KUR’ÂN-I KERİMDE İKNA METODU
Mensubu olmakla iftihar ettiğimiz yüce İslam dininin bir çok özellikleri ve güzellikleri vardır. Bu özelliklerinden biri de İslam dininin akla hitabetmesidir. Gerçekten İslam dini ilim dinidir, akıl dinidir, mantık dinidir. İnsanların gönüllerine hitabettiği kadar akıllarına da hitabeder, akla büyük önem verir. Onun için aklı, mükellefiyetin şartlarından biri kılmıştır. Akıl yüce Rabb’imizin insana verdiği en büyük nimetlerden biridir. Akıl insanlara mahsustur. Hayvanlar akıl nimetinden mahrumdur. İnsanlarla hayvanları ayıran en önemli hususlardan biri de akıldır. Ancak, Allah insanlara aklı, boş yere değil, akıllarını kullansınlar diye vermiştir. Akıllarını kullanmayanlar da Allah’ın kelamında ve Rasûlullah’ın sünnetinde yerilmiştir. Bu hususta Kur’ân-ı Kerim’de çok ayet vardır. Bir çok âyet-i kerimede:
"Efelâ ta’kılûn: Aklınızı kullanmıyor musunuz?" buyrulmuştur.
Kur’ân-ı Kerimde, ortaya atılan id- dialann delilli olması istenir, bir delile dayanmaksızın, akılsız, ileri geri konuşanlara: "Eğer gerçekten doğru söyitiyorsanız delilinizi getiriniz." "Eğer doğru sözlüler iseniz bana ilme dayanarak haber veriniz." buyrulur.
Öyle ise asıl olan delili konuşmak, muhatabın aklına hitab ederek ikna etmeye çalışmaktır. İkna metodu özellikle insanları İslam’a davette, va’z ve irşad faaliyetlerinde çok önemlidir. Çünkü muhatap, vâizlerden, mürşitlerden makul, akla mantığa uyan sözler dinlemek isterler. Makul olmayan, akla ve mantığa uymayan sözler dinlemek istemezler, dinleseler de inanmazlar. Akla ve mantığa uymayan, asılsız, esassız şeylerden bahseden kimseler etraflarında hi- tabedecekleri akıllı kimseler bulamazlar. İnsanların akıllarına hitabedip onları ikna edecek deliller getirmek gerekir. Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de ikna metodu üzerinde durulmuştur. Bunu birçok âyette görmemiz mümkündür.
Soru Bombardımanı
Mesela aşağıdaki âyet-i kerimede Allah’ın varlığını kabul etmeyen inançsız kimseler adeta soru bombardımanına tutulmaktadır:
"De ki: "Sizi gökten ve yerden kim nzıklandınyor? Ya da kulaklara ve gözlere (onları yaratmaya) sahip olan kimdir? Ölüden diriyi kim çıkarıyor?
Diriden ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri düzenleyip yöneten kimdir?" Onlar: "Allah’tır.” diyecekler. Sen de: De ki: Öyle ise O’nun azabından korkmuyor musunuz? İşte gerçek Rabbiniz olan Allah budur. Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne vardır? "
Mesela Ra’d sûresinin 16. âyetini dikkatle okuyalım. Orada da aynı şeyleri görmekteyiz: "Ey Peygamber! Onlara de ki:
’’- Göklerin ve yerin rabbi kimdir? O Allah’tır” de.
"- Allah’ı bırakıp kendilerine hiç bir fayda ve zarar vermeyen şeyleri mi dostlar edindiniz?" de.
"- Hiç körle gören bir olur mu? Veya karanlıklarla aydınlık bir olur mu?" de. Yoksa Allah’a, Allah gibi yaratmaya kâdir ortaklar buldular da, yaratmanın kim tarafından olduğundan şüphe ettiler? Ey Peygamber! Sen onlara: "Bütün varlıkların yaratıcısı Allah’tır, O birdir, her şeye galiptir." de" (Rad, 13/16).
Bir de Yunus suresinin 34 ve 35. âyetlerini okuyalım:
"De ki: Sizin ortak koştuklarınızdan, ilk defa yaratacak, sonra onu eski durumuna iade edecek olan var mı? De ki: Allah ilk defa yaratıyor, sonra tekrar yeniden yaratır. Öyle ise nasıl doğru yoldan çe- viriliyorsunuz."
