Makale

KUR'ÂN-I KERİMDE İKNA METODU

KUR’ÂN-I KERİMDE İKNA METODU

Dr. Durak PUSMAZ
Haseki Eğitim Merkezi Müdürü

Mensubu olmakla iftihar ettiğimiz yüce İslam dininin bir çok özel­likleri ve güzellikleri vardır. Bu özel­liklerinden biri de İslam dininin akla hitabetmesidir. Gerçekten İslam dini ilim dinidir, akıl dinidir, mantık di­nidir. İnsanların gönüllerine hitabettiği kadar akıllarına da hitabeder, akla büyük önem verir. Onun için aklı, mü­kellefiyetin şartlarından biri kılmıştır. Akıl yüce Rabb’imizin insana verdiği en büyük nimetlerden biridir. Akıl in­sanlara mahsustur. Hayvanlar akıl ni­metinden mahrumdur. İnsanlarla hay­vanları ayıran en önemli hususlardan biri de akıldır. Ancak, Allah insanlara aklı, boş yere değil, akıllarını kul­lansınlar diye vermiştir. Akıllarını kul­lanmayanlar da Allah’ın kelamında ve Rasûlullah’ın sünnetinde yerilmiştir. Bu hususta Kur’ân-ı Kerim’de çok ayet vardır. Bir çok âyet-i kerimede:

"Efelâ ta’kılûn: Aklınızı kul­lanmıyor musunuz?" buyrulmuştur.

Kur’ân-ı Kerimde, ortaya atılan id- dialann delilli olması istenir, bir delile dayanmaksızın, akılsız, ileri geri ko­nuşanlara: "Eğer gerçekten doğru söyitiyorsanız delilinizi getiriniz." "Eğer doğru sözlüler iseniz bana ilme dayanarak haber veriniz." buy­rulur.

Öyle ise asıl olan delili konuşmak, muhatabın aklına hitab ederek ikna et­meye çalışmaktır. İkna metodu özel­likle insanları İslam’a davette, va’z ve irşad faaliyetlerinde çok önemlidir. Çünkü muhatap, vâizlerden, mür­şitlerden makul, akla mantığa uyan sözler dinlemek isterler. Makul ol­mayan, akla ve mantığa uymayan söz­ler dinlemek istemezler, dinleseler de inanmazlar. Akla ve mantığa uy­mayan, asılsız, esassız şeylerden bah­seden kimseler etraflarında hi- tabedecekleri akıllı kimseler bulamazlar. İnsanların akıllarına hitabedip onları ikna edecek deliller ge­tirmek gerekir. Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de ikna metodu üze­rinde durulmuştur. Bunu birçok âyette görmemiz mümkündür.

Soru Bombardımanı

Mesela aşağıdaki âyet-i kerimede Allah’ın varlığını kabul etmeyen inançsız kimseler adeta soru bom­bardımanına tutulmaktadır:

"De ki: "Sizi gökten ve yerden kim nzıklandınyor? Ya da kulaklara ve gözlere (onları yaratmaya) sahip olan kimdir? Ölüden diriyi kim çıkarıyor?

Diriden ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri düzenleyip yöneten kimdir?" Onlar: "Allah’tır.” diyecekler. Sen de: De ki: Öyle ise O’nun azabından kork­muyor musunuz? İşte gerçek Rabbiniz olan Allah budur. Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne vardır? "

Mesela Ra’d sûresinin 16. âyetini dikkatle okuyalım. Orada da aynı şey­leri görmekteyiz: "Ey Peygamber! On­lara de ki:

’’- Göklerin ve yerin rabbi kimdir? O Allah’tır” de.

"- Allah’ı bırakıp kendilerine hiç bir fayda ve zarar vermeyen şeyleri mi dostlar edindiniz?" de.

"- Hiç körle gören bir olur mu? Veya karanlıklarla aydınlık bir olur mu?" de. Yoksa Allah’a, Allah gibi ya­ratmaya kâdir ortaklar buldular da, ya­ratmanın kim tarafından olduğundan şüphe ettiler? Ey Peygamber! Sen on­lara: "Bütün varlıkların yaratıcısı Allah’tır, O birdir, her şeye galiptir." de" (Rad, 13/16).

Bir de Yunus suresinin 34 ve 35. âyetlerini okuyalım:

"De ki: Sizin ortak koştuklarınızdan, ilk defa yaratacak, sonra onu eski durumuna iade edecek olan var mı? De ki: Allah ilk defa ya­ratıyor, sonra tekrar yeniden yaratır. Öyle ise nasıl doğru yoldan çe- viriliyorsunuz."

