks “Râfhi” yapmıştır22.

Selçukluların İslâmlaştırma Politikası’nın, dahili veya harici herhangi bir başka yaptırım ve dayatmaya istinat etmediği için başarıya ulaştığını Batılı kaynaklar da belirtmişlerdir. Bizans idaresinden hiçbir zaman memnun olmayan yerli Hristiyan- lar, siyasî, ekonomik ve dinî yönlerden, bizzat kendi dindaşlarından baskı ve zulüm gören diğer gayr-i müslimler, dışarıdan gelecek bir müdahaleye kucak açmışlardır; bu da fethi kolaylaştıran bir âmil olmuştur. Nitekim Ermeni Stefan’ın 1156 yılında­ki Maraş kuşatmasında bu durum açıkça görülmüştür. Stefan Türk ordusunun yak­laştığını haber alınca paniğe kapılarak, talan ve yağmaya girişmiş, bu arada kendi soyundan gelen dindaşlarını da esir etmiştir. Kısa bir çatışmadan sonra şehri ele ge­çiren Türkler, Hristiyanların can, mal ve din hürriyetlerine hiç bir şekilde müdaha­le edilmeyeceği garantisini vermişlerdir. Bunun üzerine korkudan şehri terkeden halk geri dönmüş, tekrar kendi evlerine yerleşerek eskisinden daha mükemmel bir şekilde hayatlarını sürdürmeğe devam etmişlerdir.

Şu noktayı da önemle belirtmeliyiz ki, hiçbir Türk devlet idaresinde görülme­yen zorbalık ve dayatma, Selçukluların tehcir ve iskan politikalarında da görülme­miştir. Tehcir, isyan veya anarşi ortamında yükselen tansiyonun dinmesine kadarki süreyi en az zararla atlatabilmek için alınan ihtiyati bir tedbirdir. Bir tehcir olayını anlatırken Hristiyan Niketas şu samimi itirafta bulunmaktan kendini alamamıştır: Bu kadar iyi muamele esirlere vatanlarını unutturdu. Birçok yerlerin halkı I. Key- hiisrev’in memleketine göç etti.

22 Hristiyanların, 1107’de şehıd edilen I. Kılıçarsian’ın kaybından dolayı günlerce matem tutmalarının sebebim, onun dinlere kaı^ı gösterdiği aşın deıecedeki toleransta aramak lâzımdır Bu hususu Bizans kaynakları da teyit etnıekledıı.

Artuklıı hükümdarı Kara Arslan da tehcir hakkındaki "Biz bu götürdüğümüz hal­kı esir edecek değiliz. Bunları köylere naklediyoruz. Onlar oralarda çiftliklerde, bi­zim için çalışacaklardır” sözleriyle olayın gerçek yüzünü ortaya koymuş oluyordu.

Selçukluların idaresinde yaşayan Hristiyanların dini faaliyetlerini serbestçe sür­dürdükleri, kiliselerin yapılanmasını koruyarak, İstanbul Patriği ile, devletten izin almaksızın idari ve kültürel ilişkiler kurabildikleri tarilıen sabit olmuş gerçekler­dendir.

Hıristiyanlığın, Anadolu’da yaşayan bütün kavimlerin ortak dini olduğu bilin­mekle beraber, Selçukluların gayr-i müslimleıe toleranslı davrandıklarını gözardı eden, bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığı halde tarafsız davranmayan bazı ilim adamları, Anadolu’nun İslamlaşması vakıasını, yerli halkın kitleler halinde “ihtida ettirildiği” mesnetsiz iddiasına dayandırmak istemişlerdir. İlmi verilerden uzak bu sathî mahiyetteki iddianın kabul görmesi mümkün değildir. Bu noktada be­lirtilmesi gereken husus, Ortodoks Kilisesi’niıı tazyikine dayanamayan bazı Râfizi zümrelerin Müslümanlığı kabul etmiş olmaları ihtimalidir.