De ki: Koştuğunuz ortaklardan gerçeğe eriştirecek olan var mıdır? De ki: Ama Allah gerçeğe eriştirir. Gerçeğe eriştiren mi uyulmaya daha layıktır, yoksa yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl yanlış hüküm veriyorsunuz?"
Al-i İmran sûresinde göklerin ve yerin yaratılışı ile gece ve gündüzün değişimi Allah’ın varlığına, birliğine ve kudretine delil olarak getirilir: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için gerçekten ibretler vardır."5
"Allah’ın göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de insanlar içinde-bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır." 6
Demek ki bir mevzuda söz söylerken, tartışırken bilgi sahibi olmak, aydınlatıcı bir kitaba, bir delile dayanmak gerekir. Bilgisiz ve dayanaksız söz söylemek Kur’an’ın ruhuna aykırıdır.
Bilgisizce Taklid
Kur’ân-ı Kerimde çeşitli âyet-i kerimelerde insanların, Allah’ın kendilerine lütfettiği akıl nimetini kullanmayarak körükörüne eskiye bağlanmaları, babalarını, atalarını taklid etmeleri, ortaya atılan yeni fikirlere kulak vermemeleri yerilir:
"Onlara Allah’ın indirdiğine uyun denildiği zaman onlar:
"- Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya atalan birşey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?7
"Onlara: "Allah’ın indirdiğine uyun" denildiği zaman:
"- Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Ya şeytan onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse?"(8)
"Onlara: "Allah’ın indirdiğine ve Resûl’e gelin" denildiği zaman:
"- Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler. Atalan hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iselerde mi?" (9)
"Senden önce hangi ülkeye bir peygamber gönderdikse kodamanlan şöyle deyiverdiler: ’Biz, atalanmızı bir anlayış ve tutum üzerinde bulduk. Ve onların bıraktıkları eser ve örneklere uyarız.’ Gelen peygamber şu cevabı vermiştir: Peki atalannızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirdimse de mi?..."l0)
Yunus sûresinin 75-76. âyetlerinde belirtildiğine göre Allah’ü Teâlâ Hz. Mûsâ ile kardeşi Hârun’u bir takım mucizelerle Firavavun ile adamlarını uyarmak ve İsrailoğullarını onlann zulmünden kurtarmak için gönderir. Fakat Firavun ve adamlan Hz. Mûsâ’ya inanmazlar ve göstermiş olduğu mucizelere "bu apaçık bir büyüdür" derler. Bunun üzerine Mûsâ ile Firavun ve kavmi arasında geçen konuşma verilir. Mûsâ:
"-Size gelen gerçek için böyle mi diyorsunuz? Büyü müdür bu? Halbuki büyücüler iflah olmazlar." dedi. Dediler ki:
"-Sen bizi babalarımızı üzerinde bulunduğumuz şeyden çevirensin de yeryüzünde büyüklük yalnız ikinize kalsın diye mi bize geldin? Biz size inanacak değiliz."11
Bu âyet-i kerimelerden gayet açık ve net olarak öğrenmekteyiz ki, bir asla ve esasa dayanmaksızın ecdadı batıl inançlarında körükörüne taklid dinimizce yerilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîmde ikna metoduna bir kaç misal verelim:
1- Öldükten Sonra Tekrar Dirilme
Yasin suresinin son ayetlerinde şöyle buyurulur:
"İnsan bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimde de o apaçık bir düşman kesilmiştir.
Ve kendi yaratılışını unutarak bize misal vermeye kalkışıyor ve: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek" diyor.
De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltir. O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.
Yeşil ağaçtan size ateş çıkaran O’dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz.
Gökleri ve yeri ayaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet, kâdirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır.
O’nun işi, bir şeyi yaratmak istediği vakit sadece: "Ol!” demektir ve o şey derhal oluverir.