De ki: Koştuğunuz ortaklardan ger­çeğe eriştirecek olan var mıdır? De ki: Ama Allah gerçeğe eriştirir. Gerçeğe eriştiren mi uyulmaya daha layıktır, yoksa yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl yanlış hüküm ve­riyorsunuz?"

Al-i İmran sûresinde göklerin ve yerin yaratılışı ile gece ve gündüzün değişimi Allah’ın varlığına, birliğine ve kudretine delil olarak getirilir: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gi­dişinde akl-ı selim sahipleri için ger­çekten ibretler vardır."5

"Allah’ın göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli ola­rak bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de insanlar içinde-bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yok­ken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır." 6

Demek ki bir mevzuda söz söy­lerken, tartışırken bilgi sahibi olmak, aydınlatıcı bir kitaba, bir delile da­yanmak gerekir. Bilgisiz ve da­yanaksız söz söylemek Kur’an’ın ru­huna aykırıdır.

Bilgisizce Taklid

Kur’ân-ı Kerimde çeşitli âyet-i ke­rimelerde insanların, Allah’ın ken­dilerine lütfettiği akıl nimetini kul­lanmayarak körükörüne eskiye bağlanmaları, babalarını, atalarını tak­lid etmeleri, ortaya atılan yeni fikirlere kulak vermemeleri yerilir:

"Onlara Allah’ın indirdiğine uyun denildiği zaman onlar:

"- Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya atalan birşey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?7

"Onlara: "Allah’ın indirdiğine uyun" denildiği zaman:

"- Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Ya şeytan onları alevli ateşin azabına ça­ğırıyor idiyse?"(8)

"Onlara: "Allah’ın indirdiğine ve Resûl’e gelin" denildiği zaman:

"- Babalarımızı üzerinde bul­duğumuz yol bize yeter" derler. Ata­lan hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iselerde mi?" (9)

"Senden önce hangi ülkeye bir peygamber gönderdikse kodamanlan şöyle deyiverdiler: ’Biz, atalanmızı bir anlayış ve tutum üzerinde bulduk. Ve onların bıraktıkları eser ve örneklere uyarız.’ Gelen peygamber şu cevabı vermiştir: Peki atalannızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirdimse de mi?..."l0)

Yunus sûresinin 75-76. âyetlerinde belirtildiğine göre Allah’ü Teâlâ Hz. Mûsâ ile kardeşi Hârun’u bir takım mucizelerle Firavavun ile adamlarını uyarmak ve İsrailoğullarını onlann zulmünden kurtarmak için gönderir. Fakat Firavun ve adamlan Hz. Mûsâ’ya inanmazlar ve göstermiş ol­duğu mucizelere "bu apaçık bir bü­yüdür" derler. Bunun üzerine Mûsâ ile Firavun ve kavmi arasında geçen ko­nuşma verilir. Mûsâ:

"-Size gelen gerçek için böyle mi diyorsunuz? Büyü müdür bu? Halbuki büyücüler iflah olmazlar." dedi. De­diler ki:

"-Sen bizi babalarımızı üzerinde bulunduğumuz şeyden çevirensin de yeryüzünde büyüklük yalnız ikinize kalsın diye mi bize geldin? Biz size inanacak değiliz."11

Bu âyet-i kerimelerden gayet açık ve net olarak öğrenmekteyiz ki, bir asla ve esasa dayanmaksızın ecdadı batıl inançlarında körükörüne taklid dinimizce yerilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîmde ikna metoduna bir kaç misal verelim:

1- Öldükten Sonra Tekrar Dirilme

Yasin suresinin son ayetlerinde şöyle buyurulur:

"İnsan bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimde de o apaçık bir düşman ke­silmiştir.

Ve kendi yaratılışını unutarak bize misal vermeye kalkışıyor ve: "Şu çü­rümüş kemikleri kim diriltecek" diyor.

De ki: "Onları ilk defa yaratan di­riltir. O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.

Yeşil ağaçtan size ateş çıkaran O’dur. İşte siz ateşi ondan ya­kıyorsunuz.

Gökleri ve yeri ayaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet, kâdirdir. O, her şeyi hak­kıyla bilen yaratıcıdır.

O’nun işi, bir şeyi yaratmak is­tediği vakit sadece: "Ol!” demektir ve o şey derhal oluverir.