Selçukluların İslâmlaştırma Politikaları’nın bir diğer dayanağı da, fethettikleri ülkeye cami, medrese, hastahane, zaviye, daruşşifa, kervansaray vb. yapılar inşa et­mek suretiyle diğer ülkelerdeki Müslümanların bir kısmını buralara yerleştirmek, İslam ülkelerindeki seçkin ilim ve din adamlarını davet ederek ilim ve fikir atmos­feri oluşturmak vb. faaliyetlerdir. Selçukluların İslâmlaştırma Polıtikalan’m, hudut gazilerinin yerli halkları Müslüman yaptığına dair Dimişmendnâme’dekı menkıbe- vî rivayete dayandıranlar ilim aleminde hıisn-i kabul gülmemiştir. Nitekim daha öne Osmanlı Devleti’ııin kuruluşuna da. Türk ve Rum halklarının kaynaşması tezi­ne bağlayanlara Fuad Köprülü gerekti cevaplan vermiş ve bu saçma nazariyeyi ilim âleminden silmiştir23. Hal böyle olmakla beraber buhran devri Anadolu’sunda, İs­lâmlaştırma yanında bir Hristiyanlaşlırma hadisesinin vııkubulduğu, BizanslIların Balkanlardan Anadolu’ya naklettikleri Şamaııî Türklerini bııııa bir örnek teşkil elli­ği zikredilebilir24.

Selçukluların İslâmlaştırma Politikası’nın başarıya ulaşmasında, onların her ba­kımdan hâkim bir millet oluşları, Hrisliyaıı mezhepleri arasında birtakım problem­lerin bulunuşu, Selçukluların bütün toplumlara son derece âdil ve toleranslı yak­laşmaları vb. hususlar büyük rol oynamıştır. Saydığımız bu ve benzeri sebepler gayr-i müslimlerin kitleler halinde değilse bile, ferdî plânda ihtidaların hızlanma­sında muharrik güç olmuştur. Bununla beraber tarihler, II. Haçlı Seferi sırasında Antalya civarında toplu bir ihtida hadisesinin gerçekleştiğini yazmaktadır. Suri­ye’ye gidemeyerek Antalya havalisinde kalan Haçlılar, savaşın her tür olumsuzluk­larıyla mücadele ederken, bir yandan açlık ve kıtlık, bir yandan da yoksullukla pen­çeleşiyorlardı. Kendi dindaşları olan Rumlar, bu zavallı perişan Frankların parala­rını tehdit, hile ve aldatma ile ellerinden alıyor, onları ölüme ve çaresizliğe terkedi- yorlardı. Tarihin ne garip cilvesidir ki, onların imdadına, kendileriyle savaştıkları Türkler koşuyor, tedavileri için ellerinden geleni yapıyorlardı. Hatta o kadar ki Türkler, Haçlıların zorla gasbettikleri paraları Rumlardan geri alarak tekrar sahip­lerine veriyorlardı. Bir Haçlı knoniğinden alınan bu enteresan hadiseyi Frank tarih­çi şöyle anlatıyor:

“Dindaşları Rumların zulmünden kaçarak Müslümanlar nezdinde emniyet, hi­maye ve merhamet arayan haçlılardan 3000’den fazla gencin TUrklere katıldığı söyleniyor. Ah merhamet, sen hıyanetten daha zalimsin! Çünkü müslümanlar, Hris- tiyanlara ekmek vermek suretiyle bunların dinlerini satın alıyorlardı. Bununla be­raber Türkler bu iyiliklerine mukabil hiçbirini din değiştirmeğe zorlamadılar”25. Aynı şekilde Sivas darüşşifasına ait 1261/1845 tarihli vakfiyede, bu il civarında bir frenk köyü (Zay’atü’-ifrenç)’nün bulunduğunu, I. Haçlı Seferi’nde Kılıçarslan ta­rafından Amasya yakınlarında yenilgiye uğratılan Frenkler’den arta kalanların bu­rada yerleştiğini, yine aynı sefer sırasında Beynaud adındaki bir şövalyenin maiy- yetiyle birlikte ordusundan ayrıldığını, Kılıçarslan’a iltihak ederek Müslüman ol­duğunu belirtmeliyiz.