Her şeyin mülkü elinde olan Allah münezzehtir, yücedir. Siz elbette O’na döndürüleceksiniz”
Mekke müşrikleri, öldükten sonra Allah’ın insanları tekrar diriltmesini bir türlü kabul etmiyorlardı. Rivayet edildiğine göre müşriklerin azılılarından Übey b. Halef, bir defa çürümüş bir kemik parçası olarak Hz. Peygamber’in yanına gelmiş, eliyle ufalayıp toz haline getirerek: "Ey Muhammedi Allah bunu ufalıp dağıldıktan sonra diriltecek öyle mi?" demişti. İşte bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerimeler inmiştir. Bu âyet-i kerimelerde; öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkar edenler akıl ve iz’ana davet edilerek Allah’ın tekrar diriltmeye kadir olduğu aşağıdaki aklî ve mukni delillerle ispat ediliyor:
a- İnsanın yaratılışı
Öldükten sonra dirilmeyi inkar eden insan ilk önce kendi yaratılışına bakmalıdır. İnsan bir damla sudan, gözle görülmeyecek kadar spermden yaratılmıştır. Daha sonra büyümüş, yeme-içme, konuşma, düşünme, iyiyi kötüyü ayırdetme gibi üstün kabiliyyetlerle donatılmıştır. İnsan hangi merhalelerden geçtikten sonra yaratıldığına baksa, bu hususta birazcık olsun düşünce Allah’ı inkar edemez. Allah’ı inkar edemeyince de öldükten sonra dirilmeyi inkar edemez. İnsanı bir damla sudan yaratmaya kadir olan
Allah, elbette öldükten sonra diriltmeye de kadirdir.
b- İlk yaratılış
Öldükten sonra dirilmeyi inkar eden kimse, ilk yaratılışını da inkar etmelidir. İnsanı hiç yokken, benzeri ve modeli bulunmazken yaratmaya kadir olan, yokluk karanlığından varlık sahnesine çıkaran Allah, tekrar diriltmeye de elbette kadirdir. "Onları ilk defa yaratan diriltir. O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir."
c- Yeşil ağaçtan ateş çıkaran
Ağaç yanarken ateş çıkardığı gibi birbirine sürtmek suretiyle de ateş çıkarır. Isının mahiyetini inceleyen müspet ilim bu gerçeği şöyle açıklamaktadır: Yemyeşil bir ağaç güneşten emerek aldığı sıcaklığı kendi bünyesinde saklamaktadır. Hicazda bulunan merh ile afâr ağaçlarından birer dal kesilip de birbirine sürtülünce çakmak gibi ateş çıkarır. Araplar çölde yolculuk yaparken bu dallan birbirine sürtüp ateş yakarlardı. Arapların şöyle bir atasözü vardır: "Her şeyde ateş vardır, ama merh ve afarda daha çoktur."
Burada dikkatimizi çeken üç şey var: Ağaç, ateş ve bu yeşil ağacın içerisinde bulunan su. Bunlar birbirine zıt şeyler. Ateş ağacı yakar, su ise ateşi söndürür. Oysa O yüce kudret bu zıt şeyleri bir arada bulundurmaktadır. Zıtları bir arada bulundurmaya kadir olan Allah insanları da öldükten sonra diriltmeye öncelikle kadirdir. Bir Arap şairi şöyle demektedir:
Cem’u’n-nakîdayni min esrarı kud- retih
Hâze’s-Sehâbu. bihî rnâun bihî nâru
Anlamı şöyledir: İki zıttı bir arada bulundurmak Allah’ın kudretinin sırlarındandır. İşte bulut; onda hem su var, hem de ateş var.
d- Gökleri ve yeri yaratan
81. Ayette göklerin ve yerin yaratılışına dikkat çekiliyor: "Gökleri ve yeri yaratan, insanların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet, kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır."
Evet uçsuz buçaksız gökleri, göklerde bulunan ayı, güneşi ve sayısız yıldızlan yaratan, bunların her birini kendilerine mahsus yörüngesinde hareket ettiren; yeri, yeryüzünde bulunan dağlan, ovalan ve denizleri yaratmaya kadir olan yüce kudret, öldükten sonra insanları tekrar di
riltmeye haydi haydi kadirdir.
e- Bütün bunlar Allah için çok kolaydır.
Yukarıda sayılan şeyleri yaratmak Allah için çok kolaydır. Çünkü Allah bir şeyi yaratmak istediği zaman sadece "ol" der, o da hemen oluver. Nasıl kolay olmasın ki herşeyin hükümranlık ve mülkü O’nun elindedir ve O herşeyden yücedir.