Her şeyin mülkü elinde olan Allah münezzehtir, yücedir. Siz elbette O’na döndürüleceksiniz”

Mekke müşrikleri, öldükten sonra Allah’ın insanları tekrar diriltmesini bir türlü kabul etmiyorlardı. Rivayet edildiğine göre müşriklerin azı­lılarından Übey b. Halef, bir defa çü­rümüş bir kemik parçası olarak Hz. Peygamber’in yanına gelmiş, eliyle ufalayıp toz haline getirerek: "Ey Mu­hammedi Allah bunu ufalıp da­ğıldıktan sonra diriltecek öyle mi?" demişti. İşte bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerimeler inmiştir. Bu âyet-i ke­rimelerde; öldükten sonra tekrar di­rilmeyi inkar edenler akıl ve iz’ana davet edilerek Allah’ın tekrar di­riltmeye kadir olduğu aşağıdaki aklî ve mukni delillerle ispat ediliyor:

a- İnsanın yaratılışı

Öldükten sonra dirilmeyi inkar eden insan ilk önce kendi yaratılışına bakmalıdır. İnsan bir damla sudan, gözle görülmeyecek kadar spermden yaratılmıştır. Daha sonra büyümüş, yeme-içme, konuşma, düşünme, iyiyi kötüyü ayırdetme gibi üstün kabiliyyetlerle donatılmıştır. İnsan hangi merhalelerden geçtikten sonra ya­ratıldığına baksa, bu hususta birazcık olsun düşünce Allah’ı inkar edemez. Allah’ı inkar edemeyince de öldükten sonra dirilmeyi inkar edemez. İnsanı bir damla sudan yaratmaya kadir olan

Allah, elbette öldükten sonra di­riltmeye de kadirdir.

b- İlk yaratılış

Öldükten sonra dirilmeyi inkar eden kimse, ilk yaratılışını da inkar et­melidir. İnsanı hiç yokken, benzeri ve modeli bulunmazken yaratmaya kadir olan, yokluk karanlığından varlık sah­nesine çıkaran Allah, tekrar diriltmeye de elbette kadirdir. "Onları ilk defa ya­ratan diriltir. O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir."

c- Yeşil ağaçtan ateş çıkaran

Ağaç yanarken ateş çıkardığı gibi birbirine sürtmek suretiyle de ateş çı­karır. Isının mahiyetini inceleyen müs­pet ilim bu gerçeği şöyle açık­lamaktadır: Yemyeşil bir ağaç güneşten emerek aldığı sıcaklığı kendi bünyesinde saklamaktadır. Hicazda bulunan merh ile afâr ağaçlarından birer dal kesilip de birbirine sür­tülünce çakmak gibi ateş çıkarır. Araplar çölde yolculuk yaparken bu dallan birbirine sürtüp ateş yakarlardı. Arapların şöyle bir atasözü vardır: "Her şeyde ateş vardır, ama merh ve afarda daha çoktur."

Burada dikkatimizi çeken üç şey var: Ağaç, ateş ve bu yeşil ağacın içe­risinde bulunan su. Bunlar birbirine zıt şeyler. Ateş ağacı yakar, su ise ateşi söndürür. Oysa O yüce kudret bu zıt şeyleri bir arada bulundurmaktadır. Zıtları bir arada bulundurmaya kadir olan Allah insanları da öldükten sonra diriltmeye öncelikle kadirdir. Bir Arap şairi şöyle demektedir:

Cem’u’n-nakîdayni min esrarı kud- retih

Hâze’s-Sehâbu. bihî rnâun bihî nâru

Anlamı şöyledir: İki zıttı bir arada bulundurmak Allah’ın kudretinin sırlarındandır. İşte bulut; onda hem su var, hem de ateş var.

d- Gökleri ve yeri yaratan

81. Ayette göklerin ve yerin ya­ratılışına dikkat çekiliyor: "Gökleri ve yeri yaratan, insanların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet, ka­dirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen ya­ratıcıdır."

Evet uçsuz buçaksız gökleri, gök­lerde bulunan ayı, güneşi ve sayısız yıldızlan yaratan, bunların her birini kendilerine mahsus yörüngesinde ha­reket ettiren; yeri, yeryüzünde bu­lunan dağlan, ovalan ve denizleri ya­ratmaya kadir olan yüce kudret, öldükten sonra insanları tekrar di­

riltmeye haydi haydi kadirdir.

e- Bütün bunlar Allah için çok kolaydır.

Yukarıda sayılan şeyleri yaratmak Allah için çok kolaydır. Çünkü Allah bir şeyi yaratmak istediği zaman sa­dece "ol" der, o da hemen oluver. Nasıl kolay olmasın ki herşeyin hü­kümranlık ve mülkü O’nun elindedir ve O herşeyden yücedir.