Daha da çoğaltarak zikredebileceğimiz bu ve benzeri misaller göstermektedir ki, Selçuklular, bütün gayr-i müslim cemaatlere karşı gösterdikleri insani yaklaşım­ları sayesinde İslâmlaştırma Politakalan’nın hayata geçirilmesinde ciddî hiçbir en­gelle karşılaşmadıkları gibi, tam aksine, uyguladıkları idari, ticarî, adlî ve savaş stratejileri sayesinde birtakım kolaylıklar da görmüşlerdir26.

İhtida hareketlerinin en yoğun yaşandığı dönem Selçuklu sultanı II. Kılıçarslan dönemidir. Yukarıda çeşitli vesilelerle açıkladığımız üzere “ihtida" gönül rızası ile gerçekleşecek bir hadisedir. II. Kılıçarslan döneminde bunun çok sık görülmesi, doğrudan doğruya onun, gayr-i müslimlere karşı gösterdiği şefkat, merhamet, âdil muamele ve toleransta aranmalıdır27.

XIII. yüzyılda Türk-İslam medeniyetinin komşu ülkelere nisbetle zirveye ulaş­ması, Moğol istilasıyla birlikte tasavvuf cereyanlarının gelişerek rağbet bulması, her yerleşim merkezinde medrese ve zaviyelerin açılması, bu merkezlerde dine ağırlık veren eğitimin teşviki sonucu şeyh ve mürid sayısında gözlemlenebilir öl­çüde artışın müşahade edilmesi vb. İslamlaşmayı kolaylaştıran diğer âmiller olarak zikredilebilir28.

Bunlara ilâve olarak İslâmlaştırma faaliyetlerinin başarıya ulaşmasında muta­savvıf şeyhlerle Türkmen babalarının gayretlerini özellikle zikretmeliyiz. Onlar, hiçbir din, mezhep ve etnik köken farkı gözetmeksizin, bu ayrılık ve farklılıkları dostluğa çevirmişler, yoksul, hasta ve muhtaçlara kucak açarak yardım etmişler, böylece İslamiyet’in, yabancı din mensuplarına câzip birdin olarak algılanmasını sağlamışlardır.

İslamlaştırmada rol oynayan faktörlerden biri de tekkelerdir. Özellikle hudut boylarındaki tekkelerin bu yoldaki hizmetleri küçümsenmeyecek boyutlara ulaş­mıştır.

Selçuklu döneminin önemli mutasavvıflarından Mevlâna Celaleddin-i Rûmî (1207-1273)’nin İslâmlaştırma Politikası’na katkısı büyük olmuştur. O, her din ve mezhepten insanları, engin hoşgörüsü ile Allah’a inanç, bağlılık, iyilik, hayır, şef­kat vb. yüksek İnsanî idealler uğrunda birleştirmesini bilmiştir. Çeşitli dinlere men­sup müridleri bulunan Mevlanâ’nın tesirinde kalan Rum, Ermeni ve Yahudilerden 18.000 kişinin dinlerini terkederek İslamiyet’i kabul ettiği bilinmektedir29.

Mevlanâ ve diğer bazı mutasavvıfların sohbet meclislerine katılarak İslam’ın engin ufkunu gören mühtediler içerisinde, tarikat yolunda belli merhalelere ulaşan­lar da olmuştur. Müslümanlığı kabul ettikten sonra Kur’an-ı Kerim’i öğrenen ve as­len Konya Ermenilerinden olan Şeyh Abdullah, bir tarikat adabının gerektirdiği ya­şam biçimini kendine rehber edinmiş, ibadet ve riyazatla dağlarda, çöllerde dolaşa­rak ınücahade ve mükaşefe erbabından olmuş, 631/1233 yılında Şam’da vefat et­miştir30.