2- Hz. İbrahim
Hz. İbrahim bugün Irak sınırları içerisinde bulunan Babil’de peygamber olarak gönderilmişti. O zamanlar Babil halkı ve bu arada Hz. İbrahim’in babası putlara tapıyordu. Hz. İbrahim kavmini ve babasını bu batıl inançtan kurtarıp Hakka imana davet etmeye başladı. Bu durum Kur’ân-ı Kerimin muhtelif surelerinde anlatılır.
"Hani o (İbrahim) babasına ve kavmine:
"- Neye tapıyorsunuz?" demişti. Onlar da:
"- Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz" diye cevap verdiler. İbrahim:
"- Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zararları dokunur mu?" dedi. Şöyle cevap verdiler:
Hayır ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk." İbrahim dedi ki;
İyi ama ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun neye taptığınızı biraz olsun düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi hariç (O, benim dostumdur.) Ki O beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Beni yediren içirendir. Hastalandığım zaman bana şifa verendir. Benim canımı alacak, sonra diriltecek olandır. Ve hesap günü kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur..."(13)
Görüldüğü gibi Hz. İbrahim putlara tapmakta olan kavmine aklî, mantıkî ve ikna edici delillerle hitabediyor. Kavmi onun bu ikna edici aklî, mantıkî ve İlmî delilleri karşısında makul bir cevap veremiyor. İbrahim (a.s.) kavmine: "Yalvardığınızda onlar sizi itiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zararları dokunur mu?” diye soruyor. Bu soruya evet diye cevap vermeleri mümkün değil. Çünkü onlar da putların işitmediklerini, hiç bir fayda ve zararlarının olmadığını, hatta değil başkalarına fayda ve zarar vermek, kendilerini korumaktan bile aciz olduklarını biliyorlardı. Onun için: "Hayır ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.” demekten başka çareleri yoktu. Her devirde batılın peşinde gidenlerin durumu böyledir.
Peygamber efendimiz de Mekke müşriklerine, ellerinizle yapmış olduğunuz putlara tapmayı terkedin, bir olan Allah’a kulluk edin, dediği zaman aynı cevabı almıştı.
Hz. İbrahim onları akıllarını kullanmaya ve düşünmeye sevkeden sorularına devam ediyor: "İyi ama ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun neye taptığınızı biraz olsun düşündünüz mü?" Evet insanın ne yaptığını, neye taptığını birazcık olsun düşünmesi gerekmez mi? Atalarının her yaptığı şeyi doğru mu kabul etmesi gerekir?
Hz. İbrahim daha sonra kendisinin kulluk ettiği Rabbin vasıflarını zikrediyor: "Ben âlemlerin Rabbine kulluk ediyorum. O beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Beni yediren içirendir. Hastalandığım zaman bana şifa verendir. Benim canımı alacak, sonra diriltecek olandır. Ve hesap günü kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur." Sanki onlara deniliyor ki Hak Mabud’un bu özellikleri taşıması gerekir. Sizin taptığınız putlarda bu özelliklerden hiçbiri var mı?
Evet bu olayda da gayet açık olarak görüldüğü gibi yanlış, asılsız, batıl inançların aklî, mantıkî ve İlmî izahları ve savunulması yoktur.
Hz. İbrahim’in babası da kavmi gibi putlara tapıyordu, onların önde gelenlerinden idi, hatta putları yapıp satanlardandı. Babasının bu durumu daha çok zoruna gidiyordu. Onun için Hz. İbrahim’in özel olarak babasına hitabettiğini ve onu bu batıl inancından, aklî deliller serdederek vazgeçirmeye çalıştığını görüyoruz:
"Kitapta İbrahim’i de an. Çünkü o, doğruluk timsali idi, bir peygamberdi. Bir vakit babasına şöyle hitabetmişti:
"- Ey babacığım! İşitmeyen, görmeyen, sana hiç bir faydası dokunmayan şeylere niçin tapıyorsun? Ey babacığım! Doğrusu bana, sana gelmemiş olan bir ilim gelmiştir. O halde bana uy da seni dümdüz bir yola çıkarayım. Babacığım, şeytana tapma! Çünkü şeytan, hakkiyle esirgeyen Allah’a başkaldınp âsî olmuştur. Babacığım! Gerçekten korkuyorum ki; çok esirgeyen Allah’tan sana bir azap gelip çatar da şeytana yâr olmuş olursun.” Babası dedi ki:
"- Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Yemin olsun ki vazgeçmezsen seni mutlaka taşlarım. Uzun müddet benden ayni git." İbrahim şöyle dedi:
"- Üstüne selamet. Senin için Rab- bime istiğfar edeceğim. Çünkü O, bana çok lütufkârdır. Sizi ve Allah’tan başka taptıklarınızı bırakıp çekiliyorum. Rabbime dua ediyorum.