2- Hz. İbrahim

Hz. İbrahim bugün Irak sınırları içerisinde bulunan Babil’de pey­gamber olarak gönderilmişti. O za­manlar Babil halkı ve bu arada Hz. İb­rahim’in babası putlara tapıyordu. Hz. İbrahim kavmini ve babasını bu batıl inançtan kurtarıp Hakka imana davet etmeye başladı. Bu durum Kur’ân-ı Kerimin muhtelif surelerinde anlatılır.

"Hani o (İbrahim) babasına ve kavmine:

"- Neye tapıyorsunuz?" demişti. Onlar da:

"- Putlara tapıyoruz ve onlara tap­maya devam edeceğiz" diye cevap verdiler. İbrahim:

"- Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zararları dokunur mu?" dedi. Şöyle cevap verdiler:

Hayır ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk." İbrahim dedi ki;

İyi ama ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun neye taptığınızı biraz olsun düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi hariç (O, benim dos­tumdur.) Ki O beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Beni yediren içirendir. Hastalandığım zaman bana şifa verendir. Benim canımı alacak, sonra diriltecek olandır. Ve hesap günü kusurlarımı bağışlayacağını um­duğum da O’dur..."(13)

Görüldüğü gibi Hz. İbrahim put­lara tapmakta olan kavmine aklî, man­tıkî ve ikna edici delillerle hitabediyor. Kavmi onun bu ikna edici aklî, mantıkî ve İlmî delilleri kar­şısında makul bir cevap veremiyor. İb­rahim (a.s.) kavmine: "Yal­vardığınızda onlar sizi itiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zararları do­kunur mu?” diye soruyor. Bu soruya evet diye cevap vermeleri mümkün değil. Çünkü onlar da putların işit­mediklerini, hiç bir fayda ve za­rarlarının olmadığını, hatta değil baş­kalarına fayda ve zarar vermek, kendilerini korumaktan bile aciz ol­duklarını biliyorlardı. Onun için: "Hayır ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.” demekten başka ça­releri yoktu. Her devirde batılın pe­şinde gidenlerin durumu böyledir.

Peygamber efendimiz de Mekke müş­riklerine, ellerinizle yapmış olduğunuz putlara tapmayı terkedin, bir olan Allah’a kulluk edin, dediği zaman aynı cevabı almıştı.

Hz. İbrahim onları akıllarını kul­lanmaya ve düşünmeye sevkeden so­rularına devam ediyor: "İyi ama ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun neye taptığınızı biraz olsun dü­şündünüz mü?" Evet insanın ne yap­tığını, neye taptığını birazcık olsun dü­şünmesi gerekmez mi? Atalarının her yaptığı şeyi doğru mu kabul etmesi gerekir?

Hz. İbrahim daha sonra kendisinin kulluk ettiği Rabbin vasıflarını zik­rediyor: "Ben âlemlerin Rabbine kul­luk ediyorum. O beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Beni yediren içirendir. Hastalandığım zaman bana şifa verendir. Benim canımı alacak, sonra diriltecek olandır. Ve hesap günü kusurlarımı bağışlayacağını um­duğum da O’dur." Sanki onlara de­niliyor ki Hak Mabud’un bu özellikleri taşıması gerekir. Sizin taptığınız put­larda bu özelliklerden hiçbiri var mı?

Evet bu olayda da gayet açık ola­rak görüldüğü gibi yanlış, asılsız, batıl inançların aklî, mantıkî ve İlmî izah­ları ve savunulması yoktur.

Hz. İbrahim’in babası da kavmi gibi putlara tapıyordu, onların önde gelenlerinden idi, hatta putları yapıp satanlardandı. Babasının bu durumu daha çok zoruna gidiyordu. Onun için Hz. İbrahim’in özel olarak babasına hitabettiğini ve onu bu batıl inan­cından, aklî deliller serdederek vaz­geçirmeye çalıştığını görüyoruz:

"Kitapta İbrahim’i de an. Çünkü o, doğruluk timsali idi, bir peygamberdi. Bir vakit babasına şöyle hitabetmişti:

"- Ey babacığım! İşitmeyen, gör­meyen, sana hiç bir faydası do­kunmayan şeylere niçin tapıyorsun? Ey babacığım! Doğrusu bana, sana gelmemiş olan bir ilim gelmiştir. O halde bana uy da seni dümdüz bir yola çıkarayım. Babacığım, şeytana tapma! Çünkü şeytan, hakkiyle esirgeyen Allah’a başkaldınp âsî olmuştur. Ba­bacığım! Gerçekten korkuyorum ki; çok esirgeyen Allah’tan sana bir azap gelip çatar da şeytana yâr olmuş olur­sun.” Babası dedi ki:

"- Ey İbrahim! Sen benim tan­rılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Yemin olsun ki vazgeçmezsen seni mutlaka taşlarım. Uzun müddet ben­den ayni git." İbrahim şöyle dedi:

"- Üstüne selamet. Senin için Rab- bime istiğfar edeceğim. Çünkü O, bana çok lütufkârdır. Sizi ve Allah’tan başka taptıklarınızı bırakıp çe­kiliyorum. Rabbime dua ediyorum.