Bir diğer açıdan BizanslIların Türklere karşı aşağılık duygusuna kapılmaları, Anadolu Hıristiyanlarının, özellikle Rum toplumunun dini, kültürel ve sosyolojik yönlerden çöküntü içerisinde bulunmaları, Selçukluların İslâmlaştırma Politikala- rfna olumlu etkiler icra etmiştir.

Saray ve ordu ihtiyaçlarının gayr-i müslimlerle birtakım münasebetler kurulma­sını gerektirmesi de İslamlaştırmaya yardımcı olmuştur. Çünkü küçük yaşta saraya alınan gayr-i müslim çocukları GülamHane (köle okulu) denilen özel eğitim kurum- larında “baba"ların nezaretinde İslam Dini ve İslam kültürü doğrultusunda yetişti­rilerek, ordu, saray ve zenginlerin evlerinde istihdam edilmişlerdir31.

Selçuklu hükümdarları gibi yerli halk da gayr-i müslimlerle çok olumlu, ahenk­li ve uyumlu münasebetler içeresinde idi. Bu hoş ilişkiler de İslamlaştırmaya mü­sait bir zemin hazırlamıştır. Bu iyi diyalog ortamı sayesinde ziyaretgâhlarda ve dü­şüncelerde oluşan miisbet anlayış ve hoşgörü hangi dinden olursa olsun, bütün gayr-i müslimleri Müslümanlarla kaynaşmaya sevketıniştir. Bazı Hristiyan azizle­rinin ziyaret edilen mezarları çevresinde İslâmî motiflerle süslenen efsaneler işte böyle gelişmiştir.

Selçuklu sultanlarınca belli ulaşım merkezlerinde inşa ettirilen kervansaraylar­da Müslüman-Hristiyan ayırımı yapılmaksızın her din ve mezhepten insana hizmet verilmesi gayr-i müslimlerin Miislümanlara sempati duymalarına vesile olmuş, bu da İslamlaşmaya katkı sağlamıştır.

Özet olarak ifade etmek gerekirse Selçuklular, İslam dışındaki hiçbir kişi veya toplumu zorla İslâmlaştırma gayreti içerisine girmemişlerdir. Onlar böyle davran­mak suretiyle bunun bir gönül ve kafa işi olduğunu bilerek, Kur’an-ı Kerim’in, “Dinde zorlama yoktur...”32 ayetine de bağlılıklarını te’yit etmişlerdir.

*Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.

1 İbrahim Kafesoğlu, "Selçuklular. MEH. Islaııı An.sk., X, 353. Ana Bnlaıınica. XIX. 217

2 Yılmaz Öztuııa. Resimlet te Titrkiye Tarihi, İst 1970, s 37 vd.

3 İbn Bibi, Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi, çev. M. N. Gençosman, F. Nafiz Uzluk, Ank. 1941; İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İst. 1979, s. 46; M. Altay Koymen, Büyük Selçuklu İmparator­luğu Tarihi, Ank. 1993.

4 Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, İst. 1978, I, 235. Ayrıca bkz. Ali Sevim, Selçuklu Devlen Tarihi, Ank. 1995.

5 Geniş bilgi için bkz. W. Barthold, Ortaasya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İst. 1927.

6 Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, I, 256.

7 Mükrimin H. Yinanç, Anadolunun Fethi, İst. 1944.

8 el-Hüseyni, Ahbâru’d-devleti’s-Selçukiyye, çev. Necatı Lügal, Ank. tra. I, 49.

9 BizanslIların zulmu altında ezilen Süryani ve Ermenileri cezalandırmak için Allah’ın Tıirklerı gön­derdiğine inanan gayr-i müslimlerin sayısı hiç de az değildir. Geniş bilgi için bkrz. Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet, İst. 1993.

10 Osman Turan, Selçuklular ve Türk-İslam Medeniyeti, Ank. 1965, s. 342; Coşkun Alptekin, Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, İst. 1988, IV, 95 vd.