Umulur ki duam karşılıksız kalmaz. " (14)
Dikkatimizi çeken hususlar
Meryem sûresindeki bu âyet-i kerimelerde irşad ve tebliğ açısından dikkatimizi çeken bazı hususlara temas etmek istiyoruz:
Konuya girilirken Hz. İbrahim’in doğruluğuna temas edilerek "o, doğruluk timsali idi." buyruluyor. Demek ki irşad ve tebliğ görevini yapacak olan kimselerin herşeyden önce özleri ve sözleriyle dosdoğru olmalan, etraflarına güven telkin etmeleri, dostlarının ve düşmanlarının itimatlarını kazanmaları gerekir.
Hz. İbrahim, putperest de olsa babasına hitabederken edebi elden bırakmıyor, sevgi, şefkat ve merhamet dolu bir ifade ile "babacığım" diyerek söze başlıyor. Demek ki insanları Hak’ka davet eden, irşad ve tebliğ görevinde bulunan kimseler, insanlara karşı -yanlış yolda da olsalar- sevgi, şefkat ve merhamet dolu olmalılar ve bunu karşısındaki kimselere hissettirmeliler. Kabalık, sertlik ve ağır ifadelerden kaçınıp tath dilli olmalılar.
Hz. İbrahim sözünün başlangıcında babasına şu makul ve düşündürücü soruyu yöneltiyor: "İşitmeyen, görmeyen, sana hiç bir faydası dokunmayan şeylere niçin tapıyorsun?” Evet gerçekten insan neden hak yolda gitmez de batılın peşine düşer? Neden Allah’a kulluk etmez de, kendi elleriyle yaptığı görmeyen, işitmeyen ve hiç bir faydası dokunmayan, hatta kendisini korumaktan bile aciz olan putlara tapar? Putlardan medet umar? Elbette bu düşündürücü ve can alıcı sorulara verilebilecek makul cevap yoktur.
Hz. İbrahim, babasının cahil olduğunu, bu yüzden putlara taptığını biliyor, fakat ona hitabederken "sen cahilsin, gerçekleri bilmediğin için putlara tapıyorsun" demiyor, aksine: "Babacığım! Doğrusu bana, sana gelmemiş olan bir ilim gelmiştir. O halde bana uy da seni dümdüz bir yola çıkarayım." diyerek söylediklerini kendiliğinden söylemediğini, bilakis kendisine Allah tarafından bildirilen gerçekleri haber verdiğini belirtiyor. "Sen bilmezsin, ben bilirim" gibi kendisini alim görüp, karşısındakini cahil görme yönüne gitmiyor. İnsanlara hak dini tebliğ eden ve onları irşada çalışan mürşitlerin, alimlerin, din görevlilerinin bu hususlara dikkat etmeleri ve özen göstermeleri gerekmektedir.
(1) Bakara Sûresi: 1/44, 76; Ali İmran Sûresi: 3/65; En’am Sûresi: 6/32; Araf Sûresi: 7/ 169; Yunus Sûresi: 10/16; Hud Sûresi: 11/ 51; Yusuf Sûresi: 12/109; Enbiya Sûresi: 21/10, 67; Mü’minûn Sûresi; 23/80; Saffât Sûresi: 37/138.
(2) Bakara Sûresi: 2/11; Neml Sûresi: 27/64.
(3) En’am Sûresi; 6/143.
(4) Yûnus Sûresi: 10/31-32.
(5) Al-i İmran Sûresi: 3/190.
(6) Lokman Sûresi: 31/20.
(7) Bakara Sûresi: 2/170.
(8) Lokman Sûresi: 31/21.
(9) Mâide Sûresi: 5/104
(10) Zuhruf Suresi: 43/23-24.
(11) Yunus Sûresi: 10/77-78.
(12) Yâsin Sûresi,77-83.
(13)Şuarâ Sûresi, 26/70-82.
(14) Meryem Sûresi: 19/41-49.