Umulur ki duam karşılıksız kalmaz. " (14)

Dikkatimizi çeken hususlar

Meryem sûresindeki bu âyet-i ke­rimelerde irşad ve tebliğ açısından dikkatimizi çeken bazı hususlara temas etmek istiyoruz:

Konuya girilirken Hz. İbrahim’in doğruluğuna temas edilerek "o, doğ­ruluk timsali idi." buyruluyor. Demek ki irşad ve tebliğ görevini yapacak olan kimselerin herşeyden önce özleri ve sözleriyle dosdoğru olmalan, et­raflarına güven telkin etmeleri, dost­larının ve düşmanlarının itimatlarını kazanmaları gerekir.

Hz. İbrahim, putperest de olsa ba­basına hitabederken edebi elden bı­rakmıyor, sevgi, şefkat ve merhamet dolu bir ifade ile "babacığım" diyerek söze başlıyor. Demek ki insanları Hak’ka davet eden, irşad ve tebliğ gö­revinde bulunan kimseler, insanlara karşı -yanlış yolda da olsalar- sevgi, şefkat ve merhamet dolu olmalılar ve bunu karşısındaki kimselere his­settirmeliler. Kabalık, sertlik ve ağır ifadelerden kaçınıp tath dilli olmalılar.

Hz. İbrahim sözünün başlangıcında babasına şu makul ve düşündürücü soruyu yöneltiyor: "İşitmeyen, gör­meyen, sana hiç bir faydası do­kunmayan şeylere niçin tapıyorsun?” Evet gerçekten insan neden hak yolda gitmez de batılın peşine düşer? Neden Allah’a kulluk etmez de, kendi el­leriyle yaptığı görmeyen, işitmeyen ve hiç bir faydası dokunmayan, hatta kendisini korumaktan bile aciz olan putlara tapar? Putlardan medet umar? Elbette bu düşündürücü ve can alıcı sorulara verilebilecek makul cevap yoktur.

Hz. İbrahim, babasının cahil ol­duğunu, bu yüzden putlara taptığını biliyor, fakat ona hitabederken "sen cahilsin, gerçekleri bilmediğin için putlara tapıyorsun" demiyor, aksine: "Babacığım! Doğrusu bana, sana gel­memiş olan bir ilim gelmiştir. O halde bana uy da seni dümdüz bir yola çı­karayım." diyerek söylediklerini ken­diliğinden söylemediğini, bilakis ken­disine Allah tarafından bildirilen gerçekleri haber verdiğini belirtiyor. "Sen bilmezsin, ben bilirim" gibi ken­disini alim görüp, karşısındakini cahil görme yönüne gitmiyor. İnsanlara hak dini tebliğ eden ve onları irşada ça­lışan mürşitlerin, alimlerin, din gö­revlilerinin bu hususlara dikkat et­meleri ve özen göstermeleri gerekmektedir.

(1) Bakara Sûresi: 1/44, 76; Ali İmran Sûresi: 3/65; En’am Sûresi: 6/32; Araf Sûresi: 7/ 169; Yunus Sûresi: 10/16; Hud Sûresi: 11/ 51; Yusuf Sûresi: 12/109; Enbiya Sûresi: 21/10, 67; Mü’minûn Sûresi; 23/80; Saffât Sûresi: 37/138.

(2) Bakara Sûresi: 2/11; Neml Sûresi: 27/64.

(3) En’am Sûresi; 6/143.

(4) Yûnus Sûresi: 10/31-32.

(5) Al-i İmran Sûresi: 3/190.

(6) Lokman Sûresi: 31/20.

(7) Bakara Sûresi: 2/170.

(8) Lokman Sûresi: 31/21.

(9) Mâide Sûresi: 5/104

(10) Zuhruf Suresi: 43/23-24.

(11) Yunus Sûresi: 10/77-78.

(12) Yâsin Sûresi,77-83.

(13)Şuarâ Sûresi, 26/70-82.

(14) Meryem Sûresi: 19/41-49.