11 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarhi, Ank. 1982, I-XI.

12 Osman Tutan. Scl\nUulaı Zamanımla 1 m kı\c. İst 197 I. s 79 A\ ı ıca bk/. Alı Sevim-Yaşar Yııcel, iıtıknc ’¡anin, Ank İ9S9.

13 Bılgı ıçın bk?. M. Fuad Köprülü Bizans\ Müesseselerinin Osmanlı Muesseselerine Tesiri, Ist. 1981, Alı Sevim, Anadolu nun fethi I ctlu Semçuklular Dönemi. Ank 1993

14 Yılmaz Öztuna. Uc\icili ı ı c Hamuitıtılaı. Aıık İ9(ı9. ü. 23

15 Osman Tııran, Tıirk Cihcın Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi. İst 1978. II. 460.

16 Osman Turan, Tıirk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi, İsı 1978, //, 461; “Tıırkleı ve İslamiyet”. DTCF Dergisi, Ank 1964, IV. 4.

17 Osman Turan, Türkiye Selçuklukları Hakkında Resmi Vesikalar, Ank. 1998, s. 159-160.

18 Bkz. Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ank. 1997.

19 Osman Turan, age. II, 461. Artukoğullarından Necmeddin Alpi (1152-1176), Erzurum Emiri Saltuk (1145-1176), kayın pederi Ahlat Şahı II. Sökmen (1128-1183) ve Azerbaycan Atabeği İldeniz (1146-1172)’ın ülkelerinde yaşayan Hristiyanlara karşı gösterdikleri adalet ve hoşgörü onlar için bir altın devir olarak tarihe geçmiştir.

20 Bkz. Osman Turan, age., s. 453 vd.

21 Geniş bilgi için bkz. Ahmet Refik, Büyük Tarih-i Umumi, İst. 1238, VI, 267 vd.a

23 R NVıUek laral’mdan ileri sunilen gaziler nazın iyesinin laıılıt realtleve uymadığı ve çok mübalağalı olduğu hakkında bkz. Osınaıı Turan, age . s 20-22.

24 Osman ’Itııan. age . II. 4NS

25 Bkz. T.W. Arnold, İntişar-ı İslam Tarihi, çev. M. Halil Halit, İst. 1343, s. 92.

26 Bkz. Osman Turan, Türkiye’de Manevi Buhran, Ank. 1964.

27 II. Kılıçarslan zamanında yapılan ve oğlu Süleyman Şah zamanında mahkemece tescil edilen (1202) Altun Aba Vakfiyesi, sırf ihtidaları tanzim için kaleme alınmıştır. Vakfiyeden anlaşıldığına göre Hristiyan, Yahudi ve Mecusilerden İslam’ı kabul edenlerin yiyecek ve giyecek ihtiyaçları karşılanacak , sünnetleri yapılacak, namazlarını kılabilecek kadar Kur’an öğretilecektir.

28 Geniş bilgi çin bkz. Fuad Köprülü, Turk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ank. 1966.

29 Bu noktayı teyit etmesi bakımından Eflâkî Dede’nın şu tesbitini verelim: “Her kavim bir peygam­beri, her mezhep ve tarikatı bir şeyhi ta’zim eder. Halbuki Mevlanâ butun din ve mezhep mensu­pları tarafından tazim görür.” Ayırca bkz. Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, çev. Tahsin Yazıcı, İst. 1973, 1-11, Mevlana Celaleddin-i Rûmî, Mesnevi, çev. Abdulbaki Gölpınarlı, İst. 1989,1-VI.

30 Bedreddin Aynî. el-lkıhı’l-Cünu’ın, Veliyyeddin Ef. Nıı. 2931 (XIX), s. 165.

31 Selçukluların İslâmlaştırma Politikaları’nda mevcudiyetinden bahsedilen bir diğer askeri sınıf lydış (Ikdiş)’leıdır.

32 Bakara, 